3 Temmuz 2010 Cumartesi

’Efendisine bağlı olan Türkiye medyası ne istenirse onu yapar’


Medya eleştirmeni Ragıp Duran, Hükümet ve Genelkurmay tarafından yapılan toplantılarla çatışmaların yoğunlaştığı dönemde ’hiza’ya girmeleri ve sansür uygulamaları istenen Türkiye medyasını ’Efendinize bağlıysanız, efendiniz ne söylerse onu tekrarlarsınız’ sözleriyle eleştirdi. 1990’lı yılları hatırlatan Duran, ’Gazete arşivlerini açıp bakalım, ’Kürt yoktur, Kürtçe yoktur’ diye yazılar vardı. Ama sorun çözüldüğü zaman da Türk medyasının hepsi Öcalan hayranı, hepsi Kürtlerin uzun yıllar boyunca ne kadar kahramanca mücadele ettiklerini anlatan diziler yapacaktır’ dedi.
Çatışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte hükümet ve Genelkurmay, basına ayrı yarı uyarılarda bulunarak, nasıl haber yapmaları gerektiğini anlattı. İstanbul’da gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenleriyle bir araya gelen İçişleri Bakanı Beşir Atalay Türkiye basınında ’ortak hareket edin’, ’örgütün ekmeğine yağ sürmeyin’, ’kısa haber yapın’ ve ’toplumun hassasiyetleri gözetin’ telkininde bulundu. Hükümetin ve Genelkurmay’ın medyaya yönelik sansür istemleri akıllara 1990’lı yılların ’Apoletli medyası’ gerimi dönüyor’ sorusunu getirdi. Türk basınına dönük ağır eleştirileriyle tanınan Medya Eleştirmen Ragıp Duran, PKK ile TSK arasındaki çatışmalar ne zaman yoğunlaşsa kaçınılmaz olarak siyasi iktidarın, bunun medya ayağı konusunda bir takım düzenlemeler yaptığını hatırlattı. Son dönemlerde yine ’apoletlerini’ kuşanan Türkiye medyasına ilişkin DİHA’nın sorularını yanıtladı.

MGK zirvesi sonrası İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yaşanan çatışmalı ortamla ilgili olarak ortaya çıkan haberlerin sansürlenmesi istendi. Bunun nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçmişe baktığımızda 90’lı yıllarda olağanüstü hal valisi Hayri Kozakçıoğlu, İstanbul’da bir toplantı yapıp, medyayı çok açık bir dille uyarmıştı. O zaman söylediği de şuydu: ’Bu gelişmeleri, milli maç izliyormuş gibi izleyeceksiniz.’ Bu söyleme karşı o zaman da tepki oluşmuştu. Şöyle temel bir sorun var. Türkiye’de matbuat, basın, medya kurulduğundan bu yana 150-200 yıldır, siyasi iktidar ve devletle iç içe bir şekilde gelişmiş. Baktığımız zaman Türkiye’de ilk gazeteyi saray çıkartıyor. Türkiye’de ilk gazetecilik yapan insanlar, onlarda devlet memuru. Devletten maaş alıp, gazetecilik yapıyorlar ve devletin çıkarlarını savunuyorlar. Bugün büyük ölçüde bazı şeyler değişti. Yani gazetecilik yapanların maaşlarını devlet vermiyor, başka bir takım kuruluşlar veriyor. Ama ideolojik olarak baktığımızda birkaç tane temel, tabu sayılabilecek meseleler var ve bunlardan bir tanesi Kürt meselesi. Kürt meselesinde kamuoyunun çok yanlı bir şekilde birleştirerek, yani ajitasyon ve propaganda yapmak egemen anlayış. Burada şöyle bir mekanizmada işliyor. Gazete, radyo ve TV’lerde çalışanlar bunları her gün görüyor. Bu esas olarak ideolojik bir sorun olduğu için birisinin gazetecilere telefon edip, şunu şöyle yap demesine çok fazla da ihtiyaç yok. Egemen medyanın başındaki yöneticiler zaten kafa yapısı itibari ile bu meseleyi sıradan, basit bir asayiş meselesi olarak görüp, Kürt teröristtir, bölücüdür, güvenlik güçlerimiz bunlara karşı vatanı korumak için savaşıyor anlayışı içerisinde oldukları için bu kafa yapısı gazetelere yansıyor. Gazetecilikte asıl sorun anlaşmazlık halinde olan, çatışma halinde olan iki güce eşit uzaklıkta durmaktır. A ve B kapışıyorsa, gazeteci bunların arasında durur ve ikisi hakkında bilgi verir. Bunu okuyan vatandaşta A mı yoksa B mi haklı kendi kararını verir.

Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın Gediklitepe’de askerleri ziyareti de bu propagandasının parçası mı?
Somut örnek vermek gerekirse Genelkurmay Başkanlığı 90’lı yıllarda gazetecileri toplayıp, korucu köylerine, kışlalara götürüp orada Kürt silahlı militanlarına karşı nasıl savaştığını, o koşulları gösteren geziler düzenledi. Bu gezilerin çoğu propaganda gezileriydi. Zaman zaman da bazı dürüst gazeteciler de çıkıp, orada yöneticilerle yaptıkları görüşmelerde bu işin olumsuz yanlarını da teşhir ettiler. Şimdi diyelim ki her ordu böyle bir şey yapar. Ama gazeteciler çatışan taraflar arasında kışlalara gidiyorlarsa aynı şekilde diğer tarafa da gitmeliler. Onlar nasıl çatışıyor, onlar nasıl yaşıyorlar. Dolayısıyla konuyu bir tarafa tutturup diğer tarafı görmezden gelmek gazetecilik değildir, bu propagandadır. Sansür konusunda önemli konulardan biri yasal, hukuki durum. Mesela sürekli olarak devlet ve hükümet yöneticileri, BDP’den PKK’ye terörist örgüt demesini ister. Yasal mevzuat zaten başka bir şey denmesine zaten izin vermiyor. Kalkıp herhangi bir Kürt siyasetçisi ’hayır efendim terörist değildir’ dese hakkında ’terör örgütünü övmekten’ soruşturma açılır. Nitekim bu nedenle de yüzlerce dava açıldı. Dolayısıyla bir yasal engel var.

Dünyada basın-asker-iktidar ilişkilerinde benzer örnekler var mı?
Normal olarak çatışma olan demokratik ülkelerde (İngiltere-İRA, İspanya-ETA) basın yasalarında bu tür engeller olmaması lazım. İngiliz Hükümeti İRA’ya karşı, İRA’da İngiliz Hükümeti’ne karşı cevap verebiliyordu. İngiltere’de Theatcher döneminde ’Medya, teröristlerin oksijenidir’ diye bir takım kısıtlamalar getirdi ama bu kısıtlamalar şu şekildeydi. İRA’nın siyasi kolu olan Sein Fain’in yöneticileri kendi sesleri ile konuşamıyordu, dublaj yapılıyordu.

Peki, bu propaganda öte yandan sansür ne kadar etkili olabilir?
Sansüre karşı şöyle genel bir yaklaşım vardır. Sansür ile bir süre belirli bir kitleyi oyalayabilirsiniz, ama ilelebet herkesi sansürle ve idare etmek mümkün değildir. Hele bugün devlet, internet çağında yasal olarak, pratik olarak, zorla, gazeteleri kapatarak, gazetecileri öldürerek bir takım bilgilerin yayınlanmasını engellemeye çalışsa bile bugün uluslar arası alanda olsun, internetin sağladığı olanaklar sayesinde insanlar eninde sonunda gerçeğe bir şekilde ulaşıyorlar. Mesela Şey Sait İsyanı 1925, Cumhuriyet gazetesinde isyanın gelişmeleri üç ay sonra yayınlanabildi. Bugün ise Yüksekova’da birisinin burnu kanasa taş çatlasın iki saat sonra Avrupa ve Amerika’daki insan hakları derneklerine bu bilgi ulaşıyor. Dolayısıyla sansür beyhude bir çabadır. En fazla bir takım gerçeklerin ortaya çıkmasını geciktirebilir, ama engelleyemez.
Ayrıca toplum üzerinde bir aldatılmışlık etkisi yaratır. Başbakan Erdoğan en son ’PKK bazı bölgeleri kontrol ediyor’ dedi. En son genelkurmay başkanı da ’Kandil’e otuz tane ordu göndersek bir şey yapamayız’ dedi. Bunlar eskiden bazı insanların bildiği gerçeklerdi, ama halkın büyük çoğunluğu bunları bilmiyordu. Bunları söylemek zorunda kaldılar. Dolayısıyla kendileri koydukları sansürü kendileri delmek zorunda kaldı. Önümüzdeki dönemde de büyük ihtimalle bütün sansür girişimlerine rağmen cin şişeden çıkmış durumdadır, gerçekleri kabul edip buna uygun politikalar gerçekleştirmeleri gerekir.

Bu sansürün ’demokratik açılım’ döneminde demokratikleşiyoruz denilen bir dönemde getirilmesi çelişki değil mi?
Bir elini, kolunu, gözünü her tarafa bağlıyorsun ve tamamen öbür tarafı tutuyorsun. Şimdi bu şöyle bir yanılgıya yol açıyor. İzmir’de, Edirne’de Türk medyasını okuyan sıradan bir vatandaşa verilenleri düşünelim. Ona verilenlere göre PKK oraya buraya bomba atan bir avuç terörist gibi bir anlayış var. Ama bunun arkasında en temel sorulardan biri olan ’Kürt gençleri niye daha çıkıyorlar’, ’Kürtlerin talepleri nelerdir’ soruları Türk medyasında çıkmaz. Demokratik açılım döneminde, demokratikleşiyoruz denilen bir dönemde basına sansür getirilmesi bana göre de bir çelişki. Zaten böyle bir sakat doğan çocuk gibiydi. Böylesine önemli bir konuda üç tane yandaş gazeteci, beş tane yandaş akademisyenle başlamaz bu işler. Bu çelişkiler konusunda gerçekten de Hükümetin ikiyüzlü bir tutum takındığını görüyoruz. Bırakın sansürü demokratik açılım denilen şeyin ertesinde KCK operasyonlarıyla bir sürü siyasi tutuklandı, dolayısıyla buradan ne kadar samimiyetsiz oldukları ortaya çıktı. Son dönemde dikkatimi çeken bir gelişmede F Tipi Cemaatin (Gülen cemaati) yurt çapında Kürtçe yayın yapacak olan Kürtçe bir TV açma yolundaki girişimleri oldu. Eskiden beri Kürt yoktur, Kürtçe yoktur diyenler şimdi Kürtçe TV açıyor. Daha da ilginci bunların zaten ulusal kanalları var. Bu kanallarda her gün Kürtlerin ne kadar saldırgan, iğrenç ve pis olduklarına dair diziler yayınlanıyor. Siz Kürtleri Kürtçe yayın yaparak kafa-kola almak istiyorsanız ilk başta kendi içinizde tutarlı olmak zorundasınız. Dolayısıyla ’F Tipi Cemaat’ olsun, AKP osun bu meselenin derinliğine kavrayamadıklarından bu meseleyi çözemeyeceğinin emaresidir.

Burada hükümetle Genelkurmay arasında bir fark var mı?
Bugün siyasi iktidar ile askeri iktidar arasında önemli bir anlaşmazlık var, fakat tek bir noktada yok o da Kürt meselesi. Kürt meselesinde AKP işi genelkurmay’a havale etmek, genelkurmayın bütün isteklerini karşılamak yani savaştan ve şiddete yönelik çözüm konusunda TSK ve AKP arasında bir sorun yok. Aslında AKP neredeyse kendisini kurtarmak için TSK’ ya bunu çok ciddi bir koz olarak sundu. Kandil’e ve bölgeye atılan bombalar siyasi iktidarın onayı ve desteğiyle yapıldı. O konuda ikisinin arasında bir anlaşmazlık yok.

Medya, iktidarın bu sansürüne karşı neden omurgalı davranamadı. Medya da aslında çokta farklı düşünmüyor mu? Kullanılan milliyetçi dil neden terk edilemiyor.?
Türk medyasını yakından incelediğimizde yapısal olarak karşımıza çıkan en önemli özelliği güç ve iktidar yanlısı olmasıdır. Çeşitli dönemlerde yayın politikası izlendiği zaman kendisi bizahati ne ekonomik ne de siyasi bir güç olmadığı için, bağımsız ve özgür olmadığı için sürekli olarak kendisine en güçlüyü arkasına alarak işler yaptı. Yakın zamana kadar siyasi iktidar ve orduyu arkasına alarak iş yapıyordu. AKP iktidara geldi ordu ile siyaset arasında ayrışma gibi Türk medyasında da ayrışma meydana geldi. Bazıları TSK, bazıları da siyasi iktidar AKP’yi arkasına aldı. Zaten AKP ile TSK arasındaki çatışma da medya üzerinden yapılıyor daha çok. Kendisi bağımsız olmadığı için başka bir takım ticari ve ideolojik gerekçelerle Türk egemen medyası, siyasi ve ideolojik olarak halen Kürt gerçeğini kabul etmemiş durumda. Bu güne kadar da siyasi iktidar kabul ettiği için kabul etmek zorunda kalmıştır. Gazete arşivlerini açıp bakalım, ’Kürt yoktur, Kürtçe yoktur’ diye yazılar vardı düne kadar. Siz kendinize has bir kişiliğe sahip değilseniz, efendinize bağlıysanız, efendiniz ne söylerse onu tekrarlarsınız. Türk medyasının da maalesef genel olarak durumu bu. Ama Türk medyası çok önemli bir şey değil. Meselenin kendisi medyatik değil, siyasi bir meseledir. Siyasi olarak çözüldüğü zaman da Türk medyasının hepsi Öcalan hayranı, hepsi Kürtlerin uzun yıllar boyunca ne kadar kahramanca mücadele ettiklerini anlatan diziler yapacaktır bu mesele çözüldüğü zaman.

Hiç yorum yok: