10 Mayıs 2010 Pazartesi

Avrupa çöküyor mu?

Avrupa bütünleşmeye doğru uzun yola çıkalıberi, buna karşı çıkanlar hiç eksik olmadı. Bunu mümkün görmeyen birçokları oldu. Bunu arzu etmeyen de birçok kişi vardı. Yine de, 1945’ten beri aldığı bu uzun ve dolambaçlı yolda, birlik projesi dikkate değer bir ilerleme kaydetti. Ne de olsa, Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’na da yol açmış 500 yıllık bir milliyetçi çatışma ile bölünmüş durumda. İntikam baskın duygu olarak kalmış gibi görünüyor. 2010 itibariyle AB, 16 ülkede ortak bir para birimini, Euro’yu kullanıyor. Vizesiz serbest dolaşıma izin veren Schengen bölgesi ise 25 ülkeyi içeriyor. Merkezi bir bürokrasisi, insan hakları mahkemesi var ve ortak bir başkan ve dışişleri bakanı sahip olma yolunda.

Tüm bu yapıların gücü abartılmamalı fakat Avrupa çapındaki özellikle en güçlü ülkelerin bazılarında milliyetçi direnci kırmadaki rolü azımsanmamalı. Yine de Avrupa’nın kimi önemli yanlardan çöküyor olduğu gerçeği de karşımızda. Bu çöküşün anahtar kelimeleri: “Yunanistan” ve “Belçika”.

Yunanistan, tüm dünyanın bildiği üzere, şiddetli bir borç krizi içinde. Moody’s Yunan hazine bonolarını “değersiz” ilan etti. Başbakan George Papandreou, neoliberal reformları beraberinde gerektirmesi de beklenen IMF’ye borçlanma olasılığını, gönülsüz de olsa ifade etti. Bu fikir Yunanistan’da hiç de popüler değil zira Yunan gururuna, egemenliğine ve cüzdanına darbe vurulması anlamına geliyor. Aynı zamanda, bir dizi Avrupa ülkesinde Yunanistan’a diğer AB üyelerinden önce yardım etmenin gereğine inananlar bunu endişe ile karşılar.

Bu senaryonun anlamı gayet basit. Yunanistan’ın bütçe açığı büyük. Yunanistan Eurozone’un parçası olduğunu için, sorunu hafifletmek için devalüasyona gidemiyor. Bu yüzden finansal desteğe ihtiyacı var. Yunanistan Avrupa’dan yardım talep etti. En büyük ve en zengin Avrupa ülkesi Almanya böyle bir yardımı yapmakta en hafif tabirle hiç de gönüllü değildi. Alman kamuoyu Yunanistan’a yardıma, özellikle de Avrupa’da gerginliğin olduğu bir dönemde verdiği korumacı refleksle şiddetle karşı çıktı. Yunanistan’a bu yardım yapılırsa arkasından (Portekiz’den, İspanya’dan, İrlanda’dan ve İtalya’dan) benzer taleplerin gelmesinden korkuyorlar.

Alman kamuoyu bu durumun tamamen geçmesini ya da Yunanistan’ın her nasılsa Eurozone’dan çıkarılmasını istiyor. Bunun hukuki olarak imkansız olması bir yana, sonucundan en fazla zarar görecek ülke Yunanistan’dan sonra, ekonomisi Eurozone’daki güçlü ihracat pazarına dayanan Almanya’dır. Şimdilik bir çıkmazdaymışız gibi görünüyor. Piyasanın akbabaları, borç tehlikesi konusunda egemenliğini koruyan Eurozone ülkeleri üzerinde uçmakta.

Tüm bunların arasında, Belçika’da bir yılı dolduran kriz ise akut bir biçimde yükselişe geçti. Belçika bizatihi pan-Avrupa siyasetinin sonucunda meydana gelmiş bir ülke. 5. Charles’ın Habsburg hükümdarlığının yıkılması Burgundy Hollandası denen bölgenin kuzeydeki Birleşik Eyaletler ve güneyde Avusturya Hollandası’na bölünmesiyle sonuçlandı. Napolyon Savaşları bu iki tarafı tekrar Hollanda Krallığı altında birleştirdi. 1830’da Avrupa’daki çatışmalar bu iki parçanın tekrar ayrılmasına neden oldu ve hemen hemen eski Avusturya Hollandası dahilinde, dışarıdan gelme bir kralla Belçika oluştu.

Belçika her zaman Flemenkçe konuşan “Flamanlar” ve Fransızca konuşan “Valonlar”ın kusurlu bir (kuzey ve güneyde olmak üzere) coğrafi bileşkesi oldu. Bunun yanında Almanca konuşulan küçük bir bölge de vardı.

1945’e kadar Valonlar daha eğitimli ve zengin taraftı ve ülkenin önemli kurumlarını kontrol ediyorlardı. Flaman milliyetçiliği bundan payını alamayanların ekonomik, politik ve dilsel haklarının mücadelesinden doğdu. 1945’ten sonra Belçika ekonomisi yapısal bir yükselişe geçti. Valon bölgesi güç kaybederken, Flamanlar güç kazandılar. Belçika siyaseti sonuç olarak, daha fazla siyasal hak -güçlerin en son amaç olarak Belçika’nın ikiye bölünmesine varacak şekilde yeniden dağılımı- elde etmeye çalışan Flamanların bitmeyen mücadelesine dönüştü.

Flamanlar azar azar ilerleme kaydetti. Bugün, Belçika ortak monarşi, ortak bir dışişleri bakanı dışında pek fazlasına sahip değil. Bu düzenlemenin açmazı Belçika’nın bugün iki değil üç bölgeli bir konfederal devlete dönüşmesidir: Flaman, Valon ve Brüksel (başkent).

Brüksel sadece Belçika’nın başkenti değil. Avrupa Komisyonuna ev sahipliği yapması ile Avrupa’nın da başkenti. Brüksel aynı zamanda çok dilli bir kent. Flamanlar bunu azaltmak için ısrar ediyor. Sorun şu ki, Belçika’nın çözülmesine karşı düzenlemeler yapılsa da Brüksel’in kaderini yönlendirmek kolay değil.

En son müzakereler öyle çetin geçti ki, Belçika’nın önde gelen Fransızca gazetesi Le Soir, “22 Nisan 2010’da Belçika’nın öldüğünü” ilan etti. Başyazarı “bu ülkenin varlığının artık anlamı var mı” diye yazdı. Şu sıralar kral, nafile de olsa yeniden hükümet kurmaya çalışıyor. Yeni seçimlerin yapılmasını, sonuçta farklı bir parlamentonun ortaya çıkmasını pek ummasa da talep edebilir. 1 Temmuz’da Belçika altı aylığına AB’nin başkanlığını üstlenecek ve bu başkanlığı yürütecek bir Belçika başbakanı olup olmayacağı belli değil.

Yunanistan’ın sorunu yayılma sorunu. Yunanistan’ın yaşadığı güçlükler Avrupa’nın başka bir yerinde tekrarlanmayacak mı -ya da tekrarlanmıyor mu? Euro kurtulabilecek mi? Belçika sorunu ise yayılma sorunundan daha büyük olsa da varlığını sürdürüyor. Belçika parçalanırsa ve her iki parçası da AB’nin üyesi olursa, diğer devletlerde de bölünme düşüncesi oluşmaz mı? Ne de olsa birçok Avrupa ülkesinde bölünme yanlısı hareketler var. Belçika’nın krizi rahatlıkla Avrupa’nın krizine dönüşebilir.

Bu iki çöküşten Yunanistan’ın temsil ettiği sorunu çözmek daha basit. Çözüm temelde Almanya’nın, ihtiyaçlarının Alman korumacılığındansa Avrupa korumacılığını gerektirdiğini fark etmesine bağlı.

Belçika krizi ise daha köklü bir sorunmuş gibi duruyor. Avrupa şu an gerçek bir federal devlete doğru ilerlemeye hazır olsaydı, bölünmek üzere olan bir devleti uzlaştırabilirdi. Ne var ki şimdiye kadar hazır değildi. Tüm son seçimlerin gösterdiği gibi, dünyanın kolektif ekonomik zorlukları hemen hemen Avrupa’daki her ülkede, dar milliyetçi unsurları güçlendirdi. Güçlü bir Avrupa federasyonu olmadan ayrılıkçı sele karşı koymak çok güç. Bu siyasal düzensizliğin ortasında Avrupa değerini kaybedebilir.

ABD’li siyasetçiler arasında Avrupa’nın içinde bulunduğu güçlüklerle ilgili kesin bir mutluluk hakim. Ne var ki, Avrupa’yı çöküşten kurtaracak olansa Birleşik Devletler’de gittikçe artan çöküş tehdidi. Avrupa ve Birleşik Devletler’i tahterevalliye binmiş gibi düşünebiliriz. Bu oyun önümüzdeki iki ila beş yılda nasıl oynanır, kesinlikle net değil.

1 Mayıs 2010

Immanuel Wallerstein

Hiç yorum yok: