9 Temmuz 2010 Cuma

Meşruiyet ve Değişim


'Delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.'

(Albert Einstein)

Aklın yerini deliliğin, ihtirasın, kinin aldığı zamanlarda politikacılar, fikir insanları, o kaderleri belirleyenler yeryüzüne lanetler, yeryüzüne afetler ve belalar gönderirler. Değişimi ve dönüşümü görmezler. Onlar, o delilik içinde olanlar yaşamı, toplumsal olanı, uslu uslu akan bir nehir olarak görmek isterler. Nizamın bu uslu nehrin akışına göre olmasını isterler, lakin sadece 'ölü balıklar bu uslu nehrin akışına' kapılır ve yaşayanlar kendi kaderlerini belirlerler.

Zamanımızın meşruiyeti, demokrasi, politik ve ahlaki toplum inşa mücadeleleri üzerinden gelişen bir geçiş sürecidir. Hakim olan ise, meşruiyet adı altında güç ve çıkarın (tekel) esas olduğu anlayışıdır. Toplumsallık ve dünyanın geleceği açısından ise bu doğru değildir. Hâlâ güç ve çıkar geçici zaferler getiriyor, o hemen bitiveren ve yeni bunalımlara yol açan geçici zaferler. Bu yüzden politikalar ve stratejiler güç ve çıkara göre belirlenmeye devam ediyor. Tamamen kriz ve savaşlarla geçen son yüzyılların politika ve stratejileriydi bunlar. Bu siyasetler kesintisiz kriz, kaotik toplumlar ve her alanda büyük yıkımlar getirdi. O zaman bu meşruiyet karşıtlığıdır.

Yerküre, hakikat ve meşruiyet tartışmalarını esas alan bir geçiş süreci yaşıyor. Hakikat ve meşruiyetlerle ilgili ilkeler yeniden belirleniyor. Güç ve çıkara dayalı, biçimi ne olursa olsun o tuhaf ve insanlığa aykırı evren bakış açıları ile yüzyılı geçiştirmenin mümkün olmadığı, bu şekilde yaşanılamayacağı genel kabul görüyor. Bilgi ve buluşlar, gelişkin teknoloji, doğanın ve toplumsallıkların kırımı bunu artık mümkün kılmıyor. Verili durum diğer zamanlara benzemiyor; daha çok bir varoluşun dönüm noktasına benziyor: 'Olmak veya olmamak!' O zaman güç ve çıkara (tekele) dayalı politikalar ve stratejiler bir kurtuluş değilse ve doğanın, insanlığın sonunu getirecekse, farklı meşruiyet arayışları bir hakikat haline geliyor. Dünyadaki bu tartışmalar ülkemizde daha yakıcı bir özellik kazanıyor.

Mustafa Kemal'in yüzyılın başında yaptıkları 'yurtsever bir meşruiyete' dayanıyordu. Daha sonra o ilk amacından kopsa da bölge için etkileyici bir çıkış ve model idi. Halklara zamana ters düşmeyen haysiyet ve onurunu geri veren bir lider olarak bilindi ve öyle kabul edildi. Bu anlamda Ortadoğu'yu etkiledi. Kurtuluş mücadelesi zamanın zihniyetine, zayıf da olsa demokrasi ve cumhuriyete ve bazı değerlerin ruhuna denk düşüyordu. Bu demokrasiler için bir meşruiyetti. Daha sonra genelleşeceği gibi 'geçmiş milliyetçi mücadelelerin şanı üzerinde' halkın üzerine güç tekeli kurma ve ceplerini doldurmaya dönüştü. Bu durum cumhuriyet için de, El Fetih için de geçerlidir.

O zamanlarda, Afganistan'da Emanullah Han, 1919'da tahta geçti. Ve Mustafa Kemal'in izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birliklerinin üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu meşruiyetten kazandığı saygınlıktan güç alarak bazı reformlara girişti. Batı'nın ve Anadolu'daki bazı değişimleri ülkesine taşımaya çalıştı; özellikle kadının sosyal yaşam içindeki ve eğitimdeki katılımını güçlendirecek adımlar attı. Zamana uygun bir eğitim ve özgür basının ortaya çıkması için destek sundu. Bu deneyimden on yıl sonra, 1929 yılında Emanullah Han kendisini dinsizlikle suçlayan gelenekçi liderlerin komplosuyla tahtan indirildi.

İran'da Rıza Şah girişimi de bir Anadolu esinlemesi idi. O da Mustafa Kemal'i taklit ederek modern bir İran kurmaya çalıştı, lakin bunu hanedanlıkla yapmayı tercih etti. Bu yüzden bağımsız bir politika izleyemedi. Düşman güçler tarafından korunduğu bilinen birinin meşruiyeti kabul edilemez. Ve giriştiği her iş değersiz görülür; halkı modernleştirmek istiyorsa, halk modernleşmeye karşı çıkar, kadınları birazcık sosyal yaşama katmak istiyorsa, sokaklar protestocu çarşaflarla dolar. Günümüzde ise kapatılan, yok sayılan kadına karşı protestolar yapılıyor. Garip bir paradoks olsa gerek. Bu 'açılımlar' başarısızlığa uğradı; çünkü hakikatten uzak, ikiyüzlü, tutarsız ve zoru esas alan kirli savaşçı iktidarların imzasını taşıyordu.

BİLGİ SONSUZ EVRENDİR

Ortadoğu'da meşruiyetin dayanakları doğal toplum değerleri, kültür, tarih, hakikat, din ve özgürlüklerle bağlantılı olmuştur. Bu değerlerden kopuk güç ve iktidar tekelleri kalıcılaşmamış ve zaman içinde silinip gitmişlerdir. Bu anlamda, bölge hiçbir zaman tam olarak sömürgeleştirilmemiştir. Buradaki toplumsal doğa ve sosyal yaşam kültürü buna elvermemiştir; ancak sömürgeci tahribatlar ve yağmalarla sınırlı kalınmıştır. Belki bazıları, İskender, Roma, Moğollar bazı kalıntılar bırakmışlardır.

Ortadoğu nedir? Ortadoğu tüm insanlık değerlerinin ve dünya dinlerinin (Eski Ahit-Yeni Ahit ve İslamiyet) merkezidir. Burası tarihin, toplum olmanın, üretimin, köy ve kentlerin ve çoğunlukla da dinlerin kimlik için olduğu kadar onur için de bir tapınak değerindedir. Bugün bu coğrafyada ve acılarla dolu bu çağda, toplumların yaşadığı sorun önce din ile siyaset din ile tarih, din ile kimlik, din ile onur ve ahlak-politika ile iktidar, halklar ile iktidar, kültür ile iktidar arasındaki meşruiyetsiz ve hakikatsiz ilişkiler ile bağlantılıdır. Hakim olan, bilgi, sosyal yaşam, demokrasi ve özgürlüklerden kopuk hükümetlerin, güç ve çıkar üzerine kurulu rejimlerin gayrımeşru yapılanmalarıdır.

Demokrasi, ahlak, sosyal yaşamlara ve politikaya özgürlükler zamanımızın meşruiyeti ve hakikatidir. Meşruiyet ve hakikat hükümetlerin insafına bırakılamaz. Yerel meclisler, platformlar cemaatler ve sivil alanların belirleyici bir rolü olduğu genel kabul görüyor. Bu toplum alanlarının çok zayıf olduğu 20. yüzyılın başlarında bürokrasi bu boşluğu dolduruyordu. Reel sosyalizmdeki ve ülkemizdeki bürokrasi belirleyici bir rol oynuyordu; bu da hayırlı sonuçlara yol açmadı, meşruiyet ve hakikatin önünü tıkadı. Bunu önlemek için Mustafa Kemal'in birçok denemesi ve girişimi vardır; muhalif partilerin olması ve düşünce özgürlüğü anlamında da.

Maddi ve manevi her varlığın, her olgunun sınırlarının belirlenmesine ihtiyaç vardır. Her iktidarın, halkın kendi taşkınlıklarından, kendi güç ve çıkar saplantılarından korumak için aynı zamanda onu kendinden korumak için bir karşıt-iktidara veya muhalif partilere ihtiyacı vardır. Siyasetin, politika ve ahlakın esas kuralıdır bu. Ayrıca esas olarak halkların da örgütlü gücü bunun esas teminatıdır.

Siyaset, meşruiyet ve hakikat karşısında, zaman ve tarihsellik bakımından görecelidir. Meşruiyet ve hakikat için akıl ve bilgi ancak sonsuz bir kaynak olabilir; çünkü 'bilgi sonsuz evrendir.' İnsanlar ve toplumlar bütün yaşamları boyunca ondan sınırsız beslenebilirler. Bilgiyi ne yapsalar tüketemezler. Ve ondan ne kadar beslenirsek doğayı da o kadar az tüketiriz. Büyük açlığımız büyük bilgisizliğimizdir.

Tüm sistem güçlerinin, Batı'nın yüzlerce yılı bulan hatası ve meşruiyet bulamamaları, dünya halklarına tarihsel ve evrensel değerleri benimsetmemeleridir. Oysa Ortadoğu merkezli dinsel çıkışlarda esas olan bu idi. Batı, kendi sömürü, güç ve tüketim kalıplarını dünya toplumlarına dayattı. Bazen de 'eşitlik, özgürlük ve adalet' gibi değerleri de yansıttı. Düşünce özgürlüğü, insan hakları, yerelin güçlendirilmesi ve esas alınması gibi küresel değerleri esas alan bir ilişki, politikaları çıkar ve güç karşısında her zaman zavallı kalan meşruiyet arayışları oldu.

Yerkürede, maddi anlamda bir üstünlüğü olabilir. Lakin manevi anlamda üstünlüğü (eşitlik, adalet, özgürlük gibi) aşınmış ve otoriter, oligarşik, faşist yapılara yol açmıştır. Manevi meşruiyet olan farklılıkları yönetme, ortak ahlaki-politik değerler oluşturma, gelecek için zihinsel paylaşımlar, tarihi yüzleşmelerden kaçınma var. Sadece güç ve çıkara hizmet eden bilgi ve zihinsel paylaşımlar çatışma yaratmıştır. Toplumları çürütmüştür.

YENİ MEŞRUİYET ZEMİNLERİNİN YARATIMI

Ortadoğu'daki rejimler büyük çapta aşınmış ve meşru zeminlerini kaybetmişlerdir. Buradaki halklar mutlu değildir. Filistin ve Kürt halkı mutlu değildir. Beluciler, Azeriler mutlu değildir. Hiçbir halk esenlik içinde değildir. Ve her toplum bir değişim ihtiyacından bahsediyor. Ve yeniden 'açılım' ve biçimlendirme planları yapılıyor, tutmuyor; krizler ve savaşlar çıkıyor ve yeniden deneniyor.

ABD, kendisine düşman olan rejimleri hizaya getirmeye çalışıyor veya ortadan kaldırmak istiyor. Rejimler de statükolarını korumak istiyor. Meşruiyetler yeniden tartışılıyor. Özgürlük ve demokrasi ve adalet, coğrafyamızda ve çağımızda meşruiyetin esası olarak kabul ediliyor. İsrail-Filistin sorunu ve Kürt sorununun demokratik çözümü temel bir eksen oluşturuyor. Bu çözümleri gerçekleştirebilen ülkeler (İsrail, Türkiye, İran, Suriye) Ortadoğu'ya tarihsel, toplumsal, kültürel iradeleriyle eşitlikçi, demokratik, adil ve toplumları onurlandıran yeni bir meşruiyet ve hakikat zemini ve çıkış noktası yakalayabilir ve tıpkı dünya dinlerindeki büyük çıkışlar gibi yerküreyi etkileyebilirler.

Muhakkak ki ABD ve diğer güç tekellerinin devasa bir askeri gücü vardır. Lakin güç tanımı artık değişiyor ve artık icatlarla tanımlanıyor. Ve Ortadoğu tüm zamanlarda büyük bir güç idi: İcatların merkezi idi. Şimdi ABD askeri üstünlüğünü muhafaza etmek için başvurduğu yollardan biri de, özellikle üstünlük sağlayıcı teknoloji konusunda benzer faaliyetlere başka ülkelerin girmesini (İran vd.) önlemektir. Bu yüzden İran da hedeftir. Geleceğin kaos noktalarından biridir. Ancak Kürt ve Filistin haklarının sorununun çözümü ile bölgeye istikrar gelebilir. Ve Türkiye ile İran ancak o zaman dış etkileri durdurabilirler.

Tarihin ve yerkürenin bu en önemli merkezini yöneten hükümetlere ve liderlere gün geçtikçe bir şeyler anlatmak zorlaşıyor. Göklerin kadim lanetleriyle sanki lanetlenmişler. En önemli ve hayati toplumsal sorunları çözme cesareti, daha fazla oy almak için kurban ediliyor. Oysa liderlik demek cesaret ve sorun çözmek demektir.

Örneğin cemaatten birisi, Halife Ömer'e 'Ey Ömer! Eğer sen eğilirsen, biz seni bu eğri kılıçlarımızla doğrulturuz!' diyebiliyordu. Adaletin ve vicdanın kılıcı ve ahlakın kılıcı öyle keskin idi ve halkın, ümmetin elinde idi. Tabii ki Hz. Ömer cesurların cesuru idi. Öyle adalet için aslan yürekli idi. Hiç şüphesiz ki o işiten ve gören liderlerden idi. Lakin sadece oyları gören ve sadece paranın sesini işitenler şimdi lider oluyor.

Son dönemlerde, coğrafyamızda ve bölgemizde kaos ve çatışmalar yoğunlaşıyor. Tarihleri boyunca farklı sosyal yaşam yolları, kendilerine göre inançları, dilleri, gelenekleri, aidiyet duyguları, gurur ve onurları geliştiren toplumlar, halklar asimilasyona karşı, güç ve iktidar ve çıkar tekellerinin özerk kimliklerini altüst etmelerine müsaade etmeyeceklerini söylemeye başladılar. Hakikat ve meşruiyete dayalı bir yaşam istemeye başladılar. Mitoloji, din, felsefe ve bilginin zamanlarında, buradaki rehberler, bilgeler, peygamberler ve alimler toplumları ileri götüren, sosyal yaşamı geliştiren ve koruyan, yaşam kalitesini artıran, özgürlükleri yükselten adil bir davranışı esas aldılar. Cami ve medreseler politika, ahlakın ve icatların yeri idi. İnancın insanları, tüm dinlerde, dinin, felsefenin ve bilimin neferleri idi. Ve toplumları iç içe, bilinmeyeni, insana ve doğaya ait sırları sorunları çözme yeteneği ile tarihi ve yaşamı esneklik, derinlik, zihinsel ve ruhani bir arınmışlıkla yaşarlardı.

Günümüzde ise, özellikle ülkemizde sarayın ve iktidar tabularının dışında adım atmayı başarmış rehberlerin, bilgelerin ve aydınların seslerini duyma sevincini yaşıyoruz. Belki henüz zayıf olabilirler, henüz arınmamış olabilirler; lakin bu ölü toprağa, bu acılarla dolu kederli insanlara umut vermeye başladılar. Ve bu coğrafyada her halk ve her birey, her kadın ve her erkek bir kahraman ruhu taşır. Halklar adildir. Halklar böylesi zamanlarda adil olanlar ile adil olmayanlar arasındaki farkı bilir.

Fethi SUVARİ*
*D Tipi Kapalı Cezaevi C-1/12
DİYARBAKIR

Hiç yorum yok: