18 Mayıs 2010 Salı

Aborgin Halki ve Ingiliz Somurgeciliginin Asimilasyon ve Vahseti

Doğa ile iç içe olmayı bir yaşam tarzı olarak benimseyen Aboriginlerin, el sanatları, doğa seslerinden oluşan müzikleri ve ruhsal yönden oldukça gelişmiş oldukları şüphe götürmez bir gerçektir. Yapmış oldukları resimlerin yeryüzünde ki en değme ressamın eserinden daha az değerli değildir.

Hepimizin bildiği gibi Australia’nın asıl sahiplerinin Aborigin halkı olduğudur. Bilimin 45 000 (kırk beş bin) yıl öncesine kadar inebildiği bu Aborigin kıtasında taşlara kazınmak süretiyle yapılan petrogifler’in son buzul çağı dönemine (yaklaşık 20000 yıl öncesine) ait olduğu tahmin edilmektedir.

Ada veya kıta yeryüzünde ki coğrafik yerinden dolayı ulaşım zorluğunun gerekçesiyle çok fazla işgal ve savaşlar yaşamamıştır. Buna rağmen, hiç şüphesiz ki adayı ilk ziyaret eden Britanyalılar değildir. Hollanda arşiv ve belgelerinde 1451 yılında Macassan Trepangers kıtayı ziyaretiyle başlayan ticaret 1906’ya kadar devam ettiğini yazar.

Millattan sonra 1788 yılında kıtanın Britanya işgaliyle artık bu sahipliğin el değiştireceğinin de başlangıcı oldu.

1788 yılından günümüze kadar “medeni britanya’dan göçenlerin” bir türlü, ev sahibi olan bu “vahşi yerlileri” evcilleştirememesi sorunuyla boğuşmaktadır. Denenen her “medeni” metodun sonuç vermemesi yeni ve daha acımazsız başka “medeni” metodlar üretmenin de kapısını açmaktadır.

Daha 1814 yılında asimilasyonu bir çözüm şekli olarak gören vali Macquarin’in “Native Institution” u sonuç vermemesi, aşamalı olarak katliamlarıda beraberinde getirir. Bu katliamlar zaman içinde öyle bir aşamaya gelirki artık Aborigin öldürmek serbest hale gelir ve bunun sonucu olarakta Tasmania adasında nesli devam ettirecek hiçbir Aborigin kalmaz.

Katliam ve öldürmeler tüm hızıyla devam ederken diğer yandan da, 1937 yılında asimilasyon bir devlet politikası olarak benimsenir. Zaten daha önce de varolan Aboriginlerin çocuklarını çocuk yuvası veya beyaz ailelere verme işlemi de hızlandırılırken, tarihte ve dünyanın çeşitli ülkelerinde, oldukça bozuk ve kirli bir sicile sahip olan kilise de bu politikanın başarıya ulaşabilmesinde çok yoğun bir çalışma içine girmiştir. 1869 yılından 1969 yılına kadar yani bir asır boyunca Aborigin çocukları devlet tarafından ailelerinden zorla alınıp beyaz ailelerin yanına yerleştirildi. Bunlardan bir çoğu da dini eğitim adı altında kilisede ki asimilasyon programına dahil edilmiştir. Kilise bunun insani vehameti karşısında değil kılını kıpırdatmak tam aksine bu acımasız ve insanlık dışı politikanın uygulayıcıları arasında yer almıştır. Bazı bölgelerde, 1970 ler de bile çocuklar ailelerinden zorla alınmaktaydılar.

Daha sonra Aborginler bu dönemde yaşanan bu utanç verici vahşeti “Stolen Generations” yani “çalınan kuşaklar” olarak adlandıracaktır.

Doğa ile barışık olan bu halkı, “medenileştirmek” adı altında yerleşik hayatın bir parçası olan evlerde yaşamaya zorlamak, oldukça trajik sonuçlara neden olmuştur. Kollektif yaşamaya alışkın olan ve doğada ki her ağaç, bitki, hayvan ve hatta esen rüzgarla iletişim kurabilen bu “ilkel” halk, paranın, saygısızlığın, toleranssızlığın, bencilliğin egemen olduğu yeni yaşam şeklinin ilkelliğine hiçbir zaman ayak uyduramadı. Yerleştirildikleri tek kişilik evlerde kısa süre içinde 20-30 kişinin yaşamaya başlamasını “medeni” ve bencil yaşamaya alışan hiçbir beyaz beyin anlayamadı.

Ve bunun adı da entegre olamama veya topluma ayak uyduramama olarak algılandı. Sonuç olarak cezaevlerinin değişmez misafirleri oldu bu kıtanın asıl sahipleri. Bağdakini cezaevine tıkmanın bir diğer adıydı “medeniyet” denilen kavramın.

Eğer rakamlarla Aboriginlerin durumuna yaklaşacak olursak durumun daha da vahim bir hale büründüğüne tanıklık ederiz.

Örneğin yetişkin bir Aborigin’in gözaltına alınma riski 28 kez daha fazladır beyaz Australialıya karşın ve tutuklanma riski ise 13 kez daha fazladır. Mesela Northen Territory bölgesinde halkın % 30’u Aborigin olmasına rağmen aynı bölgede ki cezaevindeki tutuklu nüfusünün ise %80’i Aborigindir. Ve yine ülke nüfusünün yüzde 2.2 si Aborigin olmasına karşılık ülke genelindeki cezaevi nüfusünün ise % 25’ini Aboriginler oluşturmakta. Cezaevinde olanların %30 ise devlet tarafından daha önce ailelerinden zorla alınan çocuklardan oluşmakta.

Yaşam süresi arasında da olumsuz fark gözlemlenmektedir. Ortalama yaşam süresi erkeklerde 59 yıl (Aborigin olmayanlar ise 77 yıl), bayanlar da 65 yıl (Aborigin olmayanlar ise 82 yıl). Aborginlerin aleyhine olan rakamları çoğaltmak mümkün.

Bilimsel çalışmaların yuvası olan üniversiteler bile Aborigin halkının kalpten kalbe, beyinden beyine iletişim kurdukları ve doğayı da çok iyi anladıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır.
Aboriginlerin uzun yıllardır duymak istediği kelimeleri Kevin Rudd cesaretle söylemişti. “Özür diliyorum, özür diliyorum ve tekrar özür diliyorum” dönemin Australia başbakanı Kevin Rudd’un Australia parlementosu adına Aborigin halkından tarihi özür dileyen konuşmasının özetiydi.
Hernekadar Australia başbakanı Kevin Rudd’un yaptığı özür dileme açıklaması olumlu görünsede ve bazı iyileştirmeler göze çarpsada, (örneğin bankaların Aborigin halkına oldukça düşük faizle krediler vermesi gibi), elinden alınan ülkesi ve çalınan tüm yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarına karşı geliştirilen “medeni” bir günah çıkartma şekli olarak da algilanabilir.
Aslında bir halka dalga geçer gibi bir durum söz konusu, yani “biz atalarınıza ölümü, bir kurtuluş olarak sunduk ve şimdi de siz kurtulanlara, dünya da ki diğer milletlere ayıp olmasın diye de bizim fırıldak finans çevresine sunduğumuz faizden daha az faizle sizin paranızı size borç veriyoruz” diye bir durum söz konusu.

Hiç yorum yok: