22 Haziran 2010 Salı

AKP Kürtlere büyük bir tuzaktır

Yeni_Özgür_PolitikaYargıyı Kürtler üzerine gönderen hükümet, daha çok Ergenekon konusunda batağa saplanacaktır. Ya da Kürtlerle savaşmak için cellâtlarıyla barışmak isteyecektir. Recep Tayyip Erdoğan sanki Tansu Çiller gibi kendi sonunu hazırlıyor. Çiller’e verdikleri akılla savaş batağına hızla sürükleyen akil evvellerin aklıyla davranmanın benzer bir sonu getireceğinde şaşılacak bir şey yok.
Newroz öncesi bazı siyasi yorumcular ‘büyük savaş’ın kapıda olduğunu söylüyor ve uyarıyorlardı. Artık o ‘büyük savaş’ kapıda değil; içeri girdi başladı ve can alıyor. Bu kanlı günlerin yaşanmaması için 19 Ekim 2009 tarihin’de Kandil ve Maxmur’dan iki barış grubu Habur sınır kapısında giriş yaptı. O tarihi gün önemliydi. Zira Türkiye toplumsal barışını ve özgür demokratik geleceğini Habur üzerinden inşa edebilirdi. Umut, beklenti ve plan buydu.

Bir milyonu aşkın Kürt bunun için O gün Habur’daydı. Türkiye’yi yönetenler ortaya çıkan tablodan rahatsız oldular ve dudak büktüler. Ardından hükümeti, MHP, CHP ve apoletsiz köşe yazarları çılgınca korku pompalayıp Türkiye’yi karanlığa sürükleyecek adımlar attılar. Barış mı savaş mı? sorusunun kırılma noktası belkide Haburdu. Bu sorunun yanıtı Diyarbakır’dan geldi ve 10 Barış elçisi tutuklanarak cezaevine konuldu. Barış elçisi olarak gelen gerillaların tutuklanarak cezaevine konulmasının yankıları sürüyor. Barış elçilerinin tutuklanması, Kürt siyasetçilerine yönelik sürek avının sürmesi, yayla ve mera yasağı uygulamalarının yeniden tırmanış göstermesi, Kürt coğrafyasının savaş bölgesine dönüştürülmesi demokratik kamuoyunda Türkiye nereye sorusunun sorulmasına yol açıyor.

Türkiye bunu tartışırken bir gelişme de Şemdinli’de yaşandı. Şemdinli’de HPG’nin düzenlediği eylem sonrası Türk ordusunun yaşadığı kayıplar medyada büyük yankı uyandırdı. Eylemi son dakika olarak duyaran, gün boyu gelişmeleri aktaran medya ne yazık ki sorunun çözümünü tartışmıyor. Tam tersine PKK’nin ne şekilde tasfiye edileceğini tartışıyor ve yeni ölüm yolları öneriyor. TV kanalları yine emekli generalleri ekranlara çıkartıp eline tutuşturdukları çubukla; ‘haydi paşam bize anlat, Kandil’e nasıl gireceğiz, nasıl vuracağız?’ diye. Gazete manşetlerinde çatışmalarda hayatını yitiren askerlerin ailelerinin dramatize edilen fotoğrafları ve o klasik sözler yine taşınmış durumda. Anlaşılan Garp cephesinde değişen birşey yok. Türkiye’nin hali bu. Bende bu hali ve siyasi gündemi Türkiye Barış Meclisi Üyesi ve gazeteci Hakan Tahmaz ile konuşmak istedim.

19 Ekim 2009 da barış için gelen elçiler 18 Haziran 2010 tarihinde savaş adına tutuklandılar. Türkiye halklarının ve Kürtlerin barışını yakından ilgilendiren bu kararı nasıl yorumluyor sunuz?
Barış ve Çözüm grubunun gelişinden sekiz buçuk ay sonra verilen tutuklama kararı, barış umutlarına büyük darbe indirmiştir. Grup üyelerin ortak savunmalarında belirtikleri gibi Kürtlerin dağdan inip düzovada siyaset yapmalarına izin verilmedi. Hatırlanacağı üzere 12 yıl önce de devlet aynı tutumu göstermişti.1999 yılında yine Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye gelenler uzun yıllar cezaevinde kaldılar. Kimileri beş yıl yattı çıktı, bir arkadaş cezaevinde yaşamını yitirdi. Yanılmıyorsam iki arkadaşta cezaevinde. İmam Canpolat arkadaş yedi yıl sonra pasaport kanununa muhalefetten yeniden kısa bir süre önce tutuklandı. Perşembe günü Diyarbakır’da tutuklanan 10 kişinin kolları kelepçelenmedi, barışın, barış isteyenlerin kollarına kelepçe vuruldu. Recep Tayyip Erdoğan, başarısızlıkla sonuçlanan açılım politikalarının ağır faturasını barış ve çözüm grubuna, dolayısıyla silahını bırakıp siyaset yapmak isteyen insanlara ödetiyor.Türkiye Barış Meclisi’nin baştan itibaren bu davaya Türkiye’nin Barış Davası adını koymasının ne derece isabetli olduğu görüldü.

Habur’da barış elçilerini serbest bırakan, Diyarbakır’da tutuklamaya karar veren hakim üzerinden konuşursak; ne değişti de bir uçtan öteki uca gelindi?
Bu durum Türkiye de yargının ne derece siyasal olduğunu göstermektedir. Habur’dan, girdikleri dönem, açılım adı verilen tiyatro oyunu sahneleniyordu. Yargı çözüme destek için serbest bıraktıklarını, şimdi hükümet yeniden savaş kararı aldığı için tutukladı. Davanın savunmalarından, Fethi Gümüş, yargıçlara sizin bana yönelttiğiniz bu soruyu sordu. Avukat, hakimlere tutuklamaların Başbakanın emriyle olup olmadığını sordu. 19 Ekim 2009’da aynı dosya kapsamında serbest bırakılanlar, 17 Haziran 2010 tarihinde dosya kapsamında en küçük değişiklik olmamasına rağmen tutuklanmaları başka türlü izahının yapılamayacağını vurguladı. Başbakanın Salı günü partisinin Meclis grup toplantısında Kürt hareketini hedef gösteren konuşmasından sonra başka türlü olamazdı. Mahkeme heyetlerinin duruşma sırasındaki davranışları da zaten bu doğrultuda sinyaller veriyordu. Daha açıkçası tutuklama kararının dava öncesinden verildiği belli oluyordu.

Ne diyeceğiz bu karara? Hukuk mu, siyaset mi, savaş kararı mı?
Hükümet, açılım dönemi diye tanımladığı dönemi askeri yöntemlerin yanı sıra özel olarak yargı kılıcı ile de Kürt hareketini etkisizleştirmeyi, tasfiye etmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu amaca ulaşmak için yargı da hükümet politikalarına uygun davranış sergiliyor. Bu karar aslında başka bir şeyi de toplumun gözüne soktu. Anayasa değişikliği sırasında yargının durumu üzerine süren tartışmaları faş etti. Yargının bağımsız olmadığını, olamayacağı bir kez daha ortaya çıkarttı. Hatta Türkiye’de yargının evrensel hukuk kurallarının asgarisine dahi uymaya gerek duymadığını birçok örnekte olduğu gibi Barış Davası’nda da görüldü.

Barış elçilerinin tutuklanması ‘dağa çıkın’ mı demek? Zira demokratik siyasetin yolu kapatıldı.
AK Parti, Kürtleri demokratik zeminlerden sürmeye çalışıyor. Başbakan Salı günü Meclis’teki konuşmasında açıkça Yargıtay Savcısı’nı BDP hakkında dava açmaya çağırdı. Partileri kapatılan, seçilmiş yöneticileri tutuklanan, dağdan inip düzovada siyaset yapmak isteyenleri cezaevine gönderen ve her türlü demokratik mücadele kanalını kapatan bir siyasal iradenin, insanları buna zorladığını söylemek haksızlık olmaz. Ben bunu AK Parti’nin Kürtlere kurduğu büyük bir tuzak olarak görüyorum. Ancak Kürtler 10 yıldan daha fazla bir süredir, demokratik zeminlerde mücadele etme konusunda müthiş bir birikim ve deney yaşadılar. Gelinen noktada sorunun şiddet dışı yöntemlerle çözümü konusunda çok daha fazla direnç gösterebileceklerini düşünüyorum. En azından umuyorum. Böylece Kürtler, AKP’nin tuzağını da boşa çıkaracaklar.

Bu karar Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyecek? Kim kazandı kim kaybetti?
Sistemin değişmesine ayak direyen veya çıkarı burada olan statükocuların, siyasal geleceklerini Türk milliyetçiliği üzerinden kuranların ve her şeyden önce savaşın rantından beslenenlerin kazandığını söyleyebiliriz. Ama bu aslında görünür yüzüdür. Tarih bize gösteriyor ki savaşın kazananı olamaz. Her savaş büyük bir yıkımdır. Burada dikkate değer bir konu Ortadoğu’dan yaşananlardır. Türkiye Kürtlerle hesaplaşmasını bir iç sorun olarak değil, bölgesel güç olma bağlamında yapmaktadır. İsrail, İran ve güneyle ilişkiler ve hesaplar Türkiye’nin Kürt meselesindeki tutumunu belirleyen önemli parametrelerdir.

Bu kararla güven sorunu tartışılıyor. Kürtler hükümete ve devlete nasıl güvenecek?
Kürtlerle devlet arasındaki güvensizlik yeni bir şey değildi. Bu kararın bunu daha da pekiştirdiğini ve derinleştirdiğini söyleyebilirim. Ancak artık güven sorununun başka bir boyuta sıçramak üzere olduğunu görmek gerek. Kürtler umutlarını Ankara’dan yitirmekle kalmıyorlar, aynı zamanda toplumun diğer kesimlerinde de fazla bir beklentilerinin kalmadığını hissettirmeye başladılar.

Gazeteler manşet attı bu kararla hükümet ‘açılım’ adı verdiği süreci resmen bitirdi ve açılan perde kapandı. Kürtlerde diyor ‘açılım’ yoktu ki kapanmada olsun. Hükümet neyi açtı ve neyi kapattı?
Bence hükümetin açılım politikası Kürt hareketini tasfiye etmek ve Kürtleri AK Parti’lileştirmek üzerine oturuyordu. Ancak liberal ve demokratların ciddi katkılarıyla açılımı hükümet, demokratikleştirme çabası olarak sunmayı başardı. Bu oyunu Kürt hareketi bozdu. Tasfiyenin başarılması ihtimali azaldıkça saldırganlaşan hükümet, şiddeti güçlendirdi. Türkiye yine yangın yerine döndü. Kapananında açılanında bu plan olduğunu söyleyebiliriz. 10 kasım’da meclis görüşmelerinde Kürt Sorunun varlığı devletin resmi arşivinde yerini aldı.Eski politikalara dönmenin koşulları yok. Dönmek isteyen bedelini öder. AK Parti dönme eğilimi içine girdi. Hiç kuşkusuz er ya da geç AK Parti’de bedelini Çiller, Yılmaz gibi ağır ödeyecek.

Barış elçileri tutuklandı ve birgün sonra Ergenokon üyeleri serbest bırakıldı. Bu tesadüf müydü?
Tesadüften daha çok hükümetin Kürtlerle savaşırken Ergenekon’da inisiyatif yitirmesi olarak görmek gerek. Yargıyı Kürtler üzerine gönderen hükümet, daha çok Ergenekon konusunda batağa saplanacaktır. Ya da Kürtlerle savaşmak için cellâtlarıyla barışmak isteyecektir. Hükümetin bu noktada olmakta olanın pek farkında olduğunu söylemekte ne kadar doğru bilemiyorum. Recep Tayyip Erdoğan sanki Tansu Çiller gibi kendi sonunu hazırlıyor. Çiller’e verdikleri akılla savaş batağına hızla sürükleyen akil evvellerin aklıyla davranmanın sonun benzer olmasında da şaşılacak bir şey yok.

Barış üyeleri tutuklandı. Duruşmalar devam edecek. Barış Meclisi ne yapacak? Belirlediğiniz bir yol haritası var mı?
Türkiye Barış Meclisi, Barış Davası’nın gözcüsü, tanığı olmaya devam edecek. Bu hafta sonu bütün illerde il meclislerimiz toplanarak yol haritalarını çıkaracaklar. 22 Haziran 2010 Salı günü Taksim’de Hill Otelinde saat.11.30’da, aydınlarında katılımıyla basın toplantısı düzenleyeceğiz. 24 Haziran’daki duruşmaya daha geniş ve temsil düzeyi yüksek bir katılım sağlamak için çalışma yapıyoruz. 1-4 Temmuz arasında İstanbul’da toplanan Avrupa Sosyal Forumu’nda bu konuyla ilgili büyük bir panel yapacağız. 4 Temmuz diğer barış inisiyatifleriyle birlikte yürüyüş yapmayı tasarlıyoruz. Biz çözümün dağda, şiddette değil, siyasette, diyalogda olduğunu göstereceğiz. Masaya gelmeyenleri masaya getirmek için ve silahların susturulması için zorlayacağız.

Savaş yeniden başladı. Durumu nasıl buluyorsunuz?
Bu kez savaşın eskisi gibi uzun sürme koşullarının olmadığını ama şiddetli olacağını düşünüyorum. Ancak bu kez savaşın daha derin ve köklü yaralara yol açma potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. 1990’larda batıda savaş PKK ile devlet arasında olarak görülüyordu. Şimdi Kürtlerle devlet arasında olarak algılanmaya başladı. Bunun sonucu bütün Kürtler devlet düşmanı, hain olarak değerlendirilerek hedef haline dönüştürüldüler. Cenazeler sırasında gösterilen milliyetçi ve militarist tepkilerin yerini asker annelerinden son dönemde gelişen savaş bitsin çağrıları hızla gelişmezse bizi çok tehlikeli bir gelecek beklediğini söylemek zorundayız. Türkiye silahı ve şiddeti hak arama yöntemi olmaktan çıkaracak önlemleri hızla almak zorunda. Ölme ve öldürülme üzerine gelecek kurulamaz. 21. Yüz yılda şiddetin devre dışına çıkarılması öncelikle devletleri görev ve sorumluluğundadır. AK Parti, bunun ne yazık ki farkında değil.

Gül, İran yolunda ‘iyi şeyler olacak’ dedi. Erdoğan ‘Kürt sorunu benimde sorunum’ dedi. KCK eylemsizlik kararı aldı. Neden bu sürede iyi şeyler olmadı hep kötü şeyler oldu ve kan aktı?
AK Parti’de Kürt Sorunu’nu idrak problemi var. Sorun tanımlanamadığı sürece tedavisi de doğru biçimde yapılamaz. Din eksenli ve rejimin sınırları içinde sorunu çözme anlayışı duvara tosladı. Bu AK Parti’nin genel yaklaşımı budur. Bütün toplumsal sorunlara benzer yaklaştığı için hiç birini demokratik ve kalıcı çözemiyor. Aslında Kürt Sorunu’nun kalıcı ve demokratik çözümü için tutarlı demokratik siyasal kimliğe sahip olmak gerek. AK Parti bundan yoksun. Sadece dış dinamiklerin zorlamasıyla sorun bir aşamaya kadar aşılabilir. İç dinamikleri çözüme hazır olmadığı ortaya çıktı. Muhalifler veya solcular hükümeti açılımın demokratik gereklerini yapmak için zorlamak yerine acayip işlerle uğraştıkları sürece bu kısır döngü değişmeyecek.

Hükümet, eylemsizlik kararını neden değerlendiremedi? Aksine DTP kapatıldı ve 1500 kişi tutuklandı.
AK Parti, bölgeyi Kürt hareketi kadar tanımıyor, hesapları yanlış yapıyor. Örneğin KDP’nin kendisini destekleyeceğini sanıyor. Kürt Sorunu’nun çözümü doğrultusunda bazı adımlar atılsa KDP tutumunda değişiklik olabilir. Hiç bir adım atmadan destek beklemek hayal. Desteklese ne derece durum değişir bu da ayrı bir konu ama KDP’den destek isteyen AK Parti, önce Kürtlere bir şey vermek durumunda. Vermeden almaya çalışıyor.

Kürt çocuklarının dramı devam ediyor. Hükümet Kürt çocuklarını siyasi rehine olarak mı hapiste tutuyor?
Böyle baktığını sanmıyorum. Ama sonuçları bu olan bir vakadır. Her rehinenin bir süre sonra bir savaşçı olacağının farkında olamayacak kadar körleşmiş bir siyasal iradenin, ülkeyi nasıl yönettiğinin veya yönetemediğinin en iyi göstergelerinden biri de budur.

Hükümetin planı PKK’yi tasfiye projesi miydi?
Hükümet, planını Kürt hareketini tasfiye etme Kürtleri AK Partileştirme üzerine kurmuştu. Bunun olmayacağını gördü eski yöntemlere döndü. Ben birazda kendi gücünün sınırlarının farkında olmadığı için böyle bir yönelime girdiğini düşünüyorum. AK Parti 22 Temmuz seçimlerinde Kürtlerden gördüğü desteği doğru okuyamadı. Şımardı. Kendisini Kürtlerin temsilcisi yapabileceğini düşündü.

Erdoğan grup toplantısında BDP’yi, Öcalan’ı, Kürtleri tehdit etti ve yaşananlardan sorumlu tuttu. Bu saldırgan dilin altında gizlenen öfke sıkışmış olması mıdır ya da sorumluluğu başkasına yüklemek midir?

AK Parti, işi yüzüne gözüne bulaştırdı. Şimdi faturasını başkalarına çıkarmaya çalışıyor. Aslında sorunun tıkandığı yeri bilmiyor değil. Recep Tayyip Erdoğan bu türden konuşmalarla kendi çaresizliğini sergilemiyor. Aynı zamanda şiddeti, milliyetçiliği güçlendiriyor. Ateşle oynuyor.

Savaş gittikçe yayılıyor. Erdoğan, Öcalan’ı tehdit etti Öcalan’dan çağrı geldi. Hükümet çözüme varsa bu işi iki günde çözeriz dedi. Sizce olması gereken ne. Çıkış noktası ve çözüm için?
Kürt Sorunu’nu her kim çözmek istiyorsa dolaylı da olsa Abdullah Öcalan ile diyalog kurmak zorundadır. Kürtler üzerinde son derece etkisi olan bir kişinin yol haritasının bırakalım dikkate alınmasını, muhataplarına, savunmalarına ve kamuoyuna açıklanmaması ve verilmemesi kabul edilebilir bir durum değildir.

Erdoğan’ın yönettiği ülkede durum bu. Gazze de yaşananlara insanlık dramı diyen Erdoğan ülkesinde yaşananlara neden duyarsız. Bu bir çelişki değil mi?
Başbakan Erdoğan’ın gerçek siyasal kimliğini açığa vuran tam da budur. Kürtler söz konusu olduğunda kurucu ideolojiye sıkı sıkıya sarılıyor. Gazze meselesine dini inancıyla yaklaşıyor. Kürtler olunca Çillerleşiyor, Yılmazlaşıyor, Demirelleşiyor.

Daha önceki hükümetleri de işin içine katarsak Kürtler devlet ve hükümetler tarafından aldatılıyor mu? Demirel ‘Kürt realitesi’ dedi, Yılmaz AB yolu Diyarbakır’dan geçer, Çiller Bask modelini telafüz etti. Erdoğan daha ileri gitti ve benim sorunum dedi. Neden bu lafların ardından hep tanklar yürüdü ve savaş uçakları kalktı?
Bildiğiniz gibi Erdoğan’ın sözünü ettiğiniz konuşmasını yaptığı dönemde benimde içinde yer aldığım bir grup yurttaş bir dizi görüşmelerden birini de Başbakan’la yaptı. O dönemde de Başbakan’ın benim sorunum dediği sorun konusunda kafası karışık ve bir idrak sorunu var. Bu nedenle milliyetçi ve statükoculara çok çabuk teslim olabiliyor. Zaten kendisinin hamurundaki milliyetçilikte az değil. Bütün bunlara kendini iktidar olmadan muktedir sanması, dön başa yapılmasına zemin oluşturuyor.

Erdoğan ne yapmak istiyor. Seçim stratejisini Filistin üzerine mi kuruyor?
İslami çevrelerin, ırkçı milliyetçi olmayanların oylarını kendinde toparlamak için Filistin sorununda yararlanacağı kesin. Ama seçim stratejisini yalnız buraya indirgemesi beklenmemelidir. Demokrasi, değişim yalanından vaz geçmeyecektir. Kürt hareketini buradan ve şiddet konusundan vurmaya çalışacağı kesindir.

Aydınlardan yeteri kadar destek buluyor musunuz?
Doğrusu aydın duyarlılığı son yıllarda hızla gelişti ve nitelik kazandı. Türkiye barış Meclisi çok geniş aydın, akademisyen ve sanatçı çevresiyle ilişki içerisinde zaman zaman harekete geçirmeyi başarıyor. Ancak Kemalist ve statükoculuğun aydın, sanatçı ve akademisyen camiada hala çok güçlü olmasının ortaya çıkardığı birçok zorluğu ile karşı karşıyayız. Hükümetin ve PKK’nın politikalarının etkisi bu çevre üzerinde hala belirleyicidir. PKK ateşkes yaptığı ya da hükümet doğru dürüst bir laf ettiği dönemlerde aydınlarımız barış çalışmalarına daha rahat katılıyor.

Taraf Gazetesi yazarı Önder Aytaç bir tv kanalına konuştu ve Abdullah Öcalan’ın idam ve öldürülmesini istedi. Aytaç’ı önemli kılan hükümete akıl oluşturan ekibin içinde yer alıyor olmasıdır. Kamuoyu önünde cinayete davetiye çıkartan bu zat halen Taraf’a yazıyor. Altan’ın bunu kovması gerekmiyor mu?
Bence Taraf gazetesinin çizgisine ters bir durum değil. Taraf gazetesi yayın çizgisini savaşın iki tarafında var saydığı şahinlerin tasfiyesi üzerine ve beceriksiz ordu iyi savaşamıyor üzerine kurmuş durumda. Bunu iyi anlamadan Taraf Gazetesinden yanlış beklentilere girmek tehlikelidir. Unutmayalım Taraf Gazetesi, Reşadiye sonrasında “Kürtlerin düşmanı PKK” manşetini attı. İsrail krizinde militarist ve milliyetçi bir yayın çizgisi izledi.

Ne bekliyorsunuz? Anayasa referandumu, olası erken genel seçim gündem başlıkları...
Başbakan, partisinin il başkanları toplantısında bunun sinyallerini verdi. Ankara’daki kriz her gün derinleşiyor. Savaş, bölgesel ve küresel gerilimler seçime zorlayabilir. Ama ekonomik gerçekler erken seçim için elverişli mi bu tartışmalı. Bence yargı savaşı ve AK Parti’nin Kürtlere karşı başlattığı savaş hükümeti seçime itebilir. AK Parti’yi, kontrol edecek veya sınırlayacak bir parlamentonun ortaya çıkmasını işverenlerde istiyor.

Türkiye’nin hali bu. BDP, sol ve demokrasi güçleri, sizler ne yapacaksınız? Seçimler kapıda...
Bence kendine özgürlükçü, demokratik solum, sosyalistim diyenler, Kürtlerle dayanışma içinde seçimlerde aktif bir biçimde yer almalıdır. İşbirliği yapabileceklerin ortaklığa koyacağı bir şeyleri olmalıdır. Böyle bir durumları olmadığı gibi Kürt hareketini sola çekmek, sosyalleştirmek gibi gayri ahlaki yaklaşımlarla alınan tutumların çatı partisinde olduğu gibi Kürt hareketinin etkisini zayıflatmaktan başka bir sonucu olmuyor. Kısacası sosyalist solun ayrı bir odak olarak seçimlerde yer almasının bir anlamı ve karşılığı kalmamıştır. Kürt hareketiyle gösterilecek dayanışma hareketi içinde sosyalistler kendi ayaklarının üzerinde kalkma şansını yakalayabilirler. Sosyalist solun bütün kümelerini, CHP’nin bu seçimlerde kemireceği gerçeğinden hareketle bir strateji belirlemelidir.

ERDAL ER rojrost@hotmail.com

Hiç yorum yok: