28 Temmuz 2010 Çarşamba

AKP ve Turk Devletinin Filistin Hamiligi Ikiyuzlulukten Ibarettir

Globalleşen Dünyada Global Irkçılık ve Antisemitizm
Globalleşen dünya, uzlaşmaz zıtlıklar arasında gittikçe derinleşen uçurumu her zamankinden daha net görmemizi sağladı. Gelir dağılımındaki devasa eşitsizlik, bağımlı ülkelerin zenginlik kaynaklarının “gönüllü” olmazsa silah zoruyla gasp edilmesi, çalışan insanların kitleler halinde işlerini kaybetmeleri, sağlık, eğitim vb. imkânlardan yararlanmadaki eşitsizlik insanların geleceğe olan güvenlerini derinden sarsmaktadır. Dünyanın gittikçe azalan mutlu azınlıkları için legalleştirilmiş hırsızlığın, ölçüsüz savurganlığın, ahlaki çürümenin rayından çıktığı her dönemlerde, ekonomik kriz kapıya dayanmaktadır. Krizin bedelini ödetmek için çalışan yığınlara kesilen ağır faturaların yarattığı öfkenin, yanlış hedeflere yönlendirilmesi için bilinçli olarak kışkırtılan ırkçı nefret ilkel bir manipülasyon aracı olarak insanlığı tahrik etmektedir. Böylesi kritik dönemlerde , "yabancı" düşmanlığı ile birlikte, antisemitizm ve antiziganizm, tehlikeli bir toplumsal “hastalığa” dönüşmektedir. Holocaust inkarcısı aşırı sağcılar kendilerinde, neredeyse bütün Avrupa’nın meclis kürsülerinden insanlığı yeniden tahrik etme cüretini bulabilmektedirler. Bundan güç alan sokaktaki ırkçılık “yabancıları” Yahudi halkını, Roman-Sinti halkını doğrudan hedef almaktadır.
 
Örneğin, Avrupa’nın en liberal ülkelerinden bir kabul edilen Hollanda’da yapılan son seçimlerde, ırkçı PVV (Özgürlük için Parti) parlamentoda ikinci politik güç haline getirmiştir. Yakın geçmişinde, 500.000’e yakın Yahudi vatandaşını Nazi Almanya’sına teslim eden Macaristan’da, bu gün de açıktan Romanlara saldıran, ülkeden çıkarmak için açıktan tehdit eden ırkçı Jobbik Partisi Parlamentoda üçüncü politik güç haline gelmiştir. İtalya’da defalarca romanlara saldıran barakalarını ateşe veren, döverek yaralayan, eli sopalı paramiliter faşist çeteler, polise takviye güç olarak “asayiş” rolü üstlenmektedirler. Sağcı Berlusconi hükümeti ülkede bulunan bütün Sinti-Romanların (çocuklar da dâhil) genetik parmak izlerini arşivlemiştir. Bu tür ürkütücü ırkçı gelişmelere dair daha sayısız örnekler verilebilir. Tamda böylesi bir ortamda yerden mantar biter gibi hızla çoğalan Filistin “dostlarının”, hangi amaca hizmet etmek istediklerine, hem antisemitizme ve antiziganizme karşı mücadele açısından, hem de Filistin’de barış ve gerçek dostluk açısından eleştirici bir gözle bakmak gerekmektedir. Ezilen halklara düşman olan Türk egemenliğinin Filistin halkına dost olması abestir! 1894’ten 1923’e kadar Türkiye denen coğrafya bir halklar mezarlığına dönüştürülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, vahşeti doruklara tırmandıran 1915 soykırımı ile atılmıştır. O günden bu güne egemenlik zihniyetinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Türkiye’de bazen açık militarist, bazen “sivil” görünüm arz eden faşizmin, bir iktidar modeli olarak oturtulmuş olması ve “muhalefetin” sisteme entegrasyonu, ırkçılıktan kaynaklanan gerilim ortamını, sürekli kılmaktadır. Bunda Türkiye’nin tarihi geçmişinde işlemiş olduğu soykırımları inkâr etmesinin ve bu gün de, ülkenin etnik yapısını Türkleştirmek için soykırım siyasetini devam ettirmesinin rolü tayin edicidir. Türkiye’de sistemin Türklük şablonuna uymayan her etnik kimlik ve dini inanç grubu az ya da çok her zaman Türk ırkçılığının zulmüne maruz kalmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında kendi ulusal kimliğinden ve dini inancından vazgeçmeyen halkların “yabancı” sayılması ve “düşman” muamelesi görmesi hiç gündemden düşmemektedir. Bu nedenle farklılıklara düşmanlık Türkiye’de çok çeşitlidir. Yahudi düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı, “Yunan” düşmanlığı, “Çingene” düşmanlığı, Süryani, düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, Laz, Arap... Say da say! Biraz gülünç gelse de acı gerçekliğimiz aynen böyledir.
Türkiye, 21.yüzyılda Nazi Faşizminin standart yapıtı olan “KAVGAM”ı bestzeller yapma “onuruna” bu düşmanlıklar sayesinde kavuşmuştur. Kitap okuma alışkanlığı dünyanın en geri sıralarında seyreden bir ülkenin, okur çoğunluğunun da Hitler gibi milyonların katili bir insanlık düşmanının karanlık fikirlerine böylesine sempati duyması, düşündürücü olmanın da ötesinde, tehlikeli bir utanç tablosu sunmaktadır.
Dibe vuran ırkçı nefret, "Mavi Marmara” Gemisindeki çatışma sonucunda bir kez daha ayyuka çıkmıştır. İsrail’i protesto etmek amacıyla Saadet Partisi inisiyatifinde İstanbul’da düzenlenen bir mitingde “efsane lider Hitler”in ruhu çağrılmaktadır. Bu durumu, İnsan Hakları Derneği ve bazı duyarlı aydınların kınaması üzerine Saadet Partisi sözcüsü şöyle bir açıklama yapma mecburiyeti hissetmiştir:
"Böyle bir pankart mitingde yer aldý ise buna üzüldüm. Ve bu pankartý görmüþ olsaydýk zaten indirtirdik.. Hitler bizim için ne efsanedir ne de liderdir. Yüz binlerin olduðu bir mitingde maalesef bazý þeyler kaçýyor.. 300 sivil toplum kuruluþunun destek verdiði böylesi meþru bir eylemin bir pankart vesilesiyle gölgelenmesine siz dâhil kimsenin gönlü razý olmaz. Dahasý, sadece pankarta konu olan cümlenin ele alýnýp kýnandýðý bir metin olursa ben de imzamý atarým."

 

Bu açıklamanın ne kadar sahte ve utanmaz bir iki yüzlülük örneği olduğunu Saadet Partisi başkanı Necmettin Erbakan’ın kendi açıklaması teşhir etmektedir. Kaldı ki, aynı inisiyatifin Avrupa’daki uzantıları benzer bir pankartı da Viyana gösterisinde açmışlardır. Erbakan, Orta Doğuda “barışın” tesis edilebilmesi için Yahudi sorununa "kökten çözüm" konseptini şöyle açıklamaktadır: Bu mitingin ardından da İsrail meselesini kökünden çözmek için gerekli adımlar atılmalıdır. Çünkü bu iş lafla olmaz. Ne yapacağız? İslam’ın birliğini, İslam’ın BM’sini, İslam’ın NATO’sunu kuracağız. 1.5 milyarlık İslam aleminin kuracağı müşterek orduyla İsrail’i oradan çıkaracağız. Eğer Amerika, İsrail’i çok seviyorsa, İsrail’e kendi ülkesinden bir yer verir böylece dünya da huzur bulur.
http://www.israhaber.com/erbakan-istanbul-da-konustu-10229-haberi.html

 
Bundan tam 70 yıl önce Nazi Faşizminin de "Yahudi sorununu için nihai çözümüne” kararı vermeden önce buna benzer bir “çözüm konsepti” vardı. Yalnız onlar Amerika Birleşik Devletlerini değil de, Madagaskar’ı öngürüyorlardı. “Madagaskar planının” Türk versiyonu ise, Filistin sorununu İslam Yahudi savaşına dönüştürerek Yahudi halkını yurdundan kovmayı amaçlamaktadır. Bu gün Yahudi halkına ABD’ni gösterenler ellerine fırsat geçerse imha etmeye hazır olduklarını göstermektedirler. Tarih bunun örneğini bütün dünya bilir. Ermeni Halkını yurdundan kovmanın kısa süre içinde nasıl bir soykırım faciasına dönüştüğünü. Bu bakımdan mitingde Türkiye ve dünya kamuoyuna gösterilen pankart bütün bu eylemlerin arkasında duran, orada bulunan kitleleri Yahudi halkına karşı yeni bir Ortadoğu savaşına kışkırtan zihniyetle uyum içinde, hem Erbakan’ın, hem de antisemit dünyanın başını çeken bu günkü hükümetin anlayışı ile uyum içindedir.
 
“İnsani Yardım” ve İsrail’le çatışma
Barış, insani yardım, hak ve adalet gibi soylu idealleri sembolize eden kavramlar, içi boşaltılmadığı, her hangi bir inanç ya da iktidar grubunun çıkarlarına alet edilmediği sürece, bir anlam ifade edebilirler. Ancak Barış, insani yardım, hak ve adalet kavramları, bazı inanç ve iktidar gruplarının gerçek amaçlarını gizlenmek için malzeme yapılırsa, o zaman amacından saptırılmış olurlar; anlamlarını yitirmiş içi boş kavramlara dönüştürülürler. Ne yazık ki, “Gazze’ye insani yardım” girişimi başından itibaren polarize olmuş, yardıma muhtaç Filistinlilerin en acil ihtiyaçlarına cevap olmaktan ziyade, İsrail’e karşı düşman cephenin genişletilmesine, onu haritadan silmek isteyen radikal İslami örgütlerin pozisyonlarını güçlendirmenin bir aracına dönüştürülmüştür. Zira sorunun esas olarak “insani yardım” amacı taşımadığı esas olarak, “Gazze’ye uygulanan ablukayı kırmak” olduğu defalarca açıklanmıştır. Bu nedenle İsrail’in gemilerdeki yardım malzemelerini, Birleşmiş milletler gözetiminde gemilerden boşaltarak Gazze’ye ulaştırma” teklifi reddedilmiştir.   Buna karşılık şu satırlarda ifadesini bulan ve İsrail’e savaş ilanı anlamına gelen şu açıklama “insani yardım” girişiminin nasıl bir çıkmazın içine sokulduğunu adeta dünya kamuoyuna ilan etmiştir: "Gemilerin yükü emanetlerimiz ve gemilerdeki barış gönüllüleri ise kardeşlerimizdir. İlan ediyoruz ki gemilere yapılacak herhangi bir saldırıyı emanetimize ve kardeşlerimize yapılan bir saldırı olarak değerlendirecek ve buna kayıtsız kalmayacağız.” http://gazzeicinkureselses.blogspot.com/2010/05/gazze-icin-kuresel-ses.html  Sonuç malum: İsrail “yardım” konvoyunu teslim almak için “Mavi Marmara” gemisine saldırdı. Günlerce süren sinir savaşının hat safhada olduğu bir ortamda, gemiye helikopterden indirilen İsrail askerlerine deyim yerindeyse haddini bildirmek isteyen “yardım gönüllüleri”, direnişin bedelini çok ağır ödedi. 9 ölü onlarca yaralı. Çünkü emir kesindi ve bu ortam içinde sağduyunun yeri yoktu. Ne pahasına olursa olsun İsrail’in uyarılarına kulak asmayanlara bir “ders verilmesi” gerekiyordu. İsrail’in 9 insanın hayatına mal olan böyle bir çıkartma yapmasını kesinlikle kabul etmediğimizin altını çizelim. Ancak yardım gönüllüleri adına kamuoyuna yansıyan meydan okumalardan video görüntülerinin tasdik ettiği eylem içindeki tutumlara kadar, kendi haklı pozisyonunu silahlı devlet güçleri karşısında, pasif tavrı ile kanıtlama anlayışının eseri yoktu. Lastik sapanlar, demir sopalar, mutfak bıçakları da adam öldürebilirdi. Fakat otomatik ateşli silahların yanında silahtan sayılmaması gerekirdi. Tam bir cihat ruh haleti içinde İsrail askerlerine saldıran “yardım gönüllülerinin”, ne Gandi’nin ne de Martin Luther King’in "sivil itaatsizlik” anlayışı ve direniş felsefesi ile alakası yoktu.   TC-devleti, bu girişimin lobi desteğinden teknik donanımına kamuoyu çalışmasından, eylemcilerin motive edilmesine, başından sonuna kadar tam teşekkül içinde yer almıştır. Fakat TC yetkilileri, bunu yaparken, Hamas ve Hizbullah gibi örgütlere, Yahudi düşmanı tutumlarını terk etmeleri ve barış için İsrail’in devlet olarak varlığına saygı göstermeleri gerektiği doğrultusunda tek bir kelime dahi sarf etmemişlerdir. Tam tersine Yahudi düşmanı koroya kendileri de katılarak, deyim yerindeyse yangına benzin dökmüşlerdir. Bir başka ifadeyle gemiye bindirilen insanlar bile bile ölüme yollamıştır. TC-devletinin bu konudaki sorumluluğu İsrail’den az değildir. Ne yazık ki, birçok iyi niyetli insan “insani yardım adına düzenlenen bu provokasyonun aleti olmuştur. Fakat her şeye rağmen motivasyonlarını “insani yardım” olarak açıklayan bu insanların öldürülmesini hiçbir şekilde tasvip etmediğimizin altını çizmek istiyoruz. İsrail’in ileri sürdüğü gerekçelerin, bu insanların öldürülmesini haklı çıkaracak bir yanının olmadığını düşünüyoruz. İsrail deniz kuvvetlerinin, kan dökmeden bu gemileri ve “yardım gönüllülerini” kontrol altına alabilecek teknik imkanlara ve güce sahip olduğunu düşünüyoruz. İsrail devlet yetkilileri böyle davranmakla deyim yerindeyse kendi ayaklarına bir kurşun sıkmışlardır. Bu “yardım” konvoyu arkasında duran antisemit cephenin tuzağına düşmüşlerdir. Antisemit cephenin, eline bu cesetleri maksimum düzeyde sömürerek, İsrail’i uluslar arası camiada köşeye sıkıştırmak için bulunmaz bir fırsat vermiştir. Oluşturulan kamuoyu, Birleşmiş Milletler kurulundan çıkan karar bunun bir göstergesidir. Antisemitizmin dümen suyunda Sol muhalefet
“Mavi Marmara” gemisinde yaşanan trajik olayların ardından, Türkiye’nin hemen hemen her yerinde, iktidarı, muhalefeti, sağı, solu, aralarındaki ayrım çizgisini silerek “ortak düşmana” karşı gösterilen tepkiler, tam bir “kale içi barışa” dönüştü. Sanki Türkiye’nin bütün meseleleri hal olmuş, barış ve demokrasi diye bir derdi kalmamış, varsa yoksa bir “sorunu” kalmış, o da, “Filistin’de adaleti sağlamakmış” havasına girildi. Türkiye’nin içinde bulunduğu 
konumu az çok bilen sağduyu sahibi her insan için meselenin, sadece bir trajedi olmakla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda tam bir komediye döndüğü görebilir. Nedenlerine daha önce irdelenen sorunlarda değinildiği için tekrar etmeyi gereksiz görüyoruz. Olayın düşündürücü olan yanı, ayağa kaldırılan öfkenin, dokuz insanın ölümüne neden olan sorumsuzluğa, haksızlığına inanılan Gazze ablukasına karşı bir protesto olmaktan çıkarılıp, Yahudi düşmanı bir nefrete, dönüştürülmüş olmasıdır. Kendilerine ilericilik, barışseverlik, demokratlık devrimcilik sıfatları yakıştıran hiçbir politik partinin, Filistin halklarının (Araplar, Yahudiler ve diğerleri) çözüm bekleyen sorunlarını, şiddetin karanlık tünelinde kana boğmak isteyen Hamas, Hizbullah, El Kaida ve onların ardında duran güçlerin, yaratmış oldukları pogrom atmosferini eleştirisiz destekmiş olmalarıdır.
 
Türkiye’nin kendine “sol” sıfatı yakıştıran bu örgütleri, “Filistin halkıyla dayanışma” adına, Hizbullah ve Hamas gibi Yahudi düşmanı güçleri kullanarak, Ortadoğu’da yeni sömürgeler edinmek isteyen TC devletinin kirli politikasına alet olmalarıdır. Tek cümleyle: Bu bir insanlık ayıbıdır. 


Avrupa’nın çeşitli kentlerinde aynı nedenle düzenlen “protesto” eylemlerinde de ayrım çizgileri silinerek İsrail’e karşı tam bir antisemit cephe oluşturulmuştur. Örneğin Viyana’da düzenlenen bir yürüyüşte, açık faşist propaganda (“Wach auf Hitler!”= Hitler uyan!) Pankartı ile sosyalizmin simgesi orak çekiçli kızıl bayrak birlikte taşınmıştır. Yahudi düşmanlığının, ırkçı nefretin simgesine dönüştürülen “Allahüekber!” nidaları ile “Hoch die internatıonale Solidarität!” (yaşasın enternasyonal dayanışma!) sloganı birlikte atılmıştır.
Fazla gerilere gitmeye gerek yok; bir göz atmak yeter şu 30 – 40 yıllık geçmişe. Ne çabuk unutuldu masumların henüz kulaklarımızda uğuldayan Malatya’dan Maraş’tan, Çorum’dan, Sivas’tan, Gazi’den yükselen “İmdat!” çığlıkları? Ne çabuk unutuldu, Trabzon’da, Sakarya’da, Bozüyük’te, Kayseri’de, Konya’da, Tekirdağ’da, Çanakkale’de, Edirne’de, Isparta’da, Altınova’da, İzmir’de, Selendi’de ve daha onlarca kentte, kasabada, hayatlarını kaybetmiş, bedenleri ve onuru yaralanmış pogrom kurbanları? Kimdir bu kuzu postuna bürünmüş Filistin “dostları”? Bunlar değil miydi, kendilerinden ayırdıkları savunmasız masum insanları yaşlı, çocuk, kadın, erkek ayrımı yapmadan diri diri yakanlar, koyun boğazlar gibi boğazlayanlar, kurşunlayanlar? Hayır, Olamaz! Burada bir aymazlık, burada bir riyakârlık var! Pogrom kışkırtıcılarından, pogromcu güruhlardan, Kürdün, Alevinin, Ermenin, Süryani’nin, Yahudi’nin, kısacası kendinden olmayan herkesin düşmanı olalar, Filistinli Arabın dostu olamazlar! 

İsrail devleti “sütten çıkma kaşık” değildir. Bununla birlikte İsrail devleti, Yahudi halkının ezici çoğunluğunun iradesini ifade eder. O da de diğer devletler gibi özgün ve ortak yanları ile bir devlettir. Devletler var olduğu sürece insan hakları ihlalleri ve Savaşlar da onlara refakat edecektir. Vicdan sahibi aydınların ve gerçekten bağımsız insan hakları kuruluşlarının görevi, daima haksızlığa uğrayan mağdurun yanında olmaktır. Onlar için istisnasız bütün devletlere aynı mesafede durmak vazgeçilmez bir ilkedir. İsrail devleti de artıları ve eksileri ile, içinde barındırdığı zıtlıkları ile bir devlet olduğuna göre, insan haklarının ihlal edilmişliğini ve gelecekte de ihlal edilebileceğini yadsımak, saflık değilse, iki yüzlülüktür. Savaşların olduğu her yerde olduğu gibi, Filistin-İsrail savaşında da savaş suçlarının işlendiği, hak ihlallerinin yaşandığı bir gerçektir. Söz konusu suçları ve hak ihlallerini gün ışığına çıkarmak, haklı gerekçelere dayandırarak eleştirmek, barış ve dostluk için bir insanlık görevi olduğu kadar, Yahudi ve Filistinli Arap halkları ile dayanışma için de bir zorunluluktur. Tam da bu noktada Gazze’ye uygulanan ablukanın bir hak ihlali olduğu, bizim açımızdan tartışma götürmez bir gerçektir. Çünkü abluka her ne kadar Hamas’ı hedef alsa da, Gazze halkının tümü uygulanan ablukanın cezasını çekmektedir. Bu nedenle İsrail’den ablukanın derhal kaldırılmasını talep etmek yerinde ve haklı bir taleptir. Ancak bu uygulamadan sadece İsrail’i sorumlu tutmak iki yüzlülüktür. İsrail’i ortadan kaldırmayı hedefleyen Hamas ve Hizbullah gibi Yahudi düşmanlarına ve onların ardında duran politik güçlere karşı İsrail’in kendini savunması, Halkını koruması, en doğal hakkıdır. İsrail’in de üzerinde bulunduğu Filistin’i Yahudi ve Arap halklarının ortak yurdu kabul etmeyen, İsrail’in devlet olarak varlığını içine sindiremeyen ve onu silah zoru ile ortadan kaldırmak isteyen faşist zihniyet, hem Ortadoğu barışının hem de dünya barışının önünde en büyük engeldir. Hamas ve Hizbullah’tan, İsrail’i hedef alan provokasyonları (roketli tacizler ve intihar saldırıları) derhal sona erdirmelerini ve İsrail’in devlet olarak varlığını koşulsuz tanınmasını talep etmeyen Türkiye solu, niyeti ne olursa olsun objektif olarak antisemit cepheye hizmet edecektir. Kaldı ki, İsrail’in hak ihlallerine karşı en duyarlı olan, yine Yahudi halkıdır. 4 milyonluk İsrail’de 150.000 insan, Filistinli Arap halkı ve diğer Arap komşuları ile barış için sokağa çıkmıştır. İsrail, 4 Kasım 1995’te bir başbakanını (Yitzhak Rabin) barış için kurban vermiştir. Tehdit maiyetinde bile olsa, hiçbir Kürt örgütü hiçbir tarihi dönemde TC devletini “haritadan silme” sözü sarf etmemiş olmasına, zulmün en yoğun olduğu kritik dönemlerde bile “barış” ve “kardeşlik” niyetini hep ön planda tutmuş olmasına rağmen, TC, Kürt halkının seçtiği temsilcilerini hala muhatap bile kabul etmemektedir. Barışa TC ile İsrail arasındaki, Türk toplumu ile İsrail toplumu arasındaki, ilişkin bu kadarcık bir farkı bile görmek istemeyenlerin ya siyasi olarak kör olmaları yada maksatlı olarak gerçeklere sırtlarını dönmeleri gerekir. Yayýlmacý devlet politikasýnýn bir aleti olarak "Ýnsani yardým", iflas eden inkar politikasý ve seviyesiz ahlak dersi
Ýsrail, TC’nin tarihi geçmiþindeki soykýrýmý inkar politikasýný ayakta tutmasýna daha fazla yardýmcý olamamaktadýr. Artýk hem dünya kamuoyu, hem de Ýsrail kamuoyu 1915 soykýrýmýnýn TC’nin "hatýrý" için inkar edilmesine daha fazla tahammül etmemektedir. Artýk ABD’deki Yahudi lobisinin de Türkiye için yapabileceði bir þey kalmamýþtýr. Bu noktada çýkarlarýnýn bittiðine inanan TC, "dostluðunda" bitirilmesinden yanadýr. Hatta yavuz hýrsýz örneði, bir adým daha ileri giderek, Ýsrail’i Filistin’de soykýrým yapmakla suçlamaktadýr.
Bununla birlikte TC, Ortadoðu dengeleri içinde ekonomik ve siyasi bakýmdan "güçlü" bir Ýslam ülkesi olduðu, gerek stratejik konumu gerekse büyük güçlerin kendine biçtiði rolün, eline yeni fýrsatlar verdiði inancýndadýr. Örneðin "Mavi Marmara gemisinde meydana gelen olaylarý gündemine alan Avrupa Parlamentosunun aldýðý kararý, Star gazetesi kamuoyuna þu satýrlarla açýkladý:
"AP, Türkiye hükümetinin Filistin halkının üzerindeki yükün hafifletilmesi ve Orta Doğu barış sürecine katkı için diplomatik ve siyasi çaba göstermesini teşvik eder'' ifadesi kullanıldı.
http://www.stargazete.com/dunya/avrupa-parlamentosu-israil-i-kinadi-haber-270301.htm
Aslýnda "Uygar" dünyanýn, temsilcileri, Türk egemen elit tabakasýnýn, son 200 yýllýk tarihinde (daha öncesi bir yana) hiçbir itilaflý sorununu barýþçýl yoldan çözemediðini hepimizden daha iyi bilirler. Bizleri en çok düþündüren mesele, bu gerçek bilindiði halde, yüz yýllýk birikmiþ hayati sorunlarýnýn hiç birini çöze yeteneði gösteremeyen soykýrým sabýkalý bir egemenliðe Ortadoðu’da, böylesi bir barýþ misyonu biçilmiþ olmasýdýr. Bu durum bize hem 1915 soykýrýmýnda hem de Holocaust ve sonrasý tekrar eden soykýrýmlarda sorumluluk payý olan büyük güçlerin zihniyetinde de, önemli bir deðiþikliðin olmadýðýný göstermektedir. Felaketlerin kapýya dayandýðý en kritik anlarda yine ekonomik ve siyasi çýkarlar, darda kalan yok olma tehlikesi ile karþý karþýya olan halklarýn hayatýndan daha deðerli kýlýnmaktadýr.
TC, kendine biçilen "diplomatik ve siyasi çaba" misyonunu, "Mavi Marmara" gemisini "gayri resmi" bir törenle Ýstanbul’dan Filistin’e yollarken, kendi anlayýþý açýsýndan þu satýrlarla formüle edildi:
"Biz de diyoruz ki Ýstanbul'un geleceði, Kudüs'ün geleceðidir. Ýstanbul'un geleceði, Þam'ýn, Kahire'nin ve bütün Müslümanlarýn geleceðidir. Bütün Ýslam dünyasýnýn geleceðidir. Dünya bugün buradaki kalabalýðý görecektir. Gazze halký, hiç ümitsizliðe kapýlmasýn. Görüyoruz ki Türkiye anneleri Gazzeli annelerin, Türkiye çocuklarý Gazzeli çocuklarýn, Türk halký Gazze halkýnýn yanýnda ve birliktedir." 22 Mayýs 2010 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/14806330.asp
 
Her ne kadar bu politika ÝHH aðzýndan propaganda edilmiþ olsa da, hali hazýrda TC devletini temsil eden hükümet politikasý ile bire bir uyum içinde olduðunu yadsýmak mümkün deðildir. Bu anlayýþ, Ortadoðu’da yeni bir imparatorluk hayalinin uygun görülen o ortamda dillendirilmesinden baþka bir þey deðildir. TC’nin geleneksel olarak yayýlmacý bir politika izlediði ve fýrsat bulduðu ortamda bu politikayý hata geçirdiði (Antakya ve Kýbrýs örneklerinde olduðu gibi) göz önünde bulundurulduðunda, artýk Ýsrail’i, Ortadoðu’da yayýlmacý emelleri önünde bir engel olarak görmeye baþladýðý anlaþýlmaktadýr. Bunun için Yahudi düþmanlýðý temelinde, "Türk-Ýslam dünyasý"ný seferber etme çabalarýný yoðunlaþtýrmaktadýr. Fakat inanç farklýlýklarýndan kaynaklý önyargýlarý kullanarak halklarý karþý karþýya getirme giriþimi son derece tehlikeli deyim yerindeyse bir felakettir, bir toplu cinayettir.
Ýsrail’e ateþ püsküren Erdoðan, bir baþbakana yakýþtýrýlmasý mümkün olmayan küfür ve hakarette sýnýr tanýmamaktadýr. Þoven ve tehdit dolu þu sözler, Baþbakan sýfatýyla TC’ni temsil eden bir insanýn, her türlü barýþ ve diyalog anlayýþýna sýrt çevirdiðini göstermektedir:
"Zorbalarýn, haydutlarýn bile belli hassasiyetleri olur, belli ahlak kurallarýna uyarlar. Hiç bir ahlak kurallarýna uymayanlara bu sýfatlarý yakýþtýrmak bile iltifattýr. Ýsrail adeta dünyaya meydan okumuþtur. Ýsrail halkýna diyorum ki, biz her zaman antisemitizme karþý olduk... Þimdi bu zulme dur demek sýrasý Ýsrail halkýndadýr. Hükümetiniz haydutluk yaparak ülkenin itibarýný zedelemektedir. Bu pervasýz politikalar- politikacýlar Ýsrail halkýna kötülük yapmaktadýrlar. Buna siz dur diyeceksiniz." http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=02.06.2010&i=260599 


Ancak TC’nin yüz yıldır izlediği politikayı, gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin icraatını az çok bilen her insan, “insani yardım” gemisinde 9 insanın öldürülmesini tasvip etmediğini belirterek, Başbakanımızdan cevaplamasını istediği şu soruları sormaktan kendini alamayacaktır:
Sayın Başbakan, Siz İsrail’i yalancılıkla itham ederken, tarihimizi karalık sayfalarını inkar ediyorsunuz; dünya kamuoyunun bildiği, kabul ettiği, sayıları üç milyona ulaşan Ermeni, Helen Süryani, Yezidi halklarının, soykırım ve sürgünlerle ülkelerinden kovulmalarının inkar edilmesini, hangi dürüstlük ölçüsüyle bağdaştırıyorsunuz? 
►Siz, İsrail’i Filistin’deki uygulamaları nendi ile yüzsüzlükle itham ederken; TC devletininle itham ederken; TC devletinin 30 milyona yakın Kürd’ü, en az 20 Milyon Alevi’yi insan yerine koymamasını, muhatap bile kabul etmemesini devlet terörü ve pogromlarla sindirmesini, “demokratik açılım” olarak verdiğiniz sözlerin hiçbirinin yerine getirilmemesini, hangi mertlik, hangi dürüstlük ölçüleriyle bağdaştırıyorsunuz?
►Siz, İsrail’i, 9 “insani yardım” gönüllüsünü öldürdüğü için insanlıktan çıkmışlıkla itham ediyorsunuz. Temsil ettiğiniz devletin, Kürdün eşitlik özgürlük istemini 100 yıldır kana bulamasını, son 25 yıl içinde 30.000 Kürdün öldürülmesini;17.000 insanın fili meçhul cinayetlere kurban edilmesini, katillerinin devlet tarafından korunmasını; çatışmada sağ ya da ölü olarak ele geçirilen Kürt savaşçıların, insan fantezisini aşan sadist işkencelerle cesetlerinin tanınmaz hale getirilmelerini hangi insanlıkla bağdaştırıyorsunuz? Sizce bu insanlığa karşı meydan okumak değil midir? İsrail’i hesap vermeye davet eden bir Başbakan olarak Siz, ülkemizde her gün gündemde olan bu vahşetlerin hangisinin hesabını sordunuz?
  ►Siz İsrail’i Gazze’ye ambargo uyguladığı ve ambargoyu kırmak isteyenleri engellediği için alçaklıkla itham ederken, temsil ettiğiniz devletin uluslar arası hukuku hiçe sayarak, sınır kapılarını kapatarak 17 yıldır Ermenistan’a abluka uygulamasını; katliam ve sürgünlerle bağımsız bir devlet olan Kıbrıs’ın yarısının ilhakını, binlerce Kürt köyünün yakılıp ahalisinin açlığa mahkum edilmesini, başka ülkelere, büyük şehir varoşlarına sürgün edilmelerini hangi şeref ve onurla bağdaştırıyorsunuz? 
 
Dünyanın neresine giderseniz gidin, insanlık Sizden, bu sorulara yanıt vermenizi isteyecektir. Eğer ki Türkiye’nin kırılmamış etik aynası kalmışsa, lütfen karşısına geçip, kendi yüzünüze bir bakın!


Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net

Hiç yorum yok: