11 Mayıs 2010 Salı

DENIZLERI DOĞRU ANLATMAK-1



Üç Fidan'ı unutmadık

6 Mayıs 1972 sabahı devrimci gençlik liderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildi. Denizlerin idam sehpasında haykırdığı 'Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği' sözü aradan geçen 38 yıla rağmen sanki bugün için söylenmişti. Dava arkadaşları, Denizleri ve 68 kuşağını anlattı.

38. yılında Üç Fidan

Tarih yapraklarında ve halkın gönlünde 'Üç Fidan' olarak anılan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idam edilişlerinin üzerinden 38 yıl geçti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kurucu ve yöneticileri olan 'Üç Fidan' dönemin gençlik liderlerindendi. Her birinin kendine has özelliği olan devrimci önderlerden Deniz Gezmiş 16 Mart 1971'de Gemerek'te, Yusuf Aslan Şarkışla'da Hüseyin İnan ise Kayseri Pınarbaşı'nda yakalanmıştı. Ankara sıkıyönetim Mahkemesi'nde yapılan yargılama! sonucu üç gençlik lideri için idam kararı çıktı. İdama götürülürken bile görüşlerinden vazgeçmeyen 'Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Tam Bağımsızlığı' diye slogan atarak kendi taburelerini deviren, 'Üç Fidan'ın arkadaşlarıyla görüştük. Arkadaşları idamlarına kadar geçen süreci, eylemlerdeki duruşları, Mamak Cezaevi'nde idam gecesine kadar süren bekleyişlerini, kısacası bize 'Üç Fidan'ı anlattı.



Dosyamızın adını 'Onları doğru anlatmak' koyduk. Çünkü arkadaşlarından aldığımız görüşler doğrultusunda, gün yüzüne çıkan ortak mesaj buydu.

'Haydi eyvallah arkadaşlar'

Denizlerle birlikte Filistine gidip askeri eğitim alan, Kürecik NATO Üssünü basmaya giden 7 kişilik THKO ekibinde yer alan ve Nurhak'ta girdiği çatışmada yaralanan Mustafa Yalçıner, Denizlerle aynı cezaevindeydi. Denizlerin idamlarına 15 gün kalana kadar birlikte olan Yalçıner, anılarını ve Denizleri anlattı.

Deniz ile ilk karşılaşmanız nasıl oldu?

Deniz'le ilk tanışıklığım, Bursa Cezaevi'nden çıktıktan sonra Deniz, Ankara ODTÜ'ye geldiği an oldu. Ondan sonra benim dağa gittiğim döneme kadar hiç ayrılmadık. Sonra bir takip sonrasında yakalandılar. Sonra yine Mamak Cezaevi'nde buluştuk. Denizlerin idamından 15 gün öncesine kadar sürdü beraberliğimiz. Uzun süre TRT davası sürerken mahkemelere beraber gidip geldik. Aynı hücrelerde kaldık. 18 kişi idam cezası aldığımızda, yine bir ayrı gayrı yoktu aramızda. Ama yargıtay bir numaralı dairesi (tam emin değil) idam cezasını 9 kişiye indirdi. Ben de o dokuz kişinin içindeydim. Sonra daireler genel kurula gitti. Orada da idam edileceklerin sayısı üçe indirildi. Sonra da felaket bir durum olmuştu ben o üç kişinin içinde değildim. İdam edilecekler Deniz, Yusuf, Hüseyin'di. Yani Denizlerle geçirdiğimiz en kahredici süreyi o dakikadan sonra yaşamaya başladık. Ama durumumuzla da dalga geçiyorduk. İşte Deniz çıkıp bir sandaleyenin üzerine 'Şöyle vuracağız tabure' diye dalga geçiyordu. Asılmaya karşı hepimiz tiyatral oyunlar yapıyorduk. Asılmalarına 15 gün kala Deniz'leri yanımızdan alıp, arka taraftaki hücerelere götürdüler. Orada bir kere daha görüştük. Açlık grevine girdikleri zaman. Bizimle görüşmek istemişler, bir kerede böyle görüştüm. Vedalaştık... Sonra 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece onları hücrelerinden çıkarıp götürürlerken Deniz'in sesini duyduk. 'Hadi eyvallah arkadaşlar' diyip gitti.

Nasıl biriydi?

Müthiş hayat dolu... Ölümle biraz dalga geçen, ama gerçekten dalga geçen... Herşeyi alaya alan... Alaya aldığı konunun içeriğini eleştiren...Ama kendi davranışları ile de dalga geçen... Hayatı çok dolu dolu yaşayan... Hayatını zevk alarak yaşarken etrafındakini de bunu aşılayan bir kişiydi bir Deniz... Diğer arkadaşlarda böyleydi mesala... Hüseyin de öyle, Yusuf ta... Ama Deniz bu haliyle daha fazla fark edilen biriydi. Mesala Hüseyin idamcılık oyunu oynamazdı. Hüseyin'ler hiç oyun oynamadı... Ama sandalyesini de o tekmeledi. Yani farklı yapıları olmaları itibariyle birbirlerine üstünlükleri olan müthiş insalardı. Deniz konu ne olursa olsun, hemen hemen onbinkişiyi hemen toplayabilecek bir kişiydi. Yani bu söylemesi çok kolay bişeymiş gibi görünüyor ama yaygın ilişkilere sahip olmayan, arkadaşlarının ruh halini iyi bilmeyen, kalabalığı iyi tanıyamayan birinin hele tek başına birinin böyle bir işi yapması anlaşılır bir durum değildir. Ama yoktan eylemler var ettiğini işte onbin kişiyi sokağa döktüğü ben biliyorum.

Bir örnek verebilirmisiniz?

Bunlardan bir tanesi 6. Filo örneğidir. Şu Amerikalı denizcilerin denizlere döküldüğü eylem. Hiç kimsenin aklında Amerikalı askerlerin denize dökülmesi yoktur. Bir tek Deniz'in aklında vardır ama. Gümüşsuyu'nun orda başlar tartışma. 'İşte gidelim şimdiki adı basın açıklaması' olan şeyi yapalım, devrim andı içelim dağılalım. Bazıları eylemi engellemeye bile çalıştılar. Deniz'de güneşe akın var akın diyerek bir çağrı yaptı mı herkes ne yapacağını şaşırıyor. Şimdi burda Deniz'in gözlemlediği şey şudur, öğrencilerin ne yapmak istediklerini, neye özlem duyduğunu biliyordu. Onu yakalamıştı. Deniz o gençlerin gözlerindeki öfkeyi yakalıyor, tek başına da olsa bu çağrı yapıyordu. Deniz bu işte. Bize de Deniz türü adamlar gerekiyor. Eylemlerin içinde eylemin nerede nereye kadar gidebileceğini bilebilen, onu gözleyebilen, arkadaşları ile beraber soluk alıp verebilen, aynı havayı soluyabilen... Ancak Deniz gibileri bunu. Deniz o dönem yalnızca İstanbul'un da değil ayrıca Ankara'nın da önderlerinden. Deniz'i Deniz yapan özelliklerinden birisi neyi yapılabileceğini bildiği için nerede durması gerektiğini bilmesiydi. Mesala ben Ankara'daydım Deniz İstanbul'daydı. Biz Ankara'dayken genelde polisten dayak yerdik. Bizim kavgalarımızda polis üstün çıkardı. Ama onlar sürekli olarak polisi önlerine katıp kovalarlardı. Deniz şunun farkındaydı kazandığın başarılarla ilerlemek... Şimdi hep dayak ye kimse Deniz'in arkasında yürümezdi.

O dönem nasıl miras bıraktı?

68 devrimci bir miras bıraktı bize. Nedir miras.? Sağolsun Deniz mirası çok iyi özetliyor. Nasıl asılacağına hazırlanan Deniz, ne söyleceğini de hazırlamış. Kahrolsun Emperyalizm diyor mesala. Devrimci bir çağrı, işte emparyalizme karşı mücadeleden bahsediyor. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlığı diyor mesala. Nasıl bir bağımsızlık? işte emperyalizme karşı mücadelenin milliyetçi bir mücadele olmadığını söylüyor. Halkların mücadelesi olduğunu ve ancak halkların kardeşliği ile verilebilecek bir mücadele olduğunu söylüyor. Yaşasın İşçiler ve Köylüler diyor. Mesala Deniz yaşasın solculara demiyor. İşçilere ve köylülere sesleniyor. İşçi ve köylü onun malzemesi yani bir araya gelin diyor. Örneğin Deniz işçi evlerinde çok duraklamıştır. Dışarda olduğunda, ya bir işçinin evindeydi ya da bir sendikanın eğitim odasındaydı. Ya da işçi eylemlerinin direnişlerinin içindeydi. Deniz'i deniz yapan yüzünün halka dönük olmasıydı. Bu yüzden halk kendi için çabalayan, önderleri unutmuyor.

Deniz'in halkla ilişkisi nasıldı?

Deniz sadece üniversiteler de değil eylemlerle halkın içinde de yer alıyordu. Deniz artık ülkenin demokratikleşmesi için mücadele ediyordu. Ama gençlerle ilişkisini de kesmiş değildir. Çünkü o da gençlerle başladı. Hiçbir hareket ihtiyarla örgütlenmemiştir. Ama genel bir perspektifi vardır. Sadece gençlerin sorunlarına çözüm üretiyor yoksa bütün bir halkın sorunlarına mı çözüm üretmeye çalışıyor? İkincisini yapıyor tabi. Mesala köylülerin Deniz'i sevmesi burdan geliyor. Deniz'i kendilerinden biri olarak görmeleri, Deniz adı geçtiğinde gözlerinin yaşarmasının bir nedeni de budur. Kürt'ün de Türk'ün de ortak sevdiği çok az sayıdaki insanlardan biridir Deniz.

Deniz hakkında 'Milliyetçi-Kemalist' olduğu söyleniyor?

Şimdi Deniz Filistinli'ler ile ölmeyi göze alabilen birisi. Onlarla beraber savaşıyor. Şimdi başka bir halkla birlikte ölmeyi kabullenen birisi milliyetçi olabilir mi? Şu doğru Deniz başlangıçta azalmak üzere Kemalist fikirlere sahip. Sonraki açıklaması emperyalizme karşı bir savaş yürütme kararı ve bunu pratiğe döküyor. Sonra dönüp, tarihe bakıyor. Tarihte bunu yapan Mustafa Kemal var. Dolaysıyla yeni bir anti emperyalist mücadele vermeye girişen biri ister istemez tarihe bakıp, bunun yürütücülüğünü yapan biriyle etkileşim içerisine giriyor. Ondan etkileniyor. Ama yaşasın Kemalizm diyen bir Deniz yok, yaşasın Marksizm diyen bir Deniz var. Deniz bunun farkında değil mi? Şimdi Kemalist olacak ama kalkıp yaşasın Marksizm Leninizm diye bağıracak. Ha demek ki mücadele hem Deniz'i olgunlaştırıyor hem de Deniz'in perspektiflerinde bir takım değişimlere yol açıyor. Şimdi Kemalizm ile Kurtuluş Savaşı'nda Kürtlere dağıtmış olduğu mavi boncuk ötesinde bir olumlu ilişki kurmak mümkün mü? İşte Dersim, Şêx Said isyanı... Kemalist bir devlet hep Kürtlerin üzerine yürümüş bir devlet olarak bilinmiştir. Deniz ne diyor peki Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlığı...

Peki ya diğerleri?

Şimdi ben Denizler dediğimde bir tek Deniz'i kastetmiyorum. O bir sembol. Mesala Che diyince diğerlerine haksızlık oluyor mu? ben olmadığını düşünüyorum. Yani o dönem Deniz'de sembolleşmiş. Yani bu ne Mahir'e ne Hüseyin'e ne Yusuf'a ne diğerlerine haksızlık değildir. Halk böyle diyor en azından. Böyle şeyler halkın vicdanıyla çözülür. Yani gidip ortalama birine sorarsanız o dönemde öne çıkan Deniz'dir. Mesala beni devrimci yapan Deniz değil, Hüseyin'dir. Şimdi ben Hüseyin Hüseyin demem mi gerekiyor. Hüseyin de çok önemli biridir. Örneğin THKO'nun kurulmasında en az Deniz kadar önemli biridir. Ama Deniz'in yeri başkadır. Ben eski bir arkadaşı olarak, beraber mücadele ettiğim bir olarak söylüyorum. Bir gün benim de üyesi olduğum bir islamcı mail grubundan biri Deniz'e laf söylemiş. Grubun diğer üyeleri ise Deniz'i sahipleniyor. Kendi kavram ve usluplarıyla tartışarak o adamı tutup attılar.

Bu miras nasıl yaşatılır?

Bir mirası yaşatması sorunu ve bir de mirası aşması sorunu var. Şimdi Deniz'lerin idamının üzerinden 38 yıl geçti. Örneğin Türkiye'nin sorunları katmerleşti. En azından şimdi daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Geriye bir de mirası yaşatmak kalıyor. Ondan öğrenerek, ondan biriktirerek yürümemiz gerekiyor. Denizlerin dönemindeki kadar halklaşmamız lazım. Bu Kürtler açısından örtgülenmeleri bakımından böyle bir formül bulunduğu söylenebilir. Ama genel Türkiye halkları bakımından devrimin haklaştırılması, işte böyle bir problem var. Bu olabiliyordu, bunu biz geçmişte gördük. Bugün sağlam birlikler kurmak, sağlam örgütlülükler kurmak, Deniz'lerden miras olarak alıp ilerletmek gerek.

Nurhak'ta arkadaşlarınızı kaybettiniz...

Benim hayatımda iki tane başlıca zor vardır. Birincisi idamımım bozulmasıdır. Diğerleri idama giderken onların seyircisi olmak çok zordur. İkincisi de çatışmadır. Çatışmada ben vurulmadan iki arkadaşım vuruldu. Onlara mesala yardım etme şansımda yoktu. Geri çekilmeye çlaşıyorduk ve aramızda beşer metre vardı. Sinan bende sonra vuruldu. İşte ben onların iniltilerine tanık oldum. vurulurken bacağımın koptuğunu sandım. Mavzer mermisi felakettir yani. Aldığımız askeri eğitim ile çatışmanın felaketle sonuçlanabileceğini anlamıştık. Çünkü bulunduğumuz yer kuşatmaya çok müsait bir yerdi. Sabah ilk saatleriydi ve Mayıs ayıydı. Sürekli olarak takviye gelecekti. Anladık yani. Sonra beni Gölbaşı'na sağlık ocağına götürmüşlerdi. Beni cansız yatan arkadaşlarımın yanına götürdüler. En son orda gördüm onları. Orda iyice fena oldum. Sinan'ın üzerinde en yüztane delik vardı. Taramışlar düştükten sonra...

Her 6 Mayıs'ta yeniden doğuyorlar

Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan 23 yaşındaydılar idam edildiklerinde. Tarih 6 Mayıs 1972... 38 yıl geçti aradan şimdi kavga arkadaşları Üç Fidanı anlatıyor. Gençlere, gelecek kuşaklara onları daha doğru anlatabilmek için...

Mücadele arkadaşlarından şimdilerde Mersin'de 68'liler Derneği'nin başkanlığını yapan Selçuk Polat: 'Biz geçmişte köylere gittiğimizde camiden anons ediliyordu: DEV-GENÇ'li kardeşlerimiz gelmiştir 'Süleyman'ın kahvesinde saat altıda buluşalım diye'

MÜESSES NİZAMIN BEKÇİLERİ

Selçık Polat Denzileri şu cümllerle anlatıyor: 'Ben onları canavarların önüne atılan, onlara kafa tutan özgürlük savaşcıları olarak değerlendiriyorum. Denizler sadece asılan üç arkadaşımız değildir: Müesses nizamın bekçilerinin dişlerinin arasından bu üç fidanı almak için hayatlarını hiçe sayan Kızıldere Arslanlarını diğer öldürülen yoldaşları da bu tanımın içine almak gerekir.'

'O gün de bugün de toplumu korkular yönetiyor' diyen Selçuk Polat, 'Biz 70'lerde kokunun efendilerine karşı başkaldırdığımızda toplumun tüm kesimlerinden destek alabilmiştik. Belki bu desteği iyi değerlendiremedik. Fakat bugünleri etkileyen hatta belirleyen devrimci mücadeledeki tüm olumlu örnekleri sergiledik.' diye konuştu. Polat, 'Kızıldere nasıl devrimci dayanışma ve fedakarlık da en üst ve tartışılmaz bir örnekse aynı şekilde okullarda, köylerde, fabrikalarda ve kasabalarda ki çalışmalarımız kitle çizgisi açısından rakipsiz bir öneme sahiptir. Türkçü-İslamcı zehir 12 Mart'ta tüm topluma verilerek ve buna bir de devlet şiddeti yani Ergenekon (Kontr- gerilla) saldırısı eşlik edince bu bağlar tek tek koparılmıştır.'dedi.

CAMİDEN ANONS GEÇİLİRDİ

'Geçmişte köylere gittiğimizde camiden anons ediliyordu: DEV-GENÇ'li kardeşlerimiz gelmiştir Süleyman'ın kahvesinde saat altıda buluşalım diye. Daha da önemlisi İşçiler 15-16 Haziran 1970 de İstanbul Kömünü'nü kurmak üzereydiler.' şeklinde anlattı. Polat sözlerini şöyle sürdürdü: 'Bugün Milliyetçiler ile İslamcıların ayrı ayrı durduklarına ve ayrı kulvarlarda olduklarına bakmayın. Bu halkımıza karşı kurulmuş tuzakların en büyüğü ve en tehlikelisi. Tıpkı bağlanmamış bir kemer gibi düşünün bunu. Aynı kemerin tokası ve ucudur onlar. Kim ki onların etkisine girer bilinki o büyük projeye hizmet etmiş olur. Bizim projemiz ise insan temelli sosyal ve demokratik bir ülke yaratmaktır. ABD politikalarını hedef almamız işte bu yüzden anlamlıdır. Çünkü antiemperyalizmi, antifaşizm ve antişovenizmle birleştirmeyi başarmıştık. İşte bu açıdan Denizin ölüme giderken haykırdığı slogan tesadüf değildir ve Kürt sorununa bakışımızında bir ifadesidir.'

Polat son olarak, 'Arkadaşlarımızın asılması ve katledilmesinden bu yana bana acı veren en büyük olay veya gelişme onların asılmasında bizzat rol alanlar ile bunlarlarla aynı kafa yapısında olan devamcılarının bugün kendine sol diyenler tarafından topluma demokrat olarak sunulmasıdır. Yani Demireller; Özallar, Türkeşler, Yazıcıoğuları, Erdoğanlar ve diğerleri' dedi.

Hazırlayan: Hacer PERSİDAT - Erdal ÖLMEZ

Hiç yorum yok: