26 Temmuz 2010 Pazartesi

Hangi İsrail?

İsrail özel kuvvetlerinin Mavi Marmara gemisine saldırdığı sabah Tel-Aviv’de İsrail Savunma Bakanlığı önünde kendiliğinden bir araya gelen genç yaşlı iki binden fazla insan, ellerinde dövizler: “İsrail Korsanlığına Son.” “Ablukayı Kaldırın”. “Gemilere Yol Verin...“
Gösteriye katılanlar arasında İsrail’in en etkili barış girişimlerinden Gush Shalom aktivistlerinin yanı sıra Barış Şimdi, Kadın Koalisyonu ve anarşistler de var. Hepsinin ağzında aynı slogan: “Güvenlik, protestocuların cesetleri üzerinden sağlanamaz...”
Protestocuların birçoğu, daha önce barikatları aşarak, “Ambargoya Son” sloganı altında Gazze’ye gıda, ilaç ve inşaat malzemesi taşımış insanlar.
Dövizlerden biri de “Bibi, Barak, elinde aktivist kanı var.”
Bir döviz de şöyle; “IDF/Üniformalı Terörizm” IDF İsrail’in özel kuvvetlerine verilen ad. Bir başka döviz: “Korsanlığa Hayır/Barışa Evet...”
Çok sayıda polis, savunma bakanlığının önünde barikat kurarak, göstericilerin bakanlığı işgal girişimine karşı önlem almış. Ancak birkaç gözaltı dışında bir arbede çıkmıyor.
Yok, tabii ki orada değildim. Bunları Gush Shalom’un web sitesinde okudum. İsrail’li ünlü barış aktivisti Uri Avnery’nin kurduğu Gush Shalom, son İsrail saldırısı üzerine yayınladığı bildiride, “Israil’de olsun, dünyanın herhangi bir yerinde olsun aklı başında hiçkimse sorumluların kendilerini haklı çıkarmak için başvurduğu yalanlara ve mazeretlere kanmayacaktır” diyor ve olayı soruşturmak üzere uluslararası bir konsey toplanmasını talep ediyor, İsrail hükümetini de Gazze’ye uyguladığı “ahlak ve hukuk dışı” ablukaya son vermeye çağırıyor.
İsrail askerlerinin Mavi Marmara’ya saldırısı sırasında başka bir gösterici topluluğu da Ashod limanında nöbetteymiş. Gazetecilere neden orada olduklarını “Kadın, erkek, çocuk bir buçuk milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze’ye uygulanan abluka insanlık dışı, ahlak dışı ve hukuk dışıdır, derhal kaldırılmalıdır” sözleriyle anlatıyorlarmış.
NEYİ 'KAHRETMEK' İSTİYORSUNUZ?
İsrail’in kahrolmasını isteyenler, hangi İsrail’in kahrolmasını istiyorlar? Kuruluşu da, sonrası da, bugünü de, sorun gördüğü her şeye karşı şiddet ve yok etme kültürüne dayanan bir ülkenin, Türkiye’nin yurttaşları, sağcı ve şiddet yanlısı bir İsrail hükümetine mi karşılar, yoksa barış hareketi, nüfusa oranlarsanız Türkiye’dekinden kat kat güçlü, cesaretine bakarsanız, kat kat daha cesur bir barış hareketine sahip olan toptan İsrail ülkesine mi düşmanlar?
'Kat kat daha cesur' dedim, parantez açmam gerekiyor: Türk barış hareketi başka ülkelerdeki savaşa karşı eylemde fena olmayabilir bazen, ama kendi topraklarındaki TSK operasyonlarına karşı sesi gür, bedenen kendini siper eden bir Türk barış hareketini bu yaşıma kadar görmedim. Tabii bir de işin başka bir yüzü var: TSK’ya muhalefette alabildiğine cengaver Müslümanlar, TSK’nın Kürt sorununu çözüm yollarına ne kadar karşılar orasına kimse değinmiyor. Birçokları TSK’ya karşı olmayı yeterli görüyor. TSK ile aynı kırmızı çizgilere (mesela Ermeni meselesi, mesela Kürt sorunu) sahip olduklarına aldırmıyor. Parantezi kapatıyorum.
Olay net: İsrail, uluslararası sularda, yabancı bir ülkeye ait sivil bir gemiye baskın yaptı ve insanları öldürdü. Meşruiyeti olmayan bir şiddet eylemine başvurdu.
Bunu kınarken, kendini barıştan yana konumlayanların, kana kan intikam kültüründen farklı bir söylem geliştirmeleri gerekiyor.
Öncelikle şöyle net ve yalın bir soru: Ortadoğu’da barış istiyor muyuz? Amacımız barış mı? “Düşman”ı yok etmeyi hedefleyen bir barış olabilir mi? Bunun adı barış olabilir mi?
Tıpkı “doğayı sevmiyorum” diyen olmadığı halde doğayı zarar verenlerin çoğunlukta olduğu gibi, “barışa karşıyım” diyen olmadığı halde, barış istemeyenler çoğunlukta. Gerçekten barış isteyenler, Orta Doğu’da barış istemekle zerre kadar ilgisi olmayan, derdi İsrail’i haritadan silmek olanlardan kendini nasıl ayırt edecek?
Öncelikle, buram buram ırkçılık tüten, nefret, lanet, kin ve intikam dilini reddederek, barışın dilini kurarak. İsrail’li barış aktivistleri kendi ülkelerinde, kendi hükümetlerine ve hükümeti destekleyen kamuoyuna karşı seslerini yükseltirken, bu tarafta, “yüzde 99’u Müslüman” yapılmış olan, her alanda ırkçılıkla barışık bir tarihe sahip, Yahudilerden nefretin köklerinin derinlere uzandığı Türkiye’de barış aktivistleri de, Orta Doğu’da akan kana dur derken, akan kan üzerinden tırmandırılan kendi toplumlarının ırkçı eğilimlerine ve savaş çağrılarına karşı panzehir oluşturacak bir duruşu benimsemek durumundalar. “Türkiye’dekiler dahil bütün Yahudiler hedefimizdedir...”
Ama bunun için etrafta ne olup bittiğini görmeleri, işitmeleri gerek. Mesela, 1 Haziran tarihli Milli Gazete’nin “Mehmetçik Gazze’ye”, “Bu bir savaş sebebidir” manşetlerinden haberdar olmaları, 8 Mayıs’ta Kağıthane Kudüs Çadırında, “İstanbul’dan Gazze’ye Hamas Köprüsü” programı çerçevesinde yapılan konuşmada, “bundan böyle dünyada, hatta Türkiye’deki tüm Yahudiler ve uzantıları hedefimizdedir” dediğinin farkında olmaları gerek. Buyrun, link burada: http://fr.video.yahoo.com/watch/
7462019/19667659
Öte yandan bugünlerde uluslararası hukuku yere göğe koyamayanların iki yüzlülüğü konusuna hiç girmesek mi acaba? Türkiye 1974’te uluslararası suları yara yara yabancı bir ülke topraklarına çıkarma yapan, sivillerin mallarına mülklerine el koyan, iki taraftan da yüzlerce can kaybına ve mezarları hala bulunamayan kayıplara yol açarak Kıbrıs’ın yarısını işgal eden ve işgali devam ettiren bir ülke. Söz konusu vatansa her şey teferruattır mantığının yalnızca devlet katlarında değil, neredeyse tüm toplum tarafından benimsendiği, coğrafyasının bir parçasında giderek yoğunmayan askeri harekatların sürdüğü, bir taraftan asker cenazelerinden feryatların yükseldiği, diğer taraftan Kürtçe ağıtların yakıldığı bir ülke.
Evet, evet şu an hiç girmeyelim buralara. Geçerken değinmeyi hak etmiyor bu konular çünkü...

Hiç yorum yok: