11 Mayıs 2010 Salı

DENIZLERI DOĞRU ANLATMAK-3

'Kaçar, gidiyoruz artık'

Denizler'in mücadele arkadaşı Mustafa Kemal Kaçaroğlu... Her zaman kavganın ön saflarında oldu. Kurtuluş Hareketi lideri olma suçlaması ile 12 Eylül döneminde idamla yargılandı. 1991 yılında dönemin şartlı salıverilme yasası ile serbest bırakıldı. Sosyalist Parti kurucu üyeliğini yaptı ve parti meclisi üyesi. Kaçaroğlu'yla o dönemi ve arkaşalarını konuştuk:

ONLAR KARANLIĞI YIRTTI

Kaçaroğlu sözlerine şöyle başlıyor: '1971 direnişçileri benim için, Marx'ın komünarlar için söylediği gibi 'göğü fethetmeye çıkan kahramanlar'dır. Denizler, Mahirler ve İbolar da çok kısa süren mücadele yaşamlarına rağmen Türkiye ölçeğinde işçi sınıfının ve ezilenlerin oligarşiye karşı mücadelesinde devrim hareketinde bir meşale olmayı becerdiler. Onlar Türkiye devrim hareketinde bir yol ayrımı yarattılar ve özgürlüğün sesi oldular. Onların önemi Türkiye'de devrim yolunda ölünebileceğinin, yoldaşları için ölüme gidilebileceğinin, yaşamlarını feda edebileceklerini ilk ortaya koyan olmalarıdır. 70'li yılların Kürt ve Türk devrimcileri 'Onlar karanlığı yırttı. Biz aydınlığı getireceğiz' diyerek özgürlükleri için yollara düştüler ve faşist kurşunlara göğüslerini siper ederek Türkiye'nin bir faşist işgal altına girmesini engellediler.

Deniz, 68 gençliğinin bir sembolüydü. O gerçek bir gençlik lideriydi. Bir gençlik liderinde bulunması gereken her şey onda vardı. Düzene karşı isyancılık, militanlık, kararlılık, ataklık, özveri... o bütün bu özellikleri taşıyordu. Yoldaşlığı, arkadaşlığı, paylaşımcılığı onun liderliğine daha fazla şeyler katıyordu. Deniz'in Filistin dönüşü gerilla giysileri, botları, beresi ve yakasında Mao rozetiyle siyasal bilgilerdeki Dev-Genç'in bir kitle toplantısında kürsüden heyecanlı konuşması hâlâ hatırımdadır.'

SESSİZ KALAMAZDIK

Kızıldere direnişinin bir pusula niteliği taşıdığını ifade eden Kaçaroğlu, 'İdamları engellemek için Maltepe Cezaevi'nden firar eden beş kişiden ikisi Cihan Alptekin ve Ömer Ayna THKO, diğer üç kişi Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı THKP-C Örgütü'ne mensuplardı. Firardaki bileşim aynı zamanda yakalanmalarla devrim cephesinde doğmuş olan moral anlamdaki olumsuz havanın dağılması açısından önem arz ediyordu. Örgütler arası işbirliği ve dayanışma mesajı içeriyordu. Bu mesaj propagandif anlamda, karşı devrime bir meydan okuma niteliğindeydi' dedi. 'İdam sehpasına gidecek olan yoldaşlarımızı sessizce seyredemezdik' diyen Mustafa Kemal Kaçaroğlu, '71 direnişinden bize miras kalmış en önemli derslerden birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle her zaman başımızı Kızıldere direnişçilerine çevirmeye devam edelim. Bize düşen görev ve sorumluluk bu pusulanın işaret ettiği yolu takip etmektir' diye konuştu.

KAÇAR, GİDİYORUZ ARTIK

Denizler'le ilgili anılarını da paylaşan Kaçaroğlu şunları anlattı: 'İlk aklıma gelen Mamak Cezaevi'nde Deniz'in, Hüseyin ve Yusuf'un idama götürüldükleri gecedir. İnfazdan kısa süre önce Deniz, Yusuf ve Hüseyin vedalaşmak için koğuşları gezmişlerdi. Bizim kaldığımız koğuşta Deniz ve Mahir Sayın üst ranzada karşılıklı bağdaş kurup oturmuşlardı. Ben de ranzada ayakta durup sohbetlerine katılmıştım. Ama zoraki bir sohbetti. İdama giden bir insanla ne konuşabilirdik ki! Bir ara Deniz bana döndü 'Kaçar, gidiyoruz artık' dedi. Ne söyleyeceğimi şaşırdım ve gayri ihtiyari 'nereye gidiyorsunuz, dur bakalım' dedim, söylediklerime kendim de inanmamıştım! Gözlerimin buğulandığını hissetmiştim. Denizleri de seven bir gardiyan beklenen haberi bize getirdi. Artık tüm hapishane tetikteydik. O gece saat bire doğru onların kaldığı arka hücrelerde bir hareketlilik yaşandı. Pranga seslerini duyduk. Hemen yataklarımızdan fırladık. Arka hücreler ve bizimkiyle birlikte birkaç koğuş koridora bakıyordu. Mahir Sayın hemen küçük aynamızı koridora tuttu. Evet, can parçalarımız sehpaya götürülüyordu. Gece üçe doğru uyumuşuz. Sabaha karşı uykudan irkilerek uyandım ve radyoyu açtım. Saat altı haberlerinde Denizler'in sabaha karşı idam edildiği haberi veriliyordu. Koğuştaki herkesi tek tek uyandırarak haber verdim. Tüm koğuşlar duymuştu. O günün sabahı karşılaştığım arkadaşların gözlerindeki hüznü ve çaresizliğin getirdiği isyankar bakışları hâlâ hatırlarım. Artık Deniz'den, o gür sesiyle bazı geceler 4-5 sayfayı bulan ve ezbere okuduğu tüm hapishanenin dinlediği Nazım'ın TANYA şiirini dinleyemeyecektik.'

BİZE DÜŞEN GÖREV

Bize düşen görev; oligarşiye karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin ortak mücadelesinin örülmesi yolunda çabalarımızı yoğunlaştırmaktır. Tüm bunlar gerçekleştirilirse idam sehpasında söylenen sözler karşılığını bulmuş olur. Mahir Çayan'ın deyişiyle 'yolumuz bu yolda düşenlerin yoludur.'

Onlar bir tarih yarattı

Marksist Bilimler Akademisi Koordinatörü ve yazar Mukaddes Çelik, Denizler'in idam edildiği tarihte üniversite ikinci sınıftaydı. Kendini 'kuşaksız' olarak tanımlayan Çelik, Denizler'le ilk tanışmasını, idam haberini nasıl karşıladıklarını ve sonraki süreçte nasıl bir değişime uğradığını anlattı.

Denizler'le ilk tanışmanız nasıl oldu?

Denizler'in somut hikayesiyle tanıştığımda lise sondaydım. Bir kız lisesinde yatılı okuyordum. Kız lisesindeki gündüzlüler, radyodan devrimci abi ve ablalarının hikayelerini gelip bize anlatırlardı. Tam Deniz Gezmiş'in İstanbul'da çokça eylem yaptığı bir dönemdi. O zaman çok ünlü bir işadamı olan Rahmi Duman'ın oğlunu kaçırmıştı. Gün gün, saat saat radyo bu haberi verirdi. İlk tanışmamız böyle oldu onlarla. Son sınıf arkadaşlarımızın abileri ve ablaları sayesinde 68 kuşağının üniversitelerdeki eylemlerinden haberdar oluyorduk. Kısa süre sonra ben de üniversiteye başladığımda 12 Mart devriminden sonra kendimi en devrimci kalmış ortamlardan birinde buldum. Mayam uygundu sanırım. Mahirler'in Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtıklarını hatırlıyorum. O gün okulumuzun abileri bizi okulun karşısındaki bakkalara götürüp bize şarap ısmarlamışlardı. Mahirler'in firarını böyle kutlamıştık. Lise sonda bir askeri hocamız, bizi Selimiye Kışlası'na askeri tatbikata götürmüştü. O zaman hem İlhan Selçuk'u hem de Ömer Ayna'yı hücrelerinde ziyaret etmiştik. Hâlâ Ömer Ayna'nın hücresindeki şilteyi, onun gülen yüzünü hatırlıyorum. Gözümün önünde hiç gitmiyor. Hem Ömer Ayna hem de hücresindekiler...

Anadolu'nun birçok yerini gezdim dediniz, halk, Denizleri nasıl tanırdı? Neydi gözlemleriniz?

Benim gördüğüm, şu tarihsel kesitte bulunduğum yer itibariye büyük bir ilginin olduğunu söyleyebilirim. Komşularımız ya da bizim akranlarımızdan aklımda kalan herkesin bir umut beslediği, umut bağladığı, yürünecek yolun ortaya çıktığı duygusuydu. Ve zaten Denizler ya da Mahirler ya da sonrasında İbrahim Kaypakkayalar 1971 devrimci çıkışı, yani bu topluma, bu halka genelde değişim isteyen herkese genelde bir umut kaynağı oldular. O yüzden de halkların kurtuluş davasına hem inandılar hem de inandırdılar. Bir de bu yola baş koyma konusunda çok seçkin örnektiler. Hani olur ya kahramanlık çağı. Ve 71 devrimci çıkışı kahramanlık çağıydı. O yüzden onların adları kısa zamanda binlerce, on binlerce belki sayısını çıkaramayız ama çocuklara ad oldu. O adlar dilden dile dolaştı.

İdam haberini nasıl aldınız?

Üniversite ikinci sınıftaydım. Zaten 6 Mayıs sabahı cumartesi günüydü. Benim okuduğum okulda bir tören olurdu. Haber, öğrenciler arasında sanki anlaşma yapılmışçasına sessiz bir protestoyla karşılandı. Herkes üzgündü. Tören başlamadan önce çok iyi hatırlıyorum, uzun boylu, beden eğitimi bölümünde okuyan bir öğrenci 'Arkadaşlar Denizleri idam ettiler, saygı duruşuna geçiyoruz' dedi. Ve bütün okul öğrencilerinin hepsi saygı duruşunda bulundu. Okul yöneticileri de hemen o öğrenciye saldırarak elini indirmeye, burayı dağıtmaya giriştiler. Başkalarını da yardıma çağırdılar ama kimse hareketlenmedi. Yemekhaneye de gitmedik. O gün öyle geçti.

Ondan sonra gençlik hareketi nasıl bir süreç yaşadı?

Denizler'in kendisi yalnızca gençlik önderleri değildi. Bir halk hareketinin önderleriydiler. Halkın şikayet ettikleri, değişmesini istedikleri durumlar, Deniz'in Mahir'in, İbo'nun ortaya koydukları görüşleri ve pratikleri ondan sonraki bütün kuşaklar için birinci derecede yol gösterici oldu. İdamlarından sonra yine 12 Mart faşist darbesi olmuştu. Egemenler bu darbeyle de dikiş tutturamayınca 74 yılından itibaren yeni bir yükseliş başladı. İşte halk hareketi yükseldi, işçi hareketi yükseldi, Anti-faşist hareket sonra Kürt hareketi... 12 Eylül'e kadar bütün bu dinamiklerin ayakta olduğu bir dönem yaşadık. Şimdi Denizler'in o hareketin içindeki rolleri hem görüşleriyle hem de pratikleriyle önderlikti. Hepsi de sevgi halesiydi, aynı zamanda umuttular, aynı zamanda kahramanlık örnekleriydiler. Etkisi bakımından dezavantaj olan bir şey; şimdi onların 60'ların ortasında yetişmiş o dönemin bütün ileri birikimlerini şahıslarında toplamışlardı ve ondan önceki 50 yıllık kaderden kopuşu temsil ediyorlardı. 68 hareketi nasıl ki kopuşsa, 71 devrimci hareketi de onun yarattığı birikimden kopuştu. Onlar devletin, burjuvazinin saldırısı sonucu katledilmişlerdi. Ama onlar kendi dönemlerinde rollerini oynadılar. Sınıf savaşı böyledir. Serttir... Mustafa Suphiler Ulusal Kurtuluş Savaşı'na katılmak için geldiler. Ama Kemalist-burjuvazi onların gelişinin Anadolu'da yeni bir hareketin mayası olacağını tespit etti ve onları imha ettiler. Deniz, Mahir ve İbrahim ve o kadronun yani değişen biçimlerde de olsa yok edilmeleri aynı görüş açısıdır.

Denizler'in son sözünü nasıl yorumaladınız?

Her şeyden önce bir şeye inandığınız zaman başınızı koyacaksınız. İkincisi, Denizler'in idam sehpasına giderkenki sözleri o kuşağın yaratmış olduğu devrimci değerlerin en üst düzeyi durumunda bir mesaja sahipti. Deniz her şeyden önce 'Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği' demiştir. Zaten 71 devrimci çıkışı anlatmış olduğum çıkışlara ek olarak, aynı zamanda bir ezilen ulus gerçeğinin görülmesinin başlangıcıdır. Yani Deniz'le, Mahir'le bir yere gelmiştir. İbrahim'le bu daha somut bir hale gelmiştir. Bu topraklarda bir de Kürt ulus gerçeğinin olduğunu ve bunun kendi kaderini tayin hakkından, bütün siyasal haklarının tanınmasına kadar bir dizi programatik düzlemde görüş oluşturmuşlardı. Ve bunu çok çarpıcı bir şekilde idam sehpasına çıkarken söyledi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği... Bu söz her şeyden önce kavganın bundan sonraki aşamalarını gösteriyor. Teorik görüşleri belki o kadar olgun değildi ama pratik duruşları ve siyasi pratikleri özellikle ölürkenki tutumları da önemli bir mesaj içeriyordu. Diğeri de sehpaya korkusuzca çıktılar. Şöyle bir edebiyat yapılır ya... 'Bunlar iyi çocuklardı niye asıldılar.' Bu doğru bir yorum değildir. Liberal bir yorumdur bu. Burjuvazi niye astığını çok iyi biliyor. Denizler niye asıldıklarını çok iyi biliyorlardı. Bu bir bedeldi. Bir dönem kapanmıştı, yeni bir dönem başlamıştı. Yeni bir çığır açılmıştı, bu çığırın bir bedeli vardı, bu bedeli de en önde göğüslediler. Mesela Mahir'in çok dile getirilmeyen bir pratiği vardır. Onlar Kızıldere'de kuşatılıp açılan ateş sonucu yaralandıklarında Mahir de kafasından vurulmuştur. O zaman ilk sözü İngilizler olmuştur. Yani orda eylemine sahip çıkan, o kararlılığını konuşturan ve İngilizleri cezalandırmak için oraya rehin olarak getirmişlerdir. Yani onların bütün eylemlerinde bir kararlılık var. Zaten bugünkü gençliğin tarihsel bağlar kurmaya çalışması tesadüf değildir. Bugün gençlik dünya çapında Che ile kurduğu bağı, bir sanatçı gibi tanındığı için Yılmaz Güney'le kurduğu bağı devrimci önderler olarak Deniz'le, Mahir'le, İbrahim'le, Hüseyin'le, Sinan Cemgil'le kuruyor. En öne çıkan özellik de bu. Bir tarih yarattılar çünkü onlar.

68 miras olarak ne bıraktı Türkiye'ye?

68 bir zirve. O zirveyi yalnızca o günkü haliyle yalnızca gençlik hareketi değil, genel bir halk hareketi olarak tarihteki kendi özgünlüğünü koruyor. Mesela biz genelde 68'i üniversite öğrencilerinin hareketi olarak biliriz. Oysa ki 68, 69, 70'in 15-16 Haziranı'na kadar bir direniş dönemidir. Türkiye'nin tarihinde en yaygın fabrika işgallerinin olduğu dönemdir. En yaygın toprak işgallerinin olduğu dönemdir. Sonra yoktur zaten, 70'lerde bir parça toprak işgali vardır, fabrika işgalleri sürmüştür. Günümüzde mücadele biçimleri değişti. Gençlik hareketinin de mücadele biçimleri değişti. Üzerinden darbeler geçti, 90'lı yılların kirli savaşı geçti. O zamanlar bir çağrıyla binlerce öğrenci yürüyebiliyordu. Günümüzde böyle bir hareket yok. O yüzden de o tarihsel kesitinin zirvesi olarak öyle duruyor. 40 yılı aşkın bir süredir ışık tutuyor. Henüz bir hareketin yaygınlığı üniversitelerde öğrenci hareketlerinin hakimiyeti, değer saydığı toplumsal kesimler bakımından bunu aşan bir yaygınlaşma olmadı.

Hazırlayan: Hacer PERSİDAT-Erdal ÖLMEZ

Hiç yorum yok: