25 Mart 2010 Perşembe

Soykırım gerekçesine bakın


Tuğgeneral Ziya Yergök Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşamış bir Osmanlı generalidir. 1908’de Dersim’e yapılan harekatta görev almıştır. 1895 yılında Erzurum’da askeri okulda öğrenci iken Ermenilere yönelik bir katliama tanıklık etmiştir. Ziya Yergök’ün tanık olduğu bu olay bile Osmanlı devletinin ve onun devamı olan cumhuriyetin komplo ve provokasyonlarla gerçekleştirdiği katliamları nasıl da gündelik bir olaya, rutin bir göreve dönüştürdüğünü ve halkın bu katliamların bir aktörü olmakta ne kadar deneyimli olduğunu göstermektedir. Yergök’ün anılarının bu bölümünü okuduğunuzda tarih boyunca katliamların nasıl tezgahlandığını, devlet geleneğinin nasıl acımasız işlediğini göreceksiniz:


TUĞGENERAL YERGÖK’ÜN ANILARIND BİR SOYKIRIM PROVASI

Doğan Munzuroğlu



“Rumi 1311 (1895) yazının sonlarına doğru nihayet Erzurum’da Ermeni olayları patlak verdi. Okulun yakınında ve arka cephesi karşısında Erzurum’un ünlü zenginlerinden ve azılı Ermenilerinden Pastırmacıyan’ın konağı vardı. Müslüman Gez ve Pere mahalleleri okula yakın olmakla birlikte burnumuzun dibindeki Ermeni mahallesi kadar yakın değildiler.
Okulda bulunan askeri karakol erleri pencerelere ve korkuluk duvarlarına savunma amacıyla yerleştirilmişlerdi. Üzerlerinde onar mermiden başka bir cephane yoktu. Pastırmacıyan Konağı’ndan okula birkaç el ateş edilince öğrencileri dershaneden çıkarıp iç bahçeye topladılar. Borazan aracılığıyla imdat istendi. Okulda o zamanlar müzakereler dışında ders olmadığı için öğrenciler sevinmekte, odun yığınından kaptıkları birer odunla meydan okumakta idiler. Gerçekten öğrencilerde korkunun izine rastlanmıyordu. Müdür Hasan Bey bahçedeki öğrenciler arasında dolaşırken bir kurşun şıp diye yanına düştü. Hasan bey kurşunun düştüğü yere ayağını basarak “sizin kurşununuz bize bir şey yapamaz” diye söylendi ve gezintisine devam etti…”

Anıların buraya kadarki bölümünde bile bir gariplik var. Pastırmacıyan hem ünlü bir zengin hem de azılı bir ermeni. Genellikle zenginler bu türden kargaşaları sevmezler çünkü mallarını mülklerini kaybetmek istemezler. Burada Pastırmacıyan Konağı katliam ve yağma için hedef seçilmiştir. Ayrıca müdürün tavrına bakarak da bunun bir komplo olduğunu anlayabilirsiniz. Adam kurşunun düştüğü yerde kahramanlık yapıyor. Muhtemelen kurşunları atanları biliyor ve ikinci bir kurşunun gelip onu bulmayacağından emin.  

“Okulun imdat çağrısına uyan olmadı. Fakat az sonra Gez mahallelilerin genç, ihtiyar, kadın, erkek, çoluk ve çocuk ellerinde ev eşyalarıyla ermeni mahallelerinden yağmaladıklarını götürdüklerini gördük. Böylece ermeni tehlikesinin atlatıldığını anladık. Bu isyanda Pastırmacıyan’ın evinden atılan birkaç el silah sesi dışında başka silah sesi de duymadık.”

İsyana bakın, birkaç el silah sesi ve yağmalanan Ermeni mahallesi! Bu isyanda Pastırmacıyan’ın evinden atılan birkaç el silah sesinden başka bir şey duymamışlar. Kimin attığı belli olmayan birkaç el silah sesi “isyan” olarak tanımlanıyor. Soykırımın küçük bir provası gibi! Tezgahlanan katliamın gün yüzüne çıkan kısmını bir Osmanlı harbiye öğretmeninin anlatımlarından dinleyelim:  

“Ertesi gün Karapatlak Süleyman Efendi geometri dersini işledikten sonra olaylarla ilgili şehirde gördüğü şu manzarayı anlattı:
‘Halk ellerindeki değnek, balta ve satırlarla rast geldikleri Ermenileri öyle feci bir ölümle öldürmüşler ki tiksinmemek (abç) elde değil. Kimisinin kafası birkaç yerinden yarılmış, şişmiş, çirkin, bakılmaz (abç) bir görüntü almış. Kimi tepetaklak kirli sulara atılmış. Kiminin çenesi, kiminin kellesi kopmuş. Sözün kısası ölenler değnek ve satırlarla yaralanarak öldürülmüşler. Kurşunla ölen yoktur.’”

Katliama uğramış insanlara yakıştırılan sıfatlara bakın! “Tiksinti”, “çirkin”, “bakılmaz.” Bu insanlara acınmayacağına kurgulanmış bir askeri kafa ancak böyle tasvir edebilir!
“Gerçekten Erzurum halkında ateşli silah ender bulunur. Çoğu evlerde ve dadaşlarda kama, pala ve saldırma vardır.
Ermenilerin elebaşları ve kışkırtıcıları (ne kadar alışılmış deyimler değil mi? DM) Kaçıp kurtulmuşlardı…
Bu ayaklanma sırasında Ermenilerden birkaç yüz kişi öldürüldü söylentileri çıktı. Fakat sayı abartılmış, hiçbir zaman doğrulanmamıştır. Zaten isyan edenler ortaya çıkıp açıktan açığa muharebe etmemiş; damlardan ve pencerelerde polise jandarmaya ve halka ateş açmışlardır…”

Öyle bir isyan ki isyan edenler ortada yok. Görünmeyen isyancılar bir iki el ateş ediyorlar ve Müslümanlar emir almış gibi Ermeni mahallesine saldırıyorlar. Yüzlerce insanı satırlarla kesiyorlar. Müslüman halktan bir kişi bile ölmüyor. Buna rağmen “Ermeniler isyan ediyor”. Görünmeyen insanların isyanı, yüzlerce ermeni kökenli Osmanlı vatandaşının dövüle dövüle öldürülmesine yol açıyor ve Karapatlak Geometri Öğretmeni’nin olayı anlatma biçimine bakın: Dövüle dövüle öldürülen, kesilen insanları “tiksinti” ve “çirkin görüntü” sözcükleriyle ifade ediyor. Şimdi bu yazılanlardan sonra sen “soykırım yapmadık” iddiasına kimi inandırabilirsin? Ortada isyan eden kimse yok, damlardan ateş eden-muhtemelen ittihatçı-birkaç subay var ve buna isyan deniyor.

“Olay çıkmadan önce Cuma günü herkes Cuma namazında iken ‘Ermeniler camileri basacaklar’ söylentisi yayılmıştı. Bu söylenti doğruydu fakat gerçekleşmemişti.”

Ne kadar tanıdık bir söylem: Maraş’ta, Çorum’da Selanik’te yapılan provokasyonlarla aynı! Önce bir söylenti yayılır, halkın “hassasiyetleri” kışkırtılır ve katliam hazırlanır. Bir de “söylenti doğruydu ama gerçekleşmemişti” diyor. Doğru olan söylenti nasıl gerçekleşmiyor ya da gerçekleşmemiş bir şeyin doğruluğu nasıl anlaşılıyor?

Yergök’ün anılarındaki bu kısa bölüm bile Ermenilerin ve diğer azınlıkların neler çektiğinin somut bir göstergesidir.

(Tuğgeneral Ziya Yergök’ün anıları Harbiye’den Dersim’e. Remzi Kitabevi S. 57-58)

Hiç yorum yok: