5 Temmuz 2010 Pazartesi

Madımak Katliamı'nın tarihi arka plani


'Madımak Katliamı'nda devletin parmağı var mıydı?' Bu soru sıkça sorulur!

Cevap, hayır parmağı yoktu.

Eli, ayağı, gözü, kulağı... Yani kendisi vardı!

'Her şeye muktedir olan, güçlü ve adil olan devletimizin' gücü 'Kendi içinde örgütlenen ve herhangi bir kalkışmada güçlerinin ne olduğu merak edilen!' (Bu cümleyi bir istihbarat yetkilisi dönemin bakanlarından birine söylemiştir.) gerici, faşist güruha yetmedi!

Pir Sultan Abdal'ı anmak için yapılan programı aslında dönemin Kültür Bakanlığı'nın düzenlediğini daha önceki yazımda yazmıştım. Bu katliamın ilginç, gizemli ve karanlık yanlarından biri de dönemin Kültür Bakanı Sayın Fikri Sağlar'ın 17 yıldır konu hakkında konuşmuyor olmasıdır!

Madımak Katliamı sonrasında 'Bir hukuk süreci işlemiştir.' Ama bu 'hukuk süreci' katliamcıları, tesadüfen bir araya gelmiş 'göstericiler olarak' yorumlamış ve yargılamayı bu zihniyetle yapmıştır.

Devletin bütün kurumları Madımak Katliamı'nın yapıldığı anda ve yargılama sürecinde dolaylı veya direkt olarak taraf olmuştur.

Örneğin, Canlarımızın Madımak Oteli'ne kıstırıldığı ve katiller tarafından yakma hazırlığı yapıldığı anda küçük bir askeri birlik otelin önüne gelmiştir. Katil sürüsü hep bir ağızdan 'Asker Bosna'ya' ve arkasından 'En büyük asker bizim asker!' sloganını atmış ve askeri birlik gerisin geriye otelin önünden ayrılmıştır.

Katliamdan sağ kurtulan bir dostum şu çarpıcı gerçeği anlatmıştı: 'Otelin içine kıstırıldık. Dışarıda biriken katiller azgınca bağırıyor, sloganlar atıyor, habire camlardan taş yağdırıyorlar. Biz kurtulmak için ne yapabiliriz diye çaresizce düşünürken, elektrikler kesildi. Ve içeriye birinin girdiğini gördük. Ama içeriye gireni ortam karanlık olduğundan ancak bir karartı olarak görüyorduk. İçeriye giren kişi çakmağını yaktı ve onun rütbeli bir asker olduğunu gördük. İçinizde asker var mı? diye sordu, biz yok deyince çıkıp gitti! Birkaç dakika sonra yine içeride bir karartı gördük. Ve o da elindeki çakmağı yakıp, içinizde polis var mı? dediğinde çakmağın ışığından onun bir polis olduğunu gördük! Hayır. Cevabını alınca o da çıkıp gitti! Ve bir dakika sonra oteli ateşe verdiler.'

Yani asker ve polis oteli ateşe vermeden önce 'Bir ortam yoklaması yapmış ve temiz olduğunu görünce' yakarak katletme girişimine bir 'engel kalmamıştır!'

Bütün bu gerçeklere karşın Genelkurmay Başkanlığı katliamdan sonra 'Garnizon Komutanlığı'nın katliamda bir güvenlik zaafı var mı?' araştırması yapmış ve 'Yoktur!' sonucuna varmıştır!

Yine bir devlet kurumu olan belediye, katliama ortam hazırlamıştır! Katliamdan önce saldırganlara kolaylık olsun diye Madımak Oteli'nin önüne 'Yol onarma' bahanesi ile parke taşı dökülmüş ve katliamcılar bu taşlarla hiç zorlanmadan otelin camını, çerçevesini aşağıya indirmiştir.



Ve güya katliamcı saldırganları 'sakinleştirip dağılmalarını sağlasın' diye otelin önüne çağrılan dönemin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu katil sürüsünü 'Gazaya çıkan mücahitler' gibi gördüğünden 'Gazanız mübarek olsun!' diye kutlamış, dağılmalarını isteyeceğine adeta kışkırtmış, teşvik etmiştir!

Bir hafta önce 'Atletizm yarışçıları' görüntüsü ile kentteki otellere yerleştirilen 'meçhul kişiler' katliamda ne rol üslenmişlerdir? Bunu ne polis ne de yargı ortaya çıkarmış değildir! (Aynı tezgahın bir benzeri Maraş Katliamı'nda uygulanmıştır. Maraş Katliamı 19 - 24 Aralık tarihleri arasında yapılmış ve katliamcıların bir bölümü 'Milli piyango satıcısı' görüntüsünde önceden Maraş'a gelmiştir.)

Madımak Katliamı'nın aktörlerinden birisi de kentte dini söylemler içeren bildiriler dağıtan ve Sivas'a Pir Sultan Abdal'ı anmak için gelen Canlarımızı hedef gösteren yerel basındır.

Sivas Müftülüğü dini bir dil kullanan bildiriler dağıtan 'Din kardeşleri' ve yine dini zihniyetle manşetler atıp hedef gösteren yerel basının kışkırtmaları karşısında sessiz kalmıştır.

Yani katliama seyirci kalan yalnızca merkezi iktidar değildir. Yerel iktidar da katliama seyirci kalmıştır. Ve bu tavrın hukuk içindeki yorumu 'Katliama zemin hazırlamaktır.' Tabii hukuk bağımsız ve objektif olursa!

Oysa Sivas kenti diğer birçok ilimiz gibi çok kültürlü bir kentti. Önce Sivas'taki Ermeniler 'Tehcir Kanunu' ile sürgüne gönderildi. Sonra, Topal Osman marifeti ile Koçgiri'de Aleviler ve Kürtler katledildi, kalanlardan etkili olan aile ve bireyler sürgüne gönderildi. Akabinde özellikle Alevi köyleri yoksulluğa mahkum edilerek göçe zorlandı. Büyük bir Alevi nüfus Sivas'tan Avrupa ülkelerine işçi olarak gitmek, batıdaki metropol kentlerine göç etmek zorunda kaldılar.

Görüldüğü gibi resmi ideolojinin 'Tek tipleştirme projesi' sadece katliamdan ibaret değil. Asimilasyon, korkutma ve sindirme, yoksulluğa mahkum ederek göçe zorlama... Bütün bunlara rağmen 'Sonuç alamadıysan' katliam!...

Peki neden Sivas, neden Pir Sultan Abdal anma programı?...

Sivas yüzyılların çok kültürlü bir kenti, bir halklar ve inançlar gülistanıdır. Bu topraklarda özellikle Emlek ve Çamşıxı (Divriği yöresi) bölgesinde Alevi Kültürünün Yol Uluları ve halk ozanları yetişmiştir. Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hüseyin Abdal, Ademi Baba, Agahi, Aşık Veysel, Feyzullah Çınar, Ali İzzet Özkan, Mahmut Erdal ve daha birçok halk ozanı Sivaslı'dır. Pir Sultan Abdal resmi tarihe göre h‰l‰ suçludur. Çünkü 'Osmanlı'ya baş kaldırmıştır!'

Sivas doğu ile batı arasında kültürel, inançsal ve sosyolojik olarak bir geçiş noktasıdır. Hem doğulu, hem de batılı bir kenttir. Aleviler, Sünniler, Kürtler, Türkler, Ermeniler için köklü aidiyet duygusunun olduğu kadim bir kenttir. Doğu-batı kültürleri arasında bir katalizör rolü vardır Sivas'ın. Tarihi İpek Yolu'nun Karadeniz'e uzanan ayağı Sivas'tan geçmektedir. Sivas'a başka diyarlardan gelen insanlar bu kentte yabancılık çekmemekte, kentte kendilerine ait kültürel, inançsal özellikler gördüklerinden, kendilerini buraya ait görmektedirler. Bu 'Tek tipleştirme amacı taşıyan' zihniyet açısından 'Halli cihetine gidilmesi lüzum eden bir tehlikedir!'

Ayrıca, Pir Sultan Abdal'ı 'İsyancı, başıbozuk' olarak gösteren resmi tarih, O'nun yolundan gidenlere de aynı gözle bakarak Alevileri suçluluk psikolojisine mahkum etmek istemiştir.

Şöyle ki; resmi tarihte hep katliama uğrayanlar 'suçludur!' 'Katliamı hak etmişlerdir!' çünkü 'Devlete başkaldırmanın cezası ölümden başka ne olabilir ki?'

Resmi tarih katliamlarını 'Haklı ve meşru, devletin bekası için!' göstermek amacıyla Alevi toplumunun tarihini 'İsyanlar tarihi olarak' göstermiştir.

Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve cumhuriyet döneminde Sivas'takine benzer bir resmi uygulama Yukarı Mezopotamya'dan başlayıp Anadolu'nun batı ucuna kadar uzanan hat üzerinde bulunan Hatay, Antep, Maraş, Adıyaman, Malatya, Sivas, Yozgat (Bozok Yaylası), Tokat (Kazova), Amasya, Çorum, Kırşehir kentleri için de yapılmıştır ve güzergahın hep 'Islah edilmesi lüzum etmiştir!'

Zira resmi tarihi yapanların hafızası 'Nisyan ile malül' değildir. 1239'da Hak için yola çıkan Baba İshak ve yarenleri Dede Kargın'dan el aldıklarında bu hat üzerinde yürüdüler. Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddini Rumi, Pir Sultan Abdal, Musa (Süklün Koca) Baba Zünnun, Kalender Çelebi bu hat üzerine yürüdüler. Ve bu Ulu Kişiler resmi tarih için hep 'Tehlike arz etti.' Katliam, baskı, sindirme ve asimilasyon ile yapabildiklerini yaptılar. 'Nihai netice' alamayınca bu sefer bu Ulu Kişilerden bazılarına sahip çıkıp kendilerine benzetmeye çalıştılar. (Ne yazık ki, bu çabalarında da önemli başarılar sağladılar!) Bozok Yaylası'ında (Yozgat), Kazova'da (Tokat) yapılan katliamlarda adeta kan gövdeyi götürdü!...

Madımak Katliamı 'Sekiz saatte yapılmış' bir katliam değildir. Tıpkı Malatya, Maraş, 1. Sivas Katliamı, Çorum, Gazi katliamları gibi bir hazırlık ve provokasyon evresi vardır. Bu evrede 'Tüm güçler durumdan vazife çıkarıp gerekeni yaparlar!' katliam olur biter, devlet ortada yoktur! 'Tüm müdahalelere, yurttaşın can ve mal güvenliği için alınan tedbirlere rağmen acı olaylar yaşanmıştır. Suçlular bulunup yargılanacaktır!'

Saydığım bütün bu katliamları inkarcı, tek tipleştirici resmi tarihin koruyup kolladığı zihniyet yapmıştır.

Kenan Evren (Annem, ışıklar içinde olsun, ona Kenan Mervan derdi.) 12 Eylül'de devrimci, demokratlar için 'Asmayalım da besleyelim mi?' dedi ve 17 yaşındaki Erdal Eren dahil birçok değerler abidesi insanı astı. Ama bazılarını besledi. Bu beslemeler Madımak'ta Canlarımızı yakanlardır. Beslemelerine örtülü ödeneklerden inanılmaz miktarlarda paralar, kırmızı pasaportlar verdi.

Ve yine bu dönemde 'zorunlu' hale getirilen 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi', yanında başta Sosyal Bilgiler ve Tarih dersi olmak üzere müfredata ve ders kitaplarına enjekte edilen ırkçı tarih anlayışının yetiştirdiği beslemeler h‰l‰ katliama devam ediyorlar!...

Bugün 2 Temmuz... Madımak Katliamı'nın 17. yılı. On binlerce Pir Sultan Abdal Dostu ile Madımak Oteli'nin önünde olacağız. Katliamın 17. yılında bir kere daha 'Madımak Müze Olsun' diye haykırıp 35 Canımızı anacağız.

Madımak Katliamı'nda 11 yaşındaki Koray Kaya şahsında çocukça duygularımız ve gelecek umudumuz, 70 yaşındaki Asım Bezirci şahsında kültürel belleğimiz, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin şahsında sazımız, sözümüz, deyişlerimiz, halklar arasındaki dayanışma ve kardeşlik bilincimiz, 17 kızımız ve kadın yarenimiz şahsında semahımız, özgürleşme yolunda ilerleyen kadınlığımız, Hollanda yurttaşı Carina Cuanna şahsında kültür ve inancımızın enternasyonal dayanışma ruhu katledilmek istendi...

Ama 'Biz vardık, varız, var olacağız!'

Eşit yurttaşlık hakkı ve çok kimlikli, çok kültürlü Laik Demokratik Türkiye için mücadeleye devam edeceğiz...

Kemal BÜLBÜL

Hiç yorum yok: