2 Mart 2010 Salı

İsmet Paşa’nın ‘Kürt Raporu’nda Dersim (1935)

İdari ve demografik açıdan Dersim’in Tunceli’ye dönüştürülmesi süreci İsmet Paşa’nın Dersim eksenli Kürt Raporu ile başlıyor. Açık biçimde “Dersim Vilayeti’nin yeniden teşkili ile askeri bir idare kurulması ve Dersim ıslahının bir programa bağlanması lazımdır“ diyen İsmet Paşa; tümü birkaç yıl içinde gerçekleştirilecek bir tasfiye planının temelini atıyor. Aynı yıl içinde Tunceli Kanunu çıkarılarak, bu raporda önerilenlerin tümü yasalarla hayata geçirilmektedir. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkler’in olduğu kadar Kürtler’in de hükümetidir. Çünkü Kürtler’in gerçek meşru temsilcileri milletvekilleri Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türkler’in temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadır“ der. Aynı görüşmelerde, Kürddağı Kürtleri’nin 1922’de Ankara’daki Meclis’e verdikleri Mutalebat’ı kastederek, “Güneydeki Kürt halkı pek az bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvurarak 1918 Mütarekesi’nden sonra işgal edilen ülkelerin Türkiye’ye geri verilmesini sağlamak bakımından sarsılmaz kararlarını bildirmişlerdir“ diyen İsmet Paşa; “Kürtler, Milli Mücadele’nin devamınca canla-başla beraberlik gösterdiler; Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik“ demiştir.

‘Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız’
İsmet Paşa; 1925 Kürt İsyanı’nın bastırılmasından sonra Başvekil sıfatıyla şu ırkçı söylemle ortaya çıkacaktır: “... Milliyet yegane vasıta-i iltisakımızdır (milliyetçilik tek birleştiricimizdir M.B). Diğer anasır (unsurlar) Türk ekseriyeti (çoğunluğu) karşısında haiz-i tesir (etkileme gücüne sahip) değildir. Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf (nitelikler) herşeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.“ (Vakit gaz. 27 Nisan 1925. İsmet Paşa’nın bu tür ırkçı söylemleri ve uygulamaları konusunda bkz. Dr. Naci Kutlay: İsmet Paşa’da Dönemsel Irkçı Anlayışlar, Özgür Politika, 9-12 Kasım 2003).

Aynı İsmet Paşa, 1926’da Başbakanken, sürgündeki Kürt aydınlarının bugüne de ışık tutacak çok önemli bir muhtıra-mektubuna muhatap olmuştu. Kürt aydınları, Lozan görüşmelerinde Kürtler’e dönük birçok vaadlerde bulunan, Lozan Antlaşması’nı imzalayan, 1925 Isyanı üzerine Başbakanlığa getirilen Kürt kökenli İsmet Paşa’yı, yürütmenin başı olarak muhatap almışlardı.

Kürt aydınları, bu son derece önemli deklerasyonun sonunda şöyle diyorlardı: “Eğer genç Türkiye Cumhuriyeti ve muhterem yöneticileri, Türk ve Kürtler’in birarada yaşamasını gerçekten istiyor ve Kürtlüğün kuvvet ve kudretinden yararlanmayı ve Kürtlükten çok Türklüğün varlığını sağlamlaştırmak ve en azından Kürt milletini kazanmayı hedefliyorsa, tek çözüm yolu ve ilaç 20. yüzyıl uygarlığının ulus ve özgürlük prensiplerine saygı ve uyma ile Kürtler’in yaşam hakkını kabullenmek ve bu suretle Avrupalılar’a, dost ve düşmana karşı olgunluğunu ve siyasi yeterliliğini göstermektir... Aksi takdirde, mevcut politikanın ve durumun devam ettirilmesinde ısrar edilirse, Kürdistan veya Şarki Anadolu kıtası büyük bir kin ve kırgınlık yuvasına dönecektir.” (M.Bayrak: Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Özge yay. Ank .1993, s. 498).

İnönü’nün gezisi ve Kürt Raporu
1925’te zamansız patlak veren Kürt isyanını bastıran İsmet Paşa yürütmeli Kemalist yönetim, zafer sarhoşluğuyla “Kürt kimliğini zor yöntemleriyle yokederek çözme” esasına dayanan Şark Islahat Planı’nı 1925 Eylülünde yürürlüğe koyar. Kürt aydınlarının, 1926 Mayısı’nda Ankara’ya ulaşan deklerasyonu görmezlikten gelinir. Ancak aynı yıl Ağrı İsyanı’nın başlaması ve 1927’de Kürt Özgürlük Örgütü’nün (Hoybun) kurulması; Ankara Hükümeti’ni 1928’de bir af çıkarmaya zorlar. Ancak bu, gerçek bir af olmaktan çok, savaş taktiği olarak çıkarılmış bir aftır. Nitekim bu isyanın da ateş ve kanla bastırılmasından sonra, Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan Genel Af’tan Kürtler yararlandırılmaz.

Öte yandan, 1925’ten bu yana Başbakanlığı elinde tutan İsmet Paşa, Şark Islahat Planı’nın 10 yıllık sonuçlarını incelemek amacıyla 1935 yılında Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerini kapsayan bir gezi yapar ve gezinin sonunda 21 Ağustos 1935 tarihli “Kürt Raporu“nu hazırlar. Sözkonusu gezinin ana nedenlerinden biri de, “son çıban“ olarak görülen Dersim sorununun çözümüdür. Gezinin tanıklarından olup Dersim üstüne iki ayrı kitap yazan Naşit (Hakkı) Uluğ, İsmet Paşa’nın gezisine ve “Şark Seyahati Raporu“ olarak adlandırdığı Kürt Raporu’na ilişkin olarak şunları söylüyor: “İnönü, üç yıl önce (1935), bir Doğu seyahati yapmıştı. Doğu illerimizde büyük imar ve temdin (uygarlaştırma M.B.) hareketinin hızlanıp programlaşmasına esas olan bu kutlu gezide, büyük devlet adamı Dersim muhitini de gördü. (...) Türk inkılabının tarihe intikal edecek büyük vesikalarından bir belli başlısı mahiyetinde olan İnönü’nün (Şark Seyahati Raporu) Dersim’in de temdin ve imarı esaslarını tesbit eden bir eserdir. İnönü, Doğu’dan dönünce, bu memleketşümul (tüm ülkeyi kapsayan) kararlarını tatbik için liyakatinden emin olduğu vatan çocuklarına vazifeler verdi: Kazım Orbay ve Abdullah Alpdoğan, Dersim’i baştan başa dolaşmak ve verilen direktiflere göre Dersim’in medeniyete açılması için lazım gelen tekliflerle Başbakanın önüne gelmek vazifesini aldılar. İki Komutan Doğu’ya gittiler, Birinci Genel Müfettişle görüştüler, Dersim’i gezdiler, halkı dinlediler, araziyi, kasabaları, köyleri, yolları yeni baştan etüd ettiler; dönüp geldiler ve Inönü’ye mütalealarını (görüş ve düşüncelerini) arzettiler.

Bunun üzerine verilen karar hulasaten şu oldu: Dersim’de bir vilayet kurulacaktır, Vali aynı zamanda bu Vilayetin Komutanı olacaktır. Dersim ve muhiti (çevresi) bir Genel Müfettişliğe bağlanacak ve bu Vali ve Komutan aynı zamanda Genel Müfettiş olacaktır. Dersim imar ve temdin edilecektir. (...)

Hükümetin teklif ettiği bu esaslar, Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilerek Tunceli Kanunları derhal tetbik mevkiine (uygulamaya) kondu. Dördüncü Genel Müfettişlik ve Tunceli Vali ve Komutanlığı vazifesi Korgeneral Abdullah Alpdoğan’a verildi (1936).” (Naşit Uluğ: Tunceli Medeniyete Açılıyor, Cumhuriyet Matb. Ist.1939, s. 151-152).

‘Sadece Türk milleti etnik haklar talep edebilir’
Halk arasında “Dersim kasabı“ olarak adlandırılan General Alpdoğan’ın uygulamaları şimdiye kadar birçok anı kitabında yerini almış bulunuyor. İsmet Paşa’nın 1935 yılında Başbakan sıfatıyla Kürdistan’a yaptığı inceleme gezisini değerlendirmek amacıyla, o tarihlerde yurtdışında bulunan Elektrik Mühendisi Muşlu Hilmi Yıldırım, “Kürdistan’da Yirminci Asırda Türklerin Medeniyeti/ Gaziya Welati Kurdan“ başlığıyla bir cevabi broşür yayımlar.

Adı geçen Kürt aydını, “Türkiye Başvekili İsmet Paşa Hazretlerinin Kürdistan’a Seyahati“ başlıklı giriş bölümünde şöyle diyor: “14.6.1935 tarihinde Kürdistan’ın hukuku için Türkiye Başvekili İsmet Paşa hazretlerine yazdığım mektup üzerine Başvekil Kürdistan vilayetlerini ziyaret etmek için seyahate çıkmış ve Kürdistan ahalisinin gözünü boyamak için bazı siyasi nasihatlarda bulunuyormuş...“ Kuşkusuz İsmet Paşa’nın Kürdistan gezisi, salt Hilmi Yıldırım’ın bir mektubuna indirgenemez. Tersine, bu gezinin genelde Kürt sorunu, özelde Dersim sorununun çözümü(!) için gerçekleştirildiği ortadadır.

Hilmi Yıldırım, basım yeri ve tarihi bilinmeyen, ancak İsmet Paşa’nın gezisinden hemen sonra yayımlandığı anlaşılan Broşüründe; 26.10.1935 tarihinde gönderdiği mektubun da 30.11.1935 tarihli Köroğlu gazetesinde tekzip edildiğini söylüyor ki, bu da Broşürün yayın tarihi konusunda yaklaşık bir fikir verebiliyor.

Kendisini “Kürdistan fedaisi“ olarak tanıtan Elektrik Mühendisi Muşlu Hilmi Yıldırım, kuşuksuz cevabi-broşürünü İsmet Paşa’nın gezisi ve basına yansıyan kimi sözlerine dayandırmaktadır, ancak onun hazırladığı Kürt Raporu’ndan habersizdir. “Kürt siyasetinin temellerini atan kişi„ olarak sunulan İsmet Paşa’nın sözkonusu Kürt Raporu, ilk kez gazeteci Saygı Öztürk tarafından özetlenerek ve ara başlıklarla beslenerek 7-10 Eylül 1992 tarihleri arasında Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Sözkonusu Kürt Raporu, Kürt sorununun çözümünde şiddet yönteminde ısrarın yanısıra, Dersim katliamının da adeta habercisi ve başlatıcısı olur…

Kendisi de Bitlisli Kürümoğlu ailesinden Kürt kökenli olan Dönemin Başbakanı İsmet Paşa, Türk ırkçılığının şahlandırıldığı 1930 yılında, Sivas demiryolunun açılışında diğer Bakanlarıyla ağızbirliği etmişçesine şunları söylüyordu: “Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırkî birtakım haklar isteyebilir. Başka hiç bir kişinin buna hakkı yoktur…“ (Milliyet gaz. 31.8.1930)

Erzincan’ın Kürt merkezi olmasıyla Kürdistan’ın meydana gelmesi...
İsmet İnönü’nün İktisat Vekili Celal Bayar da, bundan bir yıl sonra yani 1936 yılında bölgeyi gezerek bir Şark Raporu hazırlıyordu. Dersim katliamı döneminde, İsmet İnönü’nün yerine Başbakanlığa getirilen Celal Bayar, bu raporunda; Kürt sorununun salt askeri yöntemlerle çözümlenemeyeceğine, ekonomik ve toplumsal önlemler de alınması gerektiğine işaret ediyordu: “Doğu illerinde hakimiyet ve idare bakımından göze çarpan bariz bir hakikat vardır. Şeyh Said ve Ağrı isyanlarından sonra Türklük ve Kürtlük ihtirası karşılıklı şahlanmıştır. İsyan edenleri tenkil etmek (cezalandırmak MB) için şiddetin manası anlaşılır ve yerindedir. İsyandan sonra, fark gözetmeksizin idare etmek de, bundan ayrı mutedil (soğukkanlı MB) bir sistemdir.“ (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-II, 2004,s.415)

Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı döneminde 2. Adam konumundaki İsmet Paşa, üstte de vurgulandığı gibi, Kürt aydınlarının 1926’da kendisine verdikleri son derece önemli Talepler Muhtırası’ na rağmen, Kürt sorununun şiddet yoluyla çözümünde ısrarcıdır ve 1937/38 Dersim katliamıyla sonuçlanan bu tutumu, 1935 tarihli Kürt Raporu’na açık biçimde yansımaktadır. İsmet Paşa, raporunda, Dersim bölgesindeki Erzincan’a önemli bir işlev yükleyerek, buranın bir “Türklük” üssü olarak konumlandırılmasını önermektedir. 1925’teki Şark Islahat Planı’nın bir gereği olarak, Ermeniler’den boşaltılan bu topraklara yerleştirilen Balkanlı ve Kafkaslı göçmenlerin buralardan ayrılmalarına hayıflanan İsmet Paşa, şöyle demektedir: “Dersim Kürtleri’ne karşı vaktiyle set olan Türk köyleri dağılıp zayıflayarak ve Ermeniler kamilen kalkarak Dersimliler’in istilasına karşı meydan tamamen boş kalmıştır. Erzincan’ın yanındaki boş köyler, Dersim’in semiz ve mütehakkim (bakımlı ve zorba MB) halkı ile süratle dolmaktadır. Erzincan beyleri, arazilerini işletmek için Dersimliler’i maraba adı altında kullanmaktadırlar. Bu, beylerin, bir nevi Dersimliler’in himayesine sığınmasıdır. Bu köyler ve marabalar,Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadırlar. Az zamanda Erzincan’ın Kürt merkezi olmasıyla asıl korkunç Kürdistan’ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir.”

Bilindiği gibi; Şark Islahat Planı, Ermeniler’den boşalan arazilerin Kürtler’e verilmemesini, yerleşmiş olanların çıkarılmasını ve buralara dışardan getirilecek göçmen Türkler’in yerleştirilmesiyle bir “Türklük Barajı“ kurulmasını öngörüyordu. Ancak, buralara yerleştirilen Balkanlı ya da Kafkasyalı göçmenlerin bir bölümünün, doğa ve toplum şartlarına uyum gösteremeyerek buralardan ayrılıp Batı Anadolu’ya yerleşmeleri, besbelli ki İsmet Paşa’yı son derece rahatsız etmektedir. Oysa İnönü, “Aslında Erzincan, bir Türk mamuresi olmak için bütün şartlara maliktir“ diyor ve bu yörenin bir an önce öngörülen şekilde donatılmasını istiyor.

Dersim’den Tunceli’ne geçiş…
İdari ve demografik açıdan Dersim’in Tunceli’ye dönüştürülmesi süreci de İsmet Paşa’nın Dersim eksenli Kürt Raporu ile başlıyor. Açık biçimde “Dersim Vilayeti’nin yeniden teşkili ile askeri bir idare kurulması ve Dersim ıslahının bir programa bağlanması lazımdır“ diyen İsmet Paşa; tümü birkaç yıl içinde gerçekleştirilecek bir tasfiye planının temelini atıyor. Aynı yıl içinde Tunceli Kanunu çıkarılarak, bu Raporda önerilenlerin tümü yasalarla hayata geçirilmektedir. İnönü’nün önerilerini izlemeye devam edelim: ”Kazalarda bazı değişiklikler ve yeni kazalar yapılması zaruridir. Bunlar, Genel Müfettişle birlikte yapılmalıdır. Genel Müfettişlerin asayiş, iskan ve proğram hususlarında Vekaletlerin (Bakanlıkların MB) yegane muhatabı olması başlıca meseledir. Bununla beraber Genel İnspektörler’in müdahale edemeyecekleri iş olmayacaktır. Genel Müfettişler, lüzumlu ve acil gördükleri anda, mıntıkaları dahilindeki herhangi bir emri veya tedbiri durdurmaya, tadil etmeye selahiyetli olacaklardır.“

Burada İnönü, Genel Müfettişlerin Bakanlardan da daha yetkili olduklarına vurgu yaparken; „Genel Müfettişlerin müracaatı, Devlet kuvvetleri üzerinde de aynı hükmü haiz olacaktır“ diyerek, Genel Müfettişler’in askerlere de emir verebileceğine işaret etmektedir.

İnönü’nün Kürt Raporu ile başta Dersim olmak üzere, Kürt coğrafyasında yeni bir Adalet uygulaması da getiriliyor: “Doğu illerinde tatbik edilmek üzer, özel bir Adli rejimi kanun ile tayin olunacaktır. Böyle bir proje bilhassa Birinci Genel Müfettişle birlikte hazırlanacaktır.“

İnönü’nün öngördüğü “Dersim’i Islah Programı”
İnönü, o dönem Dersim’de Birinci Umumi Müfettiş olarak görev yapan Abidin Özmen’e geniş yetkiler verirken; özellikle İlbay yani Vali olarak buraya atanması öngörülen Vali-Paşa Abdullah Alpdoğan’ı da sınırsız yetkilerle donatmaktadır. İnönü’nün planladığı Dersim’i Islah Proğramı; 1-Hazırlık, 2- Silahtan Tecrit, 3- Yeniden İskan safhalarından oluşmaktadır. Birlikte izliyoruz: “Hazırlık ve silahsızlanma üç senede olacaktır.” (Gerçekten de üç yıl içinde hazırlık yapılmış, insanlar silahtan arındırılmış ve katliama geçilmiştir. MB)

“Dersim Vilayeti’ni yeni usulde teşkil edeceğiz. Muvazzaf bir Kolordu Komutanı, vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamları olacaktır. Keza memurlardan hiç biri yerli olmayacaktır. Bulundukça mütekait zabitler (emekli subaylar MB) tali (ikinci derece MB) memuriyetlere tayin olunacaktır.”

İnönü’nün belirlediği Vali- Paşa, Koçgiri katliamcısı Sakallı Nureddin Paşa’nın damadı Korgeneral Abdullah Alpdoğan’dır, kaymakamlar ise subaydır. İnönü, İlbaylık olarak adlandırdığı Valiliğin de yeniden donatılmasını önermektedir: “İlbaylık Dairesi, bir Kolordu karargahı gibi fakat maksada elverişli olarak teşkil olunacaktır. Asayiş, yol, maliye, ekonomi, adliye, kültür ve sağlık şubeleri olacaktır. İdama kadar infaz İlbaylık da bitecektir. Adliye usulü basit, hususi ve kesin olacaktır.”

Görüldüğü gibi; Genel Müfettişliklerde olduğu gibi, idam kararlarını infaz etme yetkisi de doğrudan Vali’ye verilmektedir. Bu, bir bakıma “önce idam et, sonra usulen yargıla“ yöntemidir. İnönü’nün askeri donanım konusunda da önerileri var: “İlbaylığın emrinde asgari 7 seyyar jandarma taburu bulunacaktır. Sabit jandarma ayrıdır. İlbaylığa yardım etmek Genel Müfettişlerin vazifesidir. İlbaylık bu teşkilatı ile idareye alacaktır. 1935 ve 36’da yolları, karakolları yaptıracaktır. 1937 İlkbaharı’na kadar hazır olursa mürettep (düzenlenmiş MB) ve seferber iki fırka kuvvet İlbaylığın emrine 1937 ilkbaharında verilecektir. Süratle bütün Dersim silahtan tesrit olunacak, İlbaylığın o zamana kadar tetkiki neticesinde kuvvetle yapılmasını tasavvur ettiği, hükümete bildirdiği icraat da yapılacaktır. Bundan sonra Dersim’e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.”

Görüldüğü gibi, İnönü’nün Raporu, esasında bir Dersim’i vurma ve tasfiye proğramıdır. Gerçekten de, derhal ulaşım yolları yapılmaya girişilmiş ve doğrudan Vali’nin emriyle infazlar yapılmıştır. Toplu bir operasyona başlanması ise, gerekli hazırlıkların tamamlanmasına endekslenmiştir. Dahası İnönü; “Dersimliler, bizim düşündüğümüz zamandan evvel harekete kalkarsa, programı acilen tatbik etmek zaruridir” diyerek, bu kararın son derece gizli tutulmasını istemektedir: “Bu tasavvurları (planlamaları MB) İcra Vekilleri (Bakanlar MB) ve Genelkurmay Başkanı ile Kamutay (Meclis MB) Başkanı’ndan başka yalnız İlbay (Vali MB), iki Genel Müfettiş ve 3 Ordu Müfettişi şahsen bilecektir. Maiyet memurları bilmeyeceklerdir.”

‘Van, Erzincan, Muş ve Elazığ’da Türk kitleleri vücuda getirmek’
Görüldüğü gibi, son derece gizli tutulan bir katliam hazırlığı sözkonusudur. İnönü, bu katliam ve tasfiye hareketi gerçekleştirildikten sonra, bölgenin yeniden iskanı konusunda da önerilerde bulunmaktadır: “Van, Muş ve Erzincan ovaları Kürt yayılmasına açıktır. Van ve Erzincan’da acele olarak, Muş Ovası’nda tedricen, bir de Elazığ Ovası’nda Kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız. Yalnız Erzincan Ovası için, Dersim ıslahından sonra karar vereceğiz.“

Dikkat edilirse, burada planlanan hususların önemli bir bölümü, 1925’te gizlice hazırlanıp yürürlüğe konan Şark Islahat Planı’nın da öngörüleri arasındadır. Askeri yöntemlerle Kürt kimliği yokedilerek Kürt sorununun çözülmesi ve “Türkleştirme” hedefi burada da açıkça vurgulanmaktadır. Zaten iki yıl sonra katliam başlamış ve iki yıl içinde tamamlanmıştır.

‘Canlı hiç bir şey bırakmayın’
Dersim katliamı sırasında Albay olarak görev yapan Hulusi Yahyagil’in şu itirafları zaten herşeyi açıkça ortaya koymuyor mu: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de, bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: İmha. Vergi vermedikleri için yok etmek… Bu düşünceyi, bu uygulamayı kim yapabilir? Zorbalar, insanlık suçunu işleyenler. Elbette vergi işin bir yönü; gerçek neden Dersim’i Türkleştirmekti. Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir (Canlı hiç bir şey bırakmayın) şeklindeydi…” (Bkz. N. Şahiner: Son Şahitler).

Atatürk’ün savaş pilotu Sabiha Gökçen’in, “Bombalama sırasında benim için insan önemli değildi, hareket halindeki her şey benim için hedefti” yolundaki sözleri de, bu anlatımları doğrulamıyor mu?.. Subay olarak iki ay süreyle Dersim katliamında bulunan Muhsin Batur gibi canlı tanıklar, “Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum“ diyerek, gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmaktan kaçınmasalardı, kimbilir insanlık adına ne tür trajik ve ayıplı manzaraya tanıklık edecektik…

MEHMET BAYRAK

Hiç yorum yok: