30 Haziran 2010 Çarşamba

Ezilen Bir Halk Olarak Kurtler acisindan Sosyalizm Bir Zorunluluk Oldugu Kadar Sosyalizmi Savunmamakta Buyuk Bir Gaflettir

1 Mayıs, dünyanın her tarafında işçiler, emekçiler ve sosyalist dünya özlemini dilendirenler ve bu özlemlerle yaşayanlar tarafından emekçilerin mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanır.
1 Mayıs, dünyanın her tarafında işçiler, emekçiler ve sosyalist dünya özlemini dilendirenler ve bu özlemlerle yaşayanlar tarafından emekçilerin mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanır. 1 Mayıs 1886 da Chicago’lu işçiler 12 ila 16 saat arası olan çalışma saatlerini 8 saate düşürme talebiyle grev yaparlar. Bir yıl sonra yine Chicago'da yaşanan olaylar ve ardından dört işçi önderinin idam edilmesiyle başlayan bu süreç, sonrasında sekiz saatlik iş gücü için verilen mücadelenin sembol günü olarak 1899’da 2. Enternasyonal tarafından dünya emekçilerin mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edilir. 19. yy. ve 20. yy. başında Amerika Birleşik Devletlerinde emekçilerin mücadelesi yükseliştedir. Aynı şekilde kadın hareketi de Amerika’da yükseliştedir. Nitekim Dünya Emekçi Kadınlar günüde ABD kaynaklıdır. Bu tür günler doğal olarak kapitalizmin en fazla geliştiği ve işçilerin mücadelesinin en yoğun olduğu Amerika’da ortaya çıkıyor.  Amerika önceleri bu günkü gibi sesiz, emekçilerin mücadelesiz olduğu bir ülke değildir. Belirtilen süreçlerde emekçilerin mücadelede öncülük ettiği bir ülke haline gelmiştir. Böyle bir ülkede bir mayıs ortaya çıkıyor. Daha sonra ise bütün dünyada kutlanıyor.
1 Mayıs emekçiler gününde ifadesini bulan emekçilerin mücadelesi ve sosyalizm hedefi esas olarak da önderliğimizin, “sosyalizmin peygamberleri” dediği Marks ve Engels’in 1.Enternasyonali örgütleyerek ve bu örgütlülükle işçileri sadece tek tek ülkelerde değil de uluslar arası alanda dayanışma içine sokan bir bilinç ortaya çıkarmasıyla yaygınlaşmıştır. İşçi örgütlerinin geliştirilmesi ve bunların Enternasyonal çatısı altında buluşması giderek dünyanın birçok ülkesinde emekçilerin daha da örgütlü mücadele vermesini beraberinde getirmiştir. Zamanın ABD’si aydınlanma çağından sonra kapitalizmin zafer kazandığı bir ülkedir. Kapitalizm sistem olarak başarısını esas olarak ta 19. yy.da ilân etmiştir. Devletçi geleneğe ve iktidar olma tecrübesine sahip egemen sömürücü sınıflar burjuvazi şahsında da kendini hâkim kılmak için baskıyı ve eline geçirdiği devlet araçlarını, imkânlarını sömürücü düzenlerini kalıcılaştırmak için alabildiğine kullanmışlardır. Bu çerçevede 19.yy’ da kendisini siyasi olarak tamamen hâkim hale getiren kapitalizmin sömürüsü çok derin ve kapsamlıdır. Kadınların ve çocukların bile 16–18 saat çalıştırıldığı, emekçilerin iliklerine kadar sömürüldüğü bir sistem haline gelmiştir. Şimdi ise bırakalım sekiz saatlik iş gününü, Avrupa’da haftada beş gün 7 saatlik çalışma gerçeği ortaya çıkmıştır. Böyle bir düzeyin ortaya çıkmış olması, emekçilerin iki yüz yıldır kesintisiz ‘8 saatlik çalışma ve eşit işe eşit ücret’ mücadelesinin sonucudur. Bu mücadele yanında bilimsel teknik gelişmenin ortaya çıkmasıyla birlikte iş saatlerinin azaltılması imkanları doğmuş, ‘eşit işe eşit ücret ödeme’ konusunda da önemli mesafeler kaydedilmiştir.
Tüm bu gelişmelerin öyle kolay olmadığını, 1887'de idam edilen dört işçi önderiyle başlayan ve ondan sonra her yıl 1 Mayısta emekçilerin bedel vermesiyle ortaya çıktığını bilmek gerekir. 19.ve 20. yy’da örgütlenen işçiler, emekçiler kapitalizmi geriletmek ve aşmak için büyük mücadeleler vermiştir. Kapitalist sisteme karşı mücadelenin 19. yy. ortalarında Marks ve Engels’in önderliğinde sosyalizmin bayrağı altında yapıldığını biliyoruz. Eksiği, yanlışı bir yana kapitalizmin sömürüsünün baskın olduğu bir süreçte emekçileri, işçileri bir ideolojiye, teoriye, örgütlü güce, mücadele stratejisi ve taktiklerine kavuşturmak o dönemde gerçektende tarihi bir sorumluluğu yerine getirmektir. Bu sorumluluğu çok ciddi bir biçimde duyarak, ciddi yaklaşarak işçilerin eline ideolojik, teorik, örgütsel güçlü bir silah vermişlerdir. 19. yy’la birlikte ABD ve Avrupa’da emekçilerin mücadelesinde önemli ilerlemeler ortaya çıkmıştır. ABD de işçilerin emekçilerin büyük mücadele verdikleri bir ülke olmuştur. Hala zevkle okunan, o dönemin ABD’nin nasıl olduğunu ortaya koyan Jack London, John Steinbeck ve Haward Fast'lar o dönemin emekçilerinin mücadelesini, sistemin de baskıcı sömürücü yönünü ortaya koyan çok değerli edebi eserler yaratmışlardır. Yine o dönemdeki mücadeleleri anlatan filmler de vardır. Ama giderek ABD’de sarı sendikacılığın ortaya çıkması, burjuvazinin emekçileri satın alıp sistem içi bir sınıf haline getirmesiyle birlikte bu yönlü mücadele de gerilemiştir. Teorinin sisteme yanlış yaklaşımı ve sistemi tarihsel bütünlüğü ve gelişim evreleri açısından çok köklü ele alamayışı, kendini darlaştıran bir yaklaşım içinde olması da sistemin emekçiler ve toplum üzerindeki hakimiyetini kırmada rolünü oynayamamıştır.
1 Mayıs denince akla esas olarak da sosyalizm tarihi gelmeli, sosyalizm anlayışı gelmeli, insanlığın demokrasi, özgürlük ve sosyalizm için verdiği mücadeleler gelmelidir. Bunlardan çıkaracağımız ideolojik, teorik, örgütsel ve pratik derslerle geleceğe bakışımızı daha net ortaya çıkarmak akla gelmelidir. Önderliğimiz 1 Mayıs’taki her değerlendirmesini kapsamlı bir sosyalizm çözümlemesi şeklinde yapmıştır. PKK’nin sosyalizm anlayışını ortaya koymuştur. Bu, dünyada da böyledir. Dünyada 1 Mayıs sadece işçilerin, emekçilerin bayramı olarak ele alınmaz, aynı zamanda sosyalizm bayramı olarak görülür. Sosyalizmin kendini ve mücadelesini ele alıp değerlendirdiği bir gündür de 1 Mayıs. Dolayısıyla da Sosyalistlerin mücadele ve dayanışma günüdür.
Geçmişteki mücadele biçimini biraz açmamız gerekiyor. 19.yy.da Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi de yüksek düzeydedir. Bu yönüyle Marks ve Engels’in mücadele vatanlarıdır. Almanya, daha sonra da Fransa ve İngiltere’de mücadele yürütmüşlerdir. Emekçilerin mücadelesi belli düzeyde teorik ve örgütlü güce dönüşmüştür. 1871’de Paris Komünü’nde olduğu gibi Paris halkının Paris’te burjuva devleti yıkarak kendisini ayrı bir sistem olarak ilan etmesi sosyalizmin önemli bir deneyimidir. Komünlerin örgütlenmesi, mahalle ve semt komünlerinin kurulması üzerine kurulmuş bir sistemdir. Komünler hem siyasal, hem sosyal yanı olan kurumlardır. Bir nevi meclis rolünü de oynamaktaydılar. Bu komünler aynı zamanda her yerde tabandan ekonomik ve sosyal düzen kurarak sosyalizmi geliştirmek için oluşturulmuşlardır. Komünlerle birlikte sosyalizmin hedefi ya da 1 Mayıs’ın içeriği daha da önemli hale gelir. Ya da sosyalist düşüncenin gelişmesine, sosyalizmin dünyada itibar kazanmasına, geleceğe güvenle bakmasına Paris Komünü bir ivme kazandırır. Paris Komünü ile birlikte sosyalizm ve sosyalizm mücadelesi bütün dünyada önemli gelişmeler gösterir. Bir yönüyle dünya emekçiler gününü ortaya çıkaran o sekiz saatlik iş günü grevleri ve Paris Komünü yenilse de işçi sınıfı hareketleri ve sosyalizmin güç kazandığını söylemek gerekir. Bu açıdan sosyalizm ve 1 Mayıs açısından Paris Komünü iyi irdelenerek sürekli okunması ve öğrenilmesi gereken bir süreçtir.
Belirttiğimiz gibi 2. Enternasyonal, 1 Mayıs’ı resmileştirmiştir. Böylece 1 Mayıs ruhuyla kapitalizme karşı mücadelenin daha ideolojik, teorik ve örgütlü yürütülmesini beraberinde getirmiştir. Bu örgütlülük ve mücadele bugüne geldiğimizde dünyanın her coğrafyasında kutlanan ve en fazla insanın katıldığı bir gün ortaya çıkarmıştır. Artık inkar edilemeyecek ve yasaklanamayacak 1Mayıs gerçeği dünyada kendisini her kese kabul ettirmiştir. Hıristiyan’ı da, Müslüman’ı da, Budist’i de, her türlü toplum da bu bayramı kutlamaktadır. Yani insanları 1 Mayıstan başka bu kadar kucaklayan, insanların özlemlerine en geniş biçimde cevap veren başka bir gün yoktur. Bu da onun özünde var olan demokratik özgürlükçü yanı ve sosyalizm hedefi ile ilgilidir. 1 Mayıs adalet, eşitlik, özgürlük duygusuna ve insanlığın binlerce yıldır mücadele verdiği özlemlere cevap verdiği için en büyük gün ya da bayram olarak kutlanmaktadır. 1 Mayısta herhalde bütün dünyada meydanlar doludur. İşçiler emekçiler büyük bir coşkuyla her yerde yürümekteler. Bugün yalnız insanların değil, sokakların ve meydanların yüzü de sıcaktır. 1 Mayıs’ta dolan meydanlar ve sokaklar umutla dünyaya baktığı gibi, insanların da özlemleri ve umutları da en yüksek düzeyde 1 Mayıs’ta kendini dışa vurmaktadır.
1 Mayıs özellikle emekçilerin, ezilenlerin, sosyalist dünyaya özlem duyanların umutlarının yükseldiği gündür. Çünkü bu gün verilen büyük mücadeleler sonucu emekçilerin halkların özgürlük, demokrasi, sosyalizm umudu arttığı gibi sömürücü güçlerin emekçilerin gücünü görerek geleceğe kaygıyla baktığı bir gündür. Kapitalistler geleceklerinin öyle parlak olmadığını, özgürlük ve demokrasi yanlılarının er geç dünyaya hakim olacağını görmektedirler. Çünkü bugün emekçiler bütün mücadele tarihini, insanların özgürlük ve demokrasi için neler yapabileceğini daha iyi anlıyorlar ve geleceğe güven duyuyorlar. Nasıl ki Newroz’da Kürtler ulusal demokratik duygularının, kimliklerinin en fazla farkına vararak, bu uğurda verdikleri mücadeleyi hatırlayarak kendilerini güçlü görüyorlarsa, aynı biçimde 1Mayıs’ta da dünya emekçilerinin, halklarının enerjilerinin ve güçlerinin farkına vararak özgüvenlerinin arttığını söylemeliyiz. Nasıl ki bugün önderliğimiz ‘Serkeftın halkı’ nın oluştuğunu belirtiyorsa ve bunun ortaya çıkmasında en temel gün de Newroz ise aynı temelde özgürlüğe ve demokrasiye yönelmiş bir insanlığın ortaya çıkmasında da 1 Mayıs günlerinde verilen mücadelenin payı önemlidir. 1 Mayıs tarihine bakılırsa öyle sıradan bir gün olmadığı anlaşılır. Herhangi birisinin, “haydi şu günü bayram ilan edelim, haydi bu günü önemli gün ilan edelim” demesiyle günler önemli olmadığı- olmayacağı bilinir. Sembolleşmiş günleri önemli yapan arkalarındaki tarihtir, mücadeledir. Nasıl ki Newroz’un içeriğini bizim mücadelemiz ve arkasındaki tarih belirliyorsa, 1 Mayısın içeriğini ve büyüklüğünü de aynı biçimde halkların ve emekçilerin mücadelesi belirliyor.
1 Mayıs dünyanın her tarafında aynı heyecan ve coşkuyla kutlanmıyor elbette ki. 1 Mayısın ele alınışı ve anlamlandırılması bir bilinç düzeyi olarak her ülkenin sosyalizm ve toplumsal mücadele tarihine göre farklılık gösterir. Yani her yerde de 1 Mayıs’ın aynı düzeyde kutlandığını, aynı düzeyde anlaşıldığını, aynı derinlikte sosyalizm, demokrasi ve özgürlük günü haline getirildiğini düşünmemek gerekir. Newroz’u İranlılar, Türkmenistanlılar ve Tacikler de kutluyor ama Kürtlerin kutladığı bir Newroz ile adı geçen halkların kutladığı Newroz arasında fark vardır. Çünkü mücadele ve diriliş günü olarak Newroz, Kürt gerçeğinde anlamına uygun bir şekilde büyük mücadele ve fedakârlıklarla daha bir anlamlı ve sahip çıkılacak bir gün halini aldı. Kürtlerin kölelik tarihleri çok ya da daha farklı bir ifadeyle egemenlik altında kölelik tarihleri çok olduğu için bu durum ister istemez onların özgürlük ve demokrasi özlemlerini de her zaman yüksek düzeyde ortaya çıkarmış, bu yönüyle de Newroz Kürtler açısından her zaman mücadele ve özgürlük günü haline gelmiştir. Aynı şekilde 1 Mayıs’ın çeşitli halklar açısından anlamı ve yeri de arkasındaki mücadele tarihiyle ilgilidir.
Bizim açımızdan da 1 Mayıs gününün büyük değeri vardır. Çünkü bugün dünya insanlığının, emekçilerinin, sosyalistlerinin öncü gücü olduğumuzu düşünüyor, söylüyor ve iddia ediyoruz. Biz özgürlük ve sosyalizm tarihi açısından önderliğimizin rolünü Marks ve Engels’in rolü gibi görüyoruz. Tabi onların teorilerinde, ideolojilerinde önemli yanılgılar vardı. Ama önderliğimizin de vurguladığı gibi sorumluluk ve ciddiyet anlamında onlar sosyalizmin peygamberleriydi. Çıkışları bu düzeyde tarihsel değerdedir.  O dönem eksik ve yanlışlıklarıyla çıkışlarını yaptılar. Yakın zamana kadar da emekçilerin önderi olarak kabul edildiler. Şimdi biz 1800’lerde ortaya çıkan sosyalizmin paradigmasını ve teorisini aşarak, olumsuzluklarını atıp olumluluklarını alarak, bunu derinleştirerek en büyük iddiayla, en iyi temsil eden hareket olarak, sosyalizmin öncü ideolojik gücü olarak tarihteki yerimizi alıyoruz. Kendimize verdiğimiz rol ve önümüze koyduğumuz hedef budur. Biz sadece Kürtlerin siyasal sorunlarını çözen Kürt özgürlük hareketi değiliz. Hatta sadece Ortadoğu’nun ve bu çerçevede Kürtlerin özgürleşmesini düşünen bir hareket değiliz. Biz bütün insanlığın özgürleşmesini sağlamak için mücadele eden bir hareketiz. Bu yaklaşımımız tarihimize layık olmanın da bir gereğidir. Eğer, neolitik toplum ilk burada kurulmuşsa, insanlar komünal demokratik, yani sosyalist yaşamı ilk önce bu topraklarda yaşamışsa, Sümerlere ve Mısır’a karşı halkların komünal demokratik yaşamını temsil etmişse, onların Kürdistan’a doğru kendini genişletme, sömürücü uygarlığını yaymaya karşı ilk özgürlük savaşını veren halk olmuşsa,  Kürtleri tarihsel olarak ilk özgürlük savaşı veren halk olarak görüyorsak, tabiî ki tarihimize bağlılığın gereği olarak bu mücadeleyi öncü güç olma ruhu ve sorumluluğuyla sürdüreceğiz. İlk sömürgecilik Sümerlerde ortaya çıkmışsa, yayılmak istediğinde karşı karşıya geleceği halk doğal olarak Kürtler olmuştur. Bu açıdan hem güncel hem tarihsel olarak özgürlük ve demokrasiyi, sosyalizmi temsil etme bizim için bir zorunluluktur. Ya da ahlaki tarihsel bir görevdir.
 Çeşitli Kürt milliyetçilerinin, burjuvaların, feodallerin söylediği gibi, “bize ne sosyalizmden bize ne dünya insanlığından” biçiminde bir yaklaşımımız yok. Onlar sosyalizmi savunmayı, böyle bir iddiada bulunmaya Kürtler için lüks olarak görüyorlar. Hâlbuki tersi doğrudur. Sosyalizmi savunmamak, halkların kardeşliğine, dayanışmasına, özgürlüğüne dayalı bir sistemi savunmamak Kürtler için çok tehlikelidir. Sosyalizmi savunmamak Kürtler için bir gaflettir. Ortadoğu dünya dengelerinin oluştuğu yer olduğundan Ortadoğu’nun özgürleşmesi ve demokratikleşmesi dünyanın demokratikleşmesi ve özgürleşmesini çok yakından ilgilendirmektedir. Karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Öte yandan Ortadoğu’da halkların demokrasi, kardeşlik, dayanışma ve özgürlük bilinci oluşmadığı müddetçe Kürtlerin özgürlük ve demokrasisi tehlikede olacaktır. Kürtler kendi özgürlük ve demokrasilerini, yaşamlarını sağlamak açısından bile Ortadoğu’da sosyalizm ve özgürlüğün gelişmesine öncülük etmeleri gerekir. Sosyalist düşüncenin geliştiği Ortadoğu’da şovenizm, milliyetçilik, halkların kültürlerine saygısızlık olmaz. Çünkü sosyalizm milliyetçiliği törpüleyen onu ortadan kaldıran bir ideolojidir. Önderliğimiz sosyalizmin teorisini ve iki yüzyıllık pratiğini eleştiriyor. Bu eleştiriyi yerine yenisini koymak için yapıyor. Yoksa onu yerle bir etmek için değil. Marks’ı, Engels’i eleştirmesi kendisini olumlu olumsuz anlamda onların mirasçısı olarak görmesi nedeniyledir.  Onların özlemlerine ve sosyalizm idealine saygının gereği onların olumsuzluklarını atıp, yerine olumlulukları koyarak, onların özlemlerini gerçekleştirmek için bu kadar eleştiri özeleştiri yapıyor, değerlendiriyor. Tabii ki Marks’a, Engels’e saygı, onları olduğu gibi uygulamak değil, onların eksikliklerini ortaya koyup esas olarak onların özlemlerini gerçekleştirmektir. Eşitlik, adalet, sosyalizm onların temel özlemleridir.
Şu açıktır, sosyalizm eksikliği ve yetersizliği ile 20. yüzyılda önemli bir rol oynamıştır. En azından milliyetçiliğe karşı duruşuyla insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuştur. Enternasyonalizm, halkların kardeşliği demiş, milliyetçiliği lanetli bir olgu olarak değerlendirmiştir. Böylelikle sosyalizm, milliyetçilik ve şovenizmi kıran, ortadan kaldırmak için çabalayan bu konuda düşünce oluşturan, insanları belli düzeyde eğiten bir ideolojidir. Her şeyi kötü olabilir milliyetçiliği eleştirmede, halkların dayanışma bayrağını yükseltmede, insanlık tarihi boyunca hiçbir bireyin, toplumun ve ideolojin yapmadığı kadar bir evrensel düzey ortaya çıkarmıştır. Belki İsa’da ve diğer dinlerde bu tür şeyler var ama Marks ve Engels kadar bunu teorik olarak ortaya koyan, sosyalistler kadar bunu savunan bir hareket olmamıştır. Bu önemlidir. O yönüyle sosyalizmin şovenizm ve milliyetçiliğe karşı duruşu gerçekten anlamlıdır. O açıdan Ortadoğu’da sosyalizm gelişirse- tabi bu sosyalizm bizim şu an tanımladığımız demokratik sosyalizm ya da önderliğin bilimsel sosyalizm dediği sosyalizmdir- Ortadoğu’da yerleşen bu sosyalist anlayış temelinde halklar birbiriyle kavga etmeyecek, boğazlaşmayacak, böyle bir Ortadoğu’da da Kürtler her bakımdan yükselişe geçen bir halk haline gelecek,  yeni bir uygarlığın yerleşmesinde öncülük rolünü oynayacaklardır. Çünkü tarihsel ve toplumsal olarak Kürtlere en yakın sistem, özgürlükçü demokratik sistem olduğundan daha doğrusu demokratik komünal değerleri tarihsel olarak neolitikten bugüne en fazla Kürtler yaşadığından bu tarihsel temele dayanarak sosyalizm, özgürlük ve demokrasiyi de güçlü biçimde Kürtler gerçekleştirebilir. Önderliğimiz özellikle Kürt toplumunu, Kürdistan’ı, Ortadoğu’yu demokrasiden, özgürlükten uzak bir toplum olarak görmemek, aksine bunları demokrasi ve sosyalizme en yakın topluluklar olarak görmek gerekir demiştir. Bu gerçekler ışığında sosyalizm Kürtler için bir lüks değil bir zorunluluktur. Ortadoğu da ancak böyle huzura kavuşturulabilir. Yoksa bugün ABD, yarın AB destekler, öbür gün de çeker gider, yüz üstü bırakır. Halkların kardeşliği bilinci, demokrasi, özgürlük bilinci, sosyalist bilinç olmadığı müddetçe şovenizmden kurtulamayacaklarından fırsat bulduklarında birbirini boğazlayacaklardır.
Halkların birbirlerini boğazlamasını engellemek, şovenizmin kökünü kurutmak açısından aslında sosyalizm, demokrasi ve özgürlük Kürtlerin temel stratejisi olmalıdır. Kürtler sosyalizmi bilinçlice savunmalıdırlar. Çünkü Kürtler için en gerekli sistem budur. Bunun daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim.  İslamcıların ve milliyetçilerin doğru olmayan ama içinde gerçeklik payı bulunan bir değerlendirmeleri vardır. Faşistler, İslamcılar, İslamcı milliyetçiler sosyalizmi aslında Yahudiler ortaya çıkarmış, Yahudi icadıdır demektedirler. Bilindiği gibi Marks Yahudi'dir. Rosa da öyle. Sovyetlerdeki partinin merkez üyelerinin önemli bir bölümü de Yahudi’dir. Sosyalizmin ortaya çıkışıyla birlikte bu partiler halkların kardeşliği dediler, özgürlük dediler. Böylece hem toplumlardaki milliyetçiliği hem de fanatik dinciliği törpülediler, yumuşattılar. Böylelikle kendilerine dünyada yaşama imkanı sağladılar. Faşistlerin ve dincilerin böyle bir iddiaları olduğu bilinmektedir. Sadece Ortadoğu’da değil, Avrupa faşistleri tarafından da sosyalizmin çıkışı böyle değerlendiriliyor. Bir yönüyle doğrudur. Eğer Avrupa’da, dünyada özgürlük, sosyalizm, demokrasi yerleşse Yahudiler ve Kürtler gibi halklar baskıdan kurtulurlar.
Bilindiği gibi Yahudiler ilk önce Babil’liler sonra Roma’lılar, yakın çağda da şovenist ulusal burjuva güçler tarafından zulüm ve katliama tutulmuşlardır. Görüldüğü gibi sosyalist anlayış olsa, onlara hoşgörüyle yaklaşılacak, onlar da tarihsel- toplumsal birikimleriyle kendilerini etkin kılacaktır. Yahudilerin sosyalizmi Yahudi zihniyetiyle ortaya çıkardıkları doğru değildir. Ne Marx, ne Roza bu niyetle sosyalizme önderlik yapmışlarıdır.  Şu olabilir; ezilmiş ve milliyetçilikten çok çekmiş bir topluluk oldukları için onların doğasında ister istemez sola yatkınlık özgürlük ve demokrasi sistemine yatkınlık olmuştur. Bu nedenle sosyalizme daha fazla sahiplenme ve öncülük etme düzeyine ulaşmıştır. Marx ve Roza sosyalizme Yahudi duygularıyla öncülük etmemiş olsalar da Kürtler, Ortadoğu’da en çok ezilen,  şovenizm ve milliyetçilikten çok zarar görmüş bir topluluk olarak sosyalizmi bilinçlice savunmaları gerekmektedir. Bu bilinçle PKK, kuruluşunda sosyalizm açısından şu değerlendirmeyi yaptı. sosyalizm Kürt özgürlük hareketi açısından bir tercih değil bir zorunluluktur, dedi. Tabi biz tercihimizi sosyalizmden yana yaptık. Tercih yapmak da değerlidir, ama Kürtler açısından sosyalizm bir zorunluluktur. PKK bu bilinçle mücadeleye başladı. PKK sosyalizm bilincini böyle ele aldı. Sosyalizmi mutlaka savunulması gereken bir ideoloji olarak ele aldı. Eğer böyle olursa Kürtler, Ortadoğu ve dünya özgürleşir, Kürtlerin aleyhine işleyen mevcut egemenlik sisteminden kurtulabilirdi. Bugün de PKK’nin ve önderliğimizin aynı bilinci devam ediyor. PKK bu düşüncesinden zerre kadar vazgeçmemiştir. Yani sosyalizmin Kürtler için sadece bir tercih değil aynı zamanda bir zorunluluk olduğu fikrinden vazgeçmemiştir. Bunun yanında neolitik toplumun ve komünal demokratik değerlerin yaşandığı ilk coğrafya olması açısından tarihsel ve ahlaki sorumluluk olarak sosyalizme sahiplenmeyi kendisine görev bilmiştir.  Önderlik ve PKK böyle bir yaklaşım içindedir.
Bizim açımızdan sosyalizm, özgürlük ve demokrasi tarihinin kapsamlı değerlendirilerek bunlardan sonuçlar çıkarıp gelecek açısından doğru teori ve pratiğin tespit edilmesi önemli olmaktadır. O açıdan Marks’ı Engels’i derinlikli değerlendiriyoruz. neden eleştiriyoruz? Yanlışlıkları görmezden de gelebiliriz. Burjuvalar Marks ve Engels’i kötülemek için eleştirir.  Marks ve Engels’in teorisini bu kadar inceleyen, Lenin’in taktiklerini bu kadar inceleyen Önderlik bunları kötülemek için değil, doğru bir sosyalist ve özgürlük anlayışını ortaya çıkarmak için eleştirmektedir. Önderliğimiz kapitalizm çözümlemesine ağırlık veren Sosyalizm anlayışını doğru görmemektedir. Tarihsel olarak sosyalizmin yaşayan biçimi olan komünal demokratik değerler,  köleci, feodal, kapitalist sisteme ve onların yarattığı toplumsal baskıya karşı, o toplumsal grupların özgürlük ve demokrasi mücadelesini ve geleneğini temsil etmektedir. Biz, etnisitenin tarih boyunca imparatorluk ve devletlere karşı özgürlüğü temsil etmesini, bugün onları doğru anlayarak temsil etmek istiyoruz. Bu açıdan tabi kendimizi şöyle böyle değil tam da gerçek sosyalist olarak tanımlıyoruz. Sosyalizmin öncüsü olarak tanımlıyoruz. Dolayısıyla sosyalist ideoloji ve teoriye karşı Kürt milliyetçiliği ve burjuvaları gibi uzak davranmak bizim işimiz olamaz. onlar ABD’ye dayamış sırtlarını dolayısıyla sosyalizmle işleri olamaz. Sosyalizmin Kürtlere neler kazandıracağını düşünmezler. Ama sırtını halka dayayan ve güvencesini burada görenler için sosyalizm zorunluluktur. Dolayısıyla Sosyalist ütopyayı ve ideali taşımak bizim için çok önemlidir.
 Marks ve Engels bütün ömürlerini sosyalizm için verdiler, ömürlerini son nefeslerine kadar hep sosyalizm ve özgürlük idealleriyle yaşadılar. Duygularında baskının, zulmün, sömürünün olmadığı sosyalist sistem dışında başka bir şey yoktu. Beyinlerini onun için bitirdiler. Kafalarını bunun için çalıştırdılar. Yani öyle farklı bir düşünce biçimleri olmadı. Lenin bunu Sovyetlerde pratikleştirerek önemli bir umut verdi. Ekim Devrimi ezilenler ve emekçiler açısından büyük bir umut verdi. Ezilenler Ekim Devrimi ile birlikte özgürlüğü, demokrasiyi sosyalizmi kazanacaklarına inandılar. Belki de tarihte ilk defa emekçiler böyle örgütlenerek, mücadele ederek, devleti kapitalistlerin denetiminden çıkardılar. Kapitalistleri devirmediler diyemeyiz. Kapitalistleri alaşağı etmediler diyemeyiz, onları alaşağı etmişlerdir. Ama pratikte sistemden tümden kopamadılar. Çünkü felsefede, ideolojide, teoride ve yapılanma gerçeğinde devletçi- iktidarcı sistemin tüm şifrelerini çözemedikleri için öngördükleri sistemi yaratamamışlar hatta sömürücü sistemin mezhebi konumuna düşmüşlerdir. Sömürücü, devletçi sistem gerçeği o kadar derinleşmiş o kadar örgütlü ve incelmiş hale gelmiş ki devlet ve iktidarın çekiciliğinden ve tuzağından kurtulunamamıştır.  Görülmüştür ki sistem gerçeğini teorik olarak doğru çözümlemeye tabi tutmadan sistemin etkisinden çıkmak kolay değildir. Sovyet pratiğinin kuruluşunda emeği olanların özlemlerinin tersine bir sistem haline gelmesini böyle izah etmek gerekir. Özcesi devlet ve iktidar teorisini çözemedikleri için daha sonra sistemin parçası haline gelmişlerdir. Teoride tümden sistemden kopulmadığı halde fiziki ve fiili olarak koparak sosyalizmi kuracakları yanılgısı ve yanlışı içine düşmüşlerdir. Nerede bir ağa, bir burjuva varsa tümünü öldürmek istediler. Hepsini öldürerek sömürücü baskıcı sınıfları, devleti ortadan kaldıracaklarını sandılar.
Ekim devrimini yapanların, egemenleri, sömürücüleri, baskıcıları ortadan kaldırmaktan başka duyguları yoktur. Gorki’nin romanları okunduğunda, tamamen toplumun duygularını yansıttığı, özlemlerini dile getirdiği görülecektir. Yazdıkları devrimci dönemin özlemlerinin romanıdır. önderliğin dediği gibi devrimin ilk dönemlerinde demokratik bir yaşam da var, bir demokrasi de var. Çünkü hiyerarşik devletçi sistemin eski örgütlenme biçimi yıkılıp yerine hemen yenisi kurulmadı. Ya da eski yıkılan, artıkları kalmış iktidarcı-devletçi sistem gerçeği, kendisini hemen kurumlaştıramadığı için halklar açısından özgürlük ve demokrasinin yaşandığı bir dönem olmuştur. Devrim dönemleri biraz böyledir. Bırakalım Ekim Devrimi’ni, Paris Komünü’nü, 1908 Jön Türk devrimi dahi Osmanlı dönemi boyunca gelmiş geçmiş en özgürlükçü yıllardır. Tam bir özgürlük havası vardır. Yalnız diğer halklar değil, Kürtler de istedikleri kadar dernek açmış, gazete çıkarmıştır. Bu yıllarda emekçiler ve tüm etnik topluluklar örgütleniyor, sansürsüz yayın çıkarıyor, konuşuyor ama kimse karışmıyor. Padişah tahttan indirilmiş, Jön Türkler yerine geçmiş ama daha tam örgütlenememişler. Kendi sistemlerini kuramadıklarından o geçiş sürecinde bastırılan toplum bir nefes alınca kendini hemen örgütlemeye koyulmuştur. Osmanlı’da emekçilerin ilk grevleri ilk örgütlenmeleri bu döneme rastlar. Tabiî ki Ekim Devrimi daha kapsamlıdır. Dünyadaki tüm halkları etkileyen ve ilk dönemlerde toplumun örgütlülüğüne dayanan bir demokratik yaşam gerçeğinin var olduğu inkâr edilemez. Bilindiği gibi Troçki devrimin lideridir. Devrimin sıcaklığının sürdüğü, beyazlara karşı savaşın yürütüldüğü dönemde Sovyetlerin bir karargâhı var. Girenin çıkanın haddi hesabı yok. Bu nedenle karargâhın kapısında nöbet düzeni kuruyorlar. İzni olmayanları almıyorlar. O sırada Troçki izin belgesi olmadan kapıya geliyor. Troçki rahat biçimde içeri girmek isteyince nöbetçi onu engelliyor. Troçki kendisinin kim olduğunu söyleyince, sen Troçki’de olsan izinsiz giremezsin diyerek bir Mujik askerin coşkulu tutumunu ve devrime sahiplenme isteğini ortaya koyar. Amerikalı gazeteci John Read bu mujik askerin devrimle yaşadığı özgüveni bu örnekle anlatır.  İşçilerin, köylülerin emekçilerin büyük bir özgürlük havası içinde yaşadığını ağasını, beyini, kimseyi kendisinden üstün görmediğini ortaya koyar. Tüm devrimlerin doğasında bu vardır.
Önderliğimiz, eleştirirken hiçbir zaman inkârcı duruma düşmemiş, doğrularını da, yanlışlarını da hakkaniyet içinde ortaya koymuştur. Sosyalizm için mücadele veren insanları eleştirirken onların yanlışlarını ortaya koyarken inkârcı yaklaşımla her şeyi ‘tu kaka’ edip, bilimsel ölçülerle yaklaşmamak, duygularla hareket etmek doğru olmaz. Önder Apo gerçeğinde dile gelen eleştiriler sosyalizmin bu dahi önderlerine daha fazla sahiplenme dışında bir anlam ifade etmez. Sosyalizmin teorik tezlerinin yanılgılarını ve eksikliklerini ortaya çıkardık diyerek bu defa da Marx ve Engels’i ‘tu kaka’ etmek olsa olsa burjuvazinin kötüleme kaynaklı eleştirisinden etkilenmekle izah edilebilir. Her şey bir yana onların temiz duygularını ve özlemlerini yok saymak olsa olsa burjuvazinin tutumu olabilir. 1 Mayıs'ın anlatıldığı bir günde onları böyle değerlendirmek gerekir. Çünkü 1 Mayıs'ı anlamlandıran da onlar oldu. 1 Mayıs'ın anlamını derinleştiren, gün somutunda sosyalizm ve emeğin mücadelesini örgütleyerek geliştiren de geçmişteki sosyalist anlayış ve örgütler oldu. Bu bakımdan biz onların olumlu yanlarını inkâr edemeyiz. Bu yönüyle 1 Mayıs için mücadele veren herkesi saygı ile anıyoruz.
1 Mayıs bugün dünyada burjuvalar tarafından bile kabul ediliyor artık. Türkiye’de bile önemli bir gün olarak kabul ediliyor. Türkiye eskiden bu tür kutlamaları ezer geçerdi. Tabii ki kabul etseler de son 1 Mayısta olduğu gibi zihniyet değişmemiştir. Artık yalnız sosyalistler ve sol sendikalar değil, Türk-İş te, çalışma bakanı da,  başbakan da 1 Mayısı kutlamaktadır. Eskiden “Taksim'de kutlayamazsınız” diyorlardı.  Şimdi bu da aşılmıştır. Bu gelişmeler kendiliğinden olmadı, bu büyük bir emekle çabayla oldu. Türkiye’de ve dünyada 1 Mayıs ruhuyla verilen mücadeleler önemli kazanımlar da ortaya çıkarmıştır. Bu mücadelelerin tümünün sosyalizmin pratiğine ve onun ideolojik ve teorik olgunlaşmasına katkısı olmuştur. Bunu böyle anlamlandırmak değerlendirmek doğru olur.
Sosyalizmin teorisini ve pratiğini ortaya çıkan gerçekler ışığında çözümleyip eleştirerek, olumsuzlukları ortadan kaldırıp özüne uygun hale getirmek tarihsel sorumluluğumuzun gereğidir. Sosyalizme sahiplenmeyi geçmiş sosyalist önderlerin her söylediğini yerine getirmek, eleştirmemek anlamına gelmediğini bilerek doğru bir sosyalist anlayışı ve pratiğini ortaya çıkarmamız gerekiyor. Şimdi bu çerçeveden bakıldığında hareketimizin başından beri özgün bir yanı vardır. Bunu da görmek gerekir.  PKK gerçekliği Önderlik şahsında ta baştan beri belli yönleriyle reel sosyalizmin pratiğinden uzaklaşmak istedi. Tabiî ki Marks, Engels, Lenin bizi etkiledi. Daha çok onların literatürüyle sosyalizmi öğrendik, kendi teorimizi oluştururken onları esas aldık ama bunun yanında Önderlik de eleştirel yaklaşım ve kendine has tarzıyla sosyalizme bakıştaki özgünlüğünü korudu.  Bazı konularda kendisinde başlatarak klasik sosyalist anlayışa farklı yaklaştı. Farklı bir gerçeklik ortaya çıkardı. Bu özgünlüğü ilk olarak düşünme tarzı ve yaşamında ortaya çıkardı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; PKK'nin ilk başlangıçtan beri ortaya çıkardığı yaşam ve ilişkiler sosyalisttir. PKK'nin, Önderliğin yaşam duruşu komünal yanından başlayarak, ilişkilere kadar tamamen eşitlikçi özgürlükçü, adaletçi ve sosyalisttir. Sadece teoride değil, yaşamda da öyledir. İlişkilerde tamamen sosyalist eşitlikçi bir yaşamı esas almıştır.
Hareketimizin ilk çıkışından bu güne kadar her zaman Önderliğimizin saygınlığa dayanan bir otoritesi oldu. Önderlik o zaman da böyle bir otoriteydi, şimdi de öyledir. “Önemli imkanlar yaratıldı, kazanımlar ortaya çıktı bu nedenle Önderlik bir otorite oldu” gibi yanılgılar görülmektedir. Bu kesinlikle doğru değildir. Önderlik ilk günden başlayarak tarzı, temposu, yöntemi ve verdiği büyük bir emekle etkinliğini göstermiştir. Dolayısıyla güçle ya da herhangi bir yetki, mevki ile ilişkili olan bir otorite söz konusu değildir. İlk günden itibaren bütün arkadaşlar üzerinde bir etkisi, bir otoritesi, bir saygınlığı vardı. O zaman imkanları olmayan küçük bir grup söz konusuydu. Sadece düşünce vardı, duruş vardı, yaşam vardı. Bu yaşamda demokratik, eşitlikçi, sosyalist yaşamdı.  Bu bakımdan hareketimizin en değerli öncü kadroları olan Haki ve Kemalin Önderliğin ilk arkadaşları olması tesadüfî değildir. Önderliğin yaşamından, ilişki tarzından, duruşundan etkileniyorlar. Önderliğimiz tamamen özgürlükçü, demokratik, sosyalist bir kişilik olduğu için hareketimizin sosyalizmi ve demokrasiyi temsil etmede en önde olan öncü kadroları Haki ve Kemalin önderliğin ilk arkadaşları olmasını da beraberinde getirmiştir. Önderlik hep özgün düşünmeyi esas aldı. Kendisini hiçbir zaman formüllerle sınırlamadı. Önderlik de Marx'ı, Engels'i, Lenin'i hepimizden daha çok okurdu. Ama biz tartışırken hep yanımızda Marx'ın, Engels'in, Lenin'in kitapları olurdu. Şu sayfada bunu, bu sayfada şunu dediğini kesinlikle ezbere biliyorduk. Pasajlarla, alıntılarla tartışıyorduk. Önderlik çok zorunlu olmadıkça alıntılara pasajlara başvurmazdı. Bu sosyalist önderleri en fazla okuyandı, ama kendi değerlendirmesini yapardı. Marx’tan, Engels’ten, Lenin’den anladığını özü itibariyle kendi zihniyetinden geçirerek bir değerlendirmeye giderdi. Eğer eski değerlendirmeler alınıp okunursa tamamen bir farklılık ve özgünlük olarak düşüncelerini ortaya koyduğu görülecektir. Hatta bu konuda imkân olsa, karşılaştırma yapılsa, 70’lerdeki sosyalist hareketlerin önder kadrolarla Önderliğin yaklaşımı karşılaştırılsa bu özgünlük rahatlıkla görülür. Bir yandan Marx’a, Engels’e,  Lenin’e çok büyük bir ahlaki bağlılık, ideolojik sistemi yaratmada bağlılık görülür, diğer yandan kendi teorisinin ve düşüncelerinin özgünlüğü ile farklı duruşunu gösterir. Hareketimizin hızlı gelişmesini bir yönüyle de Önderliğimizin bu özgün durumuyla açıklamak mümkündür.
Kürt sorununun özgünlüğünde Ortadoğu gerçekliği üzerinde yoğunlaşması da Önderliğimizin belli düzeyde dünyayı, insanlığı, sınıf gerçekliğini daha iyi tanımaya götürür. Kürdistan gerçekliğinde yoğunlaşma aslında Kürdistan gerçekliğinde yoğunlaşmak, Ortadoğu gerçekliğinde yoğunlaşmak uluslar arası sistemi bütünlüklü ele almayı getirir. Onun için Önderlik en büyük avantajının tarihsel sistemi bütünlüklü ele almak olduğunu belirtti. Önderlik Afrika’da yaşasaydı, Uzakdoğu’da yaşasaydı olguları bu düzeyde tarihsel-toplumsal bütünlüğü içinde ele alamazdı. Bütünlüklü ele alması Ortadoğu ve Kürdistan gerçekliğiyle ilgilidir. Kürt sorununun uluslar arası bir sorun olduğundan söz edilir. Dünya dengelerinin burada oluşması gerçekliğinden dolayı Ortadoğu’ya dünyanın omurilik soğanı da denir. Bu yönüyle Ortadoğu ve Kürt gerçekliğinde yoğunlaşmak Önderliğimizin daha özgün derinleşmesini beraberinde getiriyor. Bu nedenle dar sınıf anlayışına baştan düşülmedi. Ortadoğu’nun farklı kültürler mozaiğini tanıması, köklü tarihe sahip olması ve kadının tarih içinde yerinin görülmesi Önderliğimizi belirli düzeyde dar sınıf yaklaşımından uzak tuttu. Toplumsallığın parçalandığı yerde sınıfların ve tabakaların farklı tutumlarının olacağı açıktır. Bunları dikkate almanın yanında Kürt gerçekliğinde yoğunlaşma ister istemez dar sınıf yaklaşımından belli düzeyde uzak durmayı beraberinde getirmiştir. Tabii ki kendimizi işçi partisi olarak değerlendirdik. Ama Kürdistan gerçekliği nedeniyle köylüler başta olmak üzere özgürlük ve demokrasiden yana olan toplumsal kesimleri de mücadelemizin bileşenleri olarak değerlendirdik. Özgürlükten ve demokrasiden yana olan tüm toplumsal kesimleri ilkesel yaklaşımımızı koruyarak özgürlükçü ve demokratik çerçevede ele almayı esas aldık. O dönemde kapitalizmin çok fazla gelişmemesi dar sınıf anlayışına düşmemizi engellemiş olabilir. Öte yandan Kürdistan ve dünya gerçekliğini doğru anlamak da buna götürmüş olabilir. Apocu hareketi ve Önderlik gerçeğini böyle görmek gerekiyor. O dönemde birçok ideolojik eğilim vardı. Çin Komünist Partisi’ni, Arnavutluk Komünist Partisi’ni ya da Sovyetler Birliği’ni esas alma vardı. PKK bu üçünü de esas almadı. Ne Moskova'yı, ne Pekin’i, ne de Tiran’ı merkez gördü. O zamanlar sosyalist düşünceyi en tutarlı ve en fazla bizler savunuyorduk. Apocuların yanında sosyalizmin s’ sine bile olumsuz yaklaşılamazdı. Mao’ya da, Marx’a da, Engelse de, Lenin’e de, Enver Hoca’ya da saygı duyuyorduk. Ama üç merkezden birini esas almanın yanlış olduğunu belirtiyorduk. Bu temelde hepsine mesafeli, özgün ve bağımsız tutumumuzla hareket ediyorduk. Bu önemli avantajlar da sağladı. Çekişmelerin içine girmedik. Üç merkeze bağlı olanlar köklü ideolojik kamplaşma nedeniyle birbirlerine çok girdiler. Bizimde birçokları ile gerilimlerimiz oldu, ama hepsiyle oturup konuşabilirdik. İdeolojik olarak bağımsız ve özgün duruşumuz bizim tüm toplumu kucaklamamızı sağladı. Ortadoğu ve kendi toplum gerçeğimizden kopmadık. Dolayısıyla kendi toplumumuza hiç yabancılaşmadık. Türkiye’deki sol çevreler özellikle dindar çevrelere gidemiyorlardı. Biz her çevreye olduğu gibi dindar çevrelere de rahatlıkla gidiyorduk. Kimsenin dindarlığına bakmadan her eve girebiliyorduk. Herkesle ortak noktayı bulabiliyorduk. Bu aslında özgün yaklaşımımızın bir gereğiydi. Etkiliyordu. Bazı imamlar, dindar aileler vardı, “bir namazınız, niyazınız eksik o da olsa gerçek Müslümanlar sizlersiniz” diyorlardı. Bizi asr-ı saadet döneminin Müslümanları olan sahabelere benzeten yaklaşımlar vardı. Eşitlik, özgürlük, adalet taleplerine iyi seslendiğimiz için toplumun bütün kesimlerini kucaklıyorduk. Reel sosyalizm Önderliğimizin özgür düşünmesini engelliyordu. Önderliğimiz her zaman özgür ve özgün düşünmeye yatkın bir önderlik oldu. Ama reel sosyalizmin varlığı koşullarında Önderlik kendi özgür ve özgün düşüncesini ortaya koyma fırsatı bulamıyordu. O dönemin ideolojik ve siyasi atmosferi altında özgünlüğü ve farklılığı tümden ortaya koymak zordu. Reel sosyalist hareket belki de Önderliğimizin düşünce alanını daraltmış, Önderliğimizin özgür ve özgün düşünmesini sınırlamıştır. Bunun en büyük sıkıntısını Önderlik çekmiştir. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabii ki sosyalizmin teorisini Marx, Engels ve Lenin’den öğrendik. Devletin gereksizliğini ve sönmesi gerektiğini o teori içinde öğrendik. Sosyalist teorik temelleri bu önderlerden öğrendiğimiz açıktır. Hiçbir şey öğrenmedik diyemeyiz. Ama o dar yaklaşımlarına, ideolojik, felsefi, teorik ve yapılanma gerçekliklerine, mücadele strateji ve taktiklerine yapılacak birçok eleştiri vardır. Önderliğimiz, hareketimiz bunu yapabilirdi, ama o dönemin koşulları engelledi. Bu nedenle bizlerin yanılgı ve yanlışlıklarla yürümemizi beraberinde getirdi. Yapabileceğimiz eleştirileri engelleyen objektif koşulları şöyle izah edebiliriz.
Biz bir özgürlük ve demokrasi hareketiyiz, toplumun dinamik rüzgarını arkamıza almak istiyoruz. O dönemin en özgürlükçü ideolojisini arkamıza almak istiyoruz. Çünkü halklar o ideolojiye yöneliyordu, bizde özgürlük ve demokrasi isteyen bir halk olarak bu ideoloji ile özgürlüğü kazanmayı önümüze koymuştuk. Sosyalist ideolojiye bağlılık hareketimizin temel gelişme dinamiğiydi. O dönemde sosyalizme bağlılık temelinde de olsa şu anki mevcut değerlendirme ve eleştirileri yapmak zordu. Çünkü yükselen ve itibar edilen ideoloji olan sosyalizm teorik gücünü ve moral kaynağını Marx, Engels ve Ekim Devriminden alıyordu. Reel sosyalizmin pratiği ve başarısızlığı tam ortaya çıkmamıştı. Aksine 1970’lerde hala belli bir yükseliş vardı. Ulusal kurtuluş hareketleri Latin Amerika, Afrika ve Uzakdoğu’da gelişirken, böylesi bir siyasal ortamda eleştiriler yapmak mümkün olmuyordu. Eleştirsek marjinal kalabilir, gelişemezdik. O yüzden, o dönemde neden bu değerlendirme ve eleştiriler yapılmadı denilemez.
Öte yandan Önderlikte çözümleme ve eleştiri gücü yüksek olsa da, doğruların tümünü bugünkü gibi görüyordu, diyemeyiz. Önderlikte bugünkü eleştirilen yanlışlıkları görmeye yatkın bir düşünce tarzı vardı. Ancak sosyalizmde var olan dogmatizm Önderliğimizin erkenden bu yönlü açılım yapmasına imkan vermiyordu. Önderliğimiz açılım yapmaya yatkın sosyalist bir kişilikti. Belirttiğimiz gibi 1970’lerin siyasi ortamı Önderliğimizde bulunan bu potansiyeli sınırlıyordu. Bunu yeni söylemiyoruz. Bir Halkı Savunmak ve AİHM savunmalarından öncede Önderliğimiz 1970’lerde böyle bir zorlanmayı yaşadığını belirtmiş, bunu parti yayınlarındaki yazılarda ortaya koymuştur. Önderliğimizin 1990’lardan öncede 80’li yıllarda reel sosyalizmin teori ve pratiğine yönelik eleştiri ve değerlendirmeleri vardır. Reel sosyalist ortamda Apocu hareket, Önderlik gerçeği yeterince özgür düşünemiyordu. Her şeyi özgür tartışıp değerlendiremiyordu. Bazı sınırlar vardı. Reel sosyalizmin yıkılması aynı zamanda Önderliğimizin içinde olan sıkıntıyı da ortadan kaldırmıştır. Bu yönlü değerlendirmeler yapılmıştır, bunlar şimdi söylenen şeyler değil.  On yıl önceki eleştiri ve değerlendirmelerimiz, Önderliğin Bir Halkı Savunmak adlı eserindeki gibi değildi. Derin ve kapsamlı değildi. Ama şunu görebiliyorduk, reel sosyalizmin Önderliğimizin ve PKK'nin daha yaratıcı ve özgür düşünmesine bir sınır koyduğunu hissediyor, görebiliyorduk. Dolayısıyla reel sosyalizmin yıkılışa doğru gitmesi önderliğimiz aşısından önemli bir düşünce açılımını da beraberinde getirdi. Diğer yandan o güne kadar reel sosyalizme yapılan eleştiriler vardı, bunlarda anlamlı hale geldi. Troçkistlerin ve anarşistlerin sosyalizmin teori ve pratiğine yönelik eleştirileri de anlaşılmaya ve anlam kazanmaya başladı. Özellikle 1950'li yıllardan sonra çevreci hareketler, kadın hareketleri, barış hareketleri reel sosyalizmin teorisinde, ideolojisinde olan eksikliklere karşı eleştiriler geliştiriyorlardı. Yeni bir duruş, daha bağımsız daha demokratik daha özgürlükçü bir sistemi oluşturacak duruşlar ortaya çıktı. Tabi bunlar sistemli hale getirilmiş, teorik düzeye ulaşmamıştı. Dolayısıyla doğru bir sosyalist teori, bunun strateji ve taktiğini ortaya koymuşlardı denilemez. Öyle nitelikleri ve iddiaları yoktu. Daha çok eleştiren hareketlerdi. Dar sınıf çelişkisini aşan, yeni sorunları ve çelişkileri ortaya koyan, daha demokratik ve özgürlükçü duruşların gelişmesine zemin sunan bir süreci ortaya çıkardıkları söylenebilir. Özgürlük ve demokrasi duruşunda farklı renklerin de ortaya çıkmasını sağlayan bu yönüyle de reel sosyalizmin dar yaklaşımlarını aşan eğilimler ortaya çıktı.
Sovyetlerin yıkılmasından bu tür görüşler ve değerlendirmeler daha çok tartışılamaya başlandı. Böylelikle 1864 1. Enternasyonal'den başlayan bu güne kadar gelen sosyalizm tarihi çok köklü bir eleştiri ve özeleştiri sürecine girdi. Yüz elli yıllık bir pratik ortada olduğu için neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya koyabileceğimiz verilere sahip bulunuyorduk. Böyle bir dönemin kendi doğasına has olumsuz etkileri ortaya çıktı. Sosyalizmin yıkılışı ile birlikte emekçilerde ve halklarda geleceğe yönelik kaygılar arttı. Kapitalizmin zafer kazandığı yönlü ideolojik ve teorik saldırılar insanları önemli düzeyde etkiledi. Kapitalist sistem, “Sovyetler yıkıldı ben kazandım” biçiminde çok güçlü bir propagandayı her tarafta dillendirdi. Bu durum yalnız halkları değil sol ve sosyalist hareketleri de olumsuz etkiledi. Başkan APO önderliğindeki PKK ise reel sosyalizmin yıkılmasından olumsuz etkilenmekten çok daha yaratıcı düşünerek tıkanmanın önünü nasıl alırız biçiminde bir çabanın sahibi oldu. Yetersiz ve eksikte olsa ideolojik, teorik ve programatik açılımlar yaptı. Bu açılımlar tabii ki sistemin hamlelerini boşa çıkaracak ve daha etkili mücadele etmemizi sağlayacak düzeyde olmamıştı.  Zaten uluslar arası komplo bu gerçeklik ortamında kendisini pratikleştirdi. Halbuki ideolojik ve teorik olarak karşı sistemi daha derinlikli çözümleyip, anlayabilirdik.
 4. ve 5. Kongre Önderlik açısından belirli yönleriyle açılım kongreleridir. Yeni sosyalist paradigmanın oluşturulmak için kafa yorulduğu ve ipuçlarının ortaya çıktığı yıllardır. Hareketimiz sosyalizme olan inancını kesinlikle hiçbir zaman kaybetmedi. Sosyalizmin halkların ve insanlığın kurtuluşu için tek ideolojik sistem olduğuna dün olduğu gibi bugün de inandı. 5. kongrede sosyalist anlayışımızı düzelten ve pratiğin önünü açacak bazı değişiklikler yapılsa da olumsuzlukların önünü alacak bir etkisi olmadı. Açılımlar yapıldı ama yeterli olmadı.  Önderlik mücadeleyi ilerletmek açısından örgüt ve kadro duruşunda, yeni yaşam anlayışında çözümlemeler yapıyordu. Teorik ve ideolojik olarak da bugünkü düzeyde olmasa da sosyalizmin ideolojisini oluşturmada, bunun topluma ve bireye yansıtılmasında çok önemli değerlendirmeler ve açılımlar yaptığını görebiliriz. En fazla da kadın özgürlük hareketi ve kadın ordulaşmasının gelişmesi doğrultusunda çözümlemelere ağırlık vermiştir. Derin ve radikal demokrasinin, hiyerarşik devletçi sistemden kopacak gerçek sosyalizmin yaratılmasının esas halkasının kadın özgürlük çizgisi olduğunu çok önceden fark etmiştir. Sosyalist teorideki yanlışlıkların giderilmesi ve gerçek sosyalizm ruhunun yakalanmasının toplumsal cinsiyetçi erkek egemen sistemin aşılmasıyla sağlanabileceğini çok erkenden görmüştür. Bu yönüyle Önderliğin kadın özgürlüğü konusundaki açılımı önemlidir. Bu açılımı reel sosyalizmin yanlışlıklarını aşmanın en önemli hamlesi olarak görmek, gerekir. Yine çevre ve doğayla belli düzeyde ilgilenmiştir. Önderliğin çevre ve doğa yaklaşımı da yeni değildir. Doğal toplumun o iç içeliğine, bütünlüklü haline ilgi duymuştur. Kadına verilen değer doğadan ve doğal toplumdan kopmamanın ve sistemle bütünleşmek istememenin en önemli kanıtıdır.
 İmralı süreci esas olarak da Önderliğimiz açısından, insanın özünde bulunan bütün değerleri çağdaş düzeyde yeniden ifadelendirip yaşamsallaştıracak yapılanmaya kavuşturularak sisteme karşı güçlü mücadele eder hale gelmenin doğuşudur. Önderliğimiz buna üçüncü doğuş dedi. İmralı yılları Önderliğimiz açısından yaşanan tecrübeler ışığında sisteme karşı en iyi nasıl mücadele edilebilir, en doğru sosyalist yaklaşım nasıl olmalıdır sorusuna rafine cevaplarlın verildiği bir süreçtir. Önderliğimiz hareketimizin uluslar arası komployla karşılaşması ve kendisinin esaret altına alınmasını bir özeleştiri konusu olarak ele almıştır. Belli yanlışlıklar yaptık, eksiklikler içine girdik ki böyle bir komployu engelleyemedik. Komplonun ayak sesleri duyulurken örgütü ve kadroyu çok yönlü güçlendirerek, yetersiz yoldaşlık ve vefasız dostluklarda somutlaşan zayıflıkları neden gideremedim diyerek, İmralı öncesi pratiğini sorgulama konusu yapmıştır. Güçlü eleştiri ve özeleştiri düzeyi ve bu temelde yeni paradigmal gelişme bu temelde ortaya çıkmıştır.
 Bazılarının belirttiği gibi önderliğin savunmalarda ortaya koyduğu yeni sosyalist yaklaşımı ve devrimci duruşu, kapitalist sistem hakimiyeti altında oluşan dünyaya ayak uydurmak değildir. Tabii ki bu yaklaşımda bu sisteme karşı en etkili nasıl mücadele verilir sorusuna cevap verme vardır. Ne kapitalist sistem 1900'lerin sistemidir ne de bu sisteme karşı artık eski klasik sosyalist teorilerle mücadele verilebilir. Bu çerçevede kapitalist sistem gerçekliğinin geldiği düzeyi ve dünyada ki diğer tüm gelişmeleri doğru değerlendirip kendimizi yenilememiz ihtiyacı açıktır. Dolayısıyla kapitalist sistem hakimiyeti altında yaşanan değişimlere ayak uydurmak istediğimiz biçimindeki değerlendirmeler yalandır, demagojidir. En hafif deyimle anlamamaktır. Dünyaya ayak uydurmak bir yana, tam tersine ne dün, ne bugün dünyaya ayak uydurma isteği ve hedefi vardır. Önderlik, “ne bu dünyanın adamı oldum, ne köyün, ne ailenin, ne de burjuva sistemin adamı olabildim”, diyerek bu gerçeği ifade etmektedir. Bunlardan uzak durdum, bunlara yabancı kaldım, diyerek kendi gerçekliğini bırakalım sisteme ayak uydurmayı sistemden köklü kopuşu yaşayan bir duruş olduğunu ifade etmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında önderliğimizin çözümlemelerine sistemle daha etkili mücadele etmek, sistemden koparak yeni bir yaşan oluşturmak biçiminde bakmak doğru olanıdır.  Marx, Engels ve Lenin'in teorik çözümlemelerinin gerçekleşen sosyalizmin sistemin mezhebi haline düşmekten kurtulmadığını görerek ezilenlerin mücadelesinin daha doğrusu uğruna bedeller verilen sosyalizmin bir daha benzer olumsuz akıbete düşmemesi için bu çözümlemeler geliştirilmiştir. Marx, Engels ve Lenin'in niyetleri kapitalizmi ortadan kaldırıp sosyalizmi kurmaktı. Ne var ki sonuçta özlemlerinin tersi bir durumla karşılaştılar. Önderliğimizi yeni sosyalist yaklaşım ve kuracağı toplumla mezhep olmayacak bir demokratik sosyalist sistem gerçekliğini ortaya koymuştur.
Yeni sosyalist yaklaşımla birlikte ruhumuzla, duygularımızla sistemden köklü kopacağız, bir daha onun yedeği olup, ona hizmet etmeyeceğiz. Önderliğin dediği gibi Marks şehir yaşamından kopmamıştır. Mücadele ettiği burjuva sisteme fark etmese de birçok kanaldan bağımlıydı. Başarılı olmamalarının altında bu gerçeklik yatmaktadır. Bu nedenle Önderliğimiz sisteme karşı mücadele etmek isteyen kadroların gerekirse kırk yıl mağarada yaşayarak kendilerini olgunlaştırıp pratiğe girmelerini söylemektedir. Hatta kırk yıl mağarada yaşayan dervişler, inzivaya çekilen ermişler ancak sınırlı gelişmeler ortaya çıkarırken, kendilerine sosyalist kadro diyenlerin neden başarısız olduğu daha iyi anlaşılmaktadır, değerlendirmesinde bulunmuştur. Önderliğimiz yeni paradigma temelinde devletçi olmayan, sömürücü olmayan, ataerkil olmayan, doğayla bağlarını koparmayan bir sosyalist anlayışla bu dünyadaki sömürüye ve baskıya son vermek istemektedir. Hem mücadele etmek, hem de mücadele içinde özgür toplum ve yaşamı kurmak isteyen bir teorik yaklaşım halklarımızın eline verilmiştir. Önderliğimizin teorik yaklaşımı böyle bir iddiayı taşımaktadır. Bu yönüyle 1 Mayıs'ın değerlerine Marks'ın özlemlerine, Denizlerin, Hakilerin, Kemallerin özlemlerine bağlılığın ve saygının ortaya çıkardığı bir paradigma olarak görülmelidir.
Önderliğimiz hiçbir zaman başarısızlığı kabul etmemiştir. Önderliğimizin yeni paradigma çerçevesinde ki teorik çözümleri de, halklar açısından başarısızlığın ve yenilginin önünü kapatmak olarak anlaşılmalıdır. Yeni paradigma ve yapılanma gerçeğimiz sistem karşısında mücadelesiz kalmama gerçeğini ifade etmektedir. Yeni paradigmanın teorisi de, ideolojisi de, kişiliği de, örgüt anlayışı da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Böyle değerlendirmeyen her türlü yaklaşım, ya inkarcıdır ya milliyetçidir ya burjuva eğilimdir. Bizler ne Kürt milliyetçi eğilim ne de burjuva liberal eğilim içinde olacağız. Sistemden nasıl kopacağız? sorusunu her gün kendimize sorarak mücadelemizi etkili biçimde sürdüreceğiz. 1 Mayısı da sosyalizm özlemleri için yaşamını verenlerin anısına bağlılığın gereği bundan sonra da etkili biçimde yaşatacağız. Önderliğimiz emekçilerin, işçilerin, köylülerin, gençlerin, kadının ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin özlemlerine bugün en iyi cevap veren sosyalist önderliktir. Önderliğimizi sosyalizmin yeni peygamberi olarak değerlendirebiliriz.
Kürtler herhangi bir halk değildir. Siyasal çelişkilerin en fazla yaşandığı coğrafyada yaşadıkları gibi sosyal ve kültürel olarak da tarihsel derinliği ve zenginliği olan bir halk gerçekliğidir. Komünal demokratik değerleri köklü yaşayan bir halktır. Ortadoğu'da sömürgeci egemenlik altında imha tehdidi altında yaşayan bu halkın önderliği de uluslar arası bir komployla karşılaşmıştır. Önderliğimiz böyle bir toplumsal ve siyasal gerçeklik ortamında derinleşmiş ve kapsamlılaşmış demokratik sosyalist teoriye ulaşmıştır. Önderliğin ortaya attığı bu düşünceler halkların yaşadıklarının tarihsel toplumsallık içinde süzülmüş halidir. Önderlik kendisini tarihin parçası olarak görüyor. Atina savunmasında " geçmişi ve geleneği ne kadar anlarsan, anlayıp da üzerine ne kadar katarsan o kadar rolünü oynamış olursun" diyerek bu gerçekliği ifade etmektedir. Tarihi, geçmişi anlamak ve halkların yaşadığına anlam vermek çok önemlidir. Önderliğimiz çöllerin derinliklerinde, ormanın kuytuluklarında, dağların zirvelerindeki en küçük bir direnişe bile anlam vermiştir. Dolayısıyla İsa'ya da, Marks'a da, Engels'e de en doğru anlamı veren önderliktir.
Bazı sosyalist dostlarımız var. Bunlar önderliği klasik yaklaşımla ele alma, böylece de anlayamama durumuna düşüyorlar.  Bunun içinde önderliği değerlendirirken, önderliği anlayamama ya da klasik yaklaşımla ele alma var. Sanki klasik yaklaşımla ele almak, yüz elli yıl önceki şeylerin aynısını söylemek sanki çok büyük bağlılıkmış, bir erdemmiş gibi yanlış yaklaşımlar var. Önderliğin eleştirilerini yanlış değerlendirenler var. Bunlar yanlıştır. Kesinlikle sosyalizme kazandırmayan şeylerdir. İdeolojik tutuculuktur. Önderliğimiz bunları aşmıştır. Tabi önderliğin ortaya koyduklarında eksiklikler, yetersizlikler olabilir, hiçbir şey tam değildir. Mutlak doğru yoktur. Ama reel sosyalizmin yıkılmasından sonra ortaya çıkan ideolojik, teorik bulanıklık, karmaşıklık yaşandıktan sonra günümüzde giderek yeni bir ideolojik netlik sürecine girilmiştir. Bu çerçevede önderliğin çözümlemeleri sosyalizmin teorik yenilenmesine çok büyük bir katkıdır. Artık sosyalistler kılavuzsuz değildir, ideolojisiz değildir. Yani ideolojik ve teorik yol göstericilikten yoksun değildir. Artık geçmişteki yanlışlıklarını çözememiş ve bunlarda ısrar eden bir sosyalist dünya yoktur. Bu sosyalist dünya içinde doğruları da gören bir sosyalist önderlik de vardır.  Bu 1 Mayıs'ta belki de en fazla üzerinde durulması gereken, bu önderlik gerçeği ve önderliğimizin ortaya koyduğu sosyalizmin özüne ve felsefesine uygun bu teorik yaklaşımlar olmalıdır. Önderliğimizin sosyalizm yaklaşımı sosyalizmin temel değerlerine vurgu yapması açısında da değerlidir. Geçmişte görüldüğü gibi sadece komünaliteyi önemsemek ama demokrasiye yeterince yer vermemek, eşitliği ya da paylaştırmayı sadece bir sosyalizm olarak görmek ciddi yanlışlıklar ortaya çıkarmıştır. Bu duruma düşmek neolitik toplumu iyi çözememekten kaynaklanıyordu. Sosyalizmin esasının orada olduğunu değerlendirememek, onu doğru çözümleyip oradaki demokratik öğeyi doğru ele alamamaktan kaynaklı yanılgılar vardı. Sosyalist teoriye yanılgılı yaklaşımlar böyle ortaya çıkmıştı. Bu açıdan yüz elli yıldır komünaliteye, eşitliğe, özgürlüğe çok vurgu yapan, ama demokrasiyle paylaşımcılığın çok iç içe olgular olduğunu, biri olmadan diğerinin olmayacağını anlamayan reel sosyalizm pratiğinde bu gerçeği çok iyi gördük.  Demokrasi olmayınca paylaşımında, komünalitenin de olamayacağı anlaşıldı. Nitekim bazıları zengin oldu, burjuva oldu. Bürokrat oldu. Demokrasi olmadığından adalet de, eşitlik de iyi savunulamadı. Bozulmalar başladı. Sosyalizmde komünalite ile demokrasinin iç içe olacağını biri olmadan diğerinin de olmayacağını büyük acı ve tecrübelerle gördük.
Diğer yandan devletli zihniyetten kopmak çok çok önemlidir. Marks ve Engels de devletin kötü olduğunu söylediler, devlet bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki baskı aracıdır dediler, ne var ki bu aracın kim tarafından olursa olsun kullanılmasının sömürü ve baskıyı beraberinde getireceğini açıkça ortaya koyup sosyalistlerin devlet batağına girmesini engelleyen bir teorik temel ortaya koyamadılar. Özellikle Lenin'in devlet tuzağına düşmesi devlet teorisindeki boşluk sonucu ortaya çıkmıştır. 70 yıllık reel sosyalizm pratiği kanıtlamıştır ki egemenlerin araçları kullanılamaz. Egemenlerin örgütsel yapılanmaları kullanılamaz. Sömürücü sistemi egemen yapan devlet olmuştur zaten. O bakımdan a-devlet dediğimiz devletin araçlarından yöntemlerinden uzak, bir sistem zihniyetine ulaşmak belki de sosyalistlerin en büyük kazanımlarıdır. Bu konuda anarşistlerin eleştirisi vardı, ama onlar da sistemli bir teorik yaklaşım gösterememişlerdir. Tepkisel bir yaklaşımları vardı. Komünal demokratik sistem nasıl inşa edilecek, komünlerden meclislere ekonomik, sosyal örgütlenmeler nasıl kurulacak bunlar sistemli ifade edilmemiştir. Önderliğimiz bütün bu tecrübeleri değerlendirerek yeni bir yaklaşımı benimsemiştir. Yeni paradigmasını Cinsiyet özgürlükçü demokratik ve ekolojik toplum olarak tanımladı. Öngördüğü sistemi, doğayla sürdürülebilir ilişkiyi sağlamış, kendi içinde tahakküme dayanmayan, doğrudan demokrasiyi ve kadın özgürlüğünü esas alan ahlaki bir toplum olarak ifade etti. Hukuku değil esas olarak ahlakı esas alan bir sistem oluşturmanın önemini vurguladı. Bizim yeni sosyalist anlayışımız bu çerçevededir. Buna demokratik sosyalizm diyoruz. Önderliğimiz eskisi gibi bilimsel sosyalizmde denilebilir dedi.
 Tüm bunlar ideoloji değiştirdiğimiz anlamına gelmemelidir. Ancak geçmiş hatalara düşmemek için demokratik sosyalizm diyoruz. Demokratik sosyalizm derken Fransa'daki gibi Avusturya'daki gibi bir demokratik sosyalist yaklaşımdan söz etmiyoruz. Biz burjuva demokratik bir sistem değil komünal demokratik değerlere dayalı bir demokratik özgürlükçü sistemi hedefliyoruz. İdeolojik değişiklik yaşamadan eşitlikçi, özgürlükçü, sosyalist bir ideolojiye bağlı kalarak ama onu zedeleyen ve ideolojinin öngördüğü yaşama ulaşılmasını engelleyen paradigmadaki yanlışlıkları aşıyoruz. Klasik reel sosyalizmde var olan devletçi iktidarcı genleri atarak kendimizi yeniliyoruz. Bu yönüyle de bir değişim dönüşüm ve yenilenmeyi yaşıyoruz. Kavramları yerli yerine koymadığımız taktirde değiştin de ne oldun derler. Yani eskiden eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik ve kimsenin kimseyi sömürmediği, baskının olmadığı bir sistemi hedefliyordunuz şimdi yine benzer şeyler söylüyorsanız o zaman bir ideolojik değişimden değil paradigma değişikliğinden söz edilebilir. Tabii ki hiçbir ideoloji değişmez ve mutlak değildir, değişecektir. Değişim her zaman olacaktır, bugün ortaya koyduklarımız da eksik ve yetersizlikler olabilir. Bunlar da pratik içinde ortaya çıkacak ve zamanla yenilenecektir.
 Devletçi iktidarcı zihniyeti bırakıyoruz. Bu önemli bir eleştiri, özeleştiridir. Yani sıradan bir yaklaşım değildir. Onun için önderlik kendisi ve PKK gerçekliği açısından şunu söyledi. Nasıl ki sistemi değiştirmede radikal isek kendimize de radikal yaklaşacağız. Kendimizin değişim dönüşümüne olacağı gibi toplumsal değişime de her zaman radikal yaklaşmalıyız. Yani reformist olmayacağız. Tabii ki demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde reformlar için mücadele edilmez denilemez.  Reformların hepsi kötüdür demiyoruz. Öyle bir yaklaşımımız yoktur ama esas yaklaşımımız olguları köklü değiştirme temelinde olmalıdır. Köklü değişim dönüşüm yapmak, reformları da bunların yöntemlerinden biri olarak ele almak gerekir. Kadın özgürlük çizgisinde ataerkilliği köklü bir biçimde ortadan kaldırmak istiyoruz. Ama bu süreçte mücadelenin sonucu toplumda önemli yumuşamalar da ortaya çıkıyor. Bunları köklü değişimler açısından değerlendirebiliriz, ama biz kadın konusunda radikal dönüşüm perspektifimizi kaybetmeden özgürlük çizgisini hâkim kılmak istiyoruz. Aynı şekilde ideolojimizde her zaman kısmi düzeltmeler yapabileceğimiz gibi gerektiğinde çok köklü değişimler yapmakta bizim felsefi yaklaşımımızın gereğidir.
İdeolojik ve teorik yaklaşımımızı zenginleştiren yeni bir felsefi yaklaşımımız bulunmaktadır.19. yy.da Engels ve Marx felsefi yaklaşımlarını oluştururken mevcut bilimsel verileri esas almışlar, pozitif bilimlerden yararlanmışlardır. Doğanın diyalektiğini de incelemişlerdir. Takdir edilmelidir ki o dönemin bilim teknik gelişmeleri yetersizdir. Kimse kalkıp, Engels'e, Marks'a "sen niye kuantumu bulamadın" diyemez. Onları suçlayamaz. O zaman öyle bir bilimsel buluş yoktur. O dönemdeki bilimsel gelişmeler ne ise onları inceleme sorumluluğunu duymuşlar. Biyolojiyi, Fiziği, Kimyayı, Astronomiyi inceleyerek elden geldiği kadar sistemlerini bilimsel oluşturmaya çalışmışlardır. Tabii ki veriler çerçevesinde yaptıkları değerlendirmeler eksik ve yetersiz kalmıştır. Onları hem eleştirmek hem de yanılgılı ve inkârcı yaklaşımlara düşmemek gerekir. Çünkü bu tip eğilimler de vardır. Her dönemde bir değerlendirme, bir çözümleme yapılırken, o dönemin koşullarına göre yapmak doğru olur. Şimdi bu tip yanlış eğilimler olduğu için bunları belirtiyoruz. İleride böyle bir değerlendirmeye ihtiyaç duymadan da onları eleştirebiliriz. Bilindiği gibi Sümer ve Mısır uygarlıklarının verileri 20.yy.da bulunup ortaya çıkarıldı. 19.yy.da bu yönlü bilgiler çok yetersizdi. Bu nedenle toplumlar tarihi ve devlet kapsamlı irdelenmemiştir. Veriler eksik olunca değerlendirmelerde de yanılgılar ortaya çıkmıştır. Bugün bilimin ve tekniğin çok hızlı geliştiği bir çağdayız. Öyle ki bilginin iktidar olduğu bir çağdayız. Yani bilimin sınırları genişledi. Bu açıdan, yeni sosyalizm anlayışımızda şu yaklaşım da önemlidir; sistemin bilme ufkunu bilmemiz lazım. Sistemi iyi çözmemiz lazım. Sisteminin ufuklarında bilgiye ulaşmamız lazım. Bu bakımdan kapitalist sistemi anlamak, çözmek önemlidir. Kapitalist sitemi anlamadan onun egemenliğinden kurtulmak zordur.
Bugünde emekçiler, ezilen topluluklar ve halklar demokratik sosyalizm mücadelesi vermektedirler. Ancak bu mücadelenin geçmişten daha zor olduğu görülmektedir. Kapitalizmin geliştirdiği bio-iktidar döneminde topluluklar sisteme birçok bakımdan bağımlı hale getirilmiştir. Artık geçmişteki gibi dar sınıf yaklaşımı ya da sekiz saatlik iş günü mücadelesiyle,  emekçilerin patrondan aldığı ekonomik imkânlarla sosyalizm mücadelesi yürütülemez. Nitekim günümüzde işçilerin sendikalaşma oranı çok düşmüştür. Sendikalar tamamen devletin, kapitalist sistemin denetimine girmiştir. O bakımdan geçmişteki sendikalist yaklaşımlarla, genel grevle sosyalizmi kurmak mümkün değildir. Artık bu tür grevleri önemseyen yaklaşımları bırakıyoruz. Tabandan örgütleniyoruz. Bütün toplumsal kesimleri örgütleyerek sosyalizme ulaşmak istiyoruz. Sosyalizmi kurma anlayışımızı öncelikle böyle ele almamız lazım. Toplumun tümünü tabandan örgütlemeyen, dar sınıf yaklaşımlarının sosyalizmi getirmediği görüldü. Çünkü işçi sınıfı ekonomik yaklaşımı bırakmadığından sistemin parçası haline geliyor. Dünyada ki pratikte böyledir. Şu anda en radikalleri bile ağızlarına bir parmak bal sürüldü mü susuyorlar. Neredeyse kapitalist sistem içinde işçiler tümüyle aristokrat kesim haline gelmişler. Onun için önderlik işsizleri, kadını, çevrecileri, diğer toplumsal kesimleri daha önemli gördü.  Yani sistemden rahatsız olan toplumun hepsini esas almak, işçileri de emek ve sosyalizm mücadelesinin bileşenlerinden biri olarak görmek gerekir. Bu bakımdan en fazla kadının, gençliğin demokratik özgürlükçü, adil, eşit yaklaşımından, potansiyelinden, enerjisinden faydalanmak sosyalizmi hem gerçekleştirmek, hem derinleştirmek, hem de kalıcılaştırmak açısından önemli hale gelmiştir. Bu nedenle biz vurguyu kadın ve gençliğe yapıyoruz.  Tabii ki sömürülen emekçiler de var, köylüler de var. Biz bir emek hareketiyiz. Sosyalizm emeğe dayalıdır. Dar sınıf yaklaşımı içinde değildir, ama emeğe dayanıyor.
Sosyalizmin özünde var olan emeğe değer vermeyi 1 Mayıslarda daha fazla değerlendiriyoruz.  1 Mayıs emekçi bayramıdır. Hatta ondan öte sosyalizm bayramı olarak değerlendirmek daha doğru bir tanımlama olur. Sonuç olarak 1 Mayısı andığımız bu günde önderliğimizin yeni paradigması çerçevesinde, demokratik sosyalizmi derinliğine anlamak, bunun heyecanını ve coşkusunu yaşamak çok önemlidir. Yeni düşünceler, yeni inançlar her zaman coşku ve heyecan verir. Eskiden Apocular sosyalizmin "S" sini duydukları zaman, dervişlerin ayinde zikir ederken titremesi gibi titrerdi. Böyle bir inanca sahiptik. Bugün de inanıyoruz ki önderliğinin sosyalist çizgisi ve paradigmasına başta Kürtler olmak üzere halklar sahip çıkacak, bu çizginin başarısı ilk önce Kürdistan'da gerçekleşecektir. Kürdistan'ın özgürleşmesi Ortadoğu'nun demokratik ve özgür hale gelmesi anlamına gelecektir. Buna kesinlikle derinliğine inanıyoruz. Önderliğimiz, bizim inancımızın derinleşmesi için tarihsel bir çözümleme yapmış, inancımızda boşluk bırakmayacak her türlü değerlendirme ve çözümlemeyi yapmıştır. Bu konuda büyük bir sorumluluk duygusu ile hem bizler açısından, hem insanlık açısından yeni moral değerimizi vermiştir. İdeolojik ihtiyacı karşılayarak manevi değerimizi, güç kaynağımızı vermiştir. Bu nedenle önderliğimizin yeni paradigmayı ortaya koymasıyla birlikte bırakalım coşkusuz ve heyecansız kalmayı aksine daha çok heyecan ve coşku duymak gerekir. Önderlik, bunun heyecanını ve coşkusunu duyuyor. Bu heyecan ve coşkuyu savunmaların bütün sayfalarında görebiliriz. Bu savunmalarla önderliğimiz, Kürt halkına, Ortadoğu insanına yeni bir doğrultu vermenin heyecanını yaşamıştır. Önderliğimiz Atina savunmasının son sayfasının bile çok şey ifade ettiğini belirtmektedir.
Artık bizim açımızdan kafa karışıklığı diye bir şey yoktur. Ancak yeniyi öğrenmek için yeterince çaba göstermiyoruz. Boşluklar oluyor, kafa karışıklığı oluyor. Kafa karışıklığının nedeni kendi yetersizliğimizdir. Çabasızlığımızdır, öğrenme isteksizliğimizdir. Çünkü önderlik en rafine düşünceye ulaştığını belirtiyor. İnanç olarak en köklü ve huzurlu dönemi yaşıyorum dedi. Bizlerin de, önderlik hareketinin savaşçıları, militanları, izleyicileri olarak tabii ki aynı durumda olmamız lazım. Aynı yaklaşım içinde, aynı moral, duygu ve heyecanı yaşamamız lazım. Bunu gerçekleştirmek içinde sistemden her gün kopmak, sosyalist kişiliği her gün kendimizde gerçekleştirmek ve bunun için mücadele vermek gerekir. Bu onurlu bir iştir. Bu en kutsal bir iştir. İnsanlığa böyle bir hizmet yapmak kadar değerli bir şey olamaz. Herhalde büyük düşünce ve inanç sahipleri kadar insanlığa hizmet eden kimseler olmamıştır. Duygu, düşünce verenler, ideoloji üretenler bu dünyanın en değerli insanlarıdır. Günümüz dünyasında kültürcülere, sanatçılara değer veriliyor. Çünkü onlar toplumun moral ve inanç dünyasını yükseltirler. Bu nedenle inanç ve ideoloji doğrultusunda koşanlar da inanlığın en değerli evlatlarıdır. Bu yönüyle PKK'liler sosyalizmin öncü kadroları olarak insanlığın en değerli evlatlarıdır. Böyle bir öncülük etrafında sosyalizm ve demokrasi mücadelesi yürütmek böyle bir örgütün parçası haline gelmek gurur ve onur vericidir. Bunun gururu ve onurunu yaşamak içinde demokratik sosyalizm bayrağını, cinsiyet özgürlükçü demokratik- ekolojik toplum paradigmasıyla yükseltmemiz gerekir. Böyle bir sorumluluğu onurluca taşımak ve gereklerini yerine getirmek gerekiyor.
Kendimizi küçümsememek gerekir. Hani derler ya aynı köyden peygamber çıkmazmış. Kürtleri dünya küçümsüyor, biz de kendimizi küçümsemeyelim. Kürtler de artık insanlık tarihinde özgürlük yaratacak bir toplum olduğunu göstermelidir. Kendimize ve önderliğimize inanmalıyız. Bu tarihsel rolü yerine getirmeliyiz. Önderlik böyle bir önderliktir, PKK böyle bir partidir. Biz de böyle bir partinin üyeleriyiz. Eksikliklerimiz yok mu? Tabii ki vardır. Bunları gidermeliyiz; önemli olan samimiyet, ciddiyet ve inançtır. Bunu derinden hissettiğimizde başarmamız önünde hiçbir engel olamaz. Bu temelde böyle bir sosyalist ideolojiyi bize veren önderliğimizi tekrar saygıyla selamlıyoruz. Önderliğimize layık olacak, ona her gün bağlı olacak, onun değerlerini her gün pratikleştirecek çaba içinde olacağımıza dair tekrardan söz veriyoruz. Tüm değerlerimizi yaratan ve güçlendiren şehitlerimizdir. Bu temelde şehitlerimizi de saygıyla ve minnetle anıyoruz. Önderliğimize bağlılığımızı yenilerken şehitlerimizin anılarına bağlılığın gereği olarak bağlılık sözümüzü verirken bu temelde tüm dünyadaki emekçilerin 1 Mayıs dayanışma ve mücadele gününü kutluyoruz. Bu temelde bütün geleceğin sosyalizmle olacağına inanıyoruz, sosyalizm mücadelesi veren herkese şimdiden başarılar diliyoruz.

Hiç yorum yok: