18 Mayıs 2010 Salı

Bir Mezopotamyalı Felsefeci Ve Peygamber: Mani

Tarihe inanmak; bununla insanları, geçmişini bilmeye ve bilinç kazanmaya yöneltmektedir. Bir nevi insanları, cehalet üzerine kurulan sömürü ve tahakküm sistemini tanımaya sevk etmektedir. Bununla insanlarda birlikteliği teşvik...



Maniliğin ortaya çıkışı:
Hüseyin Amed
Mani sözcüğünün Aramice kökeni olan "Mana", ışık anlamına gelmektedir. Kökenini Mandeen (Sabiilik) inancında bir gizemli güç  ‘Mana Rabba’ olan ‘Işık Kralı’ kökünden almaktadır. Bu bakımdan Mani sözcüğünün tam anlamının ışık saçan ve bu anlamda "aydınlatan" olduğu genelde kabul görmüştür. Sabiilik bugünkü Suruç-Cizre çevrelerinde etkili olmuş, hem Yahudiliği hem de İslamiyeti önemli oranda etkilemiş olan yıldızlara tapınmayı esas alan bir dindir. Önderliğimiz Manicilik’i tanımlarken “Hıristiyanlık döneminde etkinlik gösteren Mani ve Mitra hareketlerini tanımak ve uygarlık sistemindeki rollerini kavramak önemlidir. Mani, Orta Dicle kıyılarında kendini yetiştiren, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Helenizm karışımı bir sentezle Roma ve Sasani çıkmazına ve savaş kördüğümüne bir yanıt, çıkış getirmek isteyen değerli bir kişiliktir. M.S. 216-276’da yaşamıştır. Sasani uygarlığının en tutucu unsurları tarafından katledilmiştir. Sistemi tutunabilseydi, erken bir Ortadoğu Rönesans’ı olabilirdi. Tam dini nitelikte bir ideoloji de sayılmaz. Felsefe ve sanat karışımı özellikleriyle dikkat çekicidir. Dinsel dogmatizme alternatif olabilirdi. Ortadoğu kültürünün buna çok ihtiyacı vardı. Orta Asya’dan (Uygur Devletinde tanındı) Avrupa içlerine kadar yandaşları vardı. Düalistik karakteriyle diyalektik düşüncenin gelişmesinde rolü vardır. Erken solan kültür çiçeklenmesinden biri gözüyle değerlendirilebilir” Manicilik bir bakıma Zerdüşt Düalizmi, Mezopotamya mitolojisi, Buddhist ahlâk ilkeleri ve Hıristiyan evrensel kardeşlik inançlarının bir sentezinden oluşmaktadır. Manicilik’in temeli, Zerdüştçülüğün iyilik ve kötülük ilkesine dayanır.  Mani’ye göre evrende iki ilke egemendir; iyilik ışık ve ruhtur, kötülük de karanlık ve bedendir. Evren bir iyilik-kötülük karışımıdır, insan da bundan ötürü ruhtan ve bedenden yapılmıştır. Bedenin içine hapsedilip acı çeken ruhları kurtarmak gerekir. Amaç, iyilik-kötülük savaşının üstündeki birlikteliğe ulaşmaktır. İnsanları bu birliğe ancak bilmek götürebilir, bilmek ise sevgiyle kazanılır. Sevgi, kötülüğü iyilik içinde eriterek insanları birliğe ulaştıracaktır. Bu amaca varabilmek için her türlü tutkudan ve yalancılıktan sakınarak yaşamak gerekmektedir.
Mani’nin İran’da doğduğu söylense de asıl olarak Mardinli olduğuna yönelik görüşler daha baskın ve gerçeğe daha yakındır. Kendisi ekonomik ve sosyal olarak varlıklı bir aileden gelmektedir. Babası Medler’in başkenti olan Ekbatan’lı, annesi ise Arsaki hanedan soyundan gelmektedir. Öğrenim ve bilgi düzeyi gelişkin bir aile yapılanmasına sahiptir. Ailenin bu sosyal yapısı Mani’nin düşünsel şekillenmesinde önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Babasının dinde reform yapılmasını savunan biri oluşu da Mani’yi belli düzeyde etkilemiş olabilir, denilmektedir.  Ancak düşüncelerinin şekillenmesinde anaerkil kültür kalıntılarının etkisi daha belirleyici olmaktadır. Dönem ataerkil sistemin yükselişe geçtiği ve büyük savaşların ve acıların yaşandığı bir dönem olsa da halen Zerdüşt’ün de etkisiyle neolitik kültürün etkileri güçlü bir şekilde yaşanmaktadır. Toplum üzerinde egemen sistemin ağır baskıları olsa da demokratik ve komünal geleneğin direnişi güçlüdür. Bu gerçekliğin Mani’yi büyük oranda etkisine aldığı bir gerçektir. Toplum üzerindeki ağır baskılar, şiddet, yasaklar, insan emeğinin sınırsızca sömürülmesi, özel mülkiyetin kutsanması ve mülkiyet adına her türlü kirli ve çirkin oyunların-uygulamaların geliştirilmesi, kadın kişiliğinin ve bedeninin çok çirkin bir biçimde istismar edilmesi, kadın köleliğinin ve fuhuşun çok yaygın ve derin olması, doğa tahribi ve hayvan katliamı gibi nedenler Mani’nin öğretisini şekillendirmesinde temel yapı taşları olma rolündedir.
Maninin peygamber olarak ortaya çıkması ve örgütlenmesi: 
Mani, M.S.242 de Gundeşapûr kentinde I. Şahpur'un tahta geçme törenleri için ülkenin her yanından toplanmış bulunan kalabalığa yeni dinini ilk kez ilân ettiği konuşmasında. ‘Nasıl Buddha Hindistan'a, Zerdüşt İran 'a ve Isa Batı topraklarına geldiyse, iste simdi ben, Mani, Mezopotamya topraklarında Gerçek Tanrı'nın habercisi olarak peygamberliğimi duyuruyorum’ der. Mani kendisini Adem`den Buda, Zerdüşt ve İsa`ya kadar uzanan bir peygamberler silsilesinin son halkası olarak tanımlıyordu. Ona göre doğru dinin geçmişteki vahiyleri, tek bir dilde tek bir halka seslendiği için etkili olamamıştı. Oysa kendisi, bu öteki dinlerin yerini alacak evrensel bir dini yaymakla görevlendirilmişti. Manilik Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve Balkanlar'da bin yıl süre ile dağınık ve süreksiz biçimde varlığını devam ettirmiştir. Oysa asıl gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya ve İran'da gerçekleştirmiştir. Doğu'da etkisini X. yüz yıldan sonralara kadar sürdürdüğü Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başarmıştır. Ayrıca Maniliğe sonradan katılanlar, onun özgün hakikatini görememişlerdir. Önder Apo. ‘M.S 3. yüzyılın başlarında doğan Sasani İmparatorluğunda Kürt ağırlığı değişmez. Zerdüştlük temel ideolojik dayanaktır. Yeniliği M.S 210-276 yıllarında yaşayan Mani peygamber yapmaktadır. Mani bütün dönem dinlerinden bir sentez yaratıp Roma ve Sasani İmparatorluğunun temel zihni örgüsü haline getirerek, barış ve Rönesans’ı yaratmayı hedeflemektedir.”         
Hıristiyanlığın Mezopotamya'ya asıl yayılması da bu döneme denk düşmektedir. Özellikle Urfa, Nusaybin ve Nizibis üzeri dönemin en güçlü Hıristiyanlık merkezleri olarak komşuluk yolu ile Kürtler üzerinde de etkili olur. Kısmi bir Hıristiyanlaşma yaşanır. Sasanilerde Zerdüştizm’in devlet dini olarak var olması Hıristiyanlığın tam kabullenilmesini engeller. Fakat Roma ve Sasani İmparatorlukları arasındaki çok yıkıcı savaşların özellikle Diyarbakır- Nusaybin hattında olanların etkileri yıllarca devam etmiştir. Helenistik dönemin aksine, toplum ekonomik ve sosyal açıdan rahat gelişme yüzü görmemiştir.  Bu dönem boyunca Hıristiyanlıkla Zerdüştizm arasında bir rekabet yaşanmıştır
Mani vahiyle gelen önceki bütün dinlerin, özellikle de Zerdüşt dininin, Budacılığın ve Hıristiyanlığın içerdiği temel doğruları bütünlüğe kavuşturarak gerçek bir evrensel dünya dinini kurmayı amaçlıyordu. Özlemi duyulan Dünya barışı ancak bu şekilde sağlanabilirdi. Ama bu din, sıradan bir eklemeciliğin ötesinde, değişik kültürlere göre farklı biçimler alabilecek bir hakikati de içermeliydi. Manicilik, özünde bir tür gnostisizmdi. Öteki bütün gnostisizm türleri gibi Manicilik de bu dünyadaki yaşamın katlanılmaz ölçüde acı ve kötülükle dolu olduğunu öğretiyordu. İç aydınlanma ya da gnosis, Tanrı ile aynı doğayı paylaşan ruhun, kötülüklerle dolu madde dünyasına düştüğünü ve tin aracığıyla bundan kurtarılması gerektiğini gösteriyordu. Bu bilgi, kurtuluşa ulaşmanın tek yoluydu. Kişinin kendini bilmesi, geçmişte beden ve maddeyle karıştığı için bilgisizliğin ve öz bilinç yokluğunun kararttığı gerçek benliğini yeniden elde etmesi demekti. Kendini bilmek, ruhunun Tanrı ile aynı doğayı paylaştığını ve aşkın bir dünyadan geldiğini anlamaktı. Bilgi, insana maddi evrende içinde bulunduğu düşkün koşullara karşın aşkın dünyadan kopmadığını, bu dünyaya ölümsüz ve içkin bağlarla bağlı olduğunu kavrama olanağını veriyordu.
Mani daha çok tarikat tarzında örgütlenmiştir. Tarikat üyeleri, günahlarından arınmak için her gün abdest alıyorlar ve yiyeceklerini de su ile temizliyorlardı. Ayrıca, et yemiyorlar ve şarap içmiyorlardı. Her üye kendine ayrılmış bulunan tarlada çalışmak zorundaydı. Tarikat’ın yerleşik ve tarımsal görünümü bir Yahudi tarikatı olan Esenileri andırıyordu. Bu benzeşimi güçlendiren diğer bir öğe de, kendi dinsel inançlarını tıpkı Eseniler gibi "Yasa" (Nomos) olarak adlandırmalarıdır. Diğer önemli bir unsur da, bu tarikatın, bir Yahudi uygulaması olan "Şabbat"  gününe riayet etmesidir.
Önder Apo ‘Köleci uygarlığın Doğu karargâhında İsa hareketine benzer bir gelişmeye Mezopotamyalı Mani kişiliğinde rastlanmaktadır. Mani’nin Helenizm, Zerdüştlük ve Hıristiyanlık kültürlerini daha ileri bir sentezde birleştirmek istediği ve bunda epeyce mesafe aldığı bilinmektedir. MS 216’da Sasani hanedanlığıyla aynı zamanda doğan Mani’nin ideolojik hareketi gerici rahipler sınıfını aşabilseydi, belki de Sasani İmparatorluğu Roma’ya kadar yansıyabilecekti. Manicilik, tek tanrılı dini dogmalardan farklı olarak, biraz Avrupa Rönesans’ına benzeyen bir akımı oluşturabilirdi’demektedir. Bu anlamda Ortadoğu eksenli erken bir dinsel Reformasyondan da bahsetmek abartı olmayacaktır. Kuşkusuz böyle bir Reformasyon gelişebilseydi Ortadoğu tarihi büyük olasılıkla farklı gelişecekti. Yine bu dönemde Roma-Sasani savaşları Ortadoğu da barışı ekmek su kadar ihtiyaç duyulan bir olguya dönüştürmüştü.  Önderlik Mani'nin çabalarını ‘Bizzat Hz. Mani Roma’ya kadar gider, ‘Sasanilerle barışı sağlarım’ der” diye tabir eder.
Maninin temel öğretileri ve Sasaniler tarafından talihsiz bir şekilde tasfiyesi:
Mani’nin öğretisini özümseyip yaymakla görevli inanmış insan gruplarına seçkinler denilmektedir. Kadınlar da bu seçkinler grubu içinde önemli oranda yer almaktadır. Mani’nin kadına yaklaşımı oldukça özgürlükçü ve demokratiktir. Kadını erkek ile eşit ve arkadaş olarak görmekte ve öyle de yaklaşmaktadır. Kadın ile olan arkadaşlığı, en değerli ve anlamlı arkadaşlık olarak tanımlamaktadır. Zerdüşt ile birlikte başlayıp Mani ile en güzel ifadesine kavuşan kadını arkadaş ve dost gören yaklaşım, geldiği aşamada en ileri ve özgürlükçü düşünce biçimini ifade etmektedir. Bu yaklaşım, kadın düşürülüşüne ve kadın yoluyla toplumun düşürülüşüne duyulan büyük bir özgürlükçü duruşu, tepkiyi ve mücadeleyi de içermektedir. Mani, kadının değerini ve anlamını, cinsel sömürünün kadının ve toplumun düşürülüşündeki büyük etkisini derinliğine kavramış görünmektedir. İzinde giden seçkin grubuna evlenmeyi yasaklaması ve bekârlığı kutsaması bu anlayışın anlama ve eyleme kavuşmuş biçimidir. Mani kadınla arkadaşlık ve dostluk ilişkisini temel bir prensip haline getirmiştir.
Manicilik insanlığın gerçek doğası, yazgısı, tanrı ve evren üzerine taşıdığı bilgileri karmaşık bir mitolojik anlatımla insanlığa sunar. Günahkâr ruh kötülüklerle dolu maddeyle karışır ve sonunda tin aracılığıyla özgürlüğe kavuşur. Bu nedenle mitoloji üç aşamada gerçekleşir: Tin ve madde, iyi ve kötü, ışık ve karanlık gibi temelden karşıt özlerin birbirinden ayrı olduğu ilk dönem; iki tözün birbirine karıştığı ve yaşadığımız çağa karşılık gelen ara dönem; başlangıçtaki ikiliğin yeniden kurulacağı gelecek dönem. İyi insanların ruhları, ölümle birlikte Cennet’e döner. Zina, çocuk yapma, mülk edinme, ürün yetiştirme, et yeme, şarap içme gibi bedensel zevklere kendini kaptıran kişinin ruhu ise yeni bedenlerde sürekli yeniden doğmaya mahkûmdur
Önderlik Maniliğe karşı gelişen gerici yaklaşımları ortaya koyarken‘Bilindiği gibi, saptırılmış da olsa, bu devrimin en büyük ürünü Med Konfederasyonu ve onu devralan (Ne yazık ki çok çarpıtılacaktır) Pers İmparatorluğu’dur. Mani (M.S. 250’ler) bu ahlaki öğretide ikinci bir devrim yapmak istese de, oldukça yozlaşmış Sasani imparatorları bunu engelleyecektir. Mani’nin kendisi ağır cezalandırılacaktır. İki dinsel ve ahlaki kimliğin çatışması söz konusudur’. Mani’nin öğretisi, egemenlik, mülkiyet ve zevk peşinde olan güç odaklarını oldukça korkutmuş ve harekete geçirmiştir. Dönemin egemen güçleri, Mani ve yandaşlarına pervasızca yönelmişlerdir. Öğretisinin kök saldığı Mezopotamya ve Sasani imparatorluk sahası gün geçtikçe Mani’nin düşünceleriyle ısınmış ve canlanmıştır. Bu durumu büyük bir tehlike olarak değerlendiren Sasani hükümdarı 1. Şahpur ve gerici Zerdüşt rahipler, Mani’yi ve yandaşlarını teşhir etmeye ve onlara saldırmaya başlamışlardır. Rivayet edilir ki 1. Şahpur tarafından Mani Uzak Asya’ya sürgüne gönderilmiştir. Mani burada boş durmamış ve yıllarca Asya’nın önemli bir bölümünü dolaşarak düşüncelerini yaymış ve geniş bir örgütlenme ağı yaratmıştır, taraftar toplamıştır. Mani, Sasaniler'de iktidar el değiştirip Şahpur’un yerine 1. Hürmüz iktidara geldiğinde tekrardan İran’a dönerek öğretisini yaymayı sürdürmüştür. Hürmüz’ün hoşgörülü yaklaşımına dayanarak yaklaşık bir yıl rahat çalışmıştır. Ancak 1. Hürmüz’ün iktidardan çekilmesiyle bu süreç kesilmiştir. Sonra onun yerine geçen oğlu 1. Behram zamanında tekrardan şiddetli baskı ve saldırılarla karşı karşıya kalmıştır. Rahip Kartirler tarafından  ‘sakat şeytan’ -topal olmasından kaynaklı olmalı- olarak nitelendirilip her yerde yoğun bir biçimde aşağılanmıştır. Yeni Şah I. Behram, Mani'yi çarmıha gerdirmiş, sonra da başı kesilmiştir. Mani'nin yandaşlarını yıldırmak amacıyla cesedi parçalanmış, derisi yüzülmüş, içine saman doldurularak kent kapısına asılmıştır. Mani'nin ölüm tarihi 276-277 yılları olarak bilinmektedir. Yine 279 Yılında, Roma İmparatoru Diocletianus, İskenderiye kentinde tüm Manici yazıların yakılmasını emretmiştir. Buna benzer yok etme çabaları yüz yıllarca sürdürülmüştür. Mani’nin öldürülmesinde Kartirler başı çekmişlerdir. Mani’nin öğretisini kendi gerici ve tutucu düşünce kalıplarına karşı büyük bir tehdit olarak görmüşlerdir. Diğer bir rivayete göre ise sürgüne gönderilmemiş, yıllarca zindana kapatılmış, Hürmüz’ün hükümdarlığı sürecinde serbest bırakılmış ancak kısa bir dönem sonra da 1. Behram zamanında idam edilmiştir.
        Özetlemek gerekirse İsa'dan sonra II. yüzyılın ortalarında Mezopotamya’da doğan Manicilik inancı, henüz ilk yüz yılını tamamlamadan Doğu ve Batı'ya yayılmayı başarmıştır. Doğal olarak da karşısında en büyük rakip olarak Hıristiyanlığı bulmuştur. Manicilik ile Hıristiyanlık arasında uzun süreli sert kavgalar cereyan etmiştir. Hıristiyanlık bu kez karşısında, akılcı yöntemleri ve başarılı diyalektik çözümlemeleri olan, Hıristiyan Kilisesi modeline uygun örgütlenen ciddi bir hasım bulmuştur. Onun için her geçen gün, Manicilik karşıtı kilise kuralları, devlet buyrukları ve düalist öğretileri kötüleyen yapıtlar çoğalıyordu. Hıristiyan Kilisesi, Manicilik karşısında geçirdiği korkuyu bir daha asla unutamayacak, yüz yıllar boyunca karşılaştığı her düalist hareketi Maniciliğin bir devamı ya da hortlaması olarak kabul edecekti. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına karşın Vaudois'lar, güney Fransa da yaşayan ve eşitlikçi bir yaşam süren Kathar'lar, Tampliye'ler Manicilik ile suçlanmışlardır. Artık, Hıristiyan Kilisesi'nin gözünde her sapkın inanç Manicilik olarak yaftalanacaktır. Bu suçlamadan ne Luther, ne de Calvin kendini kurtarabilecektir. Oysa Luther kendi yandaşları tarafından Kilise'nin Maniciliğe karşı son savunucusu olarak gösterilmiştir. Batı'daki Reformasyon hareketinden sonra, her ne kadar Kilise'nin dogmatik tutumunda önemli bir değişim olduysa da, Maniciliğin araştırılması ve daha iyi anlaşılması çabaları başladıysa da, günümüzde bile halen bazı psikolojik bozuklukların manik olarak isimlendirilmesi, yine anormal hareketleri olanların manyak olarak nitelendirilmesi bu ters yaklaşımlardan kaynağını almaktadır.
Maninin kutsal emirleri ve kitapları:    
Maniciliğe bağlı olanların büyük çoğunluğu asıl inanmış olanların oluşturduğu ‘Dinleyicilerden’ oluşuyordu. Bunlar yalnızca Mani'nin On Emri ile maninin dinine bağlıydılar. Bu On Emir, Yahudilikteki Musa’nın on emrini çağrıştırmaktadır
Bu emirler;
1- Geçirilmiş olan zamana (tarihe) inanmak
2- Çok Tanrılı döneme inanmak
3- Yalandan kendini korumak
4- Kötü insan olmamak
5- Et yememek
6- Başkasının namusuna kötü gözle bakmamak
7- Hırsızlık yapmamak
8- Okumak, sihirle hakikati tanıyarak, bunları birbirinden ayırmak
9- Toplum içerisinde inançlı olmak
10- İşinde gevşek ve ihmalkâr olmamak 
Tarihe inanmak; bununla insanları, geçmişini bilmeye ve bilinç kazanmaya yöneltmektedir. Bir nevi insanları, cehalet üzerine kurulan sömürü ve tahakküm sistemini tanımaya sevk etmektedir. Bununla insanlarda birlikteliği teşvik etmek amacı ile kolektif tarih bilinci geliştirilmek istenmektedir.
Çok tanrılı döneme inanmak; insanlığın geçmişinin zihniyet yapısının ve değer yargılarının somutlaşması olan çok tanrılı dönem kavrandıkça ve böyle bir dönemin yaşanıldığına inanıldıkça geleceğe ait daha aydınlık ve net bir bakış açısı yakalanabilir. İnsanın kendi yarattığı değerlere saygısı yaşamın anlam düzeyini yükseltir.  Anlam, insanda yaşam sevgisini geliştiren ve yaşama sevincini doğuran en temel olgudur.
Yalandan kendini korumak; yalan egemenin, zalimin, sömürücünün ve kölenin dilidir. İnsanın kendisini bu dilden arındırması kendisine karşı yeniden öz saygısını kazanması demektir. Umut edilen eşit ve özgür sistem ancak yalandan arınarak yapılabilinir.
Kötü insan olmamak; insan kötü değildir. Aksine insan varoluşun ulaştığı en mükemmel düzeyde seyreden bir varlıktır. İnsanı kötü yapan maddedir, maddi şeylerdir. İnsan ruhu ışıklı ve temizdir. İnsan maddi şeylerden kendisini ne kadar arındırırsa bir o kadar kötülükten uzaklaşmış ve ışıkla buluşmuş olacaktır. Böyle bir yapıya sahip olan insan topluluklarının kötülük yapamayacağı varsayımından hareketle aradaki insani çelişkiler azalacak buradan toplumsal bir barışın sağlanması mümkün olacaktır.
Et yememek; et kültürü insan doğasında olmayan şiddet kültürünün bir parçasıdır. İnsan doğası, doğa ve hayvanlarla barışık ve dosttur. Hayvanlar insanlar gibi canlı, acı duyan, mutlu olan bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda insanların yaşamının idame ettirilmesinde çok büyük katkıları olan varlıklardır. Onlara zarar vermek ve etlerini yemek suçtur. İnsan et yemeden de beslenebilir ve yaşayabilir. Böylelikle insanın insanı da öldürmesinin önü alınmak istenmektedir.
Kadına kötü gözle bakmamak ve cinsel bir nesne gibi görmemek; kadının cinsel bir meta seviyesine düşürülmesine karşı geliştirilen temel bir yaşam ilkesidir. Kadınla doğru ve arkadaşça ilişki kuramayan bir erkeğin kendi insani özüyle buluşmasının, irade kazanması ve özgürleşmesinin mümkün olmadığının en çarpıcı bir ifadesi olmaktadır. ‘Eline, beline ve diline’ hakim olan insan ahlaklı insan olacağından, toplumun bir arada bulunma harcı geliştirilmek istenmektedir.
Hırsızlık yapmamak; hırsızlık sömürücünün, işgalcinin ve düşürülmüş ve çok zor duruma getirilmiş insanların kötü eylemidir. Hırsızlık insanın doğasında yoktur. Bu, kötü maddenin insan ruhuna soktuğu bir virüstür. Hırsızlığın yaygın olduğu toplumlarda diğer ahlaksızlıkların da önü açılmaktadır.
Okumak, sihirle hakikati tanımak, bunları birbirinden ayırmak; geçmişini bilmeyen insan, kendisini tanıyamaz. Özünde yaratılan yabancılaşmayı kavrayamaz ve dolayısıyla hakikat olan kendi asıl özüyle buluşamaz. Okumak insanda bilmeyi ve bilinci geliştirir. İyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme gücü yaratır. Ayrıca okuyan ve eşitlik bilinci artan insan kendisini kötülüklerden de korur.
Toplum içinde inançlı olmak; kim olursa olsun her topluluğun ve insanın inandıklarına saygı göstermek ve inancın gücüne inanmak ve ona göre yaklaşmak insan olmanın gereğidir. Böyle bir yaklaşım ile ancak yaşam anlamlı kılınabilinir. Anlamlı bir yaşama sahip olan insan da yaşamı doğru örgütleyebilir.
İşinde gevşek ve ihmalkâr olmamak; duyarsızlık ve disiplinsizlik insanın başarıya gidişini engelleyen temel bir etmendir. Aynı zamanda insanın yaşam karşısındaki iddiasızlığını ve inançsızlığını yansıtmaktadır. Bir insan yaptığı işte ne kadar ciddi ve planlı olursa bir o kadar yaşama anlam katar ve katkı sunar. Bu disiplinli yaşam duruşu beraberinde de başarıyı getirir.
Kutsal Kitapları:
Mani dininin kutsal kitapları altı tanedir. Bu kitaplar Mani tarafından yazılmış ve Mani öğretilerinin toplandığı kutsal metinlerdir. Dil olarak çok yalın bir Kürtçe ile yazılmış olması dikkate değerdir. Bu da Mani'nin kimliğini daha açık hale getirmektedir.
1. Şahberden: Mani bu kitapta kötü insanları tanıtır. Ahriman'ın bu kötü insanların arasına girip onları aldattığını anlatır.
2.Sendokojine: Mani Sendokojine 'de iyi insanları ve insanların yaptığı iyilikleri anlatır. Aydınlanmış insanı ve aydınlıkla insanların içerisine girmiş olduğu mutluluğu anlatır.
3.Riya Rast: Aydınlanmaya ve ışığa giden doğru yolu ve davranış olarak doğru olanları anlatır.
4.Olperesti: Mani Olperesti 'de inanç, düşünce ve kalp temizliğini anlatır. Ancak inançlı insan ile istenilen düzen oturtulabilinir.
5.Veşarti: O dönemdeki dinleri ve gizli kalmış geçmiş din ve peygamberleri anlatır.
6.Nivişta Gernasa: Mani bu kitabında tanınmış insanları, pehlivanları, ülkeleri için mücadele edip ölüme kadar savaşmış olan kahramanları tanıtır. Bir nevi inanmış ve saadete ermiş insanların kutsaliyetini ortaya koyar.
Mani’nin on emri, yaşam felsefesinin ve geliştirdiği inanç yapısının özünü oluşturuyor. Mani, Kutsal kitaplarda bu anlayışını daha kapsamlı ve derinlikli bir forma kavuşturuyor. Mani’nin yazdığı altı kutsal kitabın her biri adeta kendi döneminin ve gelecek dönemlerin manifestoları niteliğindedir. Mani’nin kutsal kitaplarının içeriğinden de anlaşıldığı üzere Mani’de geçmiş ile günü birleştirerek geleceği yaratma arayışı ve çabası oldukça çarpıcıdır. Mani, doğru ve iyi yaşamanın temeline bilgi ve bilinçlenmeyi koyarak çağının en büyük reform ve Rönesans denemesine kalkışmaktadır. Bir nevi bilinçsizliği karanlık ve kötülük olarak değerlendirmekte,  bilgiye, ışık, iyilik vasıfları yüklemektedir. Mani, toplum aydınlanmadan barışçıl ve demokratik bir yaşamın inşa edilmeyeceğinin bilincini taşımaktadır. Tüm kötülüklerin kaynağında bilinçsizliği ve cehaleti görmesi taşıdığı özgürlükçü anlayışın bir sonucudur. Şiddetin, baskının, zulmün kaynağında cehaleti ve onun sonucu olan köleliği görmesi çağının en ileri düşünce gücünü yakaladığı anlamına gelmektedir.
      Mani, özel mülkiyeti, et yemeyi, şarap içmeyi, zinayı, evliliği, bir yere bağlı kalmayı yandaşlarına yasaklamıştır. Yandaşlarının insanlar arasında sürekli dolaşmalarını, insanlarla tartışmalarını, doğruyu insanlara öğretmelerini istemiştir. Özel mülkiyet dünyasını tümden reddetmiştir. Doğanın korunmasına ve temizliğine büyük bir önem vermiştir.


Hiç yorum yok: