16 Mart 2010 Salı

Kültürel Özerklik ve Lazlar

Kültür, insanın toplumsal yaşamının her alanındaki kendisini ve kendisinin olanı yanı dili, müziği, sanatı, folkloru en güçlü şekilde ifadesidir; çünkü kültür, insanın kendi yaşamını, geçmişten gelen tecrübeler ve birikimlerle ve kendinin yarattıklarıyla nasıl ürettiğini anlatır. Bu anlatım sekteye uğrar ise o noktada toplumsal bir baskıyı ve ayrışmayı yaşar ve kendinden ve yaşadığı çevreden soyutlanır. Bu ise kültürel erozyonun hızlanması ve hatta kimliğin yitimi anlamına gelir. Yaşadığımız bu topraklar yani Anadolu ve Anadoluluk tek yeknesak bir kültürün değil, tarihler boyu ve günümüzde, birbirinden belli farklılıklar gösteren, Hititler, Kimmerler, Yahudiler, Romalılar, Moğollar, Osmanlılar ve daha yüzlerce kültürlere/uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
Image

Bu tarihsel süreçte; Anadolu ve uzantıları olarak tanımlanabilecek ve en az anadolu kadar eski ve çeşitli uygarlık/kimlikleri içinde barındıran Kafkasya ve Kafkasyanın güneyinde varlığını 3500 yıldır sürdürebilmiş bir halk "Lazlar" ve günümüze zorda olsa taşınabilmiş Laz Kültürü...

İnsanların ve bu örneklemede etnik grup olarak Lazların belli zamanlarda ve belli koşullarda kendi varlıklarını üretme ve sürdürmede karşılaştıkları zorlukları aşmada kendi dinamik yapısını koruyamamış ve tarihin çeşitli dönemlerde üst kimliğin dominant yapısı ve diğer etnik gruplarda olduğu gibi çoğu zaman dayatmacı politikalarıyla karşılaşmışlardır.

Bütün bu etkileşim sonucu olarak,(bunun direkt ve dolaylı sonucu olarak) günümüzde birçok Laz kendi kimliğini algılama ve sahip çıkmada isteksiz hatta ilgisiz çoğu zaman da inkârcı bir tutum içerisine girmektedir.


Geçen seksen küsur yıllık (öncesi binlerce yıla dayanır) süre içerisinde oluşan bu hızlı etkileşim sürecinde, sadece egemen kültür olarak Türk Kültürü yeniden üretilip şekillendirip sürekliliğini sağlanmaya çalışırken, karşıt olarak gördüğü laz Kültürü ve diğer Anadolu kültürlerini etkilemeye ve kendi bünyesine alıp değiştirip sindirmeye çalışmıştır. Oysa Kültür, ne herkes için aynıdır, ne herkes için üretilir, ne de herkes tarafından ortak ve adil ve özerk ölçülerine göre kullanılır. Farklı değerleri tarihsel ve folklorik ve hatta coğrafik özellikleri içinde barındıran Etnik Kültürlerin bu gerçeklik içinde algılanıp bu yönde bir yaklaşımın benimsenmesi ve bu yönde bir politikanın ve toplumsal bilincin oluşturulması gerekmektedir…

Binlerce yıllık süreçte oluşan kültürel ürünlerin bir nevi kendisinin sürekliliği ve varlığı için siyasal, ekonomik ve sosyal faaliyetlerin ve düzenlemelerin (yasalar, kültürel haklar, imtiyazlar, vs.) hayata geçirilmesi gerekmektedir.

İşte bu noktada eğer yukarıda bahsedilen bu yaklaşım ve politika uygulanmazsa alt kimlik olarak tanımlanan Etnik kimlikler gibi Laz Kimliği de ait olduğu ve sahiplenildiği bir takım aydın Lazlar tarafından korunmaya, bu anlamda haklı olarak gördükleri kendi yaşam biçimlerini/Lazlıklarını korumaya ve geliştirme yönünde çaba içine gireceklerdir. Zira bu bir zorunluluktur çünkü Lazların sahip olduğu bu kültür alanı aynı zamanda kendi yaşamının tümünü kapsayan, kendini ifade edebildiği ve bu şekilde mutlu ve barışık olduğu evrensel kültür düzlemindeki alanı yani Lazlığı ifade etmektedir!


Türkiye’de toplumsal uzlaşım ve kültürel iletişimdeki beklide ana sorun, “bireyin ait olduğu kültürün dışında kendinden farklı biçimde yaşayanlara farklı biçimde yaklaşmasıdır”.

Bu yaklaşımlardan önde gelenlerden ikisi gıpta etme ve özenme, diğeri ise, küçümsemedir. Mesela; Amerikan kültürü oldukça “üstün” bir karaktere sahip olarak nitelenir ve kabul edilir ve hatta gıpta ile bakılıp özenilirken, kendi coğrafyasından ve tarihsel ve kültürel bağı ve yakınlığı olan başka bir kültüre ve dile sahip olan halka karşı (Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Alevi…) önyargılı ve küçümseyici ve hatta dışlayıcı olabilmektedir.

Burada kişinin diğer kültüre-etnisiteye ait bir bireyi küçümsemesi, o kültürü ve o kültüre ait olan bireyin üstünde görmesi aslında kendini korumak için oluşturduğu bir mekanizmayı anlatır. İşte tam bu noktada da toplumsal uzlaşı ve demokrasi herkese eşit haklar ve kültürel özgürlük söylemlerini yukarıda değindiğim gerekçeler yüzünden geçersiz kılıyor. Bunu aşmak içinse bu önyargı ve kompleksin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların yapılması gerekmektedir.

Vatandaşlık Meselesine gelince;

Etnik kimlik objektif ve alt kimlik türüdür. Vatandaşlık kimliği ise, daima kolektif olan, sübjektif bir üst kimliği ifade eder. Bu bağlamda devlet ile azınlıklar arasındaki ilişkinin türü ve yönü, farklı sosyal ve siyasal sonuçlar doğuracaktır.

Şöyle ki eğer azınlıktan bir bireyin, gönüllü olarak üst kimliği benimsemesi durumdan devletle birey arasında bir sorun yaşanmaz zira gerçekleşen şey gönüllü asimilasyondur.

Ama grubundan bağımsız olarak birey bunu kabul ettiğinde, doğal olarak içinden geldiği kendi grubuyla sıkıtılar yaşama olasılığı çok büyük olacaktır. Böylesi bir kazanımın sorunları çözme yetisi yoktur. Türkiye’nin etnik gruplar üzerinde bu uygulamayı seksen küsur yıldır sürdüren Türkiye'de bunun hiçbir şekilde gerçekleştirilemediğini görmek, bu yaklaşımın doğruluğunu kanıtlamak için geçerli bir örnek teşkil etmektedir.

Tam tersi durumda ise birey, üst kimliği kabullenmeyerek alt kimliğinde ısrar edebilir. Bu durumda ise, azınlıkla devlet arsında bir anlaşmazlık durumunun yaşanması büyük olasılıktır. Günümüz Türkiye’sinde de temel sorun budur!

Çoğunluk-Azınlık-Devlet ilişkilerinde köklü ve demokratik bir kalıcı uzlaşmanın sağlanmasında, tarafların iki yönlü, irade birliğine dayalı bir uzlaşma ve duyarlılık ile mümkündür. Bu ise, alt kimliklerin korunduğu ve üst kimlikte bütünleşmenin, azınlıklar yararına pozitif ayrımcılığı da gözeten, eşitlenmiş olanaklar içerisinde sürdürülen ve özgürlükçü demokratik ortamda yaşanmasına olanak sağlayan politikalarla mümkün olabilecektir.

Bu çerçevede arzu edilen, tutarlı demokratik bir devlet rejimi içinde bizim anladığımız şekliyle sosyal demokrasi; milliyetlerin mutlak hak eşitliğini savunmalı ve etnik grupların sahip oldukları kültürel ve tarihsel değerlerinin korunması ve geliştirilmesi yönünde çaba göstermeli, bununla yetinmeyip bu konuda çaba gösteren kurum ve kuruluşların çalışmalarında da destek vermelidir.

4 Ocak 2010, istanbul

Cengiz Kibaroğlu

Hiç yorum yok: