11 Mayıs 2010 Salı

Mekanların evrensel uyumu, dili vardır

Ekolojik toplumsal harmoni, büyük tarihsel birlikteliktir. Kutsal sözler, ahlak ve politikanın yanında, ölümsüz anıtlar ve mekanlar inşa edilmiştir. Bu yapıların her şeyden önce evrensel bir dili vardır. Hâlâ günümüzde, bu soy anıtları görmek için uzak yerlerden insanlar gelmekte, onları hayranlıkla izlemektedir. Hem anıtları görmek ve kendilerine bir pay çıkarmak, hem de esas evrensel kuralları öğrenmek, belki de bazı sorulara yanıt bulmak için de. Öyle dil bilmeye de gerek yoktur, zaten bunun için yapılmışlardır.

Ortadoğu Aydınlanması'nda, kadim halkların bu muhteşem mekan yaratımlarının toplumsallık üzerindeki etkilerini incelemek önemlidir; zira gerçekte keşfedilmeyi bekleyen yeni bir alandır. Sıradan bazı araştırma ve incelemeler muhakkak ki vardır, bazı 'tanıtım kataloglarının' hazırlandığı da doğrudur. Ama yeterli değildir. Anlamlı çalışmalar olmadığı da ortaya çıkmaya başlamıştır. En önemlisi halkların toplumsal hafızalarını yansıtmaktan uzaktır. Bu görkemli yapıtların aynı zamanda, coğrafyamızda, 'birliktelik' geleneği ve 'bütünlük' felsefesini içermekten, anlamaktan ve ruhunu yansıtmaktan, gerçekte niçin yapıldığına dair olan evrensel ilkeden habersizdirler.

Dünyamızda değer verilen mekanların seçimi, yaratımı ve yönetimi uzun tarihsel birikimlerin, deneyimlerin, süreçlerin ve en önemlisi ortak inançların bir sonucudur. Bu anlamda farklı toplumların uyumunu kalıcılaştırmak ve sessiz bir kurala bağlamaktır. Özellikle bu anıtların, mekanları çeşitliliği, farklılığı insanların önemli bir bölümü tarafından kutsal görülmektedir. Muhakkak ki en doğal olanı kutsal 'Ganj Nehri'dir. Ve etrafındaki yüzlerce tapınaktır. Arınmanın, yeni başlangıçların ve uyumun suları burada yaşayanlar için akmakta ve cömertçe davranmaya devam etmektedir.

Mekke-Kabe ve Kudüs halen birçok topluluk nezdinde tövbe etmenin, arınma ve uyumun merkezi durumundadır. Çünkü bu kutsal olan mekanların güzelliklerinde, göze görünenden ve bilinenlerden çok fazlası vardır. Kutsal olan ve değer verilen bu yerlerde duran bir insan, her şeyi daha önce görmediği ve bir daha göremeyeceği kadar bütün, gerçek ve büyük sevgiyle görür. Evrensel olanın, çeşitliliğin, farklılığın ve doğal olanın yönetimini ve ruhların huzur içinde olduğu yerleri de.

Bu mekanların en önemlisi, islam aleminin de 'Beşinci Harem-i Şerifi sayılan Diyarbakır'daki Ulu Camii'dir. Bu mabet, toplumsal uyumun, dengenin, halkların kardeşliğinin ve burada yaşamış toplumların dehalarının ortak bileşkesidir. Bütünüdür. Büyük hoşgörünün, tahamülün ve dostluğun harmonisidir. Tek kelime ile toplumsal olanın, doğal olanın uyumudur.

Ulu Camii doğal olanın uyumudur

Eski Amida'nın surlarla çevrili kale şehrinin merkesinde yer alan Ulu Camii, ilk önce 'Bakireler Tapınağı'dır. Esas olan bu bölüm, günümüzde tamamiyle yeraltında kalmıştır. Ancak batı kapısında (Zinciriye Kapısı) bulunan gizli geçit ile girilebilir. Yeraltında, caminin iç avlu bölümüne denk gelen kısımda, halen onlarca sütun bulunmakta ve karanlık sular bir göl oluşturmaktadır. Orijinal yapı 'Ana Tanrıça Tapınağı'dır. Bazı efsanelere göre, 'Bakireler Tapınağı' olması itibariyle, Aramiler buraya 'Diyarbıkr' veya 'Diyarbakr' demişlerdir. Bugün kullanılan isim 'Bakireler Kenti' anlamına gelen bir kökten gelmektedir. Bu kentte oturan tüm inançlardaki insanların eski evlerinde, saçaklarda, ön cephelerin iki yanında 'Ay Tanrıçası Sin'i temsil eden 'ay' ve sekiz köşeli 'Zerdüşt Güneşi' bulunmaktadır. Derler ki Ay Tanrıçası Sin, her gece Fırat Nehri'nde yıkanır ve Amida'nın evlerini kutsadıktan sonra Dicle Nehri'nde su içer ve sabaha karşı ulu dağların arkasına çekilirmiş.

Ulu Camii'nin doğu kapısında, dış cephede, karşılıklı simetrik bir şekilde iki tane rölyef bulunmaktadır. Bu tapınağı ve kenti ilk kuran Horitli (Hurri) iki kabilenin birleşik totemi olan ve sanki duvardan fırlayacakmış gibi duran 'aslan' ve 'boğa' figürleri yer almaktadır. İlk kuruluş simgeleri oldukça anlamlıdır: Aslan (erildir), gücü ve asaleti temsil eder, boğa (Tanrıça sembolü) hayvanların atası sayılır ve kanı 'yaşam suyu', eti 'yaşam yiyeceği' olarak kabul edilen bir döneme aittir.

Doğu kapısının geçidinin ortasında, tavanda, Yahudi halkının en görkemli işçiliğini simgeleyen ve belki de kusursuz ölçüleriyle bir 'Siyon Yıldızı' parlamaktadır. Belki 1300 yıl önce, üçüncü aşamada bu bölümün 'Havra' olarak kullanıldığı söylenebilir. Ama bu görüşe katılan bir tarihçi bulunmamaktadır. Ancak tapınağın zemindeki doğu bölümü ve güney bölümü bariz bir şekilde Yahudi işçiliğinin bir eseridir. Neredeyse 'sıfır derz'lerle ve dev blok bazalt taşı ile adeta ölümsüz bir eser yaratılmıştır. O zamanın yiyemediği eserlerden!

Zemin kat güney bölümü (Hanifiler kısmı) iç avlu duvarı, Mittaniler, Urartular, Persler, Romalılar, Sassaniler, Selefkoflar, Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Nisanoğulları, Artuklular, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerine ait rölyefler, rûnlar, yazıtlarla süslenmiştir. Bu uygarlıkların hatıraları, katkıları ve saygıları nakşedilmiştir. Bu duvarda, kadim zamanlarda kalma ve beş kareden oluşan harika bir rölyef bulunmaktadır. Bu rölyefler bazılarına göre hâlâ çözülemeyen bir bulmaca, bazılarına göre önemli bir inanç ve kimlik belgesidir. Künyedir.

Bu rölyeflerin birinci karesinde 'doğum kapısı', ikinci karede 'meşe yaprağı', üçüncü karede 'yüzük' (belki de taç), dördüncü karede 'Tapınak diyagramı' ve beşinci karede 'ölüm kapısı' bulunmaktadır. Aidiyet konusunda net olan şudur: 'Meşe yaprağı' Kürt coğrafyasının sembolüdür. Grekli yazar-tarihçi Ksenophon 'Onbinlerin dönüşü' adlı eserinde 'Karduk Ağacı' olarak meşeden bahseder. Zaten meşe ağacının Latincesi 'Cardicus'tur. Ayrıca 'yüzük' Kürt mitolojisinde 'birlik' ve 'beraberliği' ifade etmektedir. 'Diyagram' ise bütün önemli yapılarda bulunmaktadır.

Romalılar da bu tapınağa büyük önem vermişlerdir. İç avluya 43 sütun dikmişlerdir. Her sütunun başlığı farklıdır. Roma tarzı sütun başlıklarının tüm örneklerini adeta burada sergilemiş ve 'bütünlük' felsefesine yeni bir anlam kazandırmışlardır. Ayrıca bu sütunların üzerine iç avluyu çepeçevre saran üzüm salkımları şeklinde rölyefler ile Jüpiter Tapınağı'nın rûnleri ile bezemişlerdir.

Bu muhteşem yapı, Horit Ana Tanrıça Tapınağı, Bakireler Tapınağı, Şemsi Tapınak, Jüpiter Tapınağı, kilise ve en son cami olarak kullanılmıştır. Otuza yakın uygarlığın işaretlerini, kabartma ve rûnlerini, eklenen yeni ünite ve piyesleriyle inançların hatıralarını ve birliğini temsil etmektedir. Kuzey Mescidi (Şafiiler kısmı), avludaki iki şadırvanı (biri açık ve kare şeklinde, diğeri sekizgen konik ve kapalı), eşsiz güneş saati, Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri, doğu kısmında halk kütüphanesi ve batı kısmında birinci kat yatılı bölümü ile kapalı havuzlu müştemilatıyla ruhani kültürün bir hazinesidir. Ve belki de toplumlar tarihinde, kök toplum, uygarlıkların işaretlerini, sırlarını kendi içinde taşıyan ve bütün inançlar için bir 'Ana Harem-i Şerif'tir.

Doğa dostu evler

Bu kadim kentin, özgürlük ve barış evinin, hâlâ yaşayan ve toplumsal uyumun işaretlerini taşıyan binlerce işaret bulunmaktadır. Verimli Hilal'in kadim sembollerinden olan Ulu Camii'deki 'boynuzlu yılan', Mardinkapı'daki 'Şemsiler Sokağı', uğursuz amaçlar için kullanılsa bile hâlâ varolan 'sator' (ki Romalılar'dan kalmadır ve Roma Kılıcı anlamına gelir), kervansaraylar, hanlar, hamamlar, şarkılar yaşamakta ve ayakta durmaktalar.

Eski Amida evleri, kadim kentlerdeki evlerin mimarisi ile büyük benzerlikler gösterir. Kendine yeterlilik ve klimatik etkenler gözetilerek tasarlanmış ve mahremiyet gözetilerek inşa edilmişlerdir. Yerel yapı malzemesinin kullanılması esastır. Amida evleri istisnasız bazalt taşından yapılmıştır. Kapalı piyeslerin tasarımında klimatik etki göz önünde bulundurulmuştur. Her evde kesinlikle bir avlu bulunmaktadır. Daracık, gizemli ve labirent gibi sokaklardan eve girildiğinde, iç açıcı, gül kokulu bir ferahlık ile karşılaşılır. Her evin kapısı özel ve kimliklidir. Kapı tokmağının üzerinde 'haç' işateri varsa Hıristiyan, 'siyon yıldızı' varsa Musevi, 'ay' varsa Müslüman evidir.

Avluda en az bir kuyu ve 'eyvan' denilen ön cephesi açık yazlığın önünde havuz bulunmaktadır. Meyve ağaçları (incir, nar, asma, dut) ve büyük avlulu evlerde bazen çınar, selvi ağaçları da göğe yükselmektedir. Duvar diplerinde, kapıların sağında ve solunda bazalt taşından saksılar, seramikten yapılmış çiçeklikler bulunur. Renk renk güller, çiçekler sadece görsel bir şölen için değil, ama belki de ruhu dinlendirmek içindir. Bazen bu bahçelerin varlıkları ile uğraşmak, sulamak, budamak, dokunmak, çiçeklerle ve güllerle konuşmak; bazen de damda oymalı ceviz pinlerde (güvercinlik) güvercinleri yemlemek, gökte dönenmelerini seyretmek yorgunluğu atmak içindir. Sabır ve sükunet içindir de.

Ulu Camii'den belki de yüz metre mesafeden hâlâ böyle bir ev vardır. BDP İlçe Binası olarak kullanılan bu evin avlu girişinde bulunan sütun başlığı kulpludur. Bazalt taşından kulplu sütun başlığı yapmak neredeyse imkansızdır. Ve benzeri bulunmamaktadır. Yahudi sanatının, taş işçiliğinin doruk noktasıdır. Ünlü 'siyon yıldızı' ile damgalanmıştır. Halen bu evlerden 280 adet bulunmaktadır.

Eski Amida kenti, zekanın ve ortak aklın, yüce ruhların yarattığı en önemli ve belki de eşsiz ekokentlerinden biriydi. Geleceğin gerçek kentlerine her anlamda model teşkil edebilecek özelliklere sahiptir. Kutsal Dicle Nehri'nin kenarında, yarım ay gibi surları çevreleyen Hevsel Bahçeleri ve batıda, bugün koskoca bir ilçenin otuz yılda bitiverdiği eski üzüm bağları, su havzaları ile kendi kendine yeterliliğin sembolü idi.

Burçlar Evlibeden, Yedikardeş...

Amida'ın etrafında beş kilometre uzunluğunda surlar ve seksen iki burç ile çevrilmiştir. Burçların büyük çoğunluğu birbirine benzememektedir. Bu burçların duvarları eşsiz güzellikte bezemeler, rölyefler ve sırlarla dolu yazılarla süslenmiştir. Öyle sıradan burçlar değil, birer sanat eseridirler. En ünlüleri 'Evlibeden' ve 'Yedikardeş' burçlarıdır. Bu iki burcun dış bezemeleri emsalsizdir. Özgündür.

Çiftbaşlı kartal: Kadim zamanlarda göğün ve evrensel güçlerin simgesidir. Dünyanın en eski özel imgesidir. Koruyucu ruhları da temsil eder; yerin ve göğün koruyucu ruhlarını. Tanrı'ya yakınlığın da işaretidir, bundan dolayıdır ki adaletin de sembolüdürler. O herkese ait olan adaletin!

Bu iki burcun en müstesna rölyefleri, karşılıklı duran ve birliğin güçlerini temsil eden, 'ejderha kuyruklu, aslan gövdeli ve insan (belki de bilge rahip) başlı 'kabartmalardır. Aşağı Mezopotamya uygarlıklarının' aslan gövdeli, kartal kanatlı ve kral başlı 'imdigud kuş'larını çağrıştırırlar.

Bu rölyefi çözümlersek:

Ejderha: Kadim zamanlara ait, insanlıktan çok eski varlıklardır. Rüya gibidirler. Bazen de rüyanın kendisi; o bilinmeyen zamanlardan kalma belki de ilk rüya! Kanlarının soğuk ve zehirli olduğu rivayet edilir: Bu bakımdan hırslı, açgözlü, acımasız, vicdansız oldukları söylenir. Ancak ışığı olan insanların dostu olabilirlermiş. Ve kesinlikle ejderhaların gözlerine bakılmaması öğütlenirmiş. Med ve Pers krallarının gözlerine bakmanın cezası ölümdü. Ancak onların soyundan gelenler baktıklarında bağışlanırmış.

Aslan: Tüm zamanların varlığıdır. Güçlüdür. Kendine güveni tamdır. Avlanmadığında bir kaya gibi sakindir. Avını kovaladığında yıldırım gibidir. O da gaddar ve acımasızdır.

İnsan (Bilge-rahip): Zekidir. Yaratıcıdır. Hem bağışlayıcı, hem de kıyıcıdır. Bu rölyeflerdeki esas imge, ihtişamlı bir kral tasviridir. İktidarın, hükmetmenin sırlarını anlatır. 'En öldürücü zehir, en acı kadehte sunulur' Tabii ki bu çözümleme biçimi, burçların yapıldığı zamana (M.S. 16.yy) göredir. Kök toplumda bu varlıklar farklı yorumlanır: Belki de ideal insanı anlatır.

Ayrıca bu iki burcun kavisli tepesini süsleyen dış konsoller, içkaledeki kadim St. George (M.S. 300.yy) Kilisesi'nin iç avlu konsolleri ile birdir, aynıdır. Tarihi dokuyu taşımanın ve ortaklaşmanın görkemli örneğidirler. Burçların tacıdırlar. Kardeşliğin de.

Ulu Camii avlusunda, havanın yağışsız olduğu zamanlarda, çarşamba günleri ve ikindi namazından sonra, gözleri görmeyen ve erbani çalan dengbêjler kaside okurlar. Hazreti Eyyüp'ü anlatan kasideler. Ve bu kasidelerdeki tüm peygamberler ve evliyalar her zaman ondört yaşındadır ve kesinlikle kılıçları vardır. Bence anlatılan sadece Amida'dır. Amidalıların rüyalarıdır.

Fethi SUVARİ

Hiç yorum yok: