29 Mart 2010 Pazartesi

Dilsel Jenosid - 1

Mezopotamya'nın yok edilmek istenen kadim dilleri

İnsanlığın ilk yerleşim alanı ve medeniyetin beşiği sayılan Mezopotamya'da çok farklı diller varlık göstermiş; tarihsel süreç içerisinde onlarcası farklı nedenlerle ölü diller arasında yerini almıştır. Mezopotamya'nın kadim dilleri arasında yer alan Kürtçe, Arapça, Süryanice ve Ermenice ise bütün baskılanmalara rağmen varlığını ve etkinliğini bugüne kadar taşımıştır. Bu dilleri konuşan halkların konumu CHP'nin 1930'larda hazırlattığı gizli araştırma raporlarında şöyle belirtilmiştir:

'İsmet İnönü'nün Kürt raporundan sonra nüfus müdürlüklerine yaptırılan gizli araştırma Bölge'deki nüfusun durumunu ortaya koydu. Diyarbakır, Bitlis, Van, Hakkari, Muş, Mardin, Urfa, Siirt illerinde 228.282 Türk'e karşılık, 765.150 Kürt, 5.085 Ermeni, 20.508 Süryani, 92.274 Arap bulunduğunu ortaya koydu. Bölge tam anlamıyla bir mozaikti. Orada Katolik, Roma Katoliği, æzidî, Ermeni Katoliği, Keldani Katoliği, Protestan, Musevi, Çeçen de bulunuyordu.' (Öztürk, 2008: 72)

Cumhuriyet sonrası Türk milliyetçiliği ve ırkçılığı

Çok dilli, çok kültürlü, çok dinli ve çok etnikli bir yapıya sahip olan Osmanlı toplum yapısı üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile uluslararası camia tarafından resmen tanındı ve sınırları garanti altına alındı. Cumhuriyet, uluslararası alanda resmen tanındıktan, her türlü dış müdahale ihtimali bertaraf edildikten ve barış ortamı da sağlandıktan sonra, Türk yönetici kadrosunun ilk yaptırımı Türk olmayan Müslüman halklar üzerinde oldu; asli kurucu olan Kürtlerin varlığı ret ve inkar edildi. İttihat Terakki'nin hayalini kurduğu 'Türklerden oluşan bir Türkiye' ulus-devlet projesi hayata geçirildi ve 1924 Anayasası, Türkiye halkını 'Türk' olarak tanımladı:

'Madde 88- Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.' (Özyavuz, 1997: 289)

Kürtler

Mezopotamya'nın en eski halklarından olan Kürtler, bugün dört devlet (Türkiye, Suriye, İran, Irak) arasında bölünmüşlerdir. Dilleri bugünkü Kürtçe'nin oluşumuna kaynaklık yapan Medler, Kürtlerin modern atalarıdır.

Osmanlı döneminde Kürtler eğitimlerini medreselerde Kürtçe ve Arapça dilleriyle yapıyorlardı ve medreselerin en yoğun olduğu yer Kürdistan bölgesiydi. Osmanlı ve Pers imparatorluklarının bütün baskılarına rağmen bağımsızlıklarını koruyabilen Kürt beylikler, dönemlerinin en büyük okullarına ve bilginlerine de sahip olabildiler. Bu dönemde, medrese olarak bilinen eğitim yerleri ve burada öğretmenlik yapan bilginler açısından Kürt beyliklerinin Osmanlı'dan daha geri olmadığı, hatta daha ileri olduğu bile söylenebilir. Bu durumu, XVII. yüzyılın en büyük Türk coğrafyacısından Evliya Çelebi de doğrulamaktadır. Evliya Çelebi'ye göre Bitlis ve Van'da 20 Mektep (Medrese) vardı. Osmanlılar, Bitlis Emiri Evdilxan'ın çok zengin olan kütüphanesini ve etnografya müzesini talan ettiler. (Günel, 2002: 86)

Kürtçe eğitimin en seçkin uygulayıcılarından olan ünlü Kürt şairi Ehmedê Xanî, Osmanlı tarihini yazan İdris-i Bitlisi, Kürtlerin tarihini yazan Şerefxan ve Cigerxwîn gibi birçok alim ve şair bu Bölge'de yetişmiştir. Günümüz dahil Kürtçe'yi de en düzgün ve doğru kullananlar medrese eğitimlilerdir.

Kürtçe dil yasaklamaları

1924'te uygulanan Tevhid-i Tedrisat (Eğitim birliği) gereğince bütün Kürt kurum ve kuruluşları kapatılmış; 1925'te çıkarılan 'Şark Islahat Planı'yla da 'Hint-Avrupa' dil grubunda sayılan Kürtçe dili bütünüyle yasaklanmıştır. CHP döneminde çıkarılan ve oldukça gizli tutulan Şark Islahat Planı'nın 14. maddesinde şöyle deniyor:

'Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan berveçh-i ati Malatya, Elaziz, Diyarıbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezek, Ovacık, Hısnımansur, Behisni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve sair müessesat ve teşkilatta, mekteplerde, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den maada lisan kullananlar evamir-i hükümete ve belediyeye muhalif ve mukavemet cürmile tecziye edilirler.' (Bayrak, 1993: 485)

Nitekim de Şark Islahat Planı harfiyen uygulandı ve Türkçe'den başka dil kullananlar çok ağır bir şekilde cezalandırıldı. Bir koyunun 25 kuruş ettiği dönemde, konuşulan her Kürtçe kelime başına 5 kuruş ceza alındı. Kendi dilini konuşan Kürt halkına her türlü maddi ve manevi baskı uygulandı. Bunun tanıklarından biri de, 1925 Diyarbakır-Lice doğumlu araştırmacı yazar ve eski Milletvekili (TİP) Tarık Ziya Ekinci'dir.

TARIK ZİYA EKİNCİ:

'Bir kelime Kürtçe konuştuğunda, tam 5 kuruş ceza kesilirdi.'

'İlk Okula başladığımda hiç Türkçe bilmiyordum... İlkokulda dil baskılanmaları yoktu; ama Ermeni çocukların isimleri değiştirildi. Okulumuzda en az 20 tane Ermeni çocuk vardı. İlçemizde de en az 50 Ermeni aile vardı. Kiliseleri (Der) yıkıldığından, kendi evlerinde ibadetlerini yapıyorlardı. Çok korkuyorlardı. Kürtlerden bir baskı yoktu, çünkü onlara ihtiyaçları vardı. Benim arkadaşımın adı, 'Garabet' (Gıbo) idi. Öğretmenimiz ona 'Demir' ismini koydu. Başka bir arkadaşımızın adı da 'Sarkis' idi. Onun adını da 'Dündar' koydu. Bir çocuk daha vardı. Biz ona 'Peno' diyorduk. Öğretmen adını 'Turgut' koymuştu. Bütün Ermeni çocukların adları bu şekilde öğretmenlerimiz tarafından 'Türkçe' olarak değiştirildi.

Sonra Lice'de bir olay daha oldu; Kürtçe konuşmak yasaklandı. Bizim oturduğumuz Karahasan Mahallesi çok büyüktür. Bize yakın 'Göm'ler vardı. Akro, Pağnaf, Dağbelo gibi gömler vardı. Bu gömlerden köylüler ufak tefek şeyler getirir satarlardı. Mesala bir yük odun, bir sitil yoğurt, birkaç tane yumurta, tavuk gibi ufak şeyler getirir satarlardı. Genelde bunlar memurlara satılırdı. O dönemde Kürtçe konuşma yasağı çıktı. Bir kelime Kürtçe konuştuğunda, tam 5 kuruş ceza kesilirdi. Zaten bir yük odun da 5 kuruştu. Bu ceza kesinlikle alınırdı; hemen orada alınırdı. Bunların çoğu bizim akrabamızdı. Ben de derdimizi anlatacak kadar 'Türkçe'yi okuldan' öğrenmiştim. Bunlar eşyalarını satmaya geldikleri zaman, babam hemen beni çağırır, 'Oğlum git bunlarla, onlara 'Türkçe' yardım et!' derdi. Ben de bunlarla gider, pazarlığı ben yapardım. Onlar sadece izleyici olarak kalır, böylece cezadan kurtulurlardı. Her sabah mutlaka kapımız çalınır, beni satışa çağırırlardı. Yaşadığım olay bu!

Şunu belirtmeliyim: Bir halkı asimile etmenin yolu, dilini asimile etmektir. Bunun koşulu da, o dili kullanılmaz hale getirmektir. Bu iki yüzlülüktür. Riyak‰r bir siyasettir. Almanya'daki Türklerin asimile olmasına karşı çıkarken, kendi ülkemizdeki bir halkı asimile ediyoruz. Bugün Türkiye'de riyakar ve ikiyüzlü bir politika uygulanıyor. Bu politikadan vazgeçilmesi gerekir. Kendin için ne istiyorsan, başkasına da onu uygun göreceksin.'

Ermeniler

ROBER HADDELER:

'Tehcir sırasında bütün ailesini kaybeden babam, bize Ermenice isim vermekten korktu.'

1926 İstanbul-Bakırköy doğumlu, Marmara gazetesi sahibi ve başyazarı Rober Haddeler ile yaptığımız söyleşiden:

'Biz dört kardeştik. Babamız, 1915 tehcirinde bütün ailesini kaybedip çok korktuğu için, hiçbirimize Ermenice ismi vermedi: Rober, Edvan, Alber, Leon gibi isimler vermiş.

Türkiye'de, Ermenice bir gazete yayınlamak tabii ki kolay bir iş değil. Zorluklar farklı nedenlerden geliyor.

Tabii ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri, hem Lozan Antlaşması sebebiyle, hem de Türkiye Anayasası gereğince Ermeniler kendi dilleriyle eğitim yapabilmişler, gazete ve kitap yayınlayabilmişler. Ama bunlara rağmen bazı zamanlar, bazı çevreler tarafından, Ermeni dilinin kullanılmasına karşı bazı baskılar yapılabilmiş, Ermeni okullarında, 'talebelerin Ermenice konuşmaması' teşvik edilmiş; Ermenice konuşmak hoş karşılanmamış; Ermeniler de diğerleri gibi, 'Vatandaş Türkçe Konuş! Kampanyası'ndaki baskılardan paylarını almışlardır.

Vaktiyle bazı Ermeni okullarında Türk müdür yardımcıları, Ermenice konuşanları azarlıyor, okullarda Ermenice yazıların asılmasına engel oluyorlardı. Düşünebiliyor musunuz? Okul, Ermeni okulu; Okul Müdürü Ermeni; ama Müdür Yardımcısı Türk ve Ermeni öğrenciler, Ermenice konuşmaya korkuyorlar ve okula Ermenice yazılar asamıyorlardı. Ayrıca, İstanbul'un bütün sokaklarında 'Vatandaş Türkçe Konuş! Uyarıları vardı ve insanlar kendi dillerini, yani ana dillerini konuşmaya korkuyor, aralarında fısıldaşarak kendi dillerini konuşabiliyorlardı.

Ermeni insanları, artık sokaklarda Ermenice konuşmaktan korkmuyorlar. Ancak bu sefer de şu var ki; onlar, Ermenice konuşma alışkanlıklarını kaybettiler ve bugün Ermeniler kendi dillerini yasak olduğu için değil, Ermenice konuşma alışkanlığını kaybettikleri için Türkçe konuşuyorlar. Bu sebeplerden dolayı da bizim çıkardığımız Ermenice gazeteyi okumakta zorlanıyorlar.

Ne yazık ki, Türkiye vatandaşı Ermenilerin ancak yüzde 10'u Ermenice konuşuyor, diğerleri de Türkçe konuşuyor. Bu, Ermeni dili ve kültürü, yani bizim için ciddi bir kayıptır.'

GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN *
* Eğitimci-Araştırmacı Yazar
Haftaya: Dilsel Jenosidin Araplar ve Süryaniler üzerindeki etkileri

Hiç yorum yok: