22 Şubat 2010 Pazartesi

TRT Şeş


TRT Şeş’in yayına başlaması değişik açılardan tartışılıyor. Tartışmalar ne olması gereken mecrada,  ne olması gereken ciddiyette, ne yapılması gereken kişilerle yürütülüyor. Sulandır bulandır, “Alavere dalavere Kürt memet nöbete” vari bir oyun oynanıyor ve işin aslı değil görülmesi istenen yanlar empoze edilerek AKP’nin Kürt sorununu çözeceği yanılgısı yaratılıyor. Yine tartışmalar oldukça rencide edici bir havada ve bu kanalın PKK’nin tasfiyesine nasıl hizmet edeceği minvalinde sürdürülüyor.
AKP’nin bu adımla Türk devleti ile Kürt halkı arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemeyi, daha eşitlikçi, daha adil, daha demokratik bir düzeye çekmeyi amaçladığı iddia edilemez. Sorunun gerçekten çözümünü amaçladığı, Kürt halkına dayatılan büyük haksızlıkları ve acıları gidermeyi, siyasal-sosyal, ekonomik-kültürel gelişimine hizmet etmeyi amaçlayan yeni bir yaklaşımın benimsendiğini göstermez. AKP bu adımla Kürtleri bölmek, kafa karışıklığına sürüklemek, Kürt direnişini destekleyen kesimleri pasifize etmek ve sağlıklı bir çözümün önüne geçmek niyetindedir. Sorunu değil, sorunu gündemleştiren ve çözümün eşiğine getiren Kürt Özgürlük Hareketini çözmeyi amaçlamaktadır.
”Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü”
Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın TRT Şeş için kullandığı bu söylemin de işaret ettiği gibi TRT Şeş’in zamanlamasını dikkatlice değerlendirmek gerekiyor. Eğer geçen iki yıla bir göz atarsak bu yılların Kürt Özgürlük Hareketinde yükselişin yılları olduğunu, inkâr ve imha siyasetinin ise yürütülemez hale geldiğini görebiliriz. Kürt Özgürlük Hareketinin büyük tasfiye ve darbeleme hamlelerini boşa çıkardığını, sorunun çözümü için sunduğu projelerle Kürt halkı ve Türkiye kamuoyunda kabul gördüğünü, siyasal, sosyal kültürel, yine ideolojik, örgütsel ve eylemsel açıdan büyük bir açılım yaptığını söyleyebiliriz. Türk devletinin ise AKP yönetiminde giderek katılaştığını, “ya sev ya terk et” deyiminde ifadesini bulan tekçi bir söyleme düştüğünü, Kürt sorununda yıllardır uyguladığı inkâr ve imha konseptinin, yine sorunu şiddetle çözme çabalarının sonuçsuz kaldığını, kabul görmediğini, bunun savunucularının kamuoyunda giderek yalnızlaştığını ve devletin büyük bir kırılmayla karşı karşı kaldığını ilk elden tespit edebiliriz.
O zaman ne oldu da Kürtçe kanal gündeme girdi?
2008 başında yapılan sınır ötesi operasyonun Zap’tan geri dönmesiyle başlayan süreç devletin gerilediği Kürt Özgürlük Hareketinin atağa geçtiği bir süreçtir. Bu durum Türk devletinde ve AKP hükümetinde yeni tasfiye konseptlerinin yoğunca tartışıldığı bir dönemi açmıştır. 2008 içinde Kürt sorununun çözümünü içeren altı büyük devlet zirvesi yapıldığı hepimizin malumu. Bu zirvelerde sorunun Kürt temsilcileriyle diyalog içinde, demokratik ve barışçıl bir çerçevede çözümü değil, Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliği Sayın Abdullah Öcalan’ın tasfiyesi temelinde nasıl çözülebileceği tartışılmış ve bu belli bir plana da kavuşturulmuştur. Bunu basına ve kamuoyuna yansıyan kimi yanlarıyla, yürütülen politikalar ve uygulamalar boyutuyla biliyoruz.
Bir yandan Kürt Özgürlük Hareketini yalnızlaştırma, kuşatma, uluslar arası kamuoyu ve Kürt halkıyla karşı karşıya getirme amaçlı adımlar atılırken, bir yandan da yoğun operasyonlar ve hava-kara bombardımanlarıyla şiddet yoğunlaştırılmakta, Kürt siyasal kurum ve örgütlenmeleri üzerinde adeta terör estirilmektedir.
Sorunu değil, muhatabını çöz
Sorunu muhataplarıyla çözme gibi bir amaç söz konusu değildir. Kürt halkının direnişini yaratan, büyüten ve yönlendiren Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt Halk Önderliğinin tasfiyesi üzerinden bir çözüm hedeflenmektedir. PKK’siz ve Öcalansız bir Kürt çözümü esas amaçtır. Buna hizmet ettiği ölçüde her şey kullanılmaktadır. Kürt dilinin kendisi bile. TRT Şeş’de bu temelde yayına başlamıştır. AKP bunu siyasal getirisi yüksek bir adıma dönüştürmek için elinden geleni yapmaktadır. Bu siyasal olarak anlaşılır bir şeydir ancak AKP’nin hedefi bunu kendisi açısından siyasal getirisi yüksek bir adım olarak ele almaktan daha ötedir. AKP bunu Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmenin bir aracı olarak kullanmak istemektedir.
Kürt dilinin tanınması bir anlamda Kürt kimliğinin de tanınmasıdır. Türkiye’de Türklerin dışında başka bir halkın da yaşadığının tescil edilmesidir. Devlet televizyonunun Kürtçe yayın yapması bu anlamıyla önemlidir. Ancak Kürt dilinde yayın yapılması Kürt dilinin ve kimliğinin güvence altına alınması anlamına gelmiyor. Irak’ta daha 1970’lerde devlet televizyonundan Kürtçe yayın yapılıyordu ancak bu Halepçe katliamını, yüz binlerce Kürdün sürgün edilmesini, on binlercesinin zindanlara, binlercesinin toplu mezarlara doldurulmasını engelleyemedi. Günümüzde benzer bir katliamın mümkün olmadığını düşünenlere İsrail’in Gazze’de yaptıklarına bakmalarını öneririz. Aynı şeyin Türkiye’de olamayacağını tek bir nedenle düşünebiliriz o da Kürt Özgürlük Hareketinin varlığı ve örgütlülüğü. Ulaştığı kitlesel destek, örgütlenme düzeyi, direniş potansiyeli, taktik yetkinlik ve ideolojik derinlik.
“Mızrak çuvala sığmıyor”
Kürt dilinin bu biçimde de olsa kabulü elbette ki önemlidir ama bu noktaya nasıl gelinmiştir? Kürt halkı otuz yıldır PKK ve Sayın Öcalan önderliğinde yürüttüğü mücadeleyle dilini, kimliğini ve özgürlük talebini deyim yerindeyse herkesin gözüne sokmuştur. İnkâr ve imha politikaları karşısında Kürt Özgürlük Hareketinin öncülüğünde saf tutmuş, sorunun önce adını koydurmuş, sonra bu doğrultuda adım atmayı dayatmıştır. Bunun ne büyük bedellere ve acılara mal olduğu biliniyor. AKP sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi, sanki iktidara geldiği günden bu yana Kürt halkına karşı yürütülen inkâr imha siyasetinin yürütücüsü kendisi değilmiş gibi, yaşanan onca acıda sorumluluğu yokmuş gibi hareket ediyor. Kürtlere yönelik linç kampanyalarını teşvik eden Erdoğan değilmiş, Türkiye tarihindeki en yoğun askeri operasyonlar, en yoğun hak ihlalleri, en yoğun tutuklamalar, dil, kimlik ve kültür üzerinde en akıl dışı baskılar AKP iktidarında geliştirilmemiş gibi davranılıyor. AKP ve Erdoğan Kürt halkını hafızasız zannediyor. Küçük bir şeker verdiğinde her şeyi unutacaklarını sanıyor.
TRT Şeş AKP’nin lütfu değildir.
Kürt dilinin ve kimliğinin dolaylı olarak tanınması anlamına gelen bu adım bir lütuf gibi sunuluyor. Öyle değildir. “Devlete karşı gelen kadın da olsa çocuk da olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacaktır” diyen, “ya sev ya terk et” diye çığlıklar atan, “tek millet tek bayrak, tek devlet tek vatan” edebiyatı yapan, Kürdistan'da bombalanmadık yer, yakılmadık orman bırakmayan, Kürt coğrafyasına ve tarihine en büyük saldırı hamleleri geliştiren Erdoğan değil midir? Nasıl oluyor da “Düşünmezseniz Kürt de Kürt sorunu da yoktur” diyen bir başbakanın birkaç kelime Kürtçe konuşması bazılarını bu kadar kendinden geçiriyor. Bu olsa olsa hafızasız Kürdün ve Kürtleri hafızasız sananların tutumudur. Demirel, Çiller, Mesut Yılmaz bunların tümü Kürt sorununu tanıdıklarını beyan etmişlerdir. Kürt sorunu çözülmüş müdür? Kürdistan'ı boydan boya savaş alanına çeviren, Kürt halkı üzerinde en insanlık dışı uygulamaları geliştiren genelkurmay başkanlarının birçoğu medya karşısında daha uzun Kürtçe cümleler kurmuşlardır. Devlet yetkilileri ilk defa Kürtçe konuşmuyor ki, bu devletin yetkilileri Özgürlük Hareketine karşı kullandığı tüm Kürt çevreleriyle on yıllardır Kürtçe konuşuyor. Korucularla, itirafçılarla, işbirlikçi tarikat çevreleriyle on yıllardır Kürtçe anlaşıyor bu devlet. KDP ve YNK’nin Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaştırıldığı süreçler ve sonrası ve bugün diyaloglar hangi dilde geliştiriliyor dersiniz. JİTEM’de bir anket yapılsa Kürtlerin ve Kürtçe konuşanların sayısı Türklerden ve Kürtçe bilmeyenlerden daha fazla çıkar. Bugün TRT’de Kürtçe yayına başlanması ve başbakanın çıkıp birkaç kelime Kürtçe konuşması karşısında isteniliyor ki sevinç çığlıkları atalım, isteniyor ki hiçbir şey olmamış gibi kendimizden geçelim ve devlete şükredelim. Bu Kürt halkını aptal yerine koymaktır, hakarettir.
Kürt halkının 85 yıl boyunca dilini yasakladığı, kimliğini inkâr ettiği buna direnenlere karşı şiddetin ve zulmün her türünü uyguladığını nasıl unutabiliriz. Bu yolda direnen yüzbinlerce insanı, acı çeken milyonlarca Kürdü, toprağa düşen kahramanları unutarak devlete şükretmemiz ve AKP’nin peşinden gitmemiz bekleniyor. Bu Kürt halkını bir ahmaklar topluluğu olarak görmektir.
Kürt halkının kimseye minnet borcu yoktur
Türk devletinin Kürt dilinin varlığını bu biçimde kabul etmesi 85 yıldır sürdürdüğü insanlık suçunu itiraf etmesidir. Bir halkın ana dilinin varlığını kabul etmek garip bir durumdur. Zira bu birilerinin kabulüne ya da iznine bağlı olan bir şey değildir. Nitekim Türkiye cumhuriyeti devletinin bütün mezalimine karşı Kürt dili varlığını sürdürmüştür. Kürt kimliğinin ve dilinin inkarı adına bütün dünyaya, Türk halkına en sahtekarca yalanlar söylenmiştir. En garabet teoriler üretilmiştir. En vahşi yaptırımlar ve yasaklar uygulanmıştır. Böylesi bir insanlık suçunun bu kadar yıldır nasıl sürdürüldüğü ve hangi bedellere mal olduğu nasıl es geçilebilir. Böyle bir insanlık suçunun nasıl taşındığı, bunun nelere mal olduğu, ne tür yıkımlara yol açtığını nasıl unutabiliriz. Bin yıl sana kader ortaklığı yapmış kardeş ve kadim Kürt halkına 85 yıl boyunca en insanlık dışı, en düşmanca, en zalimane uygulamaları dayatmak, buna karşı onbinlerce evladının kahramanca direnişi karşısında bozguna uğradıktan ve başarısız olduktan sonra hiçbir barışçıl çözüm projesi sunmadan, durduk yerde Kürtçe bir kanal açmak, yasal güvencesi bile yokken, dahası suçken ‘eh artık Kürt dilini de kabul ettik daha ne istiyorsunuz’ dercesine bunu bir lütuf gibi sunmak, Kürt halkının minnet duymasını beklemek en hafifinden utanmazlıktır. Kaldı ki AKP bundan daha fazlasını beklemekte Kürt halkının bu adımla birlikte PKK ve Sayın Öcalan’dan vazgeçmesini ve kendi kollarına koşarak en kahraman oğullarından ve kızlarından yüz çevirmesini, teslim olmaya çağırmasını, imhaya terk etmesini beklemektedir. Bu Kürt halkını eşek yerine koymaktır. En az Kürt dili ve kimliğini inkâr kadar büyük bir ayıptır. Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt halkından ancak özür dileyebilir ve af edilmeyi bekleyebilir. Daha ötesini beklemek, şükran ve minnet içinde Kürtlerin AKP’ye koşmalarını istemek Kürt halkını aşağılamaktır.
Kürt halkını kim temsil eder
AKP’nin beklentilerine uyan Kürtler olmaz mı? Olur. Her halk gibi Kürt halkı içinde de şeref ve onurdan nasibini almamış kişiler ve çevreler çıkar. Yıllardır uygulanan zulüm ve teslim alma politikaları, kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirme çabaları Mehmet Metiner tipli birçok Kürdün türemesine yol açmıştır. Ancak bunlar ne Kürt halkını temsil edebilir, ne Kürt halkı adına bir temsil gücü oluşturabilir. Nasıl ki AKP içindeki adı Kürt işbirlikçiler Kürt halkını temsil edemiyorsa böylesi kişiler de Kürt halkını temsil edemezler. Zira bunların hiçbir zaman Kürt halkının varlığı, dili, kimliği ve geleceği diye bir dertleri olmamıştır. Kürt halkı ve değerleriyle ilgileri hiçbir zaman bunları inkâr ve imhacı güçlere peşkeş çekmenin, kendini yaşatmanın, Kürt halkının değerleri ve acılarını ranta çevirmenin ötesine geçmemiştir. Bu yüzdendir ki bu tiplerin Kürt halkı nezdinde hiç bir değerleri yoktur.
Kürt sorununu gündemleştirme, dünya kamuoyuna taşırma, inkâr ve imha politikaları karşısında direnme, bu politikaları işlemez kılma Kürt Özgürlük Hareketinin ve onun temsil ettiği özgür iradeli, özgürlükçü Kürtlerin eseridir.  PKK ve Apo Kürdü’nün eseridir.
AKP ve Türk devleti bunca yıldır sürdürülen inkâr ve imha siyaseti ve bunun halklarımıza kaybettirdikleri için hiçbir vicdan azabı, utanma duygusu ve pişmanlık içinde değildir. Bu tarihin görebileceği en büyük pişkinliktir.
Kürt dilinin ve kimliğinin tanınması ve kabulü açısından önemli bir adım diye sunulan TRT Şeş’in gerçekten sorunun çözümüne dönük samimi bir adım olup olmadığını anlamak için bu süreçte atılan diğer adımlara ve yürütülen devlet politikalarına bakmalıyız. O zaman bu adımın söylenenlerin ve empoze edilmek istenenlerin ötesinde hangi amaçla atıldığını anlayabiliriz.
Devletin temel gündemi Kürt sorununu barışçıl demokratik yollardan çözmek değil, sorunu bu yollardan çözmek isteyen Kürt Özgürlük Hareketini ve onun Önderliğini tasfiye etmektir. İradesi ve direnme gücünü kırmak, teslim alıp terbiye etmek ve bir takım kırıntılarla Kürtleri sistemine yedeklemek temel amaçtır. İç dış tüm politikalar, tüm imkanlar, diplomasi, ekonomi, hukuk, teknoloji, teoloji bu temelde seferber edilmiş durumdadır.
Kürtçe televizyon işte bu seferberliğin bir parçasıdır. Yükselen Kürt mücadelesini havasını alarak geriye çekmeyi, çeşitli kesimleri mücadeleden alıkoymayı ve beklentiye sevk etmeyi, kendi içinde tartışmaya sürüklemeyi, Kürt sorununu çözüyormuş gibi bir hava yaratmayı amaçlamaktadır. Böylece bir beklenti ve umut ortamı yaratılmış olacak, Kürt özgürlük hareketi etrafında birleşen Kürt halkı kendi içinde kafa karışıklığına sokulacak, yaratılan beklenti ve hayal ortamından istifade Kürt Özgürlük Hareketine var gücüyle yüklenilecek.
Öncelikle yerel seçimler böylesi bir atmosfer içinde devletin tüm imkanları da kullanılarak AKP lehine sonuçlandırılacak, ardından Üçlü Komite kapsamında yer alan KDP ve YNK’den PKK’yi terörist ilan etmesi ve silah bırakmayı dayatması istenecek, buna paralel Avrupa, Kafkasya, Ortadoğu başta olmak üzere PKK üzerindeki kıskaç daraltılacak ve savaş uluslar arası ve bölgesel gericiliğin desteğiyle sonuna kadar tırmandırılacak.
Son umut, ya tutarsa
Tutar mı tutmaz. Kimse kendini kandırmasın. Bu plan tutmayacaktır. Zira Kürt Özgürlük Hareketi barışa olduğu kadar savaşa da hazırdır. Yine kimin çözümden yana olduğunu, çözüm için kimin çaba harcadığını ve girişimde bulunduğunu Kürt halkı iyi bilmektedir. Hiçbir sorun onu gündemleştiren güce rağmen çözülemez. Hiçbir sorun onu ortaya koyan gücün kellesi pahasına çözüme taşınamaz. Hiçbir halk evlatlarının kellesi, Önderliğinin hayatı, örgütünün tasfiyesi karşılığı geliştirilmek istenen bir çözümü kabul edemez. Bunu Kürt halkının kabul edeceğini umanlar Kürt halkının onurdan, hafızadan, şeref ve haysiyetten yoksun olduğunu düşünüyor olmalılar. Yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardır.
Gerçekten Kürt sorununda barışçıl, kansız, acıları azaltan ve kayıpları durduran bir çözüm doğrultusu söz konusuysa bu en büyük karşılığını Kürt Özgürlük Hareketinden ve özgür iradeli Kürt’ten bulacaktır. Lakin durum böyle değildir. Devletin gerçekten sorunu muhataplarıyla çözme yaklaşımı yoktur. Muhataplarını çözme, dağıtma, parçalama ve tasfiye etme yaklaşımı içindedir. Devlet büyük bir imha konseptine hazırlanmaktadır. Kürtçe televizyonla bu konseptin zemini döşenmekte “Sorunu gündemime aldım, çözüyorum” yanılgısı yaratarak uygulamakta olduğu ve daha da uygulayacağı devlet terörüne, geliştireceği şiddet ve yıkıma meşruiyet sağlamak istemektedir. Bu anlamıyla durum ciddidir. Kürt halkı için bağrında büyük tehlikeleri barındıran bir süreç yaşanmaktadır. Herkesin bunun gerektirdiği uyanıklık ve tedbirlilik içinde olması, ham hayale kapılmaması, alet olmaması, alet olanları uyarması tarihi önemdedir. TRT Şeş’i ortaya çıkaran AKP değil, Kürtlerin gelişen bilinci, birliği ve direnişidir. Aynı biçimde Kürt sorununun Kürt halkını onore edecek, haklarının tamamını içerecek eşitlikçi, özgürlükçü, adil çözümünü de bunlar sağlayacaktır.
Yavuz hırsızlık ve yalancılık
“Sorunu çözüyoruz ama terörü ezeceğiz” söylemi büyük bir aldatmacadır. Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana terör vardır. Halkımıza en insanlık dışı terör dayatılmıştır. Kürt dili, kültürü ve kimliğini inkâr etmek, giderek ortadan kaldırmak amacıyla Türk devleti tarihin tanık olduğu en büyük devlet terörünü geliştirmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi buna karşı Kürtlerin varlığını ve değerlerini savunma temelinde ortaya çıkan en meşru, en insancıl, en çağdaş, en direngen savunma hareketidir. Devlet terörü durduğunda ortada terör diye bir sorun kalmayacaktır. Halklarımız on yıllardır özlemini çektikleri barışa PKK ortadan kalktığında değil, inkâr ve imhacı zihniyet bütün kurum ve uygulamalarıyla sona erdiğinde kavuşacaklardır.
Tuzakları bozmak
Bunun için yapılması gerekenler bellidir. Dünyada da bir çök örneği vardır. Sorunun çözümüne dönük ortaya bir proje ve takvim konulur ve buna dönük pratik adımlar atılır. Sorunun muhatabıyla dolaylı direkt diyalog içinde süreç ilerletildiğinde çözüm konusunda samimiyet ve güven tesis edilir. Oysa ki Türk devletinin güven tesis edici hiçbir yaklaşımı yoktur. Ortada çeşitli vaatler vardır, Kürt dili dolaylı da olsa tanınmıştır ama henüz güvenceye kavuşturulduğunu söyleyemeyiz. Hiç kimse bu adımın başka bir iktidar veya AKP’nin kendisi tarafından geri alınamayacağını, ya da sorunun çözümünün bununla sınırlandırılmayacağını iddia edemez. Dolayısıyla hemen sevinç taklaları atmamızı bekleyenler ya da sevinç taklaları atanlar yanılıyorlar. Tarih Kürtler açısından bu konuda sayısız derslerle doludur. Kimse kuru vaadlere ya da kırıntılara kanacaklarını bekleyemez. Her halk haklarını kendi çabasıyla kazanır. Hiçbir hak lütuf gibi sunulmaz eğer öyle olsaydı, eğer Türk devleti lütufkar olsaydı bu kadar acı yaşanmazdı. Eğer AKP bu kadar lütufkar olsaydı Kürtçe kanal açmak, Kürt dilini tanımak için bu kadar beklemezdi, bu kadar saldırı konsepti yürütmez, bu kadar hile hurda çevirmezdi. Bunlar tutmamıştır şimdi yeni bir tuzak kurulmuştur.
Kürt halkı birliğini ve direnişini geliştirerek örgütünü ve Önderliğini daha güçlü sahiplenerek şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da kurulan tuzakları tersine çevirecek ve haklarını almasını bilecektir. Bundan hiçbir şüphemiz yoktur kimse de tersini beklememelidir. Bu kendileri için yeni bir hayal kırıklığının ötesinde bir sonuca yol açmayacaktır.
Erdal ERGİN

Hiç yorum yok: