21 Nisan 2010 Çarşamba

Orta Asya’da kırılgan dengeler - 2

14 Nisan 2010
Yeni_Özgür_Politika’’ABD’nin Avrasya stratejisinin temel unsurları bölgenin önemli enerji yataklarını kontrol etmek, boru hatlarının geçiş merkezlerini denetim altına almak ve bölgesel askeri güç dengelerini kendi lehine değiştirmekti.’’
ABD, Afganistan’a yönelik hazırlıklarını yaparken, güçlerini aşamalı olarak Kırgızistan’a ve Özbekistan’a yerleştirmeye başlamıştı. Özbekistan enerji kaynakları bakımından çok zengin olmamakla birlikte dünyanın ikinci büyük pamuk üreticisi ve ihracatçısı konumundadır. ABD, Özbekistan’da askeri üsler kurarken, aynı zamanda ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneldi. ABD binlerce askerini Afganistan sınırında bulunan askeri üslerde konuşlandırdı. Bu aynı zamanda ABD’nin askeri olarak bölgeye yerleşmesi anlamına geliyordu.

Özbekistan ve Kırgızistan’daki askeri üslerinde bulunan yaklaşık olarak 5000 ABD askeri ve çok sayıda savaş uçağı, hem Afganistan’daki askeri işgal, hem de Orta Asya politikası bakımından önemli bir avantaj olarak değerlendirildi. Kırgızistan askeri üs komutanı Tuğ General Chris Kelly, Aralık 2001’de yaptığı bir değerlendirmede: „Bu üssü kurmamızın amacı, Afganistan’daki tüm Taliban ve El Kaide varlığını ortadan kaldırmak üzere teröre karşı yapılan savaşta Amerikan merkezî komutasının başkomutanı General Franks’in verdiği görevi yerine getirmek… Görevimizde gizli ya da korkunç hiçbir yön yok. Dünyanın alması gereken şekil konusunda bizimle aynı vizyona sahip ülkelerle işbirliği yapıyoruz sadece. „Eski Sovyet topraklarındaki varlığımızın kimilerini ürkütmesi gayet doğal. Fakat Soğuk Savaş sona erdi, ve Sovyetler Birliği çoktan tarih oldu. Kalıcı Özgürlük Harekâtında çok uluslu bir koalisyonla işbirliği yapıyoruz. Kırgızistan özgür bir ülke ve zaten bizi davet eden de Kırgızlar…

General Franks bize burada ihtiyaç duyduğu sürece kalmaya devam edeceğiz. Herhangi bir zaman kısıtlaması söz konusu değil. Ancak, bölgedeki tüm El Kaide hücreleri çökertilince ayrılabiliriz. Biz burada kutsal bir milyon için çarpışıyoruz.” ABD, El-Kaide ve Afganistan işgalini bahane göstererek bölgede etkinliğini pekiştirmek ve askeri üsleriyle stratejik bir merkez haline gelmek için bütün olanaklarını kullandı. ABD’nin stratejisinde çekilip gitmekten çok kalıcılaşmak vardır. Dünyanın bütün bölgelerinde, her zaman kalıcı bir güç olmayı esas alan ABD, Kazakistan ve Tacikistan politikasını da buna göre şekillendirdi.

Afganistan ve Irak işgallerinin arka planında sadece Ortadoğu’yu değil aynı zamanda Orta Asya’nın yeniden yapılandırılması söz konusuydu. Rusya’nın kendi iç sorunlarıyla boğuştuğu bir dönemde ABD bölgeye çok kapsamlı yatırımlar yaptı ve özellikle askeri üsler alarak bir bakıma bölgeye yerleşti.

“Orta Asya’daki yeni askeri üslerinin o bölgenin daimi bir niteliği olacağını dile getirdim. Tam olarak söylediğim şey, ‘şuna inanıyorum ki bu üsler yirmi yıl içinde bizlere Ramstein Have Üssü kadar aşina bir hal alacaklardır.’ Ramstein, ABD’nin askeri operasyonları için Almanya’da konuşlandırılmış olan daimi, devasa bir üssüdür. Eski Sovyetlere bağlı olan Kırgızistan ve Özbekistan’da bulunan yeni üslerimizi Ramstein’le karşılaştırılarak Orta Asya’ya yönelik olarak son dönemdeki hareketlerimizin II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da yaptığımız gibi uzun dönemli güvenlik ihracının sinyalini verdiğini ileri sürüyorum.” ABD, Afganistan’ı işgal ederken eş zamanlı olarak Kırgızistan ve Özbekistan’da kurduğu üslerin stratejik değerini, ikinci dünya savaşından sonra Almanya’da kurmuş olduğu askeri üslerden çok daha önemli gördü. Çünkü bu üslerle bölgenin ekonomik-politik ve askeri olarak denetim altına alınması, aynı zamanda ABD’nin hem enerji yataklarını kontrol etmesini sağlayacaktı hem de bölgesel küresel rakiplerine üstünlük sağlayacaktı. ABD bu politikasını pratikte uyguladı ancak gerçekte başarısız oldu. Böylece ne Ortadoğu’da başarı kazandı ne de Orta Asya’ya el atabildi. 1990’lardan sonra Orta Asya bölgesiyle çok yakın ekonomik, politik ve askeri ilişikler kurmasına rağmen istenilen başarıyı elde edemedi.

Böylece Orta Asya’yı egemenlik altına alarak Rusya’nın bölgesel gücünü tamamen kırma, Çin’i frenleme planı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu iki gücü kendi yörüngesine çekemedi ve Orta Asya’da belirgin bir güç kaybına uğradı. Bunu tamamlamak için, Gürcistan ve Azerbaycan kartını kullanarak dolaylı olarak Kafkasya bölgesine müdahalede bulundu, ancak yine beklenen başarıyı gösteremedi.

ABD’nin Avrasya stratejisinin temel unsurları bölgenin önemli enerji yataklarını kontrol etmek, boru hatlarının geçiş merkezlerini denetim altına almak ve bölgesel askeri güç dengelerini kendi lehine değiştirmekti. Bunu sağlamak için de, özellikle Orta Asya bölgesinde etkin olan Rusya ve Çin’e karşı ekonomik ve askeri güçlerini dengeleyerek, bunların bölgedeki etkinliğini kırmayı amaçlıyordu. El-Kaide gerekçesiyle Afganistan işgalinin başlatılmasından çok önce hazırlanan plan esası olarak Orta Asya üzerinde şekillendi.

Ancak Afganistan’da batağa saplanan ABD’nin genel olarak Avrasya olmak üzere özellikle Orta Asya jeo-politik güç ilişkilerini yeterince hesaplayamadığı, bölge ülkelerinin iç politik dengelerini ve istemlerini hemen hiç dikkate almadığı, Rusya ve Çin gibi bölge ülkelerini küçümseyerek devre dışı bırakmaya çalıştığı için söz konusu politikaları önemli oranda başarısızlıkla sonuçlandı.

ABD Afganistan işgaliyle bölgesel güç ilişkilerini bir bakıma yok sayarak izlediği bölgeye fili olarak yerleşme ve gerektiğinde sert güç kullanımıyla işgal etme tarzında geliştirdiği politika başarısızlıkla sonuçlandığı gibi, Rusya’nın bölgedeki ekonomik-politik ve askeri gücü çok ciddi bir düzeyde arttı. İlgili ülkeler ABD’nin askeri üslerini kapatması konusunda anlaştılar. Buna karşılık Rusya ve Çin bölge ülkeleriyle askeri alanda stratejik öneme sahip anlaşmalar yaptılar. Böylece özellikle Rusya’nın jeo-politik gücü çok önemli oranda arttı. Bu gerçeğin farkında olan ABD, bölgenin stratejik önemini bildiğinden, bölgesel politikalarına yeni bir yön vermek zorunda kaldı. Bu da daha çok Rusya ve Çin ile olan ilişkilerini bölgenin yeniden şekillenen jeo-politik güç dengelerine göre yeniden tanımlanması olarak somutlaşmaktadır.

AB Orta Asya politikasında zayıf kaldı
Diğer önemli bir güç olan Avrupa Birliği, etkili tek bir dış politika oluşturamadığı için bölgede yeterince ve beklenen etkiyi yaratamadı. Hatta Afganistan, Irak politikalarında aralarında belirgin görüş ayrılıkları oluştu. Ancak AB içerisinde Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya gibi ülkelerin politikaları bölgesel ilişkilerde giderek ön plana çıktı. İngiltere ABD eksenli bir politika izlerken, diğer ülkeler giderek AB eksenli bir Avrasya-Orta Asya politikası oluşturarak bölgesel ilişkilerde daha etkin olmaya yöneldiler. Bu politika esas olarak ABD ile Rusya arasında bir denge politikası olarak şekillendi denebilir. ABD fiziki sınırlar olarak Orta Asya’dan çok uzaktayken, AB tersine komşu sınırdır. ABD ile AB ilişkilerinin boyutu çok farklı olmakla birlikte AB’nin Rusya’yla olan ilişkileri çok daha boyutlu ve karmaşıktır. Birbirlerine sınır olmaları, nüfuslarının iç içe geçmesi, örneğin Özbekistan ve Tacikistan’da Alman nüfusunun varlığı, Ukrayna’nın yüzde 45’nin Rus kökenli olması ve esasen Avrupa’nın doğal gazının nerdeyse yüzde 70’nin Rusya tarafından karşılanmaktadır. Bir bakıma karşılıklı ‘zorunlu’ bir bağımlılık söz konusudur. Bu nedenle AB’nin Avrasya-Orta Asya politikası ile ABD’nin politikası birbirinden ayrılmaktadır.

Orta Asya’da gelişen güç Çin
Çin Orta Asya ile en yakında ilgilenen ülkelerden biridir. Sınır bölgesi olması nedeniyle ekonomik, politik ve askeri olarak önemli ilişkilere sahiptir. 21. Yüzyılda Asya’nın gelişen bölgesel küresel gücü olarak bölge ülkeleriyle sınır olması ilişkiler için çok önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Çin, gelişen bir güç olarak sınır komşu ülkeleriyle olan ticari ilişkilerle çok önemli bir etki yaratmış durumdadır. Özellikle Rusya ile yakınlaşan ilişkiler Çin’in bölgesel etkinliğini önemli oranda arttırmaktadır. Yükselen Çin, önümüzdeki 20 yıl içinde dünya’daki enerji kullanımının yüzde 30’undan fazlasını kullanacaktır. Bu bakımdan Orta Asya ile olan ilişkiler Çin için stratejik öneme sahiptir. Çin petrolde özellikle Ortadoğu’ya bağımlıdır. Ortadoğu petrollerini kontrol eden ABD ile Çin arasında bu noktada hassas bir denge oluşmuş durumda. Dahası Çin’in hareket alanını sınırlamaktadır. Çin hem Asya kıtasında hem de uluslar arası ilişkilerde küresel lider ülkelerden biri olmak için özellikle enerji sorununu çözmek zorunda olduğunu ve dahası ABD’den kurtulması gerektiğinin bilincindedir. Bu nedenle yaklaşık olarak 4500 km civarında olan Rusya-Çin doğal gaz ve boru hattı projesi Çin’in 2025’li yıllar projesi bakımından oldukça önemlidir. Japonya hem Asya hem de dünya küresel sistemin önemli ülkelerinden biridir. Gelişmiş teknolojisi ve ekonomik gücü ile kapitalist sistemin merkez ülkesidir, ancak Çin gibi önemli oranda Ortadoğu petrollerine ve doğal gaza bağımlıdır. ABD ile olan askeri ve politik bağımlılık ilişkilerinde petrol çok önemli bir yer tutmaktadır. “Öyleyse, Amerika Körfez’deki petrolü korumak için askerlerini gönderdiğinde dökülen kan şüphesiz ki bizim kanımızdır, ama söz konusu olan bizim petrolümüz müdür? Başka yerlere giden yüzde 80’lik payı görmezden gelirsek bizim için daha mı iyi olur? Tabii ki, petrolün çoğu Asya’daki en büyük ticari ortaklarımıza (Çin, Japonya, Güney Kore, Singapur gibi) ülkelere gittiğine göre, belki de bunun aslında kimin petrolü olduğunu söylemek konusunda daha seçici olmalıyız…” Çin’in kurtulmak istediği ana nokta burasıdır. Ortadoğu petrollerine yani bir bakıma ABD’ye olan bağımlılıktan kurtulmak istiyor. Bu onun gücünü çok daha ciddi oranda artıracaktır. Bu nedenle Orta Asya’nın enerji kaynaklarıyla çok yakında ilgilenmesi ve giderek merkez alması, Çin’in küresel stratejisi için son derece önemlidir. ABD, Çin’in bu yöneliminin çok açık olarak farkındadır. Bu nedenle ayrıca ele alacağımız gibi, Çin’i küresel düşman görme politikasını terk edip, bölgesel ittifak yapabilecek bir güç olarak değerlendirmekte ve ilişkilerini buna göre yeniden düzenlemektedir.

21.yüzyılın uluslar arası dengelerinin değişmesine paralel olarak daha bağımsız bir güç olmak isteyen Japonya, Asya’nın merkezi ile çok yakında ilgilenmektedir. Bölgenin zengin enerji yataklarından yararlanmak için Çin, Rusya ve bölge ülkeleri ile giderek artan düzeyde ilişkilerini geliştiriyor. Özellikle doğal gazının Japonya’ya taşınması için Rusya ile boru hattı üzerine yaptığı görüşmeler ilişkilerin boyutlarını yeniden belirlemektedir. Rusya ve Merkez Asya’dan Çin ve Japonya’ya doğru döşenmesi planlanan ve somut adımları atılan boru hattı bölgenin jeopolitik ilişkilerini önemli oranda değiştirecektir. Japonya, halen güven sorunu yaşadığı Rusya ve Çin ile zorunluluğa dayanan ‘yeni’ bir bağımlılık ilişkisine girerken, Ortadoğu’yla olan ‘zorunlu’ bağımlılıktan kurtulacaktır. Bu aynı zamanda Japonya’nın ABD ve AB ile olan küresel ilişkilerinde daha ‘serbest’ bir döneme girmesini sağlarken, aynı zamanda, Japonya’nın uluslar arası politikasında ‘Asyacılık’ nispeten kendisini hissettirebilir.

Orta Asya’nın Hâkimi Rusya
Avrasya ve Merkez Asya’nın hem sahibi hem komşusu rolünde olan Rusya’nın bölgesel etkinliği onu en güçlü kılan yanlarından biridir. Orta Asya’nın Sovyetler Birliği sınırları içerisinde olması nedeniyle uluslar arası kapitalist güçlerin etki gücü hemen hemen yok gibiydi. Sovyetlerin dağılması bölge ülkelerinin birer ‘bağımsız’ devlet haline gelmeleri yeni kurulan Rusya Federasyonu’nun kendi iç sorunlarıyla uğraşması bu bölgedeki etki gücünü zayıflattı. Rusya hem kendi iç sorunlarıyla uğraşırken hem de bölgedeki etkinliğini yeniden pekiştirmek ve inisiyatifi yeniden ele almak için somut adımlar attı. Rusya’da kopan 14 devlet ve özerk bölgeler üzerinde Sovyetlerin etkinliği önemli oranda devam ediyor.

2001 yılından sonra, Rusya ile ABD arasında yapılan ‘yeni stratejik işbirliği’ iki ülkenin ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı. ABD bölgeye askeri güç olarak yerleşmek isterken, buna karşılık Çeçenistan konusunda Rusya’ya bir ödül verdi. Putin yönetimi bu kırılgan durumu kendi lehine kullanmak için olağan üstü bir çaba gösterdi ve önemli başarı elde etti. Rusya kendi iç politik dengelerini yeniden kurmak ve istikrarlı bir iç sistem oluşturmak için, ABD’nin Orta Asya’ya girişini kısmen kabul etti. Ancak, kendi arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgeleri ABD’ye kaptırmak gibi bir niyeti olmayan Rusya’yı uluslar arası ilişkilerde güçlü kılacak en önemli noktanın Orta Asya’daki etkinliğini korumak ve güçlendirmekten geçtiği bilinmekte.Bu nedenle ABD’nin bölgeye askeri olarak konuşlanışını “misafirlerin konuk oldukları evde uzun süre kalmasının hiç de nazikâne bir tutum olmadığını anlamalılar.” Dönemin Müsteşarı Kalyuzhny da, “Bir Rus deyişi vardır: Eğer misafir ağırlıyorsanız iki kez sevinirsiniz. Birisi misafir geldiğinde diğeri ise misafir ayrılırken.” “Kırgızistan ve Özbekistan CIS üyesi ülkelerdir ve Rusya ile aralarındaki güvenlik anlaşması ile bağlıdırlar.” “Amerikalılar bin Ladin’i yakalar yakalamaz Merkez Asya’dan çekilmeliler.” Rusya’nın bu yaklaşımı esas olarak, ABD’nin Orta Asya’dan çekilmesi veya politik etki gücünün minimum düzeye indirilmesi olarak tanımlanıyordu.

Putin’in Rusya devlet başkanlığına gelmesinden sonra Rusya ile Orta Asya ülkeleri arasında, çok yönlü ekonomik ve askeri ilişkiler geliştirildi. Çin ve Rusya’yı kuşatma politikası geliştiren ABD’ye karşı iki ülkenin Şangay İşbirliği Örgütü kapsamında çok yönlü stratejik ilişkiler geliştirildi. Orta Asya ülkelerini kapsayan bu yönelim, ABD’nin bölgesel gücüne çok önemli bir darbe vurmuş oldu.

Putin’in bu başarılı hamleleri, bölge ülkeleri ile askeri ilişkilerle gelişti. Örneğin 2002 yılı Aralık ayında, Rusya Devlet Başkanı Putin Kırgızistan’a yapmış olduğu ani ziyaret ile iki ülke arasında ‘askeri güvenlik işbirliği anlaşması’ imzalandı. Böylece Rusya, Kırgızistan’daki bir askeri gücünü arttırdı ve Su-25 ve Su-27 savaş jetleri ve bombardıman uçaklarını kapsayan hava üssünü güçlendirdi. Gerekli uçaklar ve askerler Kazakistan ile Tacikistan’daki üstlerden buraya nakledilerek ‘bölgede ortak bir anında-mukabele gücü’ kurulması sağlandı. Bu Rusya’nın bölgeye hem ekonomik hem de askeri olarak çok daha ve etkin olarak geri dönüşünü ifade ediyordu. Dönemin Savunma Bakanı Ivanov, yeni askeri üssün amacını, “saldırı olması halinde ... hava kuvvetlerine bağlı birlikler düşman hedeflerini bombalayarak düşmanı saf dışı bırakacaklardır.” Böylece ABD ile Rusya askeri üsleri arasında sadece 35 millik bir zaman bulunmaktadır. Böylesi bir durumun oluşması hiç şüphesiz ki küresel devletler adasındaki ilişkilerin boyutunu ortaya koymaktadır.

Bölgedeki gelişmeler, ABD’nin Orta Asya hamlelerinin önemli oranda başarısızlıkla sonuçlandığını ortaya koyuyor. Bölgesel ilişkilerde Rusya çok önemli bir güçtür. Çin bölgeye ekonomik gücüyle müdahale ediyor ve önemli bir etki gücü oluşturmuş durumda. Kırgızistan’daki gelişmelerin arka planında Rusya-ABD rekabeti bulunuyor. Bölge coğrafyasında ciddi sorunlar yaşayan ABD’nin Orta Asya’da önemli bir güç kaybetmesi, Rusya’nın ise güç kazanması, politik dengeleri yeniden şekillendirecektir.

Ancak Orta Asya’daki jeopolitik güç mücadelesi, bölgenin tek bir gücün hegemonyasına giremeyecek kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Yani ne ABD ne Rusya ne de Çin’in Orta Asya’da kendi liderliğinde ve kendi stratejik çıkarları doğrultusunda mutlak hâkimiyet kurmaları oldukça zordur. Bölgede üç devletin rekabeti çok taraflı, kapsamlı ve derinden devam etmektedir. Rusya bir adım önde olmakla birlikte ABD, Çin ve Rusya karşılıklı olarak birbirlerini dengelemektedirler.

BİTTİ

MUSTAFA PEKÖZ

Hiç yorum yok: