22 Şubat 2010 Pazartesi

İmparatorluk Rüyasında Gizlenmiş Ateş Topu


Son dönemlerde Ortadoğu denkleminde Türkiye tarafından dillendirilen ve bazı batılı diplomatlarca yorumlanan Osmanlı İmparatorluğunun yeniden dirilmesi hayali gündeme zoraki de olsa konulmaya başlanmıştır. Ortadoğu, imparatorlukların elinden çok çekmiştir. Ortadoğu halklarına en çok çektiren imparatorlukların başında ise Osmanlı imparatorluğu gelmektedir. Bölge insanının hafızasında Osmanlının kazık işkencesi hala etkisini sürdürmektedir. Daha düne kadar Arap TV’lerinde Osmanlının yapmış olduğu baskıları ve işkenceleri konu alan diziler yayınlanıyordu. Ortadoğu halkları yeni tarzda bile olsa Osmanlının yeni Türkiye’sini kabul etmeyecektir. İsrail ve ABD’nin Davos’ta cilalayıp Ortadoğu piyasasına sürdüğü Erdoğan makyajı da fazla tutmayacaktır. Kendi öz gücüyle değil başkalarının eliyle büyütülen ve rol verilen Türkiye’nin Ortadoğu halklarına vereceği tek şey yeni Osmanlı kazığı olur. Çünkü Türkiye’nin yapısı Ortadoğu’da rol alabilecek kapasitede değildir. İç çekişmeler, sorunlar ve ekonomisi savaştan dolayı çökmüş hasta adam konumunda olan Türkiye’yi Ortadoğu halkları, elinin tersiyle itmektedir.

ABD’nin Irak’a girmesiyle beraber, Kürtler bir statü elde edebilir endişesiyle Türkiye, dünya kamuoyuna sürekli seslenerek, “Ortadoğu’da bensiz hiçbir şey olmaz, gerçekleşmez, engellerim. Benim görüşlerim çok önemlidir. Bölgeyi ben tanıyorum. Osmanlı imparatorluğundan kalma tecrübem var. Filistin, Suriye ve İran’la ilişkilerim var, onları ancak ben ikna edebilirim” vs mealinde bir söylem kullandı.
Ortadoğu ateşten bir top. Bu topu eline alan ya bu ateşi söndürecek, gerçekçi çözümler bulacak ya da ateşten top onu da içine alarak eritecektir. ABD Irak’a girerek bu topu eline aldı. Kısmi bazı başarılardan sonra ateş topu adeta çöl fırtınasına tutularak dağılmaya başladı. ABD ateş topu içinde erimeye başladı.
Muazzam imparatorlukları bile Eyüp peygamberin sabrıyla yutan-yıkan Ortadoğu, yeni imparatorlukları -her ne biçimde olursa olsun- kabul edebilecek mi? Son süreçlerde ABD elindeki ateş topunu Türkiye’nin eline vermek için görüşmeler yapmaktadır. Barack Obama ile Ortadoğu’daki ateş topunu Türkiye’nin eline törenle vermenin hazırlığı içindedir. Üstüne üstlük Türkiye’ye minnet edercesine, “Madem o kadar istiyordun al sana! Hadi Ortadoğu sorunlarını çöz bakalım. İran’ı atom bombası yapmaktan vazgeçir, serbest piyasa ekonomisine geçsin. Euro yerine dolar üzeri anlaşmalar yapsın, petrol fiyatlarını ABD şirketlerinin eline versin, Hürmüz boğazındaki tasarruflarından vazgeçsin. Bölgede ideolojik-yayılmacı siyaset yapmasın. İsrail’i inkâr etmesin. Yüksek dini şura meclisinin ilkelerini değiştirsin. En azından İran’daki Yahudilerin söz hakkı alabileceği şekilde düzenlesin. Hadi git İran’ı bu konularda ikna et” demektedir.
Suriye’ye ilişkin, “Lübnan’ın içişlerine karışmasın. Hizbullah örgütünü desteklemesin. Radikal İslamcılara karşı sert önlemler alsın. İsrail karşıtı propagandalara son versin. Golan’a karşı İsrail’i resmen tanısın. Golan tepelerindeki sular daima İsrail’in tasarrufunda olsun. Buna karşılık olarak Fırat ve Dicle’den Suriye’ye yeterli miktarda su verilsin. İsrail ile güvenlik işbirliği sözleşmesi imzalasın. Hadi git, arabuluculuk yap bunları Suriye’ye kabul ettir” gibi taleplerde bulunmaktadır.
Filistin konusunda, “Hamas El-Fetih’e teslim olsun, İsrail’i tanısın, saldırılarından vazgeçsin. Eğitim ve propaganda dilini değiştirsin. İsrail’in Filistin’de yapacağı ekonomik yatırımlara karışmasın. İsrail ve ABD şirketleri Gazze’de serbest çalışsın. Arap ülkelerinde ise ABD’ye karşı anti-propagandalar yapılmasın. Liberal değişimler olsun. Irksal ve dini azınlıklar tanınsın vs” isteklerini sıralamaktadır.
Bunların yanı sıra, “Afganistan’da askerlerin rol alacak yani Afganistan, Pakistan ve Avrasya için nakliye yerimiz olacaksın. Irak’ta federe yapıyı kabul et. Irak Kürdistan federe yönetimini resmen tanı. İran yerine Irak’ta sen güçlü ol. Kerkük sorunu ve Irak’ın toprak bütünlüğünü bu çerçeve içinde istediğin gibi çöz (yani merkezi hükümet güçlü, yerel-federe yapısı ise zayıf olsun.) Sana PKK konusu ve özgür-bağımsız bir Kürt yönetiminin Ortadoğu’da oluşmaması için de AB ve ABD olarak yardım edeceğiz” söylemini dile getirmektedir.
Dünden razı Türkiye ise dünya âleme, Ortadoğu’da ne kadar önemli olduğunu ve eninde sonunda ABD’nin Türkiye’nin değerini anladığını işlemeye başladı. “Kandil’in boşaltılması” ve Kerkük’ün Kürt federe bölgesine bağlanmaması karşılığında Türkiye, karşılığı ne olursa olsun ABD’nin Ortadoğu’da vermiş olduğu görevleri sevinçten takla atarak kabul etmektedir. Yeter ki yeni Ortadoğu sayfasında bağımsız-özgür Kürt iradesi yerini bulmasın. Bunun için Ortadoğu’da her türlü taşeronluğu yapmaya hazır olduğunu beyan etmiştir. Özgür, onurlu ve iradeli Kürt deyince adeta kırmızı görmüş boğa gibi saldıran Türkiye’nin yeni siyasi jargonu kör doğmuştur. Bush’un elindeki ateş topunu alan Obama, sıcaklığı elini o kadar yakmış olacak ki hemen bir yerlere bırakmak istemiştir. Bunun için de Kürt sorununda aklı pek çalışmayan ve bu sorunu çözmemek için yılda milyarlarca dolar harcayan Türkiye’nin eline vermeyi en uygun çare olarak görmüştür. Türkiye şimdi adeta zil takıp oynuyor. Peki ya ateş topunu alan Türkiye İran’ı ikna edemezse, Suriye konusunda arabuluculuk rolü başarılı olmasa, Hamas İsrail’i tanımasa, Taleban Afganistan’da yeni bölgelerde yönetimini ilan etse. Pakistan’ın bir bölgesinde ilan edilen şeriat düzeni başka bölgelere yayılsa, Türkiye’de buna benzer özerk bölgeler ortaya çıksa, onlar da kendi yönetimlerini ve kanunlarını ilan etse. Pakistan’da şeriatla yönetilen bölge düzenine ve Afganistan’da Taleban’ın ateşkes bölgelerine ses çıkarmayan ABD ve AB, Türkiye’nin içinde yani Kuzey Kürdistan’da ilan edilecek yerel barışçıl-demokratik özerk bölge düzenine ne diyebilir? En önemlisi de ABD ve AB’nin yardımları ve sözde bölge ülkelerinin desteği ile Türkiye Irak’ta istediği gibi sonuçlar alamazsa. Kürt ulusal birliği ve oluşturacağı öncülüğü, temel esaslar doğrultusunda anlaşarak Kerkük’ü Kürt federe bölgesine katsa ve federal yapının güçlenmesine vesile olsa. Neticede Türkiye bu durumu kabul etmek zorunda kalacaktır. Çünkü eline almış olduğu ateş topunu Türkiye’den, artık kimse almak istemeyecektir. Dolayısıyla bu ateş topu Türkiye’nin içine düşerse ne olacaktır? Dağılacaktır elbette! Türkiye’nin her tarafı Kandil olacaktır!
Mersin ve İskenderun üzerine Kerkük tartışmaları başlayacaktır. Zaten Türkiye’nin Kuzey Kürdistan’da açıklamış olduğu askeri güvenlik bölgeleri tampon bölge için zemin hazırlamıştır. Diğer taraftan bu bölgelerden başlayacak olan istikrarsızlık, Irak’tan çıkmak isteyen ABD ordusu için BM ve NATO şemsiyesi altında resmi kılıfa büründürülmüş uluslar arası bir gücün Irak-İran sınırına yakın yerde konumlanması ve üslenmesini doğurur. Bu, İran’a dönük yeni savaşın geri cephesini oluşturacaktır. Bundan sonra başlayacak süreç emperyalist-küresel güçler için Kürtlerle diyalog geliştirmekten geçecektir. Ortadoğu’da başarılı olmak için Kürt iradesini kabul etmekten başka seçenek yoktur. Çünkü Ortadoğu’da bütün kapı kilitlerine ancak Kuzey Kürdistan üzeri ulaşılabilir. Fırat ve Dicle suları, Nabucco projesinin güzergâhı, Kerkük-İskenderun petrol boru hatları, İran doğal gazı, Kafkasya’ya açılan kapı, tarihi ipek yolları, Ortadoğu’ya açılmak için karayolları, demiryolları ve hava yollarının hepsi Kuzey Kürdistan’dan geçmektedir. Dolayısıyla kim Kuzey Kürdistan’da etkili ise Ortadoğu’da onun sözü geçerli olacaktır. Kuzey Kürdistan üzerine ABD ve AB ile pazarlıklar yapan Türkiye, Kürdistan Özgürlük hareketini hesaba katmakta mıdır? Özel-profesyonel Kürt gerilla birlikleri tarafından buralardan geçen ekonomik hedeflere saldırılar yapılırsa nasıl dengeler doğar? O zaman Türkiye ne kadar söz sahibi olur? Ya da Kuzey Kürdistan’da demokratik yönetimlerini ilan etmiş legal Kürt demokratik hareketi, Gandivari bir hareket başlatırsa ne olacaktır? Hindistan’da Gandi’nin, ulusal sermayeye sahip çıkmak ve yeraltı ile yerüstü zenginliklerinin Hint halkı için kullanılmasını sağlamak üzere İngilizlere karşı yürütmüş olduğu tuz madenlerinin halklaştırılması gibi Kuzey Kürdistan’da da halk kitleleri maddi zenginlikleri için uzun yürüyüşlere çıkıp demokratik eylemler yaparsa Türkiye nereye kadar Kürt halkı üzerinde sosyal ve ekonomik katliam yapabilir? Küresel sermaye güçleri o zaman Kürt Özgürlük hareketini muhatap almak zorunda kalmayacak mıdır?

Mezopotamya’nın Atan Kalbi Amed ve İdrisi Bitlisiler

O halde şu denebilir: Kudüs inancın ve Kerkük petrolün merkezi ise Amed de irade, yönetim ve koordinasyonun yüksek yaşam merkezidir. Onun için herkes Amed’i kazanmak istemektedir. Kürtler Ortadoğu’da hep başroldedir. Ama sürekli gerçek rolleri gizlenmeye ve bertaraf edilemeye çalışıldı. Fakat Kürtler her şeye rağmen sahneye çıkmışlardır. Ortadoğu’da hep başkaları adına imparatorluklar kuran ve yıkan Kürtler bu defa kendi adlarına rol almak için seslerini yükseltmektedirler. Eski imparatorluklarını yeniden tasarımlamak isteyen güçler ise bu durum karşısında ya Kürtleri kabul edip özgür ve bağımsız stratejik ortaklık kuracaklar ya da yeni işbirlikçi İdris-i Bitlisiler veya yeni ümmetçi Selahattin Eyyübilerle ortaklık kurarak amaçlarına ulaşmak isteyeceklerdir. İdris-i Bitlisi ve Selahattin Eyyübi döneminde tek ve güçlü alternatifler onlardı. Ama yaşadığımız çağda şartlar değişmiştir. Özgür ve bağımsız Kürt Özgürlük hareketi olduğu müddetçe ümmetçi ya da milliyetçi yeni İdrisi Bitlisilere ve Selahattin Eyyübilere fırsat verilmeyecektir. Türkiye bunun için ilk başta Özgürlük hareketinin tasfiyesini hem ABD, AB ve bölge ülkelerinden isterken hem de yeni-işbirlikçi İdrisi Bitlisilerden ve Türk-İslam sentezi içinde büyütülmüş yeni Kürt ümmetçi Selahattin Eyyübi’lerden de destek almak için yoğun çalışma içerisindedir. Türkiye hükümetini yöneten ve “rıhtıma ulaşmak için geminin kaptanı ile iyi geçinmek gerek” diyerek dünya kaptanı saydığı ABD’ye yerleşen Fetullah Gülen, Erdoğan’ın Davos dönüşü İstanbul’da karşılanmasını, “Yavuz Sultan Selim gibi karşılandı” diye niteleyerek aslında Erdoğan’ın yeni görevini de söylemiş oldu. Erdoğan’ın kendisi de padişahlık tartışması yapanlara, gönlünden geçenin sultanlık olduğunu söyleyerek karşılık verdi. Yavuz Sultan Selim Osmanlı imparatorluğunun sınırlarını genişletmek için İran’a ve tüm Ortadoğu ülkelerine açılmak istemiştir. Bunu Kürtleri arkasına almadan yapamayacağını anlayan Yavuz Selim, İdris-i Bitlisi’ye başvurur. Kürt Sancak beyliği karşılığında İdrisi Bitlisi Kürtlerden bir ordu oluşturarak, Yavuz Selim’in hizmetine verir. Yavuz, Kürtlerden aldığı destekle İran’a yönelir. İmparatorluk sınırlarını genişletir. Daha sonra İdrisi Bitlisi’nin yaptıkları Kürt tarihine “ihanet” olarak yazılacaktır. Çünkü Kürt halkının ulusal iradesi için gerekli ulusal çizgiyi yakalamamış, aşiretçi, aileci ve ekonomik çıkarlarına bütün Kürdistan’ı feda etmiştir. Oyuna getirilmiştir! Dolayısıyla Erdoğan da yeni görevi gereği Kürt İdrisi Bitlisileri aramaktadır. Aslında bulmuştur. Onlar da kabul etmiştir. Ama sorun şu, bu defa bulduğu Bitlis’te değildir. Şartları vardır. “Beni kabul edin, tanıyın, elime bir fırsat verin, onları sıkıştırayım sonra terörist diyeyim. Dolayısıyla ulusal önder olmam gerekiyor, bunun için Özgürlük hareketinin marjinalleşmesi ve gözden düşürülmesi gerekiyor. Yoksa tam İdrisi Bitlisi olamam” diye sürekli görüşmeler yapmaktadır. ABD böylelikle Güney Kürdistan ile anlaşmış bir Türkiye’yi İran’ın üzerine sürebilir. Zaten sınır bölgelerinde üsleri de olacaktır. ABD Ortadoğu kavgasına bölge ülkelerini katmaktadır. Irak ve Kürdistan üzerinde bölge ülkeleri, kendi aralarında kavgaya, gerekirse savaşa girsin diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyor. Çelişkiler yaratıyor.
Mezopotamya ve İmparatorluklar

Ortadoğu’da yeni imparatorluk hayalleri doğmaktadır. Tarihte Mezopotamya’da etkili olmuş ve burayı hâkimiyeti altına almış başlıca etkili 5 imparatorluktan bahsedebiliriz. Mezopotamya’da birçok imparatorluk, sultanlık, beylik ve devlet kurulmuşsa da en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Med imparatorluğu (M.Ö. 612–550)
2- Pers imparatorluğu (M.Ö.538–334)
3- Roma imparatorluğu (M.Ö.62 – M.S. 476)
4- Emevi imparatorluğu (661–750)
5- Osmanlı imparatorluğu (1299–1923)

Med imparatorluğu Kürdistan’ı, Pers (Fars) imparatorluğu ise bugünkü İran’ı temsil etmektedir. Bugünkü Avrupalıları temsil eden Roma imparatorluğu ise Irak ve Kürdistan’ın birçok bölgesine hakim olamamıştır. Doğu-batı ve Bizans gibi parçalara bölünerek ve dağılarak tarih sahnesinden çekilmiştir. Hz. Ali’yi tasfiye eden, peygamber sülalesinden gelen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öldürten ve Ortadoğu’da Arapları temsil eden Emevi sülalesi imparatorluğu, Ortadoğu’ya din ve İslam adı altında hakim olmuştur. Kerbela katliamını gerçekleştiren; Kürtler, Farslar ve göçer kabileler şeklinde yaşayan Türkler üzerinde büyük baskılar yapan, Arapları Ortadoğu’da üstün ırk diye niteleyen Yezid-Muaviye sülalesinden gelenlerin hüküm sürdüğü Emevi imparatorluğudur. Bugünkü Türkiye’nin tüccar kılıklı AKP hükümeti kendi boyutunda benzer özellikler taşımaktadır. Emevi imparatorluğunun İslam halifesi gün geçtikçe zorbalaşıyordu. Adeta Ortadoğu’nun Hitler’ine benziyordu. Peygamber sülalesinden gelen Haşimi ailesi, Abbasiler adına Kürtlerin desteği ile Emevileri yıkmak için görüşmeler yapmıştır. Neticede ortak ittifak oluşturulmuştur. Son Emevi halifesi II. Mervan büyük bir orduyla Zap ırmağı kıyılarına gelmiş ancak Kürt ordusu Zap’ta büyük kahramanlık örnekleri göstererek Emevi imparatorluğunun askerlerini darmadağın etmiştir. Zap’ta yapılan meydan savaşını kazanmışlardır. Komutanları ve halifeleri askerlerini bırakarak Mısır’a kaçmışlardır. Kürtler Abbasiler adına bu savaşı kazanmıştır. Bu zafer tarihe Abbasiler namına yazılmıştır.

Mezopotamya’ya hakim olan en son imparatorluk ise Türkleri temsil eden Osmanlılardır. 1071’de Kürtlerin desteği ile Anadolu’ya giren Türkler yine Kürtlerin desteği ile Mezopotamya’ya hakim oldular. Bölgede Kürtlerin stratejik gücünü çok iyi kullanan Osmanlı imparatorluğu uzun süren yönetiminde, Kürtlerle sürekli ittifak halinde bulunarak ve Kürtlere kendi coğrafyalarında yönetim hakkı tanıyarak onları Osmanlının bir kalkanı gibi her yerde kullandı. Stratejik önemlerinin farkında olmayan Kürtler ise sürekli Osmanlıdan yana oldular. Bu ateşten top, resmiyette Osmanlının ama somut pratik anlamda ise Kürtlerin sırtında ve elindeydi. Bu dönemin, benzer politikalar içerisine girildiğinden dolayı günümüzle kıyaslanarak açılmasında fayda vardır. Kürtler iki tarzda Osmanlının can simidi ve koruyucusu olmuşlardır:
1- Yavuz Sultan Selim döneminde İdris-i Bitlisi ile geliştirilen ilişkiler ve bunun sonucunda Osmanlı imparatorluğunun İran dahil elde ettiği başarılardır. İdris-i Bitlisi, 1514 yılında coğrafyayı çok iyi tanıyan ve araziye hakim olan askeri güçleriyle birlikte Yavuz’un yanında Şah İsmail’e karşı Çaldıran’da savaşa katılmıştır. Savaştan sonra da isyan eden aşiretleri dize getirmek ve Osmanlı imparatorluğuna bağlamak için belli bir süre Tebriz’de kalmıştır. Tebriz’de kurulan karakol ve gözlemci kuvvetlere komutanlık etmiştir. Çaldıran savaşından sonra Kürdistan’ın tümüyle Osmanlılara bağlanması ve imparatorluğun yönetimine girmesi için görevlendirilmiştir. Bunu da başaran İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan tarafından Osmanlının en yüksek rütbelerinden olan Kazaskerlik rütbesi ile mükâfatlandırmış ve merkezi Diyarbakır olan Kürdistan’ın yöneticiliği görevine atanmıştır. Yavuz döneminde yıldızı parlayan İdrisi Bitlisi, bununla yetinmeyerek. Musul ve Urfa’nın Memluklulardan alınarak Osmanlı topraklarına katılmasını da sağlamıştır. Ardından Yavuz ile birlikte Suriye ve Mısır seferlerine de katılmıştır. Mısır’ın fethinden sonra buranın nasıl yönetileceği üzerine İdrisi Bitlisi’nin fikirleri esas alınarak yönetim tarzı oluşturulmuştur. İdrisi Bitlisi’nin görüşlerini esas alan Yavuz, Mezopotamya ve Mısır’a tam hakim olmuştur. Başkaları için iyi asker olan Kürtler makûs talihlerini o zaman da değiştiremediler. Kendi halkı için asker olmayan, savaşmayan, mücadele etmeyen İdrisi Bitlisi 20 yıldan fazla Osmanlıya hizmet etmiştir. İdrisi Bitlisinin hizmetleri Osmanlı imparatorluğu için can damarı olmuştur.
2- Hamidiye Alaylarının kuruluşu: Osmanlı imparatorluğunun çöküş sürecine denk gelen Hamidiye alayları 1891’de kuruldu. Kürtlerle Osmanlı imparatorluğunun arası açılmış, var olan yönetimleri ellerinden alınmış ve tümüyle Osmanlıya vergi ve asker vermekle karşı karşıya bırakılmışlardı. Kürtlerin Osmanlıya bakışı değişmişti. Dolayısıyla artık Osmanlıya yardım etmek istememekteydiler. Bunu fırsat bilen dış güçler, Osmanlı imparatorluğunu yıkmak için her türlü yol ve yöntemi denemeye başlamışlardı. Osmanlı imparatorluğu son çare olarak yine Kürtleri kullanma yoluna giderek, çıkarlarını sağlama almak ve devletin yıkılmasını engellemek için Kürt aşiretlerinden oluşan Hamidiye alaylarını oluşturdu. İbrahim ve Kerim paşa tarafından alt yapısı hazırlanan Hamidiye alayları, sadece iç sorunlara ilişkin değil dışa yönelik tehditlere karşı da kurulmuştu. Günümüzde “koruculuk” olarak tekrar tezgahlanan Hamidiye alaylarının amaçları şöyle sıralanabilir:
a- Rusya’nın yayılmacı ve Osmanlıyı bölmek isteyen emellerine karşı Kürtleri bu devlet karşısında güçlü bir askeri siper olarak kullanma,
b- İran’a karşı saldırı aracı haline getirme,
c- Doğacak Kürt isyanlarını bastırma,
d- Kürtleri Osmanlı yönetim kurallarına göre şekillendirme,
e- Ermeniler başta olmak üzere Hıristiyan azınlıklarının özgürlük taleplerini bastırma vs.

Bugünkü Türk rejimi bu “miras”ı özü itibariyle olduğu gibi devralmıştır. Bu siyaset, Türk rejiminin Kürtlere ilişkin gerçek niyetlerini de ortaya koymaktadır.
Bu alaylara, kurucuları olan padişah Abdülhamit’in adı verilmişti. Hamidiye alayları arasında Abdülhamit’e “bavê Kurdan” yani “Kürtlerin babası” deniyordu. Fakat bu adlandırma kendiliğinden gelişmemişti. Devletin üst kademesinde planlı olarak geliştirilen ve Kürtleri sisteme (babaya) bağlamayı hedefleyen bir mizansendi. Bilindiği üzere 33 yıllık bir istibdat saltanatından sonra Abdülhamit, İttihatçılar tarafından tahttan indirilmişti. Türkiye AKP hükümeti de sanki Abdülhamit’in tahttan indirildiği 1909 yılının rövanşını alıyor gibi Ergenekon’un 2. iddianamesinin sayfa sayısını 1909 olarak açıkladı. Kim bilir belki de Abdülhamit dönemini örnek alıyorlar!

Kürtler Olmadan mı? Asla!

Mezopotamya’ya hakim olmak isteyen tüm imparatorluklar Kürtlerin stratejik gerçekliğini dikkate alarak hüküm sürebilmişlerdir. Ne zaman Kürtlerle araları bozulmaya başlamışsa imparatorlukları daha hızlı çökmeye başlamıştır. Bunu gören dünyanın yeni küresel ve bölgesel güçleri, Kürtleri kendi taraflarına çekmek için büyük bir mücadelenin içine girmişlerdir. ABD’nin Irak’tan çekileceği haberlerinin yayılmasından sonra Kürtler olmadan ABD’nin Saddam’ı bile deviremeyeceği gerçeğini gören güçler birer birer Kürtlerle ilişkilenmek ve ABD’den sonra Ortadoğu’da söz sahibi olmak için Kürtlerle özel ilişkiler geliştirmeye başlamışlardır. Güney Kürdistan federe hükümeti ekseninde yapılan bu görüşmeler ciddi boyutlardadır. Kürtler bu konuda ne yapacaklarının ve nasıl davranacaklarının kararını vermekle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Ya ulusal düzeyde geçmişten dersler alarak ileriye doğru sıçrama yapacaklar ya da işbirlikçi konumlara düşerek parçacı-dar iktidarlara hapsolacaklardır. Bunun için Kürt ulusal iradesinin ortak bir politika belirlemesi önem kazanmaktadır. Son aylarda bu çerçevede Pers imparatorluğunu temsilen İran; Roma imparatorluğunu temsilen de Almanya, Fransa ve İtalya ile Güney Kürdistan’da üst düzeyde görüşmeler gerçekleşmektedir. Yine Emevi imparatorluğu adına Suudi Arabistan ve Kuveytli yetkililerin geliştirdiği ilişkiler ile Osmanlı imparatorluğunu temsilen Türkiye hükümetinin Irak ve Güney Kürdistan üzeri yaptıkları görüşmeler ve geliştirdikleri ilişkiler önem kazanmaktadır. Böylece Kürtler üzerinde yeni güç mücadelesinin denge unsurları oluşmaktadır. Kürtler ise kendi özlerine dönüp Med yapılanmasını güncel demokratik bir tarzda kendi içlerinde örgütleyerek onlardan aşağı kalır yanlarının olmadığını göstermek gibi tarihi bir görevle karşı karşıyadır. Kürt Özgürlük Hareketinin doğurmuş olduğu bu yeni politik kazanımları doğru okumak ve değerlendirmek yerinde olacaktır.
Acaba Kürtler ve Güney Kürdistan federe yönetimi hangi imparatorluk kalıntılarıyla (günümüzdeki mirasçılarıyla) ilişkilenebilir, ortak ittifaklar kurabilir? Adı geçen küresel ve bölgesel güçlerin yeni dönemde Kürdistan üzerinde ne tür çatışmaları olabilir? Irak nasıl bir dengede duracaktır? Nasıl kullanılacaktır? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür. Türkiye, Güney Kürdistan ve Irak’ta amaçlarına ulaşmazsa, ABD’nin çekilmesinden sonra Irak başbakanı Maliki öncülüğünde sivil bir darbe yapabilir mi? Maliki’nin bu yönlü hazırlıkları nelerdir? Türkiye Irak’ta, federasyonu askıya alacak ve 140. maddeyi geçersiz sayacak sivil bir Darbe örgütlemesi yapıyor mu? Irak’ta böyle bir darbenin destekleyicileri kimler olacaktır? Kerkük ve federasyon sorunu Irak’ı nasıl bir siyasal sürece sürüklemektedir? Türkiye ve Maliki’nin daha önce desteklediği, ABD’nin Obama ile yeni desteklemeye çalıştığı güçlü merkezi yapı ile zayıf yerel yönetim modeline karşı Kürtlerin politikası nedir? Avrupa Güneyli güçlere neden “Kerkük konusunda ne olursa olsun tek kurşun sıkılmasın” diyor? Bu ve benzeri soruları cevaplandırmak ve yeni döneme göre politika üretmek gerekecektir.
Davos’tan sonra İsrail’e kendisini affettirmek için bundan sonra Ortadoğu’da kalkan olacağının sözünü veren Erdoğan, sözde arabuluculuk adına Hamas’ı İsrail’in saldırılarına karşı hazırlıksız bırakmış, açık hale getirmişti. Aynısını İsrail için İran’a da yapabilir mi? Görüşmelerden birkaç gün sonra İran’a da İsrail’in hava saldırıları olabilir mi? İran, Türkiye’nin arabuluculuğunun Filistin’de neler doğurduğunu bilmeyecek kadar apolitik mi?
Güneyli güçlerin elinde tek koz olarak peşmerge gücü kalmıştır. Irak yapılandırılırken Güneyli güçler her türlü baskıya karşı direnerek peşmergeleri lağvetmedi. Eğer lağvetmiş olsaydı bugün Kerkük, federasyon ve petrol konularında söz ve etki sahibi olabilir miydi? Dolayısıyla PKK güçlerinin elindeki silah da aynı rolü ve görevi diğer Kürdistan parçaları için taşımaktadır. En önemlisi de PKK’nin savunma güçleri Kürtlerle bölge halklarının demokratik özgür birlikteliğinin garantisidir. O halde bazı Güneyli yetkililer, PKK hakkında “silahsızlanma” söylemlerinde bulunurken ya da bu yönlü konferans hazırlıkları geliştirilirken önce kendilerine sonra da bu gerçekliğe bakmalıdırlar.

Mehmet Botan

Hiç yorum yok: