4 Temmuz 2010 Pazar

Ahlat'ta Bir Köy

İsmail BeşikçiSevgili Hasan Bildirici, Ermeni Soykırımını anlatan “tetikçi atalarım” adlı yazını okurken, bir an için askerlik yaptığım yıllara uzandım. 1962-1964 yılları arasında askerlik yaptım. 1963-1964 yılları Bitlis’de ve Hakkari yörelerinde geçti. Bitlis’deyken, nöbetçi subay olarak Ahlat’a sık giderdim. Tatvan-Ahlat yolunda, Ahlat’a on kilometre kadar mesafede, sol tarafta bir köy vardı. Orada bir askeri depo konumlanmıştı. Nöbetçi askerlere iki haftalık veya aylık erzak götürürdüm. Depoda bir manga kadar asker vardı.
Köy, yola göre yüksekte kalıyordu. Köy, yüksekten Van Gölü’nü görüyordu. Çok bakımsız, ıssız bir köydü. Ağaç yoktu. Suyu yoktu. Güneşin altında kavrulan bir köydü. Köyde tek-tük insanlara, çocuklara da rastlanırdı. İnsanlar, aileler yabancıya karşı kapalı, kendi içlerine dönüktü. Köyde geçmişte Kürtler ve Ermeniler birlikte yaşarlarmış.
Bu köyün üç-dört km. ötesinde, iç kesimde, Nemrud Dağı ve Nazik Gölü yolunda bir yerleşim birimi daha vardı. Sanırım bir Türk köyü idi. Burası suyu bol, yemyeşil bir köydü veya mahalleydi. Evler, ağaçlar arasındaydı, bahçeler içindeydi. Burada sosyal hayat çok canlıydı. Koyun, yün, peynir tüccarları da bu köye sık sık uğrarlardı. Köy meydanı, evlerin önü, bahçeler çocuklarla, yaşlılarla, çalışan insanlarla doluydu. İnsanlar, çocuklar, yabancılarla hemen ilişki’ye geçebiliyorlardı. Bu iki yerleşim yerinin isimlerini hatırlamıyorum Hasan. Ama İskilip’e gittiğimde, o döneme ilişkin notlarıma bakarak, bunları öğrenebilirim. Ayrıca sen de öğrenebilirsin.
Bu iki yerleşim yeri arasındaki yaşam farkı daha ilk bakışta kendini gösteriyor. İnsan, bu fark üzerinde düşünmeye başlıyor. Aslında birinci köy daha gelişkin olmalıydı. Hem anayolun kıyısındaydı hem de Van Gölü’nü yüksekten görüyordu. Öbür yerleşim yeri içte kalıyordu.
1964 yılında bir yaz günü, Bitlis’e ABD li yazar William Saroyan geldi. Ailesi, yirminci yüzyılın başında , Bitlis’den ayrılıp ABD’ye göçmüş. Oraya yerleşmiş. William Saroyan ABD’de doğmuş. William Saroyan’ın köyü, Bitlis’den Tatvan’a giderken, sağ tarafta, Bitlis Çayı’nın da sağ tarafında, dağların eteklerinde bulunuyor. Saroyan, buralarda birkaç gün dolaşmıştı. Bitlis-Tatvan yolu üzerindeki Papşin Çeşmesi yöresinde, yolun her iki tarafındaki yerleşim yerleri de William Saroyan’ın gezdiği, anlattığı yerler arasında. Ailesi, anası, babası, dedeleri, akrabaları buralarda yaşamış. William Saroyan, Bitlis Lisesi’nde yaptığı konuşmada gezisi hakkında bilgi vermiş, buralara olan özlemini, duygularını dile getirmişti. 1963-1964 yıllarında, Bitlis çevresinde, Mutki, Hizan, Tatvan, Ahlat, Adilcevaz çevrelerinde çok dolaştım.Yakılmış-yıkılmış, harabe, temel taşları sökülmüş, kiliseler, manastırlar gördüm. Başkale, Hakkari, Yüksekova, Şemdinli yörelerinde de aynı şekilde, harabe halinde olan kilise, manastır, havra kalıntıları gördüm. “Bu kiliseler neden harabe olmuş?” “Bu kiliselerin cemaati nerede?” diye sormak hem tarihsel bilgiyi, hem de bundan daha önemli olarak tarih bilincini gerekli kılıyor. 1960’larda bu bilgiye de, bu bilince de sahip değildim.
Ören yerler için, “buralarda define aranıyor” sözlerini sık sık duyardım. Konuşmalarda, sohbetlerde “define arayıcıları”, “define avcıları” tabirleri sık sık geçerdi. Bu altınları, ziynet eşyalarını buralara kimler saklamış, neden saklamış? Buralar neden harabe? Defineler neden bu harabe yerlerde? diye sormak, yine tarihsel bilgiyi, tarih bilincini gerekli kılıyor. O yıllarda bu bilgilere de bu bilince de sahip değildim.
Yukarıda sözünü ettiğim iki yerleşim biriminin çok farklı gelişim çizgisi tutturması, ta o günlerde dikkatimi çekmişti. Bu durumu, mektuplarla, arkadaşlarla, Ankara’daki, İstanbul’daki hocalarla konuşmaya çalışmıştım. Genel olarak şu söyleniyordu: Bir yerleşim birimi, tarihin belirli bir döneminde, ağır bir darbe yemişse bir daha kendisini toparlaması zor olmaktadır. Bu ağır darbe nedir, ne zaman gerçekleşmiştir? Soruları elbette önemlidir. Bu konularda tatmin edici bir açıklama yoktu. 16. yüzyıla, Yavuz Sulatan Selim dönemine işaret eden açıklamalar oldu. Ama bu sorun her zaman benim kafamı kurcalıyordu.
1970’lerin ortalarında Ermeni sorunu gündeme geldi. Yukarıda sözünü etmeye çalıştığım sorunları bu süreçte yeniden hatırladım. Ermeni soykırımı tartışmaları sürecinde William Saroyan’ın gezisini de hatırladım. Saroyan’ın duygularına, düşüncelerine anlam vermeye başladım. Harabe haline gelmiş kilise kalıntılarını, define avcıları, define arayıcıları sözlerini hatırladım. O günlerde, harabe yerler, define arayıcıları, define avcıları deniyordu, ama bu anlatımlarda hiç Ermeni sözü geçmiyordu. Bunları hatırlamak zor olmadı. O günlerde, bu tür anlatımlarda hiç Ermeni sözünün geçmemesi çok anlamlıydı. William Saroyan da Ermeni sorunu kavramına vurgu yapmamıştı. 1980’lerde, 1990’larda, 2000’lerde, Ermeni soykırımıyla ilgili düşüncelerim duruldu, açıklık kazandı. Sözünü etmeye çalıştığım yerleşim biriminin, köyün geri bıraktırılmış olmasının Ermeni sorunuyla, Ermeni soykırımıyla ilgili olabileceğini düşünmeye başladım. Senin açıklamaların daha aydınlatıcı oldu. Define denen yerler de, tehcir edilen Ermeni ailelerin, belki döneriz umuduyla saklamaya çalıştıklar altınlar, mücevherler olmalıydı. Halbuki 1960’larda bu konulardaki anlatımlar, bin yıllar öncesini, eski çağları çağrıştırıyordu.

İsmail Beşikçi

Hiç yorum yok: