14 Mart 2010 Pazar

Ortadoğu’Da Yaşamu Doğru Tanımlamak-2


Toplumsal tekillikler zengin bir bileşime sahiptir. Tekillikler kendi içinde çok sayıda tekillikler tekili kategorileri oluşturur. Toplumları tek kimlikli olarak görmeye çalışmak, yabanlaştırıcı öğeler olarak hiyerarşik ve devletsel düzenlerden kaynaklanır. Kapalı, katı kimlik anlayışı bu düzenlerin dayatmasıdır.
II. BÖLÜM
Abdullah ÖCALAN


Toplumsal Kimlik
Toplumsal tekillikler zengin bir bileşime sahiptir. Tekillikler kendi içinde çok sayıda tekillikler tekili kategorileri oluşturur. Toplumları tek kimlikli olarak görmeye çalışmak, yabanlaştırıcı öğeler olarak hiyerarşik ve devletsel düzenlerden kaynaklanır. Kapalı, katı kimlik anlayışı bu düzenlerin dayatmasıdır. Ulus-devlet bu düzenin en gelişmiş biçimidir. Kimlikler toplumsal formlardır. Gelişme özelliklerine denk gelirler. Diğer kimliklerle sentezlenmeye açıktırlar. Kimliksiz toplum olmaz. En az ahlâk ve politika kadar kimlik de varoluşsaldır. Çoklu alanlara sahip toplumsal kimliklerin en belli başlı olanlarını şöyle sıralayabiliriz:
*     Kabile ve Aşiret Kimlikleri: Toplumların ilk gelişme kimliği kabileler biçimindedir. Klana kimlik demek zordur. Çünkü klan henüz farklılaşmanın başlangıcındadır. Fakat klanı proto-kimlik, ön kimlik olarak tüm kimliklerin ana hücresi, ailesi gibi değerlendirmek mümkündür. Kabile ve kabileler birliği olarak aşiretler toplumsal yaşamın en dayanıklı kimlikleridir. Anti-toplumsal güçlere rağmen, zayıflamış kabile ve aşiretler çağının bir nevi sivil toplum görünümünde oluşması kaçınılmazdır. Çünkü toplumlar klansız ve ailesiz olamayacağı gibi, kabilesiz ve aşiretsiz de olamaz.

*     Kavimsel Kimlikler: Tarih boyunca ortak bir dil ve kültür kökenine dayalı aşiretlerin daha üst düzeyde gelişmiş biçimlenişi olarak gelişirler. Ağırlıklı olarak ortak bir mekânı kendilerine yurt, vatan olarak geliştirirler. Yurt, vatan en doğrusu kültür olarak anlam bulması gereken kavramlardır. Her toplum, kavim düzeyine varmak durumunda değildir. Kavimler içinde çok sayıda başka klan, kabile, aşiret, hatta kavimler yaşayabilir. Homojen kimlik anlayışı ulus-devlet faşizminin bir dayatmasıdır.

*     Ulusal Kimlik: Kavim kimliğinin istikrarlı ve sürekli bir yönetim biçiminde yaşaması halinde oluşacak kimliğe ulus veya ulusal kimlik demek mümkündür. Ulusun ağır basan yanı öz iradesiyle kendini yönetebilmesidir. Yönetimin demokratik veya devletçi biçimlerde gelişmesi mümkündür. Başka ulusların, daha doğrusu devletçi yönetime sahip ulusallıkların yönetimi altında olan halklara, kabileler toplamına ulus değil, köleler denilir. Sömürgen toplumlarda tek ulus adına homojenlik sağlanıp, başka uluslara ve hatta alt birimlere özgür ve eşit yaşama şansı verilmez. Demokratik sistemler çoklu kimliklere imkân tanımalarıyla anti-toplumsal sistemlerden ayrılırlar.

Toplumsal Kutsallar
Kutsallık kavramı büyüleyici, mucizevî, olağanüstü olanın toplumcu tanımlanmasıdır. Kutsal olan toplumun kendisidir, ama bunu bilimsel bilinçle değil de dinsel, mitolojik dediğimiz bilinç biçimleriyle karşılar. Toplum aslında kendini tanımlıyor. Dinsel ve mitolojik bilinçle tanımlamakla bilimsel bilinçle tanımlamak arasında kıyaslama yapmak öğretici olabilir. Bilimin kökeninde mitoloji, din ve felsefenin yattığını unutmamak gerekir. Toplumun zihin faaliyeti, kutsal olsun pozitif olsun, hep kendini tanımlamaya yöneliktir. Bazı önemli kutsallıklar şunlardır:
*     Tanrısallıklar: Üç büyük din de nesnel idealizmde evrensel olanın karşılığıdır. Hegel’de mutlak tin (Geist)dir. K. Marks’ta komünizmdir. Milliyetçiliklerde ulus-devlettir.

Sosyal bilimdeki anlamı toplumsal kimlikle bağlantılıdır. Toplumsalın en üst soyutlama olarak kavramsallaşmasını karşılayabilir. Allah’ın büyüklüğünün toplum dışında bir anlamı yoktur. Allah ancak toplumla var olabilir. Toplum ister onu tüm evren olarak karşılasın, ister içinde bir inanç olarak beslesin, fark etmez. Felsefede bunun temsili nesnel ve öznel idealizmdir. Bilimde ise yalnızca nesne ve özne olarak kalır. Bu yöntemle her şeyi, nesne ve anlam olarak Tanrı (Allah)’dan çıkarsamak mümkündür. Bilim diliyle ifade edersek, insanın anlam düzeyi toplumsallığıyla orantılıdır. İnsanın anlam gücü toplumsal gelişkinliğiyle belirlenir. Kapitalist liberalizmin toplumdan kopuk birey anlamlılığı, tam bir mitolojik yalandır. Birey toplumdan kopuk olarak ancak bir maymun üyesi kadar anlamlılık, zihniyet gelişkinliği yaşayabilir.

*     Peygamberlik: Toplumsal kutsallığın ikinci halkasıdır. Gaipten haber verme, tanrının elçisi olma gibi sıfatlarla tanımlanmaya çalışılır. Üst rahipler sınıfıyla aynı kategoriyi paylaşır. Felsefedeki karşılığı filozoftur. Bilimdeki karşılığı ise akademisyendir. Üst düzey aydınlar da aynı kategoriyi paylaşır. Hepsinin ortak özelliği, toplumsal anlamlılığı en üst düzeyde açıklayan konumda olmalarıdır.

Toplumun bu anlam konumlarını böylesine üst düzeyde değerlendirmesi özünde kendi varlığını seslendirdikleri içindir. Toplumun aynası, vicdanı konumundadırlar. Toplum onların şahsında özünde kendini kutsamaktadır. Kutsamanın kendisi değerlenmek, yücelenmek, anlamlanmak, güzellenmek olarak da tanımlanabilir.

*     Bilgelik, Ozanlık: Üçüncü sırada bir kutsama halkasıdır. Aynı işlevi görürler. Toplumun değer, anlam, söz taşıyıcılarıdır. Ahlâkî ve şiirsel duruşu ifadelendirirler. Toplumsal değerliliğin söz ve sanat temsilcileridir. Toplumsal anlamlılığı en yoğun yaşama ve ifade etme ayrıcalığına sahiptirler.

*     Kutsal Eşyalar, Fetişler: Toplumun yaşamasına, ayakta kalmasına, hamle yapmasına en çok katkısı olan nesneler kutsallaştırılır. Kutsallığın nesnelere geçmesi, toplum için hayati bir ihtiyacı gidermesi değeri ifade etmesinden ötürüdür. Bir nesne ne kadar değerliyse, fetişleştirilmişse, o denli kutsallık payı taşır. Örneğin buğday, zeytin, koyun, inek, at, vb gibi.

Toplumsal Hakikat ve Yitimi
Toplumsal doğalar esnek zihinsel yanı gelişkin doğalardır. Anlam yüklüdürler. Genelde canlılardaki anlam yükü cansızlardan fazladır. En basit atom parçacığından en karmaşık bileşimlerine doğru anlam artımı söz konusudur. Anlam artımının özgürlükle ilişkisi vardır. Enerji-madde ikilemindeki katılaşmış maddi parçacık denilen yan hep anlamı engellemekle yükümlüdür. Tıpkı duvar gibi. Duvar bir yandan içindekileri korur, ama aynı zamanda hapseder. Evrende bu ikilem her olguda vardır. Duvar bazen tam bir savunma aracı olurken, bazen de hapishane aracı olur. Madde kısmının bu yönlü bir özelliği hep vardır. Toplumsal doğada (evrende, maddede) çok gelişkin bir anlam birikimi vardır. Toplumsal örgüler, organlar, yapılar, sistemler özünde anlamca belirlenirler. Anlamını en iyi dile, söze, yapılanmaya kavuşturan toplumlar en gelişmişlik tanımına kavuşurlar. Özgürleşme düzeyi gelişkin toplumlardır. Özgür toplumlar kendini anlamlandıran, dillendiren, konuşturan, ihtiyaca göre çok yönlü yapılandıran toplumlardır. Tersine, özgürlükten yoksun toplumlar dilini geliştirememiş, açıkça konuşturamamış, kendini çok yönlü yapılandıramamış toplumlardır.
Bu tanım çerçevesinde çağlar boyunca toplumsal anlam, hakikat gelişimini değerlendirmek sosyal bilimin özüdür. Hakikat, esasta çağlar boyunca gelişen toplumsal anlamlılığın insan bilincine çıkmış halidir. Kendini mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel yollarla ifadeye kavuşturma işine hakikati araştırma, dile getirme işi diyebiliriz. Toplumlar sadece hakikat örgüsü değildirler. Aynı zamanda açıklama gücüdürler. Hakikatini açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder ki, bir nevi varoluştan kopma, gerçeklik olmaktan çıkma durumuna düşmek demektir. Hakikatsiz toplum, hatta birey anlamsız kılınmış, başka öznenin hakikati içinde erimiş ve kimliğini yitirmiş varlık anlamına, daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir. Bu durumda anlamla hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Anlam bir nevi hakikatin potansiyelidir. Bu potansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıldıkça hakikat haline erişmiş olacaktır.
Hep ‘içimdeki hakikat’ demek, hep ‘içimdeki konuşamayan çocuk’ demektir ki, en kötü toplumsal durumu, birey haline düşmüşlüğü ifade eder. Toplumsal anlamlılıklar hakikat haline (mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal, bilimsel yöntemlerle) gelmedikçe, bu aşamaya, aktifliğe (potansiyelden entellegyaya) erişmedikçe yaşamsallık kazanamazlar. Çocukluktan kurtulamamak Ezop dilini aşamamak demektir ki, bu durum da hakikat haline erişememek demektir. Baskı altına alınmış toplumsal gerçeklikler bu durumu yoğunca yaşarlar. Hakikat açısından toplumsal gerçekliğe baktığımızda, ancak bu gerçeklikler (toplumsal doğalar, yapılar) herhangi bir hakikat yöntemiyle (mitolojik, dinsel, sanatsal, felsefi ve bilimsel) dile geldikçe, aktifleştikçe, yeniden örgütlenip yapısallaştıkça anlamlı toplumdan hakikatli topluma erişmiş oluruz. Toplumsal çağları hakikat açısından gözlediğimizde şunları belirtebiliriz:
1- Toplumsal Klanlar Çağı: Bu çağda karmaşık bir anlam kazanamamışlıktan ötürü klan topluluklarında hakikatler çok sınırlı bir kapsamda, gelişmemiş bir dille, bazı sözel ve çoğunlukla beden diliyle ifade edilirler.
2- Tarım-Köy Toplum Çağı: Barınma, beslenme, giyinme, üreme ve korunma konusunda daha karmaşık bir yapısallık yaşandığından, anlam kapasitesi çok artmış toplumsal gerçeklikler söz konusudur. Anlam kapasitesine denk gelen bir hakikat çağı gelişmeye başlar. Özellikle ana-kadın etrafında gelişen mitolojik, dinsel, sanatsal (şişman ana-kadın heykelcikleri çağı) bir hakikat çağı tüm kutsallığıyla sahneye çıkar. Diller gelişir. Mitolojik, dinsel ve sanatsal ifade gücü, orijinal değeri yüksek bir çağı başlatırlar. Prehistoryanın en görkemli çağıdır. Toplumun ilk defa kendini kutsal hakikatler halinde (mitolojik, dinsel, sanatsal) açıkladığı çağdır. İnsanlık halen bu dönemin mirasını yemektedir. Felsefi bilgelik ve tıbbi bilim başta olmak üzere, diğer iki hakikat biçimi de bu çağda temel kazanmıştır. Kadın bilgeliği ve tıbbı bu dönemin etkin hakikatleri olarak yaşamda önemli yer bulmuşlardır. Kadın-tanrıçalığın bu çağda egemen olmasının nedeni, kadının beş önemli hakikat alanında kazanmış olduğu güçten ileri gelmektedir. Bu güç kazanmanın altında şüphesiz tarımı ve ev ekonomisini geliştirmede başat rol oynaması yatmaktadır.
3- Şehir ve Uygarlık Toplumu Çağı: Şehirleşmeyle birlikte artan toplumsallaşma diyalektik gereği zıddını da geliştirmiştir. Bu çağda diyalektik zıtlık toplumsal sınıflaşma ve devleti doğurmuştur. Bir toplumsal sapma olarak gelişen sınıfsallık ve devletleşme, toplumsal hakikat konusunda derin bir yarılmaya, bölünmeye yol açmıştır. Yarılma ve bölünmeler şiddet içeren zıtlıklar temelinde oluştuğundan ötürü, hakikatlerin şiddetle bastırılma çağı da başlamış oluyor. Somutta bu durum kendini hakikatler savaşı olarak da açığa vurur.
Hakikatlerin sınıf ve devlet anlamını yüklenmesi tarihin özü haline indirgenmiştir. Tarih nasıl ve hangi yöntemle ifade edilirse edilsin, sınıf ve devlet damgasını taşıyacak biçimde inşa edildi; yazıldı. Toplumsal gerçekliğin, dolayısıyla toplumsal hakikatin yarılması her türlü yabancılaşmanın temelidir. Yabancılaşma, toplumsal anlamın saptırılmasına bağlı olarak, hakikatinin de gerçeği ifade etmekten alıkonulmasıdır. Hatta gerçekliğin tersyüz edilmiş olarak ifade biçimlerine taşırılmasıdır. Toplumsal bireyin köklü yabancılaşması tarihteki en büyük kötülüktür. Toplumsal yabancılaşma tarihsel ihanet olarak da yorumlanabilir. Yabancılaşma her düzeydedir. Toplumun tüm maddi ve manevi kültürel alanlarını kapsar. Emek yabancılaşması zihniyet yabancılaşmasıyla birleştirildiğinde, hegemonik uygarlık sistemi kendini sürdürebilir. Dolayısıyla sınıflı, devletli toplum sistemi olarak uygarlık çağı, ancak toplumsal alanların derinliğine yarılması ve yabancılaşması temelindeki gerçekleşme olarak tanımlanabilir.
Uygarlık, toplumsallığı bölünmüş ve sürekli çatışmayı mümkün kılan bir gerçekliktir. Derin bir hakikat arayışı, çatışması olarak da kendini var kılar. Sömürü ve zor tekelini elinde tutan tahakkümcü güçler, toplumsal hakikati bastırıp çarpıklaştırdıkları oranda ezilen ve sömürülen gruplar, bireyler ve halklardan oluşan toplumlar inşa ederler. Bu kesimler anlamını, dolayısıyla hakikatini kaybetmiş yığınlar, sürüler halinde güdülürler. Güdülmeye elverişli konuma ancak hakikatlerini yitirdiklerinde gelebilirler. Uygarlık tarihi dar anlamda bu güdülenimin hem anlam hem hakikat olarak inşa edilip sürdürülmesinin tarihidir.

Toplumsal Hakikat ve Yabancılaşma Biçimleri
Toplumsal gerçeklik gerek kendi içinde, gerek dışında baskı ve sömürüye alan bırakmadıkça, anlam ve hakikatinin özgür gerçekleşiminden bahsedilebilir. Bu durumda anlam ve hakikat özgürdür. Özgür olmak, anlamlı ve hakikatli olmakla mümkündür. Özgürlüğü olmayanın kimliği, dolayısıyla anlamı ve hakikati de olmaz.
Doğal koşullardan kaynaklanan tehditlerle (kıtlık, vahşî hayvanlar, iklimsel zorluklar, bulaşıcı hastalıklar) bollukların (bol yiyecek taneleri, meyveler, av hayvanları, elverişli iklimler, güvenlikli ve sağlıklı ortamlar) egemen olduğu koşullardaki hakikat biçimleriyle toplumsal baskı ve sömürünün sürdürüldüğü toplumlardaki hakikat biçimleri farklı oluşur. Ana hatlarıyla bu biçimleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Henüz toplumsal tahakkümün (hiyerarşi ve devlet) gelişmediği koşullarda hakikatin başlıca ifade biçimleri mitoloji, din ve sanatlardır. Felsefe ve bilimin payı sınırlıdır. Ağır basanı ise mitolojidir. Mitoloji bilindiği üzere söylence, efsane, masal, öykü biçimindeki anlatılardır. Mitolojilerde mutlaka bir hakikat gizlidir. Daha doğrusu, hakikatin bir söylem biçimidir. Uygarlığa batırılmamış din de mitolojiye göre inanç yanı daha ağır basan, hakikat değerliliğine kesinlik katan bir biçimdir. Din kesin olduğuna inanılan mitolojilerdir. Dinin inanç ve yargılarında hakikatle eşitlenme, özdeşleşme vardır. Bilgelik (felsefe) ve bilim mitoloji ve dinin ağır etkisini taşır. Sanat bir hakikat biçimi olarak din ve mitolojik zihniyetle sıkı bağ içindedir. Müzik ve çizim olarak anlamı ifadelendirmek ister. Müzik, resim ve heykele yüklenen anlamı araştırmak önemli bir hakikat çalışmasıdır. Önemli olan müziğin, resmin, heykelin kendisi değildir; ifade ettikleri anlam ve hakikat olarak değerleridir.
Mitoloji ve dinin dilinin şiirselliği esastır. Dilin kendisi doğuşundan itibaren uzun süre şiirsel anlatımlıdır. Dolayısıyla şiirle hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Şiir eski, özgür (tahakküm tanımayan) toplumun dili ve hakikatidir. İlk ozanlar bilgelerden, peygamberlerden önceki hakikat açıklayıcılarıdır. Bir toplumun dili ne kadar şiirsel ve ozan anlatımlı ise, bu toplumun o denli özgür ve anlamlı bir toplumsal gerçekliğe sahip olduğunu yansıtır.
2- Sınıflı ve devletli toplum sistemi olarak uygar toplum hem kendi içinde, hem dışında tahakküme uğradığı ve yarıldığı için, anlam ve hakikat olarak da parçalanır. Mitolojik ve dinsel anlatıma tahakküm karıştığından hakikat yabancılaşır. Yabancılaşma uygar toplumun özüne, varlığına ilişkindir. Sadece söylemsele dayanmaz. Tahakküm örgütlenmeleri içerdikleri anlamları hakikat olarak sunduklarında, toplumsal yaşam paradigmaları köklü değişmeler geçirir. Toplumda çelişkili yaşam biçimleri ve ona yön veren paradigma biçimleri oluşur. Yabancılaşma hakikati kemirerek, yontarak, eriterek yaşanır. Yabancılaşmanın hakikat olarak değeri çarpıtılma, bastırılma ve karartmaların kabulü için girişilen çabalar sonucu sürekli azalır. Savaşılacak bir hakikati kalmadığında, yabancılaşma anlamsız bir yapılar yığını haline gelir. Toplum için sadece bir yüktür. Bir nevi toplumsal hastalıktır. Tutuculuk, softalık, faşizm biçiminde patolojik adlarla anılır. Yabancılaşma hastalık halindeki toplumsal gerçeklik olarak artık anlamsızdır. Anlam yitimi en tehlikeli toplum halini yansıtır.
Uygarlığın toplumsal doğasında hakikatin yaşadığı yarılma ve çatışmalar bütün biçimlerinde izlenebilir. Mitoloji ve dinin hakikat değeri düştükçe, anlamlı ve canlı şölen havasında tapınılan tanrıça ve tanrılar yerlerini artık değerden düşmüş putlara bırakırlar. Görkemli, kutsal, mükâfatlandıran tanrıça çağından, cezalandıran, kullaştıran tanrı çağına geçilir. Aslında toplumsal dönüşüm (komünalden sınıflı topluma) kendini hakikatte böyle ifade etmektedir. Sümer toplumunda bu dönüşüm çok canlı izlenebilir. Ayrıca tanrılar arasında da savaş çıkar. Dionysosçu gelenek, tarımsal komünal toplumun hakikati olarak kendini yansıtırken, Zeusçu gelenek bu toplumun ilk yarılmaya ve dönüşüme uğramış tahakkümcü kesiminin hakikati olarak yansıtılır. Bu gelenekler çatışması bile orijinal anlamını Sümer toplumunda bulur. Bu iki gelenek, çağ sanatlarında çarpıcı olarak yansıtılır. Tanrıça çağı İsa’nın anası Meryem’e kadar yansısını sürdürür. Kapitalizmin hâkim sistem haline gelirken, tanrıça çağının son temsilcileri olan ‘cadı kadın’ları yakarak modernitesini inşa etmesi son derece düşündürücü ve öğreticidir.
Uygarlık çağında felsefe ve bilim, hakikatin ifade biçimleri olarak önem kazanırlar. Bunda hakikat arayışı ve mücadelesi temel rol oynar. Mitolojik ve dinsel anlatımla kendini eskisi kadar gizleyemeyen maskeli tanrı-kralların yerini metafizikle örtünmeye çalışan sistemler alır. Metafizik, nesnel idealizm olarak tek tanrılı dinlerin yetmezliğe düşmesi sonucunda hâkim uygarlık sistemlerinin öznelliği olarak geliştirilir. Tanrı yerine hakikat olarak ‘idea’lar ikame edilir. İdealizm, devletleşen tanrı olarak daha çok hakikatmiş gibi sunulur. Bu nedenle idealizmle yabancılaşma arasında sıkı bir ilişki vardır. Toplumsal hakikatler tanrılarla değil, idealarla ifade edilmeye çalışılır. Toplumsal hakikatin aşınıma, erimeye, çarpıtılmaya uğraması idealizmle önemli bir aşama kaydeder.
Hegemonik iktidar ve sömürü sistemi olarak uygar geçinen sayısız devlet, gittikçe daralan toplumsal anlamlılığını gizlemek için abartmalı, süslemeli, heybetli sanatsal biçimlenişlere de ağırlık verir. Örneğin Roma ve Grek uygarlığı mimari, heykel, müzik, mozaik alanında hakikat olarak böylesi bir sunuma çok önem verir. Sistem kendini ne kadar abartmalı sunarsa, o denli bir toplumsal anlamı (sömürülen ve ezilenlerin gerçeğini) gizlemeye, çarpıtmaya çalışır. Bilim, felsefe ve sanat, mitolojik ve dinsel çağda olduğu gibi iktidara bağlanır, devletleştirilmeye çalışılır. Dolayısıyla toplumsal yarılmaya karşılık gelen bir bilim ve felsefi mücadele süreci yaşanır. Bilim ve felsefe anlam yitimine karşı direndiği oranda hakikati ifade etme güçleri o denli artar. İktidar ve devlet sahiplerinin emrine girdikçe, dogmalaşıp hakikatle bağını yitirir, yabancılaşmanın bir söylem aracı olarak rol oynarlar. Hakikatle bağını yitiren mitolojik ve dinsel ifadelere karşı hakikat ifadesi olarak gelişen bilim ve felsefe, toplumun kendisi için değil, baskı ve sömürü tekellerinin çıkarı için rol değiştirdiğinde, tıpkı eski mitolojik ve dinsel yabancılaşmalar gibi dogmalaşıp hakikatle olan bağlarını yitirme sürecine girerler. Sanatlarda da benzer süreçler yaşanır. Hakikatle bağını yitiren sanatlar abartmalı ve minimalize olarak toplumsal gerçekliği ifade etmekten uzaklaştılar.
Uygarlık çağında tahakküm nedenli toplum sorunlar, hakikatin bütün ifade tarzlarında kendini sorgulamayı ve çözüme kavuşmayı dayatırlar. Hakikat sorunlarının kaynağı toplumsal olduğu kadar, çözümleri de toplumsal bilim kapsamındadır. Toplumsallıkla bağını yitiren bilimin yabancılaşması, dolayısıyla hakikatle bağını yitirmesi kaçınılmazdır. Kendini hakikatin tüm yöntemlerinde yetkinleştirmiş toplumlar, sorunlu olmaktan ve yabancılaşmadan kurtulmuş, eşitlikçi, özgür ve demokratik (ahlâkî ve politik) toplumlardır.

***

2010 © Partiya Karkerên Kurdistan (PKK)

Hiç yorum yok: