11 Mayıs 2010 Salı

Statükonun turnusol kağıdı: KÜRT sorunu-1

Statükonun değiştirilmesi teklif dahi edilemez!


Kendi anayasa paketine destek vermeyen herkesi statükoculukla suçlayan AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan, 1921 Anayasası'nın bile gerisine düştü ve askerlerin hazırladığı 1982 Anayasası'nın 'Değiştirilmesi dahi teklif edilemez' maddelerini 'müzakere etmeyeceklerini' duyurdu.

Statükonun turnusol kağıdı: KÜRT sorunu

Türkiye'de önemli sorunların kaynağında statükoculuk bulunuyor. Statükoculuk, Cumhuriyet'in kuruluşunda var olan politik ve ideolojik yaklaşımları günümüzde de temel sorunlara karşı dayatıyor. Çözüm olarak dayatılan statükocu yaklaşımlar, defalarca denenmesine rağmen esasında çözümsüzlüğü ifade ettiği artık gün gibi ortada duruyor.

Statükoculuğun en bariz bir şekilde dayatıldığı temel sorunların başında ise Kürt sorunu geliyor. Kürt sorununun kronik bir hal almasında ve Cumhuriyet ile yaşıt olmasında statükoculuğun belirleyici bir etkisi bulunuyor. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünün statükoculuğun çözümü anlamına geleceği gibi, aynı zamanda çözümsüzlüğü de statükoculuğun sürdürülmesi anlamına geliyor.

Kürt sorunu bir turnusol kağıdı işlevini görüyor. Kimin ne olduğu, hangi yaklaşımın neye hizmet ettiği, çözüm ya da çözümsüzlüğün nasıl geliştiği / gelişeceği, demokrasi ve demokratlığın sınırlarının ne olduğu vs. bütün hususlarda Kürt sorunu çok açıklayıcı bir unsurdur.

Statükoculuğun anlaşılması açısından da Kürt sorunu temel bir test niteliğini taşıyor. Statükoculuğun ne olduğu, nasıl sürdürüldüğü, statükocunun kim olduğu gibi konular, Kürt sorunu ele alınarak rahatlıkla analiz edilebilir.

Türkiye'nin bir değişim yaşadığı, statükoyla değişimciler arasında kıyasıya bir mücadelenin verildiği yönünde önemli tartışmalar yaşanıyor. Politik gelişmelere bakıldığında da bu konuda önemli emareler bulmak mümkündür.

Ancak değişim yanlıları ile statükocular arasındaki farkların hala belirginleşmediğini belirtmekte de fayda var. Bunun birkaç nedeni olduğu ileri sürülebilir: Birincisi, statükocuların karakteri 80 yıllık Cumhuriyet deneyimi ile net bir şekilde ortadayken; değişimcilerin nasıl bir mücadele verecekleri, ne tür argümanlarla ortaya çıkacakları ve dolayısıyla nasıl bir politik hat izleyecekleri konularında hala netleşmedikleri söylenebilir. İkincisi, değişimcilerin gerçekten nasıl bir değişim talep ettikleriyle ilgilidir. Dolayısıyla statükodan gerçekten bir kopuşu esas alıp almadıkları hususu son derece önemlidir. Bu durumun netleşmesi için değişimci olduklarını ileri sürenlerin argümanlarının statükocu parametrelerle test edilmesi net sonuçlara varılmasına imkan sağlayacaktır.

Türkiye'de gerçekten statükonun değiştirilmesini isteyen, bunun için yıllardır bedel ödeyen ve mücadele eden ciddi bir demokrat kesimin olduğuna şüphe yoktur. Bugün statükoculuğun aşılması veya statükocu politikalarda ciddi çatırdamaların yaşanması da bunun en iyi kanıtıdır.

Bununla birlikte statükonun eski haliyle sürdürülmesine imkan kalmadığı için, başka yol ve yöntemlerin arandığını söylemek de gerekiyor. Aslında statükonun makyajlanarak sürdürülmesi çabasının yoğun olduğuna dikkat çekmek istiyor. Bunun da daha çok değişim söylemleri üzerinden şekillendirildiği görülüyor. İşin esası şu; değişimci gibi görünüp esasında hiçbir değişim yapmadan statükocu argümanları ve politikaları yeni kılıflarla sürdürmek...

Söz konusu durumun daha net anlaşılması açısından gerçekten Kürt sorununa yaklaşım temel bir belirleyen niteliğindedir. Hangi söylemin geçmişten beri uygulananlardan farklı olduğu ya da statükodan ayrıştığı Kürt sorununda kat edilen gelişmeler üzerinden değerlendirilebilir.

Son dönemlerde anayasanın değiştirilmesi gündemiyle birlikte tekrardan statükocular ve değişimciler diye bir tartışma yaşandı. AKP hükümeti, hiç kimsenin görüş ve önerilerini dikkate almayarak hazırladığı paketi değişimcilerin bir tavrı olarak sunarken, bu pakete doğrudan karşı çıkan CHP ve MHP'yi de statükocu ilan etti. Diyalog ve uzlaşma çabalarına esas aldığı halde yanıt vermediği BDP'yi de, kendisine destek vermediği gerekçesiyle CHP ve MHP ile aynı safta yer almakla suçladı.

Peki, gerçekler böyle mi? Anayasa tartışması ve Kürt sorunu bağlamında bu sorunun yanıtını arayacağız ve esasında 'kimin statükocu olduğunu' ortaya koymaya çalışacağız. Bunun için de bugünden itibaren anayasada yapılan temel değişiklikleri ve bir Kürt Raporu'nu irdeleyeceğiz...

Anayasal statükocular

Türkiye'nin anayasa tarihine bakıldığında statükoculuğun en belirgin şekilde şekillendiği alanların başında Kürt sorunu geliyor. Üstelik statükoculuğun sürekli ve sistematik bir şekilde geliştirildiği görülüyor.

Cumhuriyet'in ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye'den günümüze kadar anayasada yapılan değişiklikler, Kürt sorununa karşı statükoculuğun nasıl geliştiğini gözler önüne seriyor.

20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 1. maddesi şöyledir: 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.'

Bu maddede dikkat çeken husus şudur: Herhangi bir milletten söz edilmez, bir bakıma Türkiye'deki bütün halkları kapsayan nötr bir tanımı görmek mümkündür.

1924: Statükoculuğa ilk adım

Aradan 3 yıl geçtikten sonra söz konusu maddede yapılan değişiklik, statükoculuğun geliştirilmesi yolunda ilk adımın nasıl atıldığını gözler önüne seriyor. Bu çerçevede, 9 Mart 1924 günü kabul edilen 1924 Anayasası'nda 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' maddesine şöyle bir gerekçe konulması 'ihtiyacı' duyuluyor: 'Devletimiz milli bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet Türk'ten başka millet tanımaz. Millet dahilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanımak veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir.'

1961: Statükoculuk derinleştirildi

1924 Anayasası'nda yapılan değişiklik yeterli bulunmadı, statükonun daha da derinleştirilmesi gündeme alındı. Hala birçok sözde solcu tarafından ilerici bulunan 1961 Anayasası'nda statükoculuk yolunda bir adım daha ileri gidildi. 27 Mayıs Darbesi sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası'nın 4. maddesinde bu kez daha açık bir ifade kullanılır: 'Hakimiyet kayıtsız şartsız Türk milletinindir.'

1982: Statükoculuğun zirvesi

Anayasada yapılan ve statükoculuğun günümüze kadar derin bir şekilde yansımasına zemin hazırlayan değişiklik, 12 Eylül Darbesi sonrasında hazırlanan 1982 Anayasası'nda yapıldı. 'Değiştirilmesi dahi teklif edilemez' maddesiyle anayasanın statükoyu koruyan maddeleri açıktan korumaya alındı ve değişim yönündeki bütün tartışmalara böylece son nokta konuldu. Bu nedenle Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değiştirilmesi imkansız derecesine getirildi.

Söz konusu ilk 4 madde şöyledir:

1) Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

2) Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

3) Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir.

Bayrağı şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Milli marşı 'İstiklal Marşı'dır.

Başkenti Ankara'dır.

4) Anayasanın 1 nci maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

<

Günümüzde Kürt sorununun çözümünü isteyen geniş bir çevre, aslında 1982 Anayasası'nın bu ilk 4 maddesinden bazı hususlarının değiştirilmesini istemiyor. Örneğin devletin Cumhuriyet olması, bayrağının şekli, başkentinin neresi olduğu gibi hususlar... İstedikleri şeylerden bir tanesi, Kur'an hükmünde belirtilen 'Değişmesi dahi teklif edilemez' maddesinin değiştirilmesidir. Bunun yanı sıra 'Devletin dili Türkçe'dir, Hakimiyet kayıtsız şartsız Türk milletinindir' gibi son derece milliyetçi ve dışlayıcı hükümlerin değiştirilmesi ve 1921 Anayasası'nda olduğu gibi nötr tanımların kullanılması isteniyor.

Bu çerçevede, anayasada yapılması istenen toptan değişiklik kapsamında korunması gereken maddeler olduğu gibi, esasında başlangıç ilkeleriyle milliyetçi ve dışlayıcı bir hüviyet kazanan anayasanın demokratikleştirilmesi talep ediliyor.

Peki, AKP hükümetinin gündeme getirdiği ve 'Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı anayasa değişikliğini içeren anayasa paketi' olarak değerlendirilen paket, gerçekten ileri sürüldüğü gibi mi? Buna yine Kürt sorunu bağlamında bakıldığında sonuçlar daha iyi görülecektir.

BDP, Meclis'te anayasanın toptan değiştirilmesini, başlangıç ilkelerinin nötr bir hale getirilmesini ve değişimin böylece bütün toplumu kapsar halde olmasını istedi. AKP'lilerin yanıtı çok açık ve net bir şekilde statükoculuğun sürdürülmesinden yana oldu.

Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 22 Mart 2010'da AKP'nin anayasa paketine yönelik hazırlıklarını anlatırken, şunları söylüyordu: 'Şüphesiz parti olarak 5 madde dışında, 1. 2. 3. maddeleri ve 174. maddenin, onların değiştirilemeyeceğini teminat altına alan 4. maddeler dışındaki maddelerin bütünlük içinde ele alınsın istedik.'

AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ da 30 Mart 2010'da Çiçek'in sözlerine daha da açıklık getirdi ve BDP'nin anayasanın tümden değiştirilmesi ve nötr hale getirilmesi önerisine şu yanıtı verdi: 'Yeni anayasa yapılırken 1, 2 ve 3. maddeleri ile bunların değiştirilemezliğini öngören 4. madde ve 174. madde hariç, tüm maddeleri konuşmaya hazırız. Değişmez maddelerle ilgili teklifleri müzakereye açık olmadığımızı her zaman ifade ettik.'

Hazırlayan: Abdulselam GÜLSEVDİ

Hiç yorum yok: