24 Temmuz 2010 Cumartesi

Tek taraflı bağımsızlık meşrudur...

Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Adalet Divanı ilk kez gündemine aldığı bir konuda, coğrafi bölünme hakkına ilişkin bir karara imza attı. Uluslararası Adalet Divanı, Kosova'nın tek taraflı bağımsızlık kararının meşru olduğuna hükmederek, geleceğe dönük olarak benzer sorunlar yaşayan tüm halkların önünü açacak bir emsal de oluşturmuş oldu. Alışılmışın dışında, uluslararası bir mahkeme için iki yıl gibi kısa bir sürede Kosova'nın bağımsızlığının uluslararası meşruluğunu tescilleyen Divan'ın kararı şimdiden ilgili çevrelerde yankısını buldu.

Kararı memnuniyet verici bulduğunu açıklayan Avrupa Birliği adına konuşan Birliğin Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Divanı’nın görüşünü memnuniyetle karşıladıklarını ve bunu büyük bir dikkatle incelediklerini söyledi. Temsilci ayrıca, "Görüşün geleceğe odaklanılması gerektiği mesajı verdiğine dikkat çekerek" kararın Birlik'in geleceğe dönük politikalarında belirli olacağının altını çizdi.

Görünen o ki, benzer sorunlar yaşayan Birlik Üyesi Yunanistan, İspanya ve Kıbrıs da bu karardan etkilenecek. Zira AB üyesi bu üç ülke de kendi iç sorunlarına emsal olabileceği kaygısıyla Kosova'nın 2008'de aldığı tek taraflı bağımsızlık kararını tanımamışlardı. Üç ülke de benzer sorunları yaşadığı için Kosova'nın bağımsızlığını tanımaları ikiyüzlü bir politika olacaktı. Türkiye ise Kürt sorununun varlığını dahi kabul etmediği için Kosova konusunda da ikiyüzlü politikasını sürdürdü.

Türkiye ise hem savaş döneminde hem de savaş sonrası süreçte Kosova'yı siyasi ve diplomatik olarak açıktan, örtülü bir biçimde de askeri açılardan destekleyen bir ülke oldu. Bu tavrını koruyan Ankara Kosova politikasındaki tutarlılığını da tek taraflı bağımsızlık kararını tanıyan ilk ülkelerden bir olarak kanıtladı. Ankara, bağımsızlık kararının ardından da bu statüye uygun diplomatik ilişkiler konusunda da son derece atak davrandı.

Uluslararası Adalet Divanı'nın Kosova'nın bağımsızlık ilanını meşru bulduğu kararının, AB ile müzakere yürüten ülkeler başta olmak üzere ilgili uluslararası sözleşmelere imza atan ülkeleri de bağlayacağı düşünülürse, Kosova sürecine kısaca bakmakta yarar var.

Ülkeyi oluşturan eyaletlerin 1992'de bağımsızlıklarını ilan etmeye başlaması ile Yugoslavya dağılma sürecine girdi. Dört eyalet, Makedonya, Slovenya, Bosna-Hersek ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan ederken Sırplar-belli ki bugün Uluslararası Adalet Divanı'ndan çıkan kararı hesaba katamamışlardı-, Kosova üzerindeki egemenliğini, silahı da kullanarak sürdürmek istediler. Sırp Ordusu 1995'te Kosova'ya girdi. Sırpların bu fiili müdahalesi çok geçmeden Kosova'da ciddi bir direnişin doğmasına neden oldu. Başını Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)'nın çektiği Kosova direnişi kısa zamanda ciddi bir halk desteğine ulaştı. Direniş öylesine hızlı gelişti ki 1998 yılının yazında, Arnavutlar Sırp yönetimine karşı kitlesel protestolarına başladılar. Sırp yönetimi polis ve ordu kuvvetlerini terörist ilan ettiği UÇK'yı ezmek için gönderildi. Ancak ne UÇK'nın taleplerini ne de arkasındaki halk desteğini hiç bir zaman görmek istemedi.

Binlerce mülteci Türkiye, Karabağ, Arnavutluk ve Makedonya’ya kaçmaya başladı. İç savaşa dönüşen çatışmaların tüm bölgede ciddi bir istikrarsızlığa kaynak olacağını gören NATO 1999'da bölgeye askeri müdahalede bulundu. Sırp silahlı güçlerinden arındırılan Kosova BM kontrolüne bırakıldı. Böylelikle uzun diplomatik görüşmelerle birlikte, Kosova'nın özerklik süreci yeniden başladı. Kosova temsilcileri ile, Sırbistan, Rusya, AB ve ABD arasında yürütülen görüşmeler yaklaşık sekiz yıl devam etti. Ancak, Kosova'nın statüsü konusunda bir sonuca varılamadı. Sonunda Kosova 17 Şubat 2008 Pazar günü tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti.

Görüldüğü üzere, Sırp tarafının uzlaşma ve diyalog yoluyla siyasal çözüm yerine imhaya varan silahlı müdahalesi son uluslararası kararla Kosova direnişi karşısında bir kez daha mahkum oldu.

Kosova'dan yana aktif rol üstlenen Ankara'nın da Uluslararası Adalet Divanı'nın bu kararı karşısında bir iç hesaplaşması yapması gerekmiyor mu? Kürt Özgürlük Hareketi'nin tüm diyalog girişimlerini reddeden, Kürt halkının sivil siyaset kanallarını kapayan Ankara'nın son olarak devreye sokmak için harekete geçtiği Özel Ordu kurma girişimlerinin süreci nereye götüreceği bu kadar açıkken.

Kürt Özgürlük Hareketi tarafından sorunun barışçıl çözümü amacıyla gündeme getirilen, "Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Vatan, Demokratik Ulus, Demokratik Anayasa" Ankara tarafından ısrarla görmezden gelinirken, Kürdistan'da askeri operasyonlara hız verilerek siyasal çözümün dışlanması çatışmaların yayılmasına da zemin oluşturuyor. Diyarbakır'da toplanan Demokratik Toplum Kongresi'nin aldığı, "Demokratik Özerklik" kararının Ankara'dan çok başta AB üyesi ülkeler olmak üzere konunun uluslararası muhatapları tarafından dikkate değer bulunması da Ankara'nın çözüm yöntemleri konusunda Sırplar'la aynı çizgide olduğu endişesini derinleştirmeli.

Kosova örneğinde olduğu gibi, imha dışında tüm yollara kapalı, yerli halkın taleplerine kulak tıkayan merkezi hükümetlerin en yakın müttefikleri tarafından da endişe ile izlendiği biliniyor. Bu da uzun vadede bu yönetimleri uluslararası muhataplarının müdahalelerine açık bir hale getiriyor.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan'ın, İngilizlerin uluslararası haber kuruluşu BBC'ye yaptığı açıklamada ki, "Kürdistan'da sorun demokratik yollarla çözülmek zorunda. Eğer Türk Devleti bu çözümü kabul etmezse biz de bağımsız olarak Demokratik Konfederalizmi ilan edeceğiz" sözleri bu bağlamda dikkat çekicidir. Zira BBC adına Karayılan ile görüşen Gabriel Gatehouse haberinde Ankara'nın tavrına özellikle dikkat çekerek şöyle diyor: "Murat Karayılan'ın bu açıklamasına bir cevap almak için görüştüğümüz Türk Hükümeti yetkilisi teröristler tarafından yapılmış açıklamaları yorumlamak alışkanlıkları olmadığını söyledi."

Kürt ve Türk halklarının ortak çözümü yerine, dolaylı olsa dahi diyalogdan bu denli uzaklaşmanın benzer sorunları sürüklediği mecranın tehlikesi düşünüldüğünde tarafların bir masa etrafında bir araya gelmemeleri durumunda bu sorunun da üçüncü muhatapların müdahalesine açık bir hal alması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Türkiye istese de istemese de Uluslararası Adalet Divanı'nın aldığı bu kararın artık muhatabıdır.

canerdem2126@gmail.com

Hiç yorum yok: