7 Mart 2010 Pazar

ENTELEKTÜEL FAHİŞE


Gazeteler normalinde daha az fikir ama daha çok haber-olgu iletmelilerdi okurlarına, Bu bizde tam tersi bir mecrada ilerliyor! Az haber, çok fikir. Bundan olsa gerek, okurlar artık kesin yargıları kuşkuyla karşılamakta... Bu yetmezmiş gibi, asli görevinin çok uzağında 'angaje' dediğimiz, her hangi bir gücün dümen suyunda bir gazetecilik gerçekliği ile karşı karşıya bırakılmışız bugün, en kötüsü de bu sanırım. 'Balyoz harekat planı'nda yararlanılacaklar ve ekarte edilecek gazetecilerin didişmesi hatırlattı tüm bunları bize. Neydi gazetecilik ve nasıl olmalı idi? Bakın 137 yıl önce Amerika'da bu sorunlar nasıl cereyan etmiş... ''Solcu, Marks'ın arkadaşı gazeteci Swinton, 1880'lerde New York Times'ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzere kürsüye çağırıyorlar onu. Swinton elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor. Çıt yok... Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından. 'Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da 'Özgür bağımsız basın' diye birşey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de...' diye başlıyor sözlerine; 'Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır. Gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de... Öyleyse şimdi burada 'bağımsız özgür basının' (!) 'şerefine' (!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız... Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı. Bizler entelektüel fahişeleriz.' Not: Swinton toplantıyı şaşkın bakışlar arasında terk etti... Gazeteden istifa etti ve kimseden para almaksızın 'John Swinton's paper diye tek yapraklı bir 'gazete' çıkartmaya başladı.

TEKEL İŞÇİLERİNE DAİR!

Michel Foucault'nun Fransa'da Billancourt'daki Renault fabrikasında işçi Josê ile söyleşisinde entelektüelin rolü, işçinin bilincini oluşturmak değil, işçide zaten var olan bilincin, bilgisinin enformasyon sitemine girmesini, yayılmasını ve sonuç olarak olup bitenlerin bilincinde olmayan insanlara ve diğer işçilere yardım etmesini sağlamaktır. Türk-İş'in Tekel İşçilerini sanki alttan alta 'satacak'mış havası verdiği hissediliyor ve grevin ilk günlerinde Türk İş Başkanı Mustafa Kumlu'ya karşı da duran işçiler olduğu aşikar. Ayrıca işçilerin sendikanın gücünü aşan siyasetinden, çeşitli sol grupların desteğinden dolayı sendikacıların bundan rahatsız olabileceği ve iktidarla dolaylı yoldan anlaşmalar yapabilecekleri de muhtemel. Michel Foucault, Josê ile söyleşisinin devamında sendika bürokrasisini işçinin sözünü kapmasından dolayı eleştiriyor. Foucault, sendika bürokrasinin emekçilerin düşünemediğini, karar verecek ve düşünecek olanın kendisi olduğunu ilke olarak dayatıp karar verme, düşünme ve hesaplama hakkını gasp ettiğini söylüyor. Aynı zamanda sendika bürokrasisinin hem kendiliğinden hem bilinçli olabilecek işçi eylemini engellemeyi kendine görev edinip, bu deneyimin ikiye bölünmesinden itibaren patrona hizmet edebileceğini belirtiyor. (Alıntı-Barış Eren)

Hiç yorum yok: