8 Nisan 2010 Perşembe

Oryantalizm ve Postkolonizasyon -1

Batı’nın kendi dışında olana dair algısını analiz eden, belki de en sistematik ve kapsamlı çalışma, yirminci yüzyılın son çeyreğinde göründü.

                                                                                                                                GİRİŞ
 Batı’nın kendi dışında olana dair algısını analiz eden, belki de en sistematik ve kapsamlı çalışma, yirminci yüzyılın son çeyreğinde göründü. Edward W.Said, Orientalism(1978) adlı bu eserinde kadim Doğu-Batı ilişkisini yeniden ele almakta ama bu kez söz konusu ilişkinin tarihsel süreçteki niteliğini farklı bir bakış açısı ve yepyeni bir teorik düzlem eşliğinde tartışmaktadır.  O zamana kadar entelektüel arenada Doğu-Batı sorunsalı büyük oranda Avrupa sömürgeciliği, ırkçılık ve emperyalizm gibi geniş ve genel kavramlar altında, yakın dönem tarihsel olaylar ve güncel siyasi gelişmelerle birlikte ele alınırken, 1978’den sonra meselenin aslında hiç de göründüğü kadar basit olmadığı ortaya çıkmıştır. Said, Batı’nın mevcut siyasi, ekonomik ve kültürel tahakkümünün gerisinde çok köklü ve karmaşık bir mekanizmanın işlediğini fark etmiş, bu mekanizmanın alabildiğine uzun bir zaman diliminde izini sürerek, onun yapısını, içeriğini, düzenini ve sonuçlarını etkili bir üslupla gözler önüne sermiştir.
 Ağırlıklı olarak Foucault’dan aldığı teorik zemin bağlamında, Batı’nın, ötekisi olarak Doğu denen bir ölü icat ettiğini, bunun hayali bir coğrafya, kurgusal bir tasarım ve güç-merkezli bir algıya yaslandığını ortaya koymuştur. Foucault’nun bilgi ve güç arasındaki ilişkisi ve temsil kavramını, oryantalizme uygulayan Said, Doğu hakkındaki her türlü bilginin, onu işaretleyen, çevreleyen ve inşa eden bir söylemin (oryantalist söylem) nedeni ve sonucu olduğunu ve son kertede Doğu’yu Batılı gücün tahakkümüne ve sömürüsüne açma yönünde hizmet gördüğünü ileri sürmektedir. Bunun için yüzyıllara yayılmış metinsel devasa bir oryantalist külliyat birikmiştir. Doğu hakkında yazanlar, konuşanlar, siyasetçiler, seyyahlar vb. her biri oryantalist yapıya bir biçimde eklemlenmiş, onun kuşaklar arası aktarımı ve geçişkenliğinde kendilerine düşen rolü oynamışlardır. Bu nedenle söz konusu ilişki, metinsel bir ilişki olduğu için, oryantalizm de bir söylem olarak kavramsallaştırılmaktadır. Said’in deyimiyle, Doğu ile ilgili metinler Doğu’yu yaratmıştır.     
Said’in eleştirisi, bütün bir literatürü ‘oryantalist’ olarak tanımlamanın ötesinde onu, özellikle Michel Foucault’nun çalışmasını kullanarak, söylem ve iktidar teorileriyle ilişkilendirmeye çalışır. Bu ele alış biçiminde oryantalizm bir tahakküm söylemidir. Hem Avrupa’nın Ortadoğu’ya boyun eğdirmesinin bir ürünü, hem de bu süreçte kullanılan bir vasıtadır. Onu oluşturan fikirler –boyun eğdirilmiş halkların kültürünü ve tarihini inkar eden ve onların bu egemenliğine karşı meydana getirdikleri direniş sürecini görmezlikten gelen- bu çıkış noktası ve araçsallık yoluyla açıklanabilir. Oryantalizmi oluşturan fikirler bu egemenlik ya da emperyalizm projesi için kullanışlıdır.    
Oryantalizmin Tanımı
Oryantalizm Batı’nın veya Doğu’nun dışındaki bilgi merkezlerinin Doğu  (İslam, Çin ve Hind) kültür ve medeniyetini tanımak için açtıkları bir ilim ekolü olup, “Doğu araştırmaları” anlamında kullanılmaktadır.
     Avrupalı için Doğu, Avrupa’nın bir icadı olup, eski çağlardan beri insanlarda hülyalar uyandıran, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları ile fevkalade deneyimlere yol açan bir yerdir.
    Amerikalılar için Doğu, Uzak Doğu’dur. Ve özellikle Çin ve Japonya’dır. Amerikalıların aksine Fransızlar ile İngilizler ve onlar kadar olmasa da Almanlar, Ruslar, İspanyollar, Portekizliler, İtalyanlar, İsveçliler uzun bir oryantalizm geleneğine sahiptir.  
“Çoğu Doğulu insan, Avrupalıları kendine güvenen, çok akıllı insanlar sanır. Ben ise her karşılaştığımda, her Avrupalıyı çok toy ve Doğu kültüründe yaşayamayacak kadar narin, saf ve donanımsız sayarım.” (A.ÖCALAN)
    Şarkı öğreten, yazıya döken veya araştıran kimseye Şarkiyatçı ya da oryantalist denir. Yaptığı şeyde oryantalizmdir.
    Doğu, Avrupa’ya bitişik bir kara olmanın yanında, Avrupa’nın en büyük, en zengin ve en eski sömürgelerinin bulunduğu yerdir. Kurduğu medeniyetlerin ve konuştuğu dilin kaynağı ve kültürel uzanımıdır. En önemlisi Doğu, Avrupa’nın ‘karşıt kalesi’ olarak kendini tesisinin en büyük yardımcısıdır. Bu yönleriyle Oryantalizm, kültürel hatta ideolojik bir açıdan, arkasında müesseseler, kelimeler, ilim, tasvirler, öğretiler hatta müstemleke (sömürge) bürokrasileri, müstemleke usulleriyle kavramlar olan bir sorgulama biçimidir.
    Sorunum ne Doğuculuk, ne de Batıcılık yapmaktır. Tarihsel toplumun bütünlüğünü, kesintisizliğini ve sürdürülme farklılıklarını birlik içinde doğru bir yoruma tabi tutmak temel endişemdir, emel ve çabamdır.
   Oryantalizmi bir sorgulama usulü olarak ele almaksızın ve Doğu hakkında söz söylerken bu sorgulamanın usullerine riayet etmeksizin başarılı olmak yani Doğu’yu politik, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel ve fikri bakımdan yönetmek imkânı yoktur. Yani Oryantalizm Şark söz konusu olduğunda otomatik olarak devreye giren ve tesir icra eden menfaatler örgüsüdür.
“Ortadoğu dışında hiçbir kültür alanında kapitalist moderniteye karşı direniş gerçekleştirilmemiştir. Gerçekleştirilse bile yutulmaktan, içinde erimekten kurtulamamıştır. Bu kıyaslama bile kültürel yapının tarihsel ve toplumsal kalıcılığını kanıtlamaya yeterlidir.” (A.ÖCALAN - DEMOKRATİK UYGARLIK MANİFESTOSU)  
 Oryantalizm, Avrupa’nın Doğu hakkındaki bir uydurması değil, Batı tarafından bilinçli vücuda getirilmiş ve nesiller boyu hatırı sayılır yatırımlara konu olmuş bir teori ve pratikler bütünüdür.
    Oryantalist Balfour’un ifadelerine göre, Mısır İngiltere’nin bildiği nesnedir, İngiltere Mısır’lıların kendi kendini yönetemeyeceğini bilmektedir ve Mısır’ı işgal ederek bunu teyit etmiştir. Mısır medeniyeti İngiltere idaresine girmekle mümkündür.
    Balfour’a göre Batı’lılar vardır, birde Doğu’lular vardır. Birinciler hükmederler, ötekiler hüküm altında olmalıdırlar, bu da ekseriye ülkelerin işgal edilmesi, iç işlerine tam müdahale, can ve mallarını şu ya da bu Batılı gücün eline bırakması demektir.
 “ İskender’in yaşamı bizzat bir Doğu-Batı senteziydi. Tabii ki o dönem hakim kültürlerin senteziydi, ama yine de önemliydi. Tarih bir daha o denli büyük bir kültürler sentezine tanık olmamıştır. Buna günümüzde dahildir.” ( A.ÖCALAN) 
  Batılı oryantalistlere göre Doğu mantıksızdır, dinsiz olup azgındır, çocuk ruhludur, sapkındır. Böylece Avrupalı makuldür, fazıldır, olgun ve normaldir.
    Oryantalizm pozitif bir doktrinden ziyade düşünceye getirilmiş bazı sınırlamalar olarak anlaşılmalıdır. O, entelektüel bir kudretin ifadesidir.
    Çağdaş oryantalist’e göre gerçek insan Batılıdır. Doğu nimetlerinin kullanım hakkı da öncelikle bu gerçek insana aittir. Onun gözünde Doğu’lu: deve üstünde, eli kamalı, ukala, her türlü ahlaksızlığa eğilimli, şehvet düşkünü bir insandır.
    “Günümüz Ortadoğu’sunda Avrupa modernitesini eleştirmek, hatta radikal İslamla şiddete dayalı olarak karşı çıkmak moda olmuştur.”(A.ÖCALAN DEMOKRATİK UYGARLIK)
    Oryantalizmin en büyük hatası başka bir kültürü, milleti ya da coğrafi bölgeyi önemsememesi ve ona zaafından ayrılmayan, değişmeyecek kusurlar atfetmesidir. 
     Said oryantalizmi tam olarak tanımlamaz, daha ziyade farklı ve her zaman birbirleriyle uyumlu olmayan çeşitli bakış açılarından nitelendirir ve işaret eder. Oryantalizmin üç tanımını yaparak, analizlerinin omurgasını oluşturan tarihsel genellemelere girişir. Bu tanımlardan birincisi, oryantalizm oryantalistlerin yaptıkları ve yapmakta oldukları şeydir. Bir oryantalist ‘Doğu’yu özgül ya da genel yönleriyle öğreten, hakkında yazan ya da araştıran kimseye’ denir. Bu grubun içerisine akademisyenler ve hükümet uzmanları girer: filologlar, sosyologlar, tarihçiler ve antropologlar. İkincisi, oryantalizm ‘ Doğu ile Batı  arasında yapılan ontolojik ve epistemolojik bir ayrıma dayalı düşünme tarzıdır’. Doğu ile Batı arasındaki temel bir ikili karşıtlığı ifade eder. Son olarak, oryantalizm ‘ Doğu’yla uğraşan ortak bir kurumdur’ ve bu kabaca on sekizinci yüzyılın sonlarını takiben gelen sömürge çağında ‘Doğu’ya egemen olan, Doğu’yu yeniden yapılandıran ve onun üzerinde otorite kuran’ gücü elinde bulundurur. Bu üçüncü tanım diğer ikisinin aksine sıkı bir birey ötesi, kültürel düzeyde oluşturulmuş ve Doğu hakkında söylenebilecek ya da yazılabilecek her şeyi örgütleyebilecek ve büyük oranda belirleyebilecek ‘ muazzam düzeyde sistematik’ bir mekanizma sunmaktadır.
   “Kendimi modernite karşısında gözlemlerken, büyük çelişkiler içinde kaldığımı fark ediyorum. Bunun iki nedeni vardır: birincisi, klasik Ortadoğu kültürünün etkisidir. Bu kültürün kapitalist moderniteyle köklü çelişkileri vardır. Her şeyden önce bu kültür topluma öncelik vermede çok radikaldir. Bireycilik toplumda kolay kolay yüz bulamaz; toplumsal bağlılık kişilik değerlendirmesinde temel bir ölçüttür. Toplumlarına bağlılık hepten yüceltilmiştir. Bunda din ve geleneğin etkisi güçlüdür. Ortadoğu’nun geleneksel hiyerarşik ve devlet kültürü bu algılamada da çok etkilidir. Bu özelliklerin toplam etkisi nedeniyle dış kültürlere, bu arada modern kültürü kolay teslim olmaz. Daha doğrusu içinde zor asimile olur.”( A.ÖCALAN - DEMOKRATİK UYGARLIK MANİFESTOSU)
    Burada hemen göze çarpan bir nokta, Said’in ‘ tanımları’nın birincisinde ve üçüncüsünde oryantalizmin, Doğu diye adlandırılan bir şeyle ilişkilendirilirken ikincisinde Doğu’nun salt sorgulanabilir bir zihinsel işlemin ürünü olarak var olmasıdır. Said sık sık bir metnin ya da geleneğin Doğu’nun gerçek ya da sahici bir özelliğini çarpıttığını, tahakküm altına aldığını ya da görmezden geldiğini söyler. Fakat başka bir yerde ‘gerçek bir Doğu’nun varlığını yadsır ve bu hususta Foucault’a ve zikrettiği diğer radikal temsil eleştirmenlerine daha sıkı bir bağlılık sergiler. Hatta ‘Doğu’da yer alan kültürlerin ve ulusların… bunların yaşamlarının, tarihlerinin ve geleneklerinin ham gerçekliği’ne kısa bir atıf yapılmasının dışında bir şeyin olmaması, kendi cephesinden anlamlı bir yöntem tercihini ifade etmektedir. Oryantalist gayr-ı sahiciliğe bir sahicilikle karşılık verilmez. Dolayısıyla Said neredeyse totolojik ifadelere (örneğin sık sık dile getirdiği, oryantalist söylemin ‘Doğu’yu doğulaştırdığı’ yorumu) ya da yararsız saptamalara  (örneğin, ‘oryantalizm görünürde Doğu’ya uygun mecburiyetlerin, bakış açılarının, ideolojik eğilimlerin egemen olduğu düzenlenmiş ( ya da Doğululaştırılmış) bir yazım, bir görü ve inceleme tarzı olarak görülebilir’) başvurmak zorunda kalır.
 “Ortadoğu kültürünü kapitalizme karşı savunmak gerekir. Şüphesiz batı oryantalizmini aşmadan başarılacak bir görev değildir bu. Yeniden İslamcılık ise, tepeden tırnağa kadar en kof oryantalizm türevidir.  Kapitalizmin zafer mekânı kuzey batı Avrupa’nın sahilleri ve İngiltere adasıdır. Kapitalizm zafer yürüyüşünü dört yüz yıldır dünya-sistem seviyesinde sürdürmektedir. Tökezlediği yer Ortadoğu kadim kültür merkezleridir. Aslında kapitalizmin kendisi bu kültürün en son inkârcı, hayırsız evladı konumundadır. Aralarındaki çatışma sanıldığından daha fazla derindir. Şuan gerçekleşen, acemiler savaşıdır. Adeta İskender’le üçüncü Darius’un kopyaları oynanmaktadır. G.W. Bush ne kadar İskender ise, Ahmedi Necad da o denli Darius’tur. Diyalektik çelişki çok derinlerde ve çok biçimlik altında cereyan etmektedir. Çelişki sadece egemen klikler arasında dile gelmemektedir. Tolumun iktidar karşıtlığı da kapsamlıca devreye girmiş durumdadır.” (A.ÖCALAN) 
Ali Rızgar

Hiç yorum yok: