13 Mart 2010 Cumartesi

11 Eylul Saldirimi, ABD Provokasyonu mu?

 
ABD’nin New York ve Washington kentlerinde 11 Eylül 2001 tarihinde düzenlenen saldırıların ardından olayın ‘iç yüzü’ne ilişkin kamuoyuna sunulan; hadisenin cereyanı etrafında dile getirilen soru ve kuşkuları da ‘komplo teorileri’ yaftasıyla itibarsız bırakan resmi söylem, saldırıların üzerinden geçen 5 yılın ardından giderek artan ölçüde eleştirilere hedef oluyor.

Eylemin, teröristler tarafından ticari uçakların kaçırılması suretiyle gerçekleştirildiği, kaçırılan uçaklardan ikisinin çarpması sonucu Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıldığı esası üzerine kurulan ve bazı araştırma komisyonlarının raporlarıyla da tescillenen sözkonusu resmi söylem, artık saygın üniversitelerde görev yapan ve sahasında tanınmış bilimadamların da üyesi olduğu geniş bir topluluk tarafından da açıkça eleştiriliyor; tutarsız ve güvenilmez olduğu, dahası, hayati birçok soruyu yanıtsız bıraktığı ifade ediliyor.

Sayıları giderek artan bu topluluğun üyeleri, internet siteleri, radyo kanalları ve yayınladıkları kitaplarla kendi aralarında irtibatlarını sürdürüyorlar. Diğer taraftan düzenli toplantılarla biraraya gelen grup üyeleri, kendi araştırmaları neticesinde ulaştıkları sonuçları birbirleriyle paylaşıyorlar. Son olarak Chicago’da düzenlenen toplantıya sözü edilen topluluktan 500 kişinin katıldığı ifade ediliyor. Bazıları tanınmış bilimadamları olmak üzere 75 akademisyenin ‘şüpheciler’ safına katılması ve giderek artan sayıda insanın saldırıların nedeni ve vukuuna ilişkin resmi beyanlar hakkındaki kuşkularını dile getirmesi, şimdiye kadar ’11 Eylül gerçeği’ni resmi söylem doğrultusunda ele alıp irdeleyen ve ‘aykırı’ görüş ve yorumlara kulak vermekte isteksiz olan hakim medyanın da dikkatini çekmiş görünüyor.

AP’nin, CNN’in internet sitesinde de yer alan bir haberinde, 11 Eylül’e ilişkin ‘komplo teorilerinin’ akademik bir ivme kazandığı belirtilerek, saldırıya ilişkin genel kabul gören senaryoya ‘aykırı’ görüşler ifade eden iki saygın bilimadamına dikkat çekiliyor: ‘Wisconsin Üniversitesi’nden Profesör Kevin Barrett’in, ABD hükümetinin Dünya Ticaret Merkezi’ni tahrip etmiş olabileceğine inandığı, Brigham Young Üniversitesi’nde görevli fizik profesörü Steven Jones’un ise, ikiz kulelerin, korsanların kaçırdığı uçaklarla değil, binaların içine yerleştirilen patlayıcılarla yıkıldığına ilişkin -kendi ifadesiyle- kanıtları araştırmakla meşgul olduğu kaydediliyor.

Hareketin sözcüleri, akademisyenlerin katılımıyla oluşturulan ve ‘Scholars for 9/11 Truth’ ( “11 Eylül Gerçeği Akademisyenleri”) ismiyle anılan grubun, bu sahadaki tartışmalara yeni bir ivme ve itibar kazandırmasını beklediklerini ifade ediyorlar. Sayıları itibarıyla küçük bir azınlık teşkil etmeleri ve çoğunun da ilgili alanlarda uzmanlıkları bulunmamasına karşın, aralarında Princeton ve Standford gibi seçkin üniversitelerden mezun olanlar ile Rice, Indiana ve Texas üniversitelerinde görev yapanların bulunması, dile getirilen görüşlerin daha dikkatli ele alınmasını gerektiriyor. İnternet sitesindeki listede, Doğuş Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Programı’nın akademik kadrosunda yer alan Assist. Prof. Dr. Clare Brandabur’un da bulunduğunu belirtelim.

Grubun internet sitesinde yer alan ifadeler arasında, ‘Saldırıları soruşturan Bush yönetiminin dürüst davranmadığı’, ‘Dünya Ticaret Merkezi’nin, kontrollü bir şekilde yıkıldığının hemen hemen kesin olduğu’ ve ‘Hükümetin, 11 Eylül’ün vukuuna müsaade etmekle kalmayıp bu hadiseleri, kendi siyasi gündeminin tatbikini kolaylaştırmak için bizzat tertiplemiş olabileceği’ cümleleri dikkat çekiyor.

11 Eylül Münazarası

Sitede yer alan basın açıklamaları arasında 11 Eylül’e ilişkin bir münazara yapılması önerisi de yer alıyor. Sözkonusu toplantıda hükümet ve sivil kanadın yedişer kişilik gruplarla temsil edilmesi, yönetimi temsil eden üyelerin 11 Eylül’e ilişkin resmi söylemi savunmaları, buna mukabil sivil üyelerin de resmi senaryoya yönelik eleştirilerini dile getirmeleri isteniyor. 16 Eylül 2006 tarihinde yapılması planlanan toplantı için ilgili resmi makamlara davetiyeler gönderildiği ancak henüz bir yanıt alınamadığı belirtiliyor.

Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda, aklınız onu yapmak üzere çözümler bulmanıza yardım etmek için çalışmaya başlar 

| Dr. David J. Schwartz 
11 EYLÜL GERÇEĞİNİ BİLE SORGULUYORUM

Ortadoğu ile alakalı ne zaman bir seminer vermeye kalksam dinleyiciler arasında her zaman benim “çılgın konuşmacılar” dediğim birileri vardır. Burada parlak ve yerinde sorularla- bir gazeteci olarak bana sürekli hürmetkâr olduklarını ve Ortadoğu’daki trajediyi oradaki gazetecilerden daha iyi anladıklarını gösterir tarzda- konferanslarıma gelen baylar ve bayanlardan özür dilerim.

Ama “çılgın konuşmacılar” gerçektir. Stockholm, Oxford, Sao Paulo, Erivan, Kahire ve Los Angeles’da erkek cismaniyetiyle, Barselona’da kadın cismaniyetiyle karşıma çıkmışlardır.

Kadın veya erkek olsun soruları şöyle devam eder. Eğer bağımsız bir gazeteci olduğunuza inanıyorsanız, niye 11 Eylülle ilgili gerçekleri yazmıyorsunuz? Niye gerçekleri – Bush yönetimi, CIA ya da Mossad’ın İkiz Kuleleri patlattığını- söylemiyorsunuz? 11 Eylül’ün arkasındaki sırları niye ifşa etmiyorsunuz? Her davayla alakalı şöyle bir düşünce var – Fisk bilir, elinde kesin deliller vardır, tüm dünyanın bildiği (genelde bu tabirle işaret edilir) İkiz Kuleleri kimin yıktığına ilişkin son delili getiren bakır-dipli gerçek dosyaları vardır. Bazen “çılgın konuşmacılar” açıkça dertlidir. Cork şehrinde bir adam bana bir soru sordu ve sonra olaya bakış açısının biraz tuhaf olduğunu söylediğimde, sandalyeleri tekmeleyerek ve bağırarak salonu terk etti.

Genellikle doğruyu söylemeye çalışmışımdır, ama 11 Eylülle ilgili cevaplanmamış sorular varken, ben, The Independent’ın Ortadoğu muhabiriyim ama komplo teorisi muhabiri değilim. Elimde Lübnan, Irak, Suriye, İran ve Körfezle ilgili bu kadar gerçek veriler varken niye Manhattan’daki hayali verileri kafama takayım? Benim son sözüm- bence tartışmanın düğüm noktası- Bush yönetiminin her şeyi berbat ettiğidir-askeri, politik ve diplomatik olarak-Orta Doğu’da bunu denemiştir ve nasıl olur da 11 Eylül 2001’de Amerika’da uluslar arası boyutta insanlığa karşı işlenen suçların Bush yönetimi başarıyla üstesinden gelebiliyor?

Evet, hala o fikri savunuyorum. Amerikalıların iki gün önce yaptığı gibi El Kaide’nin geri çekildiğini iddia eden bir ordu, 11 Eylül’le alakalı hiçbir şeyi ölçmeyi beceremiyor demektir. Irak’ın Diyala bölgesinde yaptıkları ve mantıksızca kod adı “Yıldırım Çekiç Operasyonu” dedikleri operasyon sonrası konuşan Albay David Sutherland, “El Kaide’ye karşı harekat başlatıp, onların geri çekilmesini sağladık. Bizim kuvvetlerimizle karşılaştıklarında yaşadıkları korku, teröristlerin hiçbir sığınacak güvenli limanlarının olmadığını kanıtlamıştır” diyor. Söylediklerinin çoğu aynı ve hepsi yanlıştır.

Birkaç saat sonra El Kaide Bakuba’ya güçlü bir taburla saldırıyor ve Amerikalılarla beraber meydan okuyan yerel şeyhleri öldürdü. Bush’un Texas semalarından seyrettiği savaş bana Vietnam’ı hatırlatıyor- ki bu, bu hafta Vietnam savaşının sonu ile Kamboçya denen, nüfusunun büyük bir bölümünü Bush’un cesur meslektaşlarının sonuna kadar savaştığı aynı Vietnamlıların kurtardığı, farklı bir ülkedeki soykırımı niye karıştırdığını açıklayabilir.

Ama işte mevzuya geliyoruz. Benim 11 Eylülle alakalı tutarsız resmi söylemlerden girerek artan bir rahatsızlığım var. Sadece açıkça görünen filan sonuç falan ihtiyaçtan çıkmaz mevzu değil: Pentagon saldırısının uçak parçaları (motor vs.) nerede? “United 93” diye bilinen uçuşta (Pennsylvania’da düşmüştü) yer alan görevliler niye susturuldu? Uçuç 93’ün sadece bir noktaya çarpan enkaz parçaları nasıl oldu da birkaç milden fazla bir alana dağıldı?
Tekrar David Icke’nin “Alice Harikalar Diyarında ve Dünya Ticaret Merkezi Felaketi” isimli, herhangi bir aklı başında insanı tekrardan telefon rehberini okumaya sevk edecek çılgın araştırmasından bahsetmeyeceğim.

Ben bilimsel mevzulardan bahsediyorum. Eğer doğruysa uçak yakıtı 820 C’de normal şartlarda yanar, nasıl olur da İkiz Kulelerin erime noktası 1480 C olduğu düşünülen çelik kirişi aynı anda kopar? (8.1 ve 10 saniye içinde yıkıldılar) Peki ya üçüncü kule? Dünya Ticaret Merkezi Bina 7 ya da Salmon Brothers Building (Salmon Kardeşler Binası) diye anılan yer? Kendi kayıtlarında 11 Eylül günü saat 17.20’de 6.6 saniyede yıkıldı. Hiçbir uçak çarpmamasına rağmen niye bu kadar düzgün bir şekilde yıkıldı?
Amerikan Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsüne bu üç binanın neden yıkıldığının analiz edilmesi görevi verildi. Hala Dünya Ticaret Merkezi Bina 7 ile ilgili rapor bildirilmedi.
İki tane önemli Amerikalı profesör ve makine mühendisi- kesinlikle “çılgın konuşmacılar” parantezinde değiller- şimdi yasal yollarla raporun son şekline “aldatıcı ve ya hileli” olduğu gerekçesiyle meydan okuyorlar.

Gazetecilik açısından 11 Eylülle ilgili çok tuhaf şeyler vardı. Muhabirlerin bazılarının ilk bildirdiklerine göre kulelerin içinden patlama sesleri duymuşlardı – kiriş çatırdaması gibi sesler- ki böylece kolaylıkla işten atılabilirlerdi. Daha az gazeteci elleri bağlı vaziyette Manhattan sokaklarında bulunmuş bir kadın uçuş görevlisi bulunduğunu bildirmişti. Tamam, bunların sadece söylenti olan iddialar olduğunu var sayalım tıpkı CIA’in üç kişilik şu anda sağ ve Ortadoğu’da yaşayan intihar saldırısı eylemcisinin olduğu yönündeki istihbarati hatası gibi.

Peki ya ürkütücü yüzüyle, korkunç arkadaşlarına “İslami” öğütler verdiği CIA tarafından açıklanan ve Orta Doğu’daki tanıdığım her Müslüman arkadaşımı hayrete düşüren Mısırlı hava korsanı ve katil Muhammed Atta tarafından yazıldığı iddia edilen tuhaf mektup? Atta, ailesine anlatıyor–ki hiçbir Müslüman kötü yetiştirilmiş olsa da namaz kılmak ister. Cinayetteki arkadaşlarına günün ilk namazını kılmalarını hatırlatıyor ve ondan bahsetmeye devam ediyor. Ama hiçbir Müslüman’ın böyle bir hatırlatmaya ihtiyacı yoktur – sadece “Sabah” namazıyla ilgili bölümün Atta’nın mektubunda yer alması gerektiğini düşünelim.

Tekrar edeyim. Ben komplo teoricisi değilim. Çılgın konuşmacılar beni rahat bıraksın. Komplolar beni rahat bıraksın. Ama tüm diğer insanlar gibi 11 Eylülle ilgili tüm hikâyeyi bilmek istiyorum, en azından değil çünkü Irak, Afganistan ve Ortadoğu’da yaşanan tüm bu felaketlerin sebebi olan sahte “terörle savaş” deliliğinin tetikleyicisi odur. Bush’un mutlu bir şekilde ayrılan danışmanı Karl Rove bir zamanlar “biz artık bir imparatorluğuz ve kendi gerçeklerimizi kendimiz yaratırız.” demişti. Doğru mu? En azından bize söyle. Belki insanların sandalye tekmelemesini bu durdurur.

New York'tan Srebrenika'ya

Komplo teorilerini asla ciddiye almayız. Ancak 11 Eylül'ün 6'ncı yılındaki yayınlarda ezber bozabilecek ayrıntılar dikkatimizi çekti.
Ankara'da güvenlik güçleri dün sabah bir otoparka bırakılan araçtaki 300 kiloya yakın patlayıcıyı etkisiz duruma getirmek için zamana karşı yarışırken, Usame Bin Ladin de 4 gün arayla yayınlanan ikinci kasetinde ABD'ye nanik yaptı. Başkan Bush ise, "Irak'a savaş açmakla ne kadar haklıymışız, gördünüz mü" dedi bir kez daha.

Biz ise Rus "Novosti" ajansının servise koyduğu "Komsomolskaya Pravda"nın bir haberiyle ilgilendik. Habere göre Kaliforniya'dan 130 mimar ve mühendis, ABD Kongresi'ne 11 Eylül saldırılarıyla ilgili bir rapor sunmaya hazırlanıyor.

Raporda, teröristlerin ele geçirdiği uçakların hedefi ikiz kulelerin "Kontrollu yıkım"la çöktüğü öne sürülüyor. Hani, köhne binaların dinamitlerle birkaç saniyede yerle bir edilmesi gibi.
Raporu yazan ABD Mimarlar Enstitüsü üyesi Richard Gage, "Korkunç bir sonuca vardık: 11 Eylül saldırıları ABD yönetimi içinden planlanıp yönetildi" diyor.

Gazetenin görüşlerine başvurduğu Rus genelkurmay eski danışmanı Victor Baranets, "11 Eylül'de ABD gizli servislerinin parmağı olduğu ihtimali yabana atılmamalı. Çünkü yönetimin terörle savaşta yeni stratejisini meşrulaştırmak için büyük bir gerekçeye ihtiyacı vardı" dediği, Rus karşı casusluk servisi subaylarından Vladimir Bulatov'un da "İkiz kulelerin çökmesine yardım edildi" şeklinde konuştuğu kaydediliyor.

18 ay boyunca izlendiler

"Deli saçması" deyip geçelim ama Fransız "La Liberation" gazetesinin dün yayınladığı FBI raporuna ne demeli? 198 sayfalık raporda 19 teröristin saldırılardan önce 18 ay boyunca neler yaptıkları, nerelere gidipgeldikleri, kimlerle görüştükleri, banka işlemleri, bağlantılarının telefonları ayrıntılarla anlatılıyor. 11 Eylül'den 2.5 ay sonra tamamlanan raporu FBI adli soruşturmaya kaynak olması için hazırladı ama Bush yönetimi "Terörle savaşın gerekçesi" olarak değerlendirdi. Hemen Afganistan'a savaş açıldı. Ardından özgürlükleri budayan "Patriot Act" (Yurtseverlik Yasası) çıkarıldı, onu Irak'a savaş izledi.

Haberde Pakistan'da yakalanan 11 Eylül saldırılarının beyni Halid Şeyh Muhammed'in Guantanamo'ya kapatılması, sorgusunu da savcıların değil CIA'nın yapması da "Kuşku uyandırıcı" bulunuyor. Yani, bazı ilişkilerin, işbirlikçilerin ortaya çıkmasının önlenmek istendiği ima ediliyor.

Olabilir mi? Bilinmez ama insan 11 Eylül saldırılarından iki ay önce, 12 Temmuz 2001 tarihinde Bin Ladin'i tedavi gördüğü Dubai'deki Amerikan Hastanesi'nde CIA temsilcisinin ziyaret ettiğini ve görüşmeden hemen sonra ABD'ye uçtuğunu anımsayınca, doğrusu içine bir kurt düşmesine engel olamıyor. Tıpkı CIA'nın Bin Ladin'in izini sürmek için oluşturduğu timleri "Önemi kalmadı" diye dağıtmasının Batı basınında "Bush yönetimi ile El-Kaide lideri arasında işbölümü mü var" yorumlarına neden olması gibi.

Karadzic ve Mladic neredeler?

Biz yine de ayağımızı yere sağlam basmak istiyoruz ancak iki gün önce Fransa'da yayınlanan bir kitap, başımızı döndürdü. Yazarı, Yugoslavya iç savaşı suçlularını yargılayan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Carla Del Ponte'nin sözcüsü Florence Hartmann. Gazeteci olan (Le Monde'dan) Hartmann "Barış ve Ceza" adlı kitabında Srebrenika katliamı sorumluları Radovan Karadzic ile Ratko Mladic'in büyük güçler kolladığı için yakalanamadığı nı belgelerle anlatıyor. O güçleri tek tek sayıyor: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya...

Peki neden Karadzic ile Mladic'in yakalanmaları istenmiyor? 

Cevap: Savaş sırasında Boşnaklar'ın katledilmesine bile bile seyirci kaldıkları, hatta silahların susması karşılığı Srebrenika halkının kurban edilmesini kabullendikleri ortaya çıkmasın diye!

Bitmedi; Sırbistan Başbakanı Zoran Cincic'in Slobodan Miloseviç'i mahkemeye teslim etmesinin de büyük güçlerin canını sıktığı yine belgelerle açıklanıyor. Cincic bedelini canıyla ödedi; sözde mafya tarafından öldürüldü!

Hartmann, "Karadzic ve Mladic asla yakalanamayacak" diye noktalıyor. Tıpkı Bin Ladin gibi!



Hiç yorum yok: