10 Mart 2010 Çarşamba

Sürecin ve Siyasetin Seyri

Son yirmi güne baktığımızda, bir gün öncesinden manşet olan bir haberin, ertesi günde yerine külleri bırakması ve farklı bir haberin manşetten verilmesi gibi bir durumun bütün hızıyla devam ettiği ve bırakalım gün gün ne yaşandığını, herhangi bir günün içinde dahi yaşanabileceklerin kestirilemediği bir dönem yaşanmaktadır. Tabi durum böyle olunca yaşanan her türlü gelişmeye de, geniş bir yelpazeden yorumlar, eklemeler, spekülasyonlar, tırnaklamalarla birlikte oluşturulan senaryolar, yorumlar da haberlerin hız seyrine göre gelişmektedir.
Yani somut durumda; bardağın hangi tarafını görmek isteyen varsa, ona göre yorumların dizilmesi gerçekleşti. Bunların içinde methiyelerde oldu, yergiler de. Artık kim neyi görmek istediyse biraz da ona uzandı. Peki, bu dönem durulacak mı? Mevcut gidişata bakılırsa, pek de durulacak, sakinleşecek bir döneme benzemiyor. Bilakis daha da hareketlenecek ve hatta ciddi siyasi komplikasyonlarla, spekülasyonlarla devam edecek bir hale eviriliyor.
Bu kadar hararetli ve hareketli döneme yönelik geliştirilen temel yorumların basında; demokratikleşmenin doğum sancılarının yaşandığını söyleyenlerle, büyük ve yenilmez Türk devletinin temelinin çatırdamaya başladığını söyleyen iki keskin çizgi ve birbirine marjinal yorumlar gelmektedir.
Enformasyonun bini bir para olan bu mantalitenin içinde, bu sürgit düşünsel angajelerin içinde biz aslında biraz daha hikâyenin özüne ve perdenin arkasına bakabiliriz. Hikâyenin özü ya da salt tabirle perdenin görünmeyen yüzü son derece anlaşılır olmaktadır. Zaten ifade etmeye çalıştığımız enformasyon erozyonunun temel nedeni de, sanki bir noktada bunların flu edilmesine yönelik bir canhıraş mübadelenin tezahürü olmaktadır.
Hikâyenin özü sudur;
Evvela Türkiye ciddi anlamda bir demokrasi sürecine hala girememiştir. Bunun için mevcut haliyle bırakalım bilmem kaç fırın ekmek yemesi gerekiyor felsefesini, daha yemesi gereken ekmeğin buğdayını dahi ekememiştir. Onun için denildiği veya seslendirildiği gibi “demokratikleşmenin sancılarını” kesinlikle yaşanmamaktadır.
Yorumların diğer tarafında yer alan “devlet, cumhuriyet elden gidiyor” debdebelerine de hiç ihtimal vermemek gerekiyor. Bu anlamda yaşanmakta olanlar statükoyu alt etmenin yerine, onu daha çok dönemin koşullarına göre revize etmektir.
İşte tüm bunların ortasında yaşanan çatışmaların hüsnüniyeti de; baskın siyaseti esas alarak, menfaat dünyasının o ufacık hülyalarında kendi rantını oluşturmanın derdine yaren bulmaktır.
Daha da somutlaştırmak gerekirse; büyük ihtimalle AKP’ye yönelik Mart’ın ortalarında veya sonlarına doğru bir kapatma davası açılacaktı. (Bugünün manşetlerinde Anayasa paketinin meclise gönderileceği yazıldığı için geçmiş zaman ekiyle ifade etmeye çalışıyorum) Eğer iktidar böylesi bir durumla karsılaşırsa; erken seçim diyerek, halkı sandığın basına götürecekti. Fakat bunun için de, meydanlarda siyaset yapabilmek için biraz sermaye gerekiyordu.
İktidar partisi bu sermayeyi oluşturabilmek için de, tekrardan “açılım” safsatalarına, operasyonlar adı altında Kürt halkının demokratik örgütlülüğüne yönelme ve ordunun çeşitli kesimlerine yönelik operasyonel faaliyetlerle gözaltılar, mahkemeler ve sonrasında üçlü zirveler, ikili görüşmelerle çeşitli anlaşmaların gerçekleşmesine yönelik çok yönlü ve çok yüzlü siyaset yapmaktadır.  Kısacası; yaşanan bu gelişmelerin içerisinde, ayyuka çıkarılan bütün senaryoların altında yatan temel neden bu olmaktadır.
Fakat ifade etmeye çalıştığımız gibi öylesi bir siyasi arena var ki, gelişmelerin hızını saptayabilmek hiç de kolay olmuyor. Bugünün manşetlerinde yer alan “anayasa paketinin” önümüzdeki dönemde meclise, sürecin karakterine uygun bir şekilde hızla götürülmesinin altında yatan gerçekliklerde tamamen bundan ibaret olmaktadır.
Tüm bunların yanında Kürtler açısından duruma yönelik geliştirilecek en makulü ve mantıklısı, meydanlarda yürütülecek serhildanlarla birlikte, önümüzdeki gelişmelere güçlü bir şekilde hazırlanmak olmaktadır. Her türlü gelişmelere açık olabilecek bir dönemden geçtiğimizin bilinci ve farkındalığıyla, örgütlü gücünü daha da geliştirmek, bu temelde mücadelesini tüm alanlarda ve meydanlarda yürütmek olmaktadır. Gerek siyasi, gerek kurumsal ve gerekse de öz savunma anlamında kendisini bu sürecin belirleyeni, baş aktörü olarak görmeli ve bu şekilde çalışmalarını, en az bu sürecin seyri gibi seri ve hızlı bir şekilde pratik duruşa dönüştürebilmelidir.

Toprak Cemgil

Hiç yorum yok: