21 Nisan 2010 Çarşamba

Orta Asya’da kırılgan dengeler - 1

Yeni_Özgür_PolitikaUluslar arası ilişkilerde coğrafi alan hâkimiyeti ile ekonomik ve askeri stratejiler birbirini tamamlar hale gelmiştir. Coğrafi alan hâkimiyetinin tek başına bir anlam ifade etmeyeceği ve daha çok bölgenin stratejik konumunu belirleyen ekonomik verimlilik düzeyinin giderek etkinlik kazandığını ortaya koyan en somut örnek Orta Asya’nın konumudur.
Kırgızistan’ın iç politikasındaki gelişmeler bölge coğrafyasını ve küresel merkez güçlerini de doğrudan ilgilendiriyor. Bir dönem ABD’nin desteğinde Saroz’un küresel emperyalist sivil kurumları tarafından desteklenen ‘lale’ devrimi ile Kırgızistan, ABD’nin bölgesel bir gücü haline getirilmek istenildi. 2005 yılında Askar Akayev görevinden uzaklaştırıldı. Şimdi de onun yerine gelen Kurmanber Bakiyev halkın toplumsal tepkisiyle görevinden uzaklaştırıldı. Bu politik durum, Kırgızistan’ın iç sorunu gibi görülse de, esasen bölgesel rekabetin bir sonucudur.

Uluslar arası ilişkilerin merkezinde olan bu bölgenin her ülkesi stratejik bir öneme sahiptir. Bu bakımdan Kırgızistan’da neler oluyor sorusunun en doğru yanıtı Orta Asya’yı anlamaktan geçer. Yani Kırgızistan’daki gelişmelerle Orta Asya jeopolitiği arasında çok önemli bir ilişki bulunuyor. Avrasya kavramı gibi Orta Asya tanımlanması hem çok geniş hem de çok karmaşık olarak kullanılmaktadır. Ancak Avrasya’nın stratejik önemini artıran ise Orta Asya bölgesidir. Orta-Asya kavramsal olarak farklı jeo-grafik alanları içermekle birlikte, Sovyetler Birliği döneminde bu kavram, sosyalist cumhuriyetler sınırları içerisinde nispeten belirginleştirildi. Daha çok Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve hatta Azerbaycan gibi ülkelerini merkez alan ama aynı zamanda bu ülkelerin çevre merkezi olanak bilinen bölgelerini, Çin’in, Moğolistan’ın, Afganistan’ın ve İran’ın belirli bir kesimi ile Hazar Denizini ve Rusya’nın çok önemli bir bölgesini kapsayan bir alan olarak gösterilmektedir. Bu nedenle ne Avrasya’nın ne de Orta Asya/Merkez Asya’nın, herkesin hem fikir olduğunu belirleyen mutlak sınırları yoktur. Çünkü jeo-strateji, jeo-politik ve jeo-ekonomik faktörler coğrafyanın tayininde önemli rol oynamaktadırlar. Bunlarda küresel güçlerin çıkarlarına göre farklılıklar göstermektedir.

Pilot bölge Orta Asya
Mackinder, Avrasya içerisinde özellikle Orta Asya’yı ‘tarihin coğrafi mihver alanı’ veya ‘pilot’ bölge olarak değerlendirirken, dünyaya hakim olmakla eş değerde görmüştü. Orta Asya’nın merkez çevre ülkelerle birlikte Avrasya’nın beyni olarak tanımlaması, bütün tarihi boyunca egemen güçlerin çatışma alanı olma özelliğini korudu. Uzak Asya, Doğu Asya, Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar, Doğu Avrupa gibi bölgelerin merkezinde bulunması nedeniyle Dünyanın kalpgahı sayılan Avrasya’nın beyni Orta-Asya’dır.

Sovyetler Birliğinin dağılması ile Küresel güç merkezleri tarafından yeniden uluslar arası politikanın gündemine getirtilen Avrasya stratejisinin yaşama geçirilmesinde ‘Central Asia’ ya da Orta/Merkez Asya, uluslar arası rekabetin merkezinde olan bölge olarak yeniden ön plana çıktı. Özellikle “Dünya Gayri Safi Yurt İçi Hâsılasının toplamları itibariyle dünyanın en büyük on beş ekonomisinin on’u bu bölgede bulunmaktadır. Ayrıca, 2000 yılı itibariyle dünya petrol talebinin yaklaşık yüzde 45’i, doğal gaz talebininse yaklaşık yüzde 55’i bu komşu alanda gerçekleşmiş. Bölgenin temel ekonomik potansiyelini oluşturan ve dolayısıyla jeopolitik önemini ortaya koyan doğal kaynak zenginliği, bu bölgeye büyük güçlerin yönelişinin temel sebebidir. Bu temel sebebin yarattığı yeni koşullar söz edilen büyük güçlerin lehine işleyerek, bölgenin ekonomik alandaki stratejik unsurlarını büyük ölçüde yönlendirmektedir.”

Uluslar arası ilişkilerde coğrafi alan hâkimiyeti ile ekonomik ve askeri stratejiler birbirini tamamlar hale gelmiştir. Coğrafi alan hâkimiyetinin tek başına bir anlam ifade etmeyeceği ve daha çok bölgenin stratejik konumunu belirleyen ekonomik verimlilik düzeyinin giderek etkinlik kazandığını ortaya koyan en somut örnek Orta Asya’nın konumudur. Böylece küresel bir güç olma hedefini taşıyan tüm ülkeler için Mackinder’ın tanımladığı ‘mihver bölgesi’ politik stratejilerin uygulanması bakımından çok daha önemli hale gelmiştir. Egemen olma kavramının askeri güçlerin düzeyi ile doğrudan bağlantısı olmakla birlikte küresel ilişkilerde ekonomik alan hâkimiyeti de çok daha öncelikli olarak kendisini dayatmaktadır. Özellikle küresel sistem güçlerinin stratejik etkinlik alanlarında ekonomik bağımlılığa dayanan hâkimiyetin ön plana çıkmasının en tipik modeli Merkez Asya’dır. Ayrıca buranın çok sayıda merkez ve çevreyi kapsayan küresel gücün çekim merkezinde bulunması karmaşık politik ilişkilerin yumağını oluşturmaktadır.

Böylece bütün küresel güçlerin 21.yüzyılda yoğunlaştıkları en önemli uluslar arası politikalardan biri de Avrasya stratejisi ekseninde Orta-Asya’nın denetim altına alınmasıdır. Orta Asya’yı önemli kılan bazı temel noktalar ön plana çıkmaktadır. Birincisi petrol ve doğal gaz bakımından oldukça önemli enerji yataklarına sahip olmasıdır. İkincisi Dünya küresel askeri güçleri tarafından işgal edilen Afganistan’a sınırdır. Afganistan işgal stratejisinin uygulanmasında Orta-Asya’nın tarihisel değerde bir öneme sahiptir. Üçüncüsü, enerji yatakları yanında enerji geçiş yollarını kapsamaktadır. Dördüncüsü, Asya bölgesinin küresel güçleri olarak bilinen Çin, Japonya, Rusya ve Hindistan’ın tam merkezinde bulunmaktadır. Bir bakıma bu güçler tarafından çevrelenmiştir. Beşincisi, Orta Asya aynı zamanda dünyanın en önemli enerji merkezi olarak bilinen Orta Doğu ile sınır ilişkisine sahiptir. Bu iki bölge arasındaki ilişki aynı zamanda uluslar üstü tekellerin bu bölgelerde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Sıralayacağımız birçok faktörün etkisiyle Orta Asya’nın politik denklemleri tahminlerden çok daha karmaşık ve değişkendir Avrasya Merkezi olarak tanımlanan Orta Asya üzerinde dünyanın bütün küresel güçlerinin çok yoğunluklu bir rekabeti söz konusudur.

Orta Asya’nın jeo-stratejik ve jeo-politik Konumu
Daha Somut Kavramak Orta Asya’nın mevcut durumunu analiz edebilmek ve daha objektif politik değerlendirmeler yapabilmek için birkaç istatistikî veri sunmakta yarar var. Orta Asya ülkelerinin GSYİH henüz beklenenin çok gerisinde olmakla birlikte, özellikle 2000 yılından beri sürekli bir gelişme eğilimi içerisindedirler. Bölgesel ve iç politik krizler nedeniyle küresel sisteme adapte olmada ciddi sorunlar yaşayan bölge ülkeleri, dünya küresel kapitalist sistemin ekonomik krizine rağmen diğer Asya ülkeleriyle birlikte ciddi bir ekonomik gelişme süreci içerisindedirler. Doğal kaynakları bakımından zengin olan bölgenin Asya ekonomisi içerisindeki verimliliği için önemli bir süreci aşması gerekiyor.

Orta Asya’nın stratejik öneminin ön plana çıkmasında onun jeografik konumunun çok önemli bir etkisi söz konusudur. Genel olarak kıyaslandığında Orta Asya hem dünya, hem de Asya coğrafyasında tayin edici bir coğrafyaya sahiptir. Eski Sovyetler Birliğini oluşturan 6 ülkenin yüzölçümü yaklaşık olarak 4 milyon metre karelik bir yüz ölçüm ve 56 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Bu ülkelerin coğrafik konumu birçok bakımdan önemlidir. Birincisi stratejik konumunu güçlendirmektedir. Ülkenin topraksal alanının geniş olması, söz konusu ülkeye uluslararası ilişkilerde önemli avantajlar sunar. Birçok ülke sınır ilişkisi içinde olması, İkincisi yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynakları bakımından geniş bir potansiyel oluşturmasıdır. Yüz ölçüm olarak Asya kıtasında önemli bir yere sahip olan Kazakistan hem enerji yatakları, hem de tarımsal sanayi ürünleri bakımından geniş bir alana sahip olması bakımından önemsenen bir ülkedir. Aynı şekilde, Türkmenistan, Kırgızistan, gibi ülkelerin son yıllarda artan öneminin arka planında, Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde muazzam enerji kaynaklarının bulunması ve geniş bir pazar oluşturmasıdır. Üçüncüsü jeo-stratejik konumunun güçlenmesinde önemli faktördür. Bir ülkenin coğrafik konumlanışı, onun bölgesel ilişkilerdeki rolünü artırmaktadır. Dahası coğrafya, jeo-stratejinin önemli bir halkasını oluştur- duğu gibi aynı zamanda, jeo-ekonomiyi ve jeo-politikayı etkileyen çok önemli bir faktördür. Örneğin Hazar Denizinde geniş petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması nedeniyle kıyı ülkelerinin stratejik önemini artırmaktadır.

Orta Asya bölgesi stratejik çatışmaların merkezinde olması nedeniyle askeri harcamalar nispeten hızlı artmaktadır. 1998/2007 yılları arasında yaklaşık olarak yüzde 300 bir artış yaşanmış. Kazakistan’ın 10 yıl içerisindeki askeri harcamaları yüzde 500 civarında arttırarak bölgede etkin olan bir ülke konumuna gelmek istiyor. Ancak bölge ilişkilerinde dengeleri korumaya çalışan Türkmenistan ve Özbekistan’ın askeri harcamalarını bütünlüklü bulmak oldukça zor. BM verilerine göre askeri harcamalarında önemli bir sorun yaşanmaktadır ve net olarak tespit edilmiş değildir.

Tarihsel ilişkiler nedeniyle askeri harcamalarının yüzde 70’i Rusya ile olmaktadır. Daha sonra Çin ve ABD geliyor. ABD’nin bölgesel stratejisinde Orta Asya önemli bir sıçrama tahtası olduğundan askeri ilişkiler bakımından önemsediği bir alanı oluşturmaktadır. Afganistan işgali ile bölgeye kurduğu askeri üslerle hem bir avantaj yakaladı, hem de bölge ülkelerine kendi askeri savaş araçlarını pazarladı. İlk yıllar belirli bir etkinlik yakalamasına rağmen Rusya’nın bölgedeki askeri üstünlüğünü kıramadı ve daha çok gerilemeye başladı.

Dünyanın stratejik merkezi olarak bilinen Orta Asya bölgesi, nüfus yoğunluğuna oranla askeri güç sayısında sürekli bir artış yaşanmaktadır. Bölge genelde uluslararası küresel sistem güçlerinin askeri güçlerinin yoğunlaştığı bir alandır. Rusya ve ABD üslerin varlığı, Afganistan işgali nedeniyle askerileştirilmiş bir bölge özelliğini yansıtmaktadır. Bölgede en çok asker barındıran ülke Özbekistan ve Kazakistan’dır. Bugün iç politik kriz yaşayan Kırgızistan’ın asker sayısı 13 bin civarındadır. Asker başına 6.654 dolar, nüfus başına 36 dolar harcayan Türkmenistan, nüfus başına bölgenin en çok askeri harcama yapan ülkesi olmakla birlikte, Kazakistan, Orta Asya merkez ülkeleri içerisinde silahlanmaya en çok para harcayan ülkesidir.

Her Orta Asya ülkesi bölgesel ilişkilerde farklı etkilere veya rollere sahiptir
Bu nedenle tek tek ülkelerin hem kendi aralarında hem de küresel merkez ülkeleriyle farklı düzeylerde gelişmektedir. Her birinin konumunda farklılıkları bölgedeki ilişkileri etkilemektedir. Bunların bir kısmı, bölge ülkelerinin kendi iç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Özellikle Rusya dışındaki bölge ülkeleri arasındaki lider olma çelişkisidir. Özellikle Türkmenistan ile Özbekistan arasında çok belirgin bir rekabet söz konusudur. Bu nedenle bölgede belirgin bir etkinliğe sahip olan Rusya ve Çin ile yakın ilişkilerini korumaya özen gösterirlerken aynı zamanda ABD ile yakın ilişkilere özel bir önem vermektedirler. Konu kapsamında uluslar arası ilişkilerin önemi çok daha ciddi olarak ön plana çıkmaktadır.

Orta Asya denge politikaları, özellikle 2001 yılında Afganistan’ın uluslar arası küresel askeri güçleri tarafından işgal edilmesi ile çok ciddi olarak ön plana çıktı. Özellikle Özbekistan ve Kırgızistan politik dengeler konusunda ciddi bir işleve sahip oldu. Newyork’ta ikiz kulelerin vurulması ile uluslar arası ilişkilerin çok yönlü değişim sürecine girmesi, özellikle Orta Asya’da belirgin olarak hissedildi. ABD-Rusya arasındaki dengelerin şekillen- mesinde etkili oldu.

Rusya, ABD’nin Orta Asya ülkelerini kullanmasına izin verirken, ABD’de Rusya’nın Çeçenistan ağırlıklı olmak üzere Kafkasya’da daha etkin bir güç olarak askeri müdahaleleri yoğunlaştırmasına sessiz kaldı. 11 Eylül 2001 sonrası Washington’un müttefik arayışlarının yoğunlaştığı iki Orta Asya ülkesi öncelikli olarak ön plana çıktı. Afganistan eksenli işgal nedeniyle özellikle Özbekistan ve Kırgızistan, bölgesel işgalin en önemli alanları olarak kullanıldı. ABD’nin dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Putin’in olumlu görüş belirttikten sonra, önce Kırgızistan ve Özbekistan hükümetiyle görüşmelerde bulunmak üzere bu bölgeye gidip ABD’nin askerleri için askeri üs pazarlığı yapıldı. ABD’nin bölgede kalıcılaşmasına yol açacak askeri üslerin verilmesi esasen Bush ile Putin arasında yapılan pazarlıkla netleştirildi.

Kırgızistan ve Tacikistan’da ayrıca İslamcı hareketin yoğunluklu olarak yürüttükleri faaliyetler, ülkelerin iç ilişkilerinde silahlı güç olarak etkin olmaya başlamaları, hem bu ülkelerin yönetimlerini, hem de Rusya’yı ciddi oranda kaygılandırdı. Böylece ABD’nin bu ülkelerde askeri konumlanışlarına bir bakıma onay verdiler ve ABD’nin İslamcı örgütlere karşı savaşmasından bir bakıma yararlandılar.

MUSTAFA PEKÖZ gokyuzu9@aol.com

Hiç yorum yok: