22 Şubat 2010 Pazartesi

Milli Görüş Geleneğinden AKP'ye Giden Süreç- 3

Erdoğan konuşmasında 'Kürt sorunu hepimizin, öncelikle de benim sorunum. Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere yakışmaz.


Çözüm, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahta'    sözleriyle 10 Ağustos’un devamı sayılacak bir konuşma yapıyordu. Erdoğan konuşmasında:
**Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülke, pek çok zorluğun harmanından geçti. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak, büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet, kendisiyle yüzleşip hata ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahiptir. Ben milletimin ve devletimin öz güvenine, tarih bilincine ve coğrafya şuuruna inanan bir kadronun başbakanı olarak huzurunuzdayım.

** Her soruna bir ad koymak da gerekmez. Sorunlar hepimizindir. İlla 'ad koyalım' diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Bu sebeple 'Kürt sorunu ne olacak?' diyenlere diyorum ki, bu ülkenin başbakanı olarak, o sorun, herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve her sorunu daha çok demokrasi daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz.  Ülkenin hiçbir sorununu yok saymıyor, her sorununu gerçek kabul ediyoruz ve yüzleşmeye hazırız.

Erdoğan, Diyarbakır konuşmasında Kürt sorununun Tek Millet, Tek devlet, tek bayrak çerçevesinde  çözüleceği yönündeki sözleri ise Kürtlerde hayal kırıklığı yarattı.

Derya SAZAK, “ Diyarbakir Sendromu” başlıklı yazısında,  “Güvenlik meselesi, özgürlüklerin önüne geçiyor. Erdoğan da sorunun 'esası'na giremedi! Bu sendromu aşmak için Kürtlerin de 'siyasi çözüm'den ne anladıklarını Türkiye kamuoyuna açık seçik söylemeleri gerekiyor” demektedir.

Türker ALKAN, “Çek Bir Şiir; Acılı Olsun!” başlıklı yazısında,  “Başbakanın aydınlarla yaptığı toplantıda çözüm olarak 'demokratikleşmeden' söz etmesi genel olarak olumlu bir izlenim bıraktı. Fakat, 'demokratikleşme' son derece soyut, belirsiz ve çeşitli yönlere çekilebilecek bir kavram. Bu kavramın içini, Türkiye'nin ve Güneydoğu'nun koşulları düşünülerek doldurmak gerekiyor. Ne Başbakan'da, ne de AKP yönetiminde şimdilik bu doğrultuda bir girişim yok”  tesbitinde bulunuyordu.

Gazeteci  Şahin ALPAY, “ ‘Yurttaş Girişimi’  Hayırlı Oldu” başlıklı yazısında, “Yurttaş girişimi’nin temsilcilerinden biri olarak Başbakanlık’taki toplantıya katılacak olsaydım, en kısa zamanda yapılacak bir seçim kanunu değişikliğiyle, demokratik bir rejimle asla bağdaşmayan yüzde 10’luk ülke barajının, yüzde 4 - 5 düzeyine indirilmesinin önemine dikkat çekerdim. Temsil yeteneğine sahip olmayan bir parlamentoyla çetin sorunların üstesinden gelinemez” demektedir.

Gazeteci Mehmet BARLAS, “Sorunla Birlikte Yaşamak Devletlerin Kaderi” başlıklı yazısında, Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır gezisine değinerek, Kürt sorununu ele almakta ve “Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır gezisinde verdiği mesajları olumlu bulurken, bu mesajlarla ‘Kürt Sorunu’nun sorun olmaktan çıkacağı beklentisine girilmemesi gerektiğine dikkat çekiyordu.

Başbakan Tayip Erdoğan, Diyarbakır gezisinin ardından artık Kürt ve Kürt sorununu  konuşmalarında dile getirmeye başladı. 21 Ağustos 2005'te: (İstanbul'da minibüsçülerle sohbet ederken) Ülkemizde Laz da var, Boşnak da var, Arnavut da var, Çerkez de var. 30'a yakın etnik kimlik var. Bununla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birbirine karıştırmayalım.

3 Eylül 2005: (Napoli'ye giderken uçakta) Kürt olan vatandaşlarımıza, "Kürt değilsin, Türk'sün" dayatmasını yapmamız yanlış. Aynı bey Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza, Boşnak, Arnavut için de geçerli. Kürt, Kürtüm diyecek

8 Ekim 2005: (Siirt'te) Ülkemde birçok sorunlar var. Doğu sorunu, Güneydoğu sorunu, Kürt vatandaşların kendine ait sorunları vardır. Hangi etnik unsurdan olursa olsun, Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arnavut, Boşnak, ki biz buna alt kimlik diyoruz, üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.

Erdoğan’ın Kürt sorunu konusundaki açıklamaları,  9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli’ye kadar devam ediyordu.

Şemdinli AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımında turnusol kağıdı görevi görecekti. Tıpkı 1992 yılında hazırlanan Kürt raporu gibi.
9 Kasım  günü saat 12.00 sıralarında Özipek pasajında bulunan Umut Kitabevine el bombası atıldı.

Burada bulunan Zahir Korkmaz yaşamını yitirdi. Bombaları atan itirafçı Veysel Ateş,  Jandarma istihbarat elemanları  Ali Kaya ile Özcan İldeniz’in içinde bulunduğu araca ulaşmadan vatandaşlar tarafından yakalandı.

Vatandaşların tepkileri üzerine olayın Ateş, Kaya ve İldeniz olay yerinden kaçırıldı. Bu esnada olay yerinde bulunan 30 AK 933 plakalı araçta silahlar, bombalar ve bir ajanda ortaya çıktı. Ajanda Türkiye gündemine bomba gibi düştü.
Şemdinli’de yaşanan bu gelişmeler üzerine Başbakanlık Basın Danışmanı Akif Beki “Başbakanın talimatı şudur bu olay mutlaka aydınlığa kavuşturulmalıdır.

Bunun takipçisi olacağını söylemiştir. Olayların sorumluların açığa çıkması için ne gerekiyorsa mutlaka yapılmalıdır. Bu talimat ilgilileri ulaşmıştır” sözleriyle ilk açıklamayı yapıyordu.

Başbakanın Şemdinli de yaşananların bütün gerçekliğiyle  açığa çıkarılacağı yönündeki sözü Başbakan’ın Şemdinli ziyaretinde unutuldu.

Başbakan Erdoğan’ın Şemdinli,  Yüksekova ve Hakkari ziyaretlerinde yaptığı açıklamalar işin renginin değiştiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Erdoğan Şemdinli ziyareti esnasında  uğradığı Yüksekova’da halkın "Vali istifa, Katiller bulunsun hesap sorulsun, Masum insana kurşun sıkılmaz ve Roj TV bizimdir kapatılamaz" gibi sloganlar  üzerine şunları söyledi:
"Öncelikle bir şeyi söylemek istiyorum; şu anda gerek Adalet Bakanı'm, gerek İçişleri Bakanı'm, gerek şahsım olarak, sloganlarla ülke idare etmeyi sevmeyen birisiyim. Bunu bilmenizi isterim. Onun için de kimse sloganlarla bizi idare etmeye kalkmasın. Biz, ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. "

Yüksekova’dan sonra Hakkariye’ye geçen Erdoğan,  halkın döviz ve pankartlarla açtığı taleplerini  görmezden gelerek şunları söyledi.

''Fakat burada bir şey ifade etmek isterim. Bazı arkadaşlar ellerinde kartonlarla duruyorlar. Şimdi değerli arkadaşlar ben size bir şey söyleyeyim. Biz sloganlarla ülke yönetmiyoruz. İcraatlarımızla ülke yönetiyoruz''

Şemdinli iddianamesinin basına sızması üzerine Savcı Ferhat Sarıkaya  hakkında soruşturma açıldı. Sarıkaya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından ihraç edildi. Sarıkaya’nın yanı sıra “Hırsız evin içinde” sözlerini kullanan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un da görev yeri değiştirildi.

Başbakan Erdoğan olayın üzerine gideceği yönündeki açıklamalarını unutarak,  “Oradakı (Şemdinli) vatandaşdan tanık olarak istifade edemezsiniz” sözleriyle herkesde hayal kırıklığı yaratıyordu.

Hiç yorum yok: