7 Mart 2010 Pazar

Devletleştirme hamlesi ve Alevilik

Egemen siyasetin toplumsal muhalefeti etkisizleştirme yöntemlerinden biri de asimilasyondur. Asimilasyondan kasıt muhalefeti motive eden zihniyet yapısının dejenere edilip, anlamsızlaştırılmasıdır. Devlet eliyle 'görülen zulüm' üzerine hayata geçirilen reformların temelinde hep bu vardır. Post-modern politika daha ince tarzda muhalefetin argümanlarını sahiplenerek bu amaca ulaşmaya çalışır. Bunu tarihte çokça rastlanan eli bükülemeyen zihniyeti çıkışlarının 'devletleştirilmesi' politikalarının günümüz versiyonları olarak tanımlayabiliriz.

AKP 'açılım'larının da asıl gündemi budur. Artık gizlenemeyen devlet içi tıkanma ve çatışma bir 'devletleştirme' hamlesiyle aşılmak isteniyor. Hemen eklenmeli ki, etnik, dini ve inanç gruplarının tarihsel direniş geleneğinin tecrübeleriyle attıkları adımlar devletleştirme amaçlı açılım siyasetini şimdiden açmazlara sürüklemiştir. Görüldüğü gibi 2009 ağızlara bir parmak bal çalma yılıyken, 2010'a 'açılım kriz'leriyle girildi. Devletleştirme amaçlı açılım siyaseti ile asimilasyon baskısını üzerinde hisseden bir kesim de Alevi toplumudur. Bu bağlamda Alevilik olgusu birçok yönüyle tartışılmaktadır. Bu yazı egemen zihniyetin, Alevilik ile derdini kısaca sorgulamak istemektedir.

Aleviliğin devletleştirilmek, asimile edilmek istenmesinin başta gelen sebebi Aleviliğin tarihsel direniş geleneği ile bağıdır. Alevilik, devletleşmemiş toplumsal muhalefetin bir ifadesidir. Ortadoğu direniş tarihinin bir mirasıdır. İlk özel mülkiyet, sınıf ve devlet Ortadoğu coğrafyasında filizlendiği gibi ilk komünal direniş hareketlerinin de anavatanıdır. Tarihin ilk çağlarında hiyerarşi lehine yaşanan kırılmayla ortaya çıkan bu ikilem etnik ve dini ayrışmaların mayası da olur. Etnisite ve dinlerin üst tabakaları hanedan, saltanat sıfatlarıyla iktidarlaşırken; kolektif mülkiyet ve doğal toplum geleneği aile, klan, tarikat ve mezhep çatıları altında direniş sergiler. Devlet ve iktidar zihniyet yapısının dogmatik ve biçimsel yönüne saparken direniş hareketleri özgür yoruma açık, mülkiyet ve serveti mahkûm eden özünü bayraklaştırırlar. Zerdüştlükten Hıristiyanlığa, İslamiyet'e kadar insanlığı derinden etkilemiş dinsel çıkışlarda bu ikilem rahatlıkla gözlemlenir. Safavi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı imparatorlukları dogmalaşan zihniyeti temsil ederken Mazdek'ten Babek'e, Baba İshak'tan Şeyh Bedrettin'e kadar isyanların motivasyonu doğal toplum zihniyetidir. Nitekim Nizam-ül Mülk, 'Batıniler, malların insanlar arasında ortaklaşa kullanılmasını ileri süren Maztekçilerle beraber oldular. Çünkü her iki mezhebin aslı birdir' derken direnişçiliğin ortak dogmasını itiraf eder.

İşte Aleviliğin tarihsel komünal bilinçle İslamiyet'in çıkışındaki idealleri bağdaştırıp yaşam felsefesi haline getiren Batınilikle ilişki baş hedefi olmasının bir diğer nedenidir. Allah'ın doksan dokuz isminden biri olan ve Türkçeye 'iç yan' olarak çevrilebilecek Batini tasavvufu gizli, Allah'ın sırları manasında kullanılmaktadır. Karmati, Sabi, İsmaili, Nasıri gibi birçok kola ayrılmış olan Batıniliği şu ortak özellikler etrafında özetlemek mümkündür: Bu dünyacıdırlar, insan ve toplum merkezlidirler, peygamber yerine imama önem verirler, örgütlenmeleri gizli ve komünaldır. Tanrı'yı yaratıcı değil, oluş olarak tasavvur ederler. Evren başı sonu olmayan, yoktan var olmamış ve yok olmayacak bir oluştur. Erkek ve dişi ilkenin karşılıklı etkileşimiyle devinir ve oluşur. Tanrı ve evrenin bu gerçeği herkesçe bilinmez; ancak marifet sahibi insanların belli bir aşamadan sonra vakıf olabileceği sırlardır. Sırlara vakıf olmak hakikate varmaktır. Hakikate varıldı mı şeriatın, yani dini farz ve vecibelerin bir anlamı yoktur.

Hz. Ali sırları ilk vakıf olandır. 'Ben her akşam peygamberin evine giderim. Peygamber birçok ayetleri bana yazdırır, gizli anlamlarını açıklardı' demektedir. Ayrıca Azap süresinin 33.Ayeti ve Araf süresinin 157. Ayetine göre Ehl-i Beyt mensupları şeriat yükümlülüklerinden azade kılınmıştır. Bu 'Sırlar kapısı, namazımız kılınmış orucumuz tutulmuş, haram olan helal bize' deyimlerine de ilham verir. Cennet öte dünyada aranmaz. Dünya nimetleri ise oluş halindeki evren tasavvufuna paralel olarak mülkleştirilemez, herkesindir. Bencillik, açgözlülük, dünya malına meyil en çok yadırganan yaklaşımlardır. Bir lokma bir hırka tarzı esas alınır.

Ehl-Beyt'in maruz kaldığı haksızlık ve katliamın yası tutulduğu gibi öcünü almayı hedefleyen kesimler de vardır. Bu amaç etrafında gizli örgütlenmelere gidilir: 'ÖBatıniler, gizlenmiş tarikatlar aslında yoksulların sınıf partileridir. En meşhurlarından Hasan Sabah'ın Batini tarikatı (1100-1250) hakim hanedan ve mezhep olan Selçuklu sultan ve vezirlerine kan kusturmuştur. Hariciler, Fatımiler, Aleviler benzer geleneği temsil ederler.

Özgür yorum çoklu yapıyı beraberinde getirir. Ayrıca gizli örgütlenmelere gidilirken yerel kültür ve inançlarla uzlaşılır. Bu, takiyyeden değil insan ve toplum merkezli düşünüşten kaynaklanır. Kendi inançları ile yerel olanı rahatlıkla sentezlemişlerdir. Şehristani'nin deyimiyle davet biçimleri, dilleri ve itikatları zamana ve yere göre farklılık arz eder. Dayatmacı ve fetihçi değiller, birlikte yaşam ve ortaklaşmayı esas alırlar. Türk Aleviliğinde Şamanizmin, Kürt Aleviliğinde Zerdüştlüğün etkisi böyle okunabilir. Halen Sivas çevrelerinde varlığını koruyan Ehl-i Hak kolunun ruh göçü inancı, Galiyye'nin Hz. Ali'yi tanrılaştırması gibi farklılıkları da açıklar.

Aleviliğin bu tarihsel devlet ve iktidar dışı geleneği, özgür yoruma açık, çoğulcu ve ortakçı yapısı onu 'devletleştirme' hamlesinin hedefi haline getirmektedir. Asimile edilmek istenen direnişçi komünal yapıdır. Tarihte olduğu gibi eğer ezilen halk direnişleriyle buluşularak ortak örgütlenmelere gidilebilmişse günümüz yezitlerinin planları boşa çıkarılacaktır. Bu imkan fazlasıyla vardır.

DİYADİN TURHAN *
* Kırıkkale F Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: