7 Mart 2010 Pazar

(A)çılım (K)apandı (P)olitikası

AKP ıkındı, sıkındı ama açılamadı...

Çünkü AKP 'açılım' diye tanımladığı politikayı 'demokratik çözüm' değil bir taktik oyun olarak planlamıştı.

'Açılımların' başlangıcından bu yana AKP Hükümeti 'çözümün' kıyısında, kenarında dolaştı bir şeyler yapıyor(muş) gibi göründü ancak son iki gelişme AKP'nin niyetinin ne olduğunu açıkça gösterdi.

Birincisi, DTP'nin kapatılması ve DTP 'eş başkanı' Sayın Ahmet Türk ile Sayın Aysel Tuğluk'un 'milletvekilliklerinin düşürülmesidir.'

İkincisi ise 'Alevi çalıştayı'na Maraş Katliamının bir numaralı sanığı Ökkeş (Kenger) Şendiller'in 'davet' edilmesidir.

DTP'nin kapatılması ile 'Kürt açılımı', Ökkeş (Kenger) Şendiller'in 'Alevi çalıştayına davet' edilmesi ile 'Alevi açılımı' bitmiştir.

Kaldı ki, ilki 3 Haziran 2009'da yapılan 'Alevi çalıştayı'na 35 Alevi kurumu katılmış ve beş temel talep üzerinde görüş birliği ile ortaklaşmışlardır. Buna karşın AKP Hükümeti 'Alevi açılımını' sürdürmüş ve Alevi Sorununu Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerine ve ilahiyatçılara sormuştur. AKP'nin 'Alevi açılımında' yüzlerce yıllık Yol'dan gelen Alevilik yoktur. AKP'nin Diyanet İşleri ve ilahiyatçılarla kurguladığı 'Sünnileştirilmiş Alevilik' vardır.

Yine AKP'nin 'Kürt açılımında' 'Ilımlı İslam Kürdü' vardır.

Tamda bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biri de CHP ve MHP'nin 'açılımlar' karşısındaki tutumudur.

DTP'nin kapatılması konusunda AKP, CHP ve MHP görüş birliği içindedir.

'Dersimde analar ağlamadı mı? Analar ağlamasın demek çözüm değildir.' diyerek Dersim Katliamını meşru gösteren CHP'li Onur Öymen ile Maraş Katliamının bir numaralı sanığını 'Alevi çalıştayına davet' eden AKP zihniyeti arasında hiçbir fark yoktur.

Son günlerde meydana gelen olaylara bir göz atalım:

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftasında olanlara bir bakalım.

DTP'nin kapatılmasına demokratik tepkilerini gösteren halkın üzerine ateş açıldı ve ölümler oldu. AKP, CHP ve MHP bu konuda ağız birliği yaptılar. Onlara göre halkın üzerine ateş açanlar 'haklı'. Kitlenin üstüne ateş açan katiller serbest bırakılırken, saldırıda yaralanan kişiler tutuklanıyor!!!

Daha sonra İstanbul Dolapdere'de kitlenin üzerine ateş açanların para ile kiralanan kiralık katiller olduğu ortaya çıkıyor. kiralıklar mı katil, kiralayanlar mı? Dolayısıyla 'Halk göstericilere tepki gösterdi' safsatasını ileri sürenler kendilerini ele veriyorlar.

Bursa'da maden göçüğü oldu ve 19 maden emekçisi yaşamını yitirdi. İktidar ve muhalefet bu katliamı da 'takdiri ilahi' olarak gördü. Bursa valisi bu olayda maden sahibinin açık ihmaller yaparak bir katliama yol açtığını kabul etmek zorunda kalıyor.

Kazanılmış hakları ellerinden alınan binlerce Tekel işçisi Ankara'ya yürüyüp AKP genel merkezi önünde oturma eylemi yaptı ve polis saldırısına uğradılar. Bu kış koşullarında dışarı atılan Tekel işçileri Ankara'da Abdi İpekçi Parkı'nda eylemlerine devam ediyorlar. Yine iktidar ve muhalefet üç maymunları oynuyorlar.

25 Aralık grevi ile demokratik haklarını istemek için bir günlük iş bırakan kamu emekçilerinden birçoğu açığa alındı. Bu saçmalığa tepki gösteren kamu emekçilerine polis saldırdı ve gözaltına alınanlar oldu.

İşsizlik, yoksulluk ve açlık ise ayyuka çıktı...

Kısacası iktidar ve muhalefetin bu olaylar karşısında sarsılmaz bir görüş birliği içinde olduğu bir gerçekliktir.

Oysa kamuoyunda sanki AKP 'açılımın kapağını açmak istiyor da muhalefet bunu engellemek istiyormuş.' gibi sahte bir görüntü vardı.

Şimdi AKP 'açılımda ısrarlıyız' diyor.

Hangi açılım?

İki buçuk milyon oy alan DTP'yi kapatmak mı 'açılım'?

Maraş'ta Katliamının sorumlularından Ökkeş (Kenger) Şendiller'i 'Alevi çalıştayı'na davet etmek mi 'açılım'?

İktidar ve muhalefetin açık saldırısına maruz kalan demokrasi güçleri ise bu tabloyu ayrı ayrı noktalarda durarak izliyor ve bölük pörçük tepkiler veriyorlar.

Demokrasi güçlerinin Laik demokratik Türkiye için bir araya gelip çözüm gücü olmaları için daha vahim olayların olması mı gerekiyor?

Kemal BÜLBÜL

* * *

Kainat ve İnsan


İnsan, hem fiilleriyle hem de iradesiyle yaratılmış olmakla birlikte bu irade ve açığa çıkan fiiller dahilinde dünya ve bütün kainatla da irtibat halindedir... ''Yaratılan'' olması hasebiyle, bütün yaratılanlarla birlikte 'insanı' tek başına, bütün insanlığın bir ferdi, bütün geçmiş ve geleceğin bir 'AN'ı, bütün kainatın bir parçası olarakta düşünmeliyiz.

İnsanın, kendi fiilleri ve dünyayla birlikte 'kainat'la da irtibatlı olması,''insana'' kainatın sırlarına nüfuz etmeye çalışma isteği vermiştir. Ne dün, ne de günümüzde 'kendisini' kainattan ayrı mütalaa etmeyen insan, henüz kendi dünyasında yığınlar sırlar içinde yaşarken, kainatı deşelemek ve hatta fethetmek ister.

''Kainat ötesi''ni de merak etmesi ayrı bir yönüdür. Yine, insanı öteye sevkeden veya öteyle irtibata geçiren ''ruh yapısı'' da burada önem kazanmaktadır.Bu ruh yapısıyla birlikte zaman ve mekanla da irtibatlı olan insan bulunduğu yer ve anda kalmamakta, yaşadığı alemi, bütün yer ve zamanlarca harekenlendirmekte, hatta zaman ve mekanın ötesine taşıyabilmektedir.

Zaman-mekan-hareketlilik ve bilinç-bilinçaltı-bilinçüstü buutlarında kendi ''ben''lik yapısına has bir hayat yaşayan insan,dünya içinde bir ''alem'' olarak kendisi başlı başına bir buut oluşturmaktadır.

* * *

İnsanın geçmişini güneş sisteminin geçmişi içine, güneş sisteminin geçmişini galaksinin geçmişi içine, galaksinin geçmişini de kainatın geçmişi içine yerleştirdiğimiz zaman, insan kozmik yaratılışın bir parçası olarak karşımıza çıkar.

Makrokosmoz ve mikrokosmoz arasında durmuş, adeta konik bir mekan içerisinde kendi psiko-sosyal yapısıyla yaşayan insan, acaba kainatla birlikte kendi işleyiş mekanizmasına nasıl bir man� vermektedir.

İnsan, büyük bir alem olan ''kendisinin'' ve bedensel mekanizmasıyla birlikte bütün bir kainatın sistem ve düzeninin bilinç buutuyla işleyişindeki farkındalığına, düşünce, fikir ve tasavvurda istikamet ile ulaşabilir. Bu istikamet ancak ''atom-kainat'' bütünlük anlayışı içerisinde; bütünlükte kanun birliği ve intizam içerisinde; bu da bir 'Yaratıcı'nın herşeyi yarattığı ve yaratıyor olduğu gerçeğine iman içerisinde sağlanır. Böylece kesrette (çoklukta) boğulmadan Vahdet (birlik) anlayışına ulaşan insan, yaratılanların Mutlak Bir'e bağlılıklarına imanı nisbetinde bütünlük anlayışına erer.

Zaman ve mekanı, geçmiş ve gelceğiyle, bilinç-bilinçüstü buutunda aşmış olan insan, ancak Yaratıcı'ya intisabla, bağlanmakla ve iman etmekle kainatı ve kainatla olan 'ÖZ'deki bütünlüğünü anlayabilir. Zaten 'ÖZ'le bütünleşme, varlık-yokluk arasında ve en küçük ile en büyük alemin ortasında bulunan insanın Yaratıcı'ya iman etmesine bağlıdır.

* * *

İnsanı ve kainatı ve de bütün varlık mertebelerini yaratan ve var eden tek bir ilah vardır. 'O'nun adı ALLAH'tır. Ve bu ismi bize sıfatları ile tanıttı, sıfatlarını da ''insan-kainat'' bütünlüğünde fiilleriyle gösterdi.

O, yaratılışı başlatan ve sürdürendir.

Herşey 'O'nun iradesine(dilemesine) bağlıdır.

İnsan ve kainat adına, varoluşumuz adına hiçbir şey yokken ''O'' var idi. Ve 'O', varedici, yaratıcı idi. 'O' yaratıcı olduğu için herşeyi var etti, yarattı. Heşreyi kainat içinde de dışında da yaratan 'O'dur. Hiçbir şey 'O'nun sonsuz ilminden ve sonsuz kudretinden hariç değildir.

* * *

''Kainat küçük ALEM, insan büyük ALEMdir'' (Hz. Ali)

Kainatın, insanın, onsekizbin ALEMin ve milyonlarcasının Rabbi olan 'ALLAH'a hamd olsun!..

Sefa MEHMETOĞLU

* * *

Nedir ölüm?

Nedir ölüm? Bir canlının bedeninin toprakla buluşması olarak algılamak mı? Vadesi gelmiş, Allah rahmet eylesin deyip baş sağlığı dilemek mi?

Ölümleri, cinayetleri, bir kimliğin arkasına gizleyip herkesin kendi ölüsüne gözyaşı dökmesini beklemek mi?

Nedir ölüm?

Farklı üniformalar altında ölen bedenleri bir film izler gibi seyre dalmak mı?

Bir bedenin parçalanışına, bir bedenin sokak ortasında tekme tokatla öldüresiye dövülmesine sessiz kalmak.

Açlığın, siyah bir bedende ölümü beklemesi, bu kareyi fotoğraf makinesinin objektifinde ölümsüzleştireceğini sanan fotoğraf sanatçısının ardı ardına bastığı deklanşör düğmesinin, çektiği fotoğrafların duvara asılan kuşe kağıda basılmış bir takvim yaprağını süslemekten öteye gitmediğini göremeden o karedeki gerçekle her gün yüzleşmeye dayanamayıp hayatına son vermesi mi?

Her ölümün ardından kurtarıcı olarak kader sözcüğünün arkasına gizlenip insanlığın ayıplarını kapatmaya çalışmak.

Geçmişten bugüne var olmayı kırmızı bir kan üzerine yazmak sananların hatalarını sineye çekmek mi?

İzlenen her ölüm haberinde yürütülen yanlış politikanın annemin yüreğinde bıraktığı iz belki de her şeyi özetler nitelikte:

''Ölenler Kürt mü? Kürt oldukları için ölüme terk edildiler''

Bursa'da ki maden ocağında yaşamını yitiren 19 maden emekçisinin ölümü, kurtarılamaması annemin yüreğinde Kürt olmalarından dolayı kurtarılmadıkları sonucunu doğuruyordu.

Bir yanlış yeni bir yanlışa kapılarını aralıyor. Her ölümde bir kimlik aramanın yanlışlığı.

Ölümlerin ardındaki sır perdeleri elbette konuşulmalı ve tartışılmalı. Ama sokak ortasında boylu boyunca yatan cansız bedenin, Afrika'da açlıktan ölen siyah bir bedenin, üzerindeki üniformaları farklı ama içindeki yüreklerin insan olduğunu unutarak bu cansız bedenlerde bir kimlik aramanın anlamsızlığını görememenin daha kaç canı toprağa vereceğini anlamak istememekte haklı bir gerekçeniz var mı söyleyin?

Dün haber bültenlerinde İsrail'in Filistin halkına yaptığı zulme dur demek için dünyanın değişik ülkelerinden gelen insanlarla röportaj görüntüleri veriliyordu.

Grup adına konuşma yapan kişi:

''Filistinli din kardeşlerimize yapılan zulme dur demek için bir araya geldik. Bunun için iki yüz araçtan oluşan bir konvoyla Gazze'ye gidiyoruz'' diye açıklama yapıyordu kameralar önünde.

Grup adına konuşma yapan kişinin bu eylemin yapılış amacının ''Filistinli din kardeşleri'' olmadığında hangi safta duracağını merak ediyorum.

Bu ülkenin başlıca sorunlarından biri olan, yirmi beş yıldır devam eden tartışmaların ve ölümlerin yaşandığı bir savaş için dur dememenin yapılan eylemin hangi çelişkiler üzerine kurulu olduğunu gözler önüne sermiyor mu?

Bu savaşa dur demek isteyenleri ekranlara getirmeyen medyanın inandırıcılığı düşündürüyor beni.

Nedir ölüm tanımınız:

Her sonucu bir kimlik altında değerlendirmekten başka.

Mesut KALKAN

Hiç yorum yok: