20 Nisan 2010 Salı

‘Her mahallede iki ajan var’

Her köyde ve mahallede bir-iki kişi, jandarma ve polisin haber elemanıdır. Üniversitelerde pek çok hoca ve öğrenci de haber elemanı diye kullanılıyor.
Ahmet Türk’e saldıran, haber elemanı çıkabilir. Baykal’a da tuzak kuruldu. Polise uyup otobüsten inseydi, CHP’ye yürüyerek gitseydi saldırıya uğrayacaktı.
2002’de Jandarma’nın bürosuna girdim. D harfinde Deniz Gezmiş’in fişi vardı. Kardeşi, dayısı herkes fişlenmişti. Deniz 71’de idam edildi, fişlemeler duruyordu.
* * *
Siz Ahmet Türk’e saldırılırken yanındaydınız. Etrafta o kadar çok polis varken o saldırı nasıl gerçekleşti? 
Ben, yıllarca bu tür olayları önlemekle görevliydim. Bir olayın çıkacağı baştan belliydi. Daha biz Adliye’ye girerken yolun karşısında 30-40 kişi slogan atmaya başladı. Planlı, programlı, amaçlı bir gösteriydi bu. İçeri girerken bize bunu yapanlar, Adliye’den dışarı çıktığımızda daha fazlasını yapacaklardı. Düşünün ki, bu grup bizi yağmurun altında iki saat bekledi.
Sayıları azalmış mıydı?
Hayır. Adliye’den çıktığımızda bunların sayısı artmıştı. Bu olayda polis, önlem alıyormuş gibi göründü ama aslında olayın olmasına müsaade etti. Yağmurun altında bağırarak ısrarla iki saat bekleyen bir grubun sonunda mutlaka bir şey yapacağını, oradan bir olay çıkarmadan ayrılmayacağını en alt kademedeki güvenlikçi bile bilir.
Protesto ve gösteri hakkı demokratik bir hak değil midir? Ne yapmalıydı polis? 
Slogan atan grubu iki saat izlediler. Grubun içindekilerin kimliklerini, grubun içinde geçmiş olaylardan tanıdık kişilerin ve provokatörlerin olup olmadığını tesbit etmeleri gerekiyordu. Kaldı ki, o gün orada, kolluk kuvvetlerinin içinde terörle mücadeleden, istihbarattan ve asayiş şubesinden polisler vardı. Bunlar, gruptaki insanların hareketlerinden, bakışlarından, tedirginliklerinden, geliş gidişlerinden mutlaka bir şeyler tahmin ederler. Ben bunların içinden geliyorum. Söylediklerimi bilerek söylüyorum.
Saldırganın Türk’ün yanına sokulmasına nasıl göz yumuldu? 
Önlem alınmış gibi yapıldı ama saldırıyı önlemek için harekete geçilmedi. Protestocu grubun bizim burnumuzun dibine kadar gelmesi önlenebilecekken önlenmedi. Doğru dürüst önlem alınmış olsaydı, grubun bize yaklaşabilmesi asla mümkün değildi. Nitekim televizyonda herkes seyretti. Saldırgan polisin yanına kadar yaklaşıyor. Sağını solunu kontrol ediyor. Harekete geçecek bir insanın tedirginliğini yaşıyor. Bunu, özellikle merdivenin başında grubu izleyen polislerin görmemesi mümkün değil.
Peki, İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı, daha önceden bu konuda uyarıldığı halde bu saldırı nasıl önlenmedi? 
Sırrı Sakık, bir gün önce İçişleri Bakanı’nı ve Müsteşar’ı arıyor. ‘Davayı izlemek için biz Samsun’a gideceğiz’ diye bilgi veriyor. Biliyorsunuz bu dava kritik bir dava.
Bu dava hangi açıdan kritik?
Geçen yıl aralıkta, Muş’un Bulanık İlçesi’nde vatandaşlar, DTP’nin kapatılmasını protesto etmek için yürüyüş yapıyorlar. Bütün dükkânlar kapalı, sadece bir tanesi açık. O da, “ben DTP’ye bu ilçede hayat hakkı tanımayacağım” diyen gönüllü köy korucusunun... Kitle bu kişinin dükkânına gelip taş atıyor ve olay çıkıyor. Devletin, eline silah verdiği kişi bu. Bu gönüllü korucu iki saat boyunca kitleyi silahla tarıyor. İki kişi ölüyor. Ve o iki saat boyunca hiçbir güvenlik gücü, bu korucunun yanına gitmiyor.
Niye? 
İfadesini dinlerken hayretler içinde kaldım ben. İl jandarma alay komutanını, istihbarat şube müdürünü, ilçe jandarma komutanını ve emniyet müdürünü cep telefonlarından arıyor. Bir yandan ateş ediyor, bir yandan da onlarla konuşuyor. “Dükkânımın etrafını göstericiler sardı. Gelin beni buradan kurtarın” diyor.
Devletin tepesindeki bu görevlilere nasıl ulaşıyor? 
Bu kişi aynı zamanda bir haber alma elemanı. Bir tek kişi gidip müdahale etmiyor. Bilinçli olarak yardıma gitmiyorlar. Devlet ona görev vermiş, işlevini yerine getirmesini istiyor. İki kişi öldükten ve onlarca kişi yaralandıktan sonra bir panzer geliyor, bunu alıp götürüyor. Ailesiyle birlikte önce helikopterle Muş’a, daha sonra da daha güvenli diye memleketi Mardin’e götürülüyor. Devlet bu kişiyi besliyor, koruyor, kullanıyor. Ona, bu cinayeti de işletti. Şimdi bu cinayetin temize çıkması için, dava hiç ilgisi olmadığı halde Samsun’a gönderildi.
Haber alma elemanı dediğiniz tam olarak nedir? Ajan mıdır?
Evet. Jandarma’nın ve Emniyet’in ajanlarıdır bunlar. Literatürdeki isimleri haber elemanıdır. Şöyle anlatayım... Jandarma’nın ve Emniyet’in kullandığı haber alma elemanları vardır. Bunlar, İçişleri Bakanlığı’nın örtülü ödeneğinden getirdikleri haberin içeriğine ve bilgilerin doğru olup olmadığına göre para alırlar. Örtülü ödenekten paralar ödenirken tutanak tutulur. Sonra bu evraklar imha edilir. Sağlıklı bilgi ve belge getirmedikleri takdirde ise bu elemanların görevlerine son verilir. Mesela Hrant Dink cinayetindeki Erhan Tuncel, uzun süre kullanıldıktan sonra görevine son verilmiş bir haber elemanıydı. Ahmet Türk’e yumruk atanın da, Jandarma’nın ve Emniyet’in haber elemanı olma ihtimali var.
Size, bunu düşündürten nedir?
Bunu komplo olarak söylemiyorum. Bunu, devleti bilen biri olarak söylüyorum. O bölgede Emniyet’i ve Jandarma’yı, mülkiye müfettişi olarak denetledim ben. Rize, Giresun, Ordu’yu üçer aylık dönemlerde denetlemiş biriyim ben. Samsun-Trabzon hattı, incelenmesi gereken bir hattır.
İncelendiğinde ortaya çıkacak olan nedir? 
Benim denetlediğim dönemlerde, Veli Küçük, Giresun Jandarma Bölge Komutanı’ydı. Zonguldak, Samsun, Tokat, Giresun, Rize hattı Veli Küçük’e bağlıydı. Ben Ordu, Giresun ve Rize’de hep Veli Küçük’ün ayak izlerine rastladım. Samsun Trabzon hattında bir sürü haber elemanı çalıştırılıyordu. Haber alma elemanlarının seçiminde Veli Küçük’ün çok etkili olduğunu düşünüyorum. Jandarma bölge komutanı olarak il alay komutanlarını, ilçe ve karakol komutanlarını zaten kendisi atıyordu. Vali ve kaymakam görevlendirmelerinde de etkili olmuştur. Bir ilin valisi daha göreve başlamadan, Küçük’ün çiçeğinin valinin odasına konulduğunu gördüm ben.
Tam ne demek istiyorsunuz? 
Samsun-Trabzon hattını Ergenekon kurdu. O hattaki milliyetçi, şoven bir düşüncenin temelleri Veli Küçük’ün görev yaptığı dönemde atıldı. Türk’e yumruk atanın da geçmişi araştırılmalı. Ergenekoncularla ilişkisi olabilir. Zonguldak, Sinop, Trabzon, Ordu, Giresun, Rize, Tokat, Gümüşhane hattında haber elemanı olarak kimler çalışıyor, faaliyetleri neler, incelenmeli. Doğu’da korucuların, itirafçıların cinayetlerini biliyoruz. Bu hatta da Ergenekon’un cinayetleri ortaya çıkar. Rahip Santoro cinayeti, Trabzon Limanı’na, Rum Pontus’u canlandıracaklar diye turist gemilerinin alınmaması, TAYAD’lılara linç girişimi ve Ahmet Türk’e yumruk... Bunlar, durup dururken olmadı. Bu bölgede milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, Kürt karşıtlığı, ulusalcılık ve şoven düşünce tırmandırıldı.
Kimin haber elemanı olup olmadığı hemen anlaşılır mı? 
Çok rahat anlaşılır. Bu bilgi valiye ve İçişleri Bakanlığı’nın görevlendirdiği müfettişe açıktır. Burada yıllar boyunca bir altyapı ve kadro oluşturuldu. Orada uzun süre görev yapan Veli Küçük ve Ordu Valisi Kemal Yazıcıoğlu oluşturdular bu hattı. Kendi düşüncelerindeki kaymakamları, emniyet müdürlerini ve jandarma komutanlarını görevlendirdiler bu hatta. Çok sayıda vatandaş, öğrenci ve köylü haber elemanı olarak kullanıldı. Samsun’daki fotoğrafların geçmişine bakılmalı.
Kimler haber elemanı olarak kullanılır? 
Her meslekten insan olabilir bunlar. Sıradan vatandaşlar, bunlar. Memuru var, tüccarı var. Her mahalleden bir, iki kişi böyle kullanılır. Her köyden bir iki kişi de haber elemanıdır. Bir de üniversitelerde akademisyenler, öğrenciler haber elemanı olarak kullanılırlar. Trabzon Üniversitesi’nde de olaylar yaşanıyor. Orada da öğrencilerden haber elemanı olarak yararlanılıyor. Milliyetçi, ulusalcı şoven bir iklimin yaratılmasıyla ilgili yıllardır bir altyapı oluşturuldu bu hatta. Ben bir keresinde, denetime gittiğimde Jandarma’da haber elemanlarını sordum. Bana kırmızı kaplı bir defter getirdiler.
Ajanların mı fotoğrafı var? 
Tabii... Onlar ilgili birimlerin onayıyla, ilgili jandarma komutanının ve emniyet müdürünün onayıyla haber elemanı olurlar.
Davanın Muş’tan Samsun’a alınması konusunda ne düşünüyorsunuz? 
Cinayeti işleyen, devletin bir elemanıydı. Bu kişinin aklanması istendiği için devletin koruması ve gözetimindeki bir yere alındı dava. Geçmişte böyle çok sayıda örnek var. Uğur Kaymaz davası da Mardin’den Eskişehir’e alındı ve Kaymaz’ın yakınları, avukatları ve tanıklar duruşma salonuna giremediler. Devlet, kendi cinayetini kendi elemanları vasıtasıyla temize çıkardı. Gene aynı şey yapılmak isteniyor. Dava, ulusalcı ve milliyetçi dalganın en yüksek olduğu bir yere alınarak, tanıkların ifadesi önlenmek isteniyor.
Dava nerede görülmeliydi sizce? 
Muş’ta görülmeliydi ve güvenlikle ilgili en ufak bir sıkıntı yaşanmazdı. Ama Muş’ta tabii dava devletin istediği biçimde aklanmazdı. Bulanık’taki olay, bir provokasyondur. Devlet bu kişiyi aklamak istiyor.
Siz davanın Samsun’a alındığını duyduğunuzda bir şeyler olabileceğinden kuşkulandınız mı? 
“Bu bir dava aklamasıdır” diye ikaz ettik. “Müdahil ailelerinin hiçbiri tanıklık yapamaz” dedik. Bin iki yüz kilometre mesafe var ayrıca. Ama bütün bunlar bilinçli yapılıyor. Sivas ve Gazi olaylarının davalarında da aynı şey olmadı mı? O davalar da nakledildi ve aklandı.
Ahmet Türk, olağanüstü bir olgunluk ve sükûnetle yatıştırıcı mesajlar verdi saldırıdan sonra. Onun bu açıklamaları nasıl etkiledi insanları? 
Onları dizginledi gerçekten. Eğer öfkeyle konuşsaydı, hiç şüpheniz olmasın, her yerde çok büyük olaylar olurdu. “Yola çıktık Ankara’ya geliyoruz” diye yüzlerce telefon aldık insanlardan. Ağlıyorlardı. Güneydoğu, Ankara’ya gelmek istedi.
Türk’e yapılan saldırıyı kınayan gösteriler sırasında Hakkâri’de on dört yaşında bir çocuk polisler tarafından insafsızca dövüldü. Birileri şiddeti kışkırtmaya mı çalışıyor? 
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada her demokratik gösteriyi ve protestoyu, güvenlik kuvvetleri, “şu anda ben de PKK’yle mücadele içindeyim” psikolojisiyle karşılıyor. Kürtlerin demokratik haklarını engellemek için şiddeti bilerek uyguluyor ve körüklüyor. Şiddet artarsa kaos ortamının tırmanacağını ve kaos ortamında demokratik gelişmenin olamayacağını biliyor. Bakın benzer bir olay iki hafta önce Van’da yaşandı. Eğer Deniz Baykal, tuzağa düşüp de...
Deniz Baykal’a tuzak mı kuruldu? 
Tabii... Eğer Deniz Baykal, tuzağa düşüp de, polisin önerisine uysaydı ve otobüsten inip, yüz metre ilerideki CHP il binasına yürüyerek gitseydi, belki saldırıya uğrayacak ya da yumurtalar otobüsün camları yerine Baykal’ın kendisine gelecekti. CHP’ye polis, “bu otobüs bu sokağa giremez, köşeyi dönemez, binaya kadar yürüyün” demiş. Polisin bazı provokatif olaylarda rol aldığı şüphesi bende giderek güçleniyor. Bu birimi tanıyan bir kişi olarak söylüyorum ben bunları.
Başbakan’ın Ahmet Türk’ü araması, İçişleri Bakanı’nın ziyareti, emniyet müdürünün görevden alınması hakkında Kürtlerin düşüncesi ne? 
Başbakan, Ahmet Bey’i benim telefonumdan aradı. Bu konuda Başbakan samimi. Ama gönül, geçmişte de benzer olayları kınamasını isterdi. Bakın, şunu söyleyeyim. Jandarma’nın sadece kırsal alanda görev yapması lazım. Ancak İçişleri Bakanlığı’nca yapılan EMASYA protokolü, Jandarma’ya polis bölgelerinde de operasyon yapma, istihbarat toplama yetkileri vermişti. Bu protokol kaldırıldı, Jandarma artık polis bölgelerinde operasyon yapamıyor ama, EMASYA emirleri sürüyor.
Anlamadım... 
EMASYA protokolü ayrıdır, EMASYA emirleri ayrıdır. 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve MGK Kuruluş Yasası’nın ikinci maddesindeki Milli Güvenlik Siyaset Belgesi gereği, EMASYA hâlâ yürürlüktedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hedeflerini gerçekleştirmek için EMASYA devam ediyor. EMASYA sayesinde, Türkiye’nin 81 ilinin Emniyet’inde ve Jandarma’sında EMASYA planları yapılıyor. Bölücülük ve irticayla ilgili çalışmalar ve harekât planları hazırlanıyor.
Vatandaşlar fişleniyor mu? 
Tabi... Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne dayalı çalışmalardır bunlar.
Jandarma mı polis mi hangisi daha yaygın olarak fişliyor? 
İkisi de fişliyor. Emniyet’in de, Jandarma’nın da şahsi bilgilerin ve fişlemelerin toplandığı Genel Bilgi Toplama (GBT) dediğimiz şubeleri var. Devlet, yıkıcı, bölücü ve irticai faaliyetlerle ve bu faaliyetlerin içinde kimlerin olduğuyla ilgili her ay rapor düzenletiyor. Örgütlü bir sistem bu. GBT’lerde, soyadı fihristine göre orada yaşayan vatandaşla ilgili bilgiler, fişler vardır. Size ilginç bir anımı anlatayım. 2002 yılında Erzurum’un Ilıca İlçesi’ni denetledim. Jandarma’nın GBT bürosuna girdim. Tesadüfen D harfini açtım.
Ne gördünüz?
Deniz Gezmiş’in fişini gördüm. Babasının, kardeşinin, dayısının amcasının fişlendiğini gördüm. Deniz Gezmiş, 1971’de idam edildi ama fişlemeler hâlâ duruyordu. Oysa fişlenen kişi yakalandıysa, beraat ettiyse veya öldüyse, bu fişlerin imha edilmesi gerekiyordu.
Bu fişlemeler kişinin peşini hayat boyu takip mi ediyor? 
Evet. Jandarma da, Emniyet de bu fişlemeleri arşiv olarak bulunduruyor ve hayatınızın bir döneminde mutlaka bu fişlemeler karşınıza çıkıyor ve sizi engelliyor. Mesela devletin gizlilik dereceli görevlerinde çalışacak insanlarla ilgili olarak güvenlik soruşturması yapılır... O güvenlik soruşturmasında çok kişinin karşısına bu fişlerin çıktığını gördüm ben. Bu kişiler, çoktan yakılması gereken bu fişler yüzünden devlette çalışamadılar.
Hükümetin Kürt açılımı niye tıkandı sizce? 
Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan birtakım kolektif hakları var. Açılım, bu hakları tanımıyor. Mesela eğitim dilinin Türkçe olduğunu söyleyen Anayasa’nın 42. maddesiyle ilgili bir düzenleme yapılmıyor. Kürtçe eğitim dili olmadığı gibi, okullarda Kürtçe dersi bile konulmuyor.
Hükümet açılımı sürdürebilmek için neler yapmalıydı? 
Anayasa’da etnik referansa neden olacak Türk sözcüklerinin hepimizi kucaklayacak şekilde Türkiye sözcüğüyle değiştirilmesini istiyoruz biz. Mesela 66. Madde’deki, “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” cümlesi beni kapsamıyor. Bu madde, 1921 Anayasası’nda Atatürk’ün çok güzel formüle ettiği gibi düzenlenebilir ve “Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran halka Türkiye halkı denir” denebilir. Bu, beni kapsar.
Atatürk, bu tanımı niye 1924 Anayasası’nda değiştirdi sizce? 
Değiştirdi çünkü etrafını saran o İttihat Terakki düşüncesinden gelen milliyetçi şoven ekip tarafından kuşatıldı. Mahmut Esat Bozkurt gibi ırkçı bir adam bakan yapıldı. Atatürk, 1929’lara kadar hep provokatif suikastlarla meşgul edildi.
Açılım konusunda Kürt siyasetçiler üstlerine düşeni yaptılar mı? 
Tabi. Biz önerilerimizi bildirdik. Demokrasi standardı bir santim bile yükseltilse desteklenmelidir. Çünkü bundan herkes gibi Kürtler de yararlanacaktır.
Güneydoğu’daki devlet görevlilerinin Kürt vatandaşlara karşı tavırları nasıl son zamanlarda? 
Devletin görevlileri Kürtlerin siyasetçilerini içlerine sindiremediler. Siyasetçisine kötü davranan devlet görevlileri vatandaşa kimbilir nasıl davranır. Resmî ideolojileriyle uyumlu olarak kendi inisiyatifleriyle böyle davranıyorlar. Güneydoğu halkını, PKK ile işbirliği içindeki potansiyel suçlu olarak görüyorlar. Güneydoğu’ya insan haklarına saygılı, demokrat, hukuktan ve vatandaştan yana kişiler atanmalı. Çünkü görevlilerin davranışları, ortamın yumuşamasına ya da sertleşmesine doğrudan etkili oluyor.
Şimdiki Mardin valisi, eski Diyarbakır valisi gibi, halkı kucaklayan yeni tip valiler ortaya çıkmadı mı?
Kaç tane Efkan Ala var ki! Van’da, Mardin’de iki yıldır böyle valiler var. İki yıldır oluyor bütün bunlar...
NEŞE DÜZEL / TARAF

Hiç yorum yok: