27 Şubat 2010 Cumartesi

Aleviliğin İslam’la İlişkisi

Aleviler taleplerini daha yüksek sesle dile getiriyor. Devlet her toplumsal ve siyasal kesimi sistem içileştirmek istediği gibi Alevileri de Sünniliğe

Alevilerle ilgili tartışmalar son yıllarda artmıştır. Aleviler taleplerini daha yüksek sesle dile getiriyor. Devlet her toplumsal ve siyasal kesimi sistem içileştirmek istediği gibi Alevileri de Sünniliğe doğru asimile etmek istiyor. Alevi çalıştayıyla, kimliğini devlet dışı toplum olarak kazanmış Aleviliği devletle bütünleşmiş, devleti savunan bir toplum haline getirmeye çalışıyorlar.



Bu dönemde aynı zamanda Aleviler içinde de birçok yönüyle tartışmalar sürmektedir. Bu tartışmalardan biri, Aleviler devlet içine girsin mi girmesin mi tartışması olan diyanet işleri başkanlığında yer alsınlar mı almasınlar mı tartışmasıdır. Diğer bir tartışma da Alevilik İslam içi mi İslam dışı mıdır, İslam’ın neresindedir, biçiminde yürütülüyor. Biz ikinci konuda düşüncelerimizi ileteceğiz. Çok iddialı olmasak da Aleviliği tanıyan ve tartışmaları yakından takip eden biri olarak düşüncelerimizin bu tartışmalara katkısı olacağını düşündük.

Aleviliği İslam içidir ya da İslam dışıdır ikilimi etrafında açıklamak zordur. Ya da bu ikilemin her birini keskin bir biçimde dışlayarak doğru bir değerlendirme yapılacağına inanmıyoruz. İslam içidir diyenler de Aleviliği doğru ifade etmiş olmazlar; İslam dışıdır diyenler de bu düzeyde sorunludur.



Sünni İslam ve Şia İslam şartları göz önüne getirildiğinde Alevilik İslam içiyle açıklanamaz. Cenaze namazı ve farlı bir biçimde ifade edilen Kelime-i Şahadet dışında İslam’ın şartları yerine getirilmez. Bunun dışında Sünni İslam’ın birçok önem verdiği değer Aleviler için bir değer değildir. Alevileri bu nedenle İslam içi olarak görmek İslam tanımına da ters düşer. Bir yönüyle Şia İslam’a yakın görülse de Şia İslam’ı da değildir. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin sevgisi, on iki imamlar ortak yanlarıdır, ama yine İslam’ın şartları ve daha başka değerler konusunda köklü bir ayrılık gösterirler.

Bu argümanlar çerçevesinde Alevilik İslam’la özdeşleştirilemez. Alevilik de İslam’dır ya da İslam’ın bir mezhebidir denilemez. Zaten İslam’ın bilinen mezhepleri içinde anılmaz. Bir tarikat olarak bile görülmez. O zaman İslam’la ilişkisi nasıl izah edilebilir? İslam dışıdır gibi kestirme bir tutumla da bazı gerçekler izah edilemez.



Alevilerde çok güçlü bir Hz. Hüseyin kültü vardır. Alevilerin Hz. Ali ve Hz. Hüseyin sevgisi ve bu kutsallara atfedilen değerler Alevilik inancının temel değeridir. Bunlara Ehlibeyt ve on iki imam sevgisi de eklenebilir. Tabii ki Sünni İslam’daki Hüseyin ve Ali sevgisinden çok farklı bir nitelik söz konusudur. Sünniler de bunları seviyor denilerek Aleviliği Sünni ve Şia İslam içinde görmek çok yüzeysel bir yaklaşım olur. Ancak Ali’ye büyük bir bağlılık, Hüseyin’e büyük bir sevgi İslam’la bir bağının olduğunu gösterir. Hz. Muhammet’in soyunu ifade eden Ehlibeyt’te duyguların en güzeliyle bağlılık da böyle bir bağa işarettir. Bu bağlantı İslam içi olmasına yetmiyorsa –ki yetmiyor- o zaman Aleviliğin İslam’la ilişkisinin ne olduğunun ortaya konulması gerekir.



Kuşkusuz toplumların benimsedikleri inançlardan önce de inandıkları değerler vardır. İslamiyet’in doğuşundan önce Arabistan’da Yahudilik gibi tek tanrılı bir din yanında başka inançlar da ve putlara tapıcılar da vardır. Alevilerin de İslam’ın çıkışından önce de bir inançları vardır.



Alevilerin yaşadığı coğrafyalar dikkate alındığında Yahudilik ve Hıristiyanlık bu coğrafyada pek görülmüyor. Tek tanrılı dinlerle fazla tanışılmamış. Zerdüştlüğün olduğu coğrafyalara yakın yerde yaşadıkları bugünkü bulundukları yerlerden de anlaşılıyor. Bulundukları coğrafyada Zerdüştlükten başka inançların olduğu da kesindir. Yukarı Mezopotamya ve çevresi ilk inançların yaşadığı coğrafyadır. Daha çok doğal güçler bu inançların merkezindedir.



Aleviler İslam öncesi inançlarıyla İslam’la tanışıyorlar. İnsan inançla yüklü metafizik bir canlıdır. Maneviyatsız yaşayamaz. Her zaman iyi ve kötü değerleri olmuştur. İnsanın doğal özelliklerine uygun iyi şeylerle karşılaştığında bunları almaya ve benimsemeye yatkındır. Aleviler de bugünden anlaşıldığı gibi toplumsal ve demokratik karakteri olan bir inançtır. Devletle tanışmamış bir topluluk olarak hak, adalet ve eşitlik içinde yaşamaktadır.



Bu karakterde bir inanç özüne sahip Aleviler İslam’la tanışınca ona bir yaklaşım göstereceklerdir. Çünkü İslam yayılınca o zamanki yaşadıkları alanlara da yaklaşıyor. İslam çıkışında esas olarak da haksızlığa, adaletsizliğe, zalim yönetimlere karşı bir tutumla kimliğini ortaya koyuyor. Bir süre sonra İslam içinde farklı eğilimler ortaya çıkınca Aleviler toplumsallığı, hakkı, adaleti temsil eden kişiliklere yapılan haksızlığı kabul etmiyorlar ve onların değerlerini kendi inançlarıyla bütünleştiriyorlar. Önceki olumlu değerlerle bu değerleri bütünleştirirken, olumlu değerlerin sentezini yeni tanıdıkları Hz. Ali ve çocukları şahsında ifade etmeye başlıyorlar. Daha sonra Ehlibeyt’in nesli olan on iki imamları da inançlarının en önemli değeri haline getiriyorlar. Ehlibeyt sevgisi doğal olarak Hz. Muhammet’e saygıyı da beraberinde getirmiştir.



Alevilikte diğer İslam mezheplerinden ayrı bir durum bulunuyor. Alevilik İslam içinde farklılaşan bir mezhep olmuyor. Sadece tanıştığı İslam’dan Ali ve Hüseyin şahsında gördüğü olumlu değerleri de kendi değerlerine katıyor. Çünkü Hz. Ali ve çocuklarında kendinin yaşadığı komünal demokratik değerleri görüyor. Doğru bir tutum olarak Hz. Ali ve neslinden yani Ehlibeyt’ten yana oluyor. Bu tutum Aleviliğin özüne uygundur. Böylece İslam’ın iktidarlaşmamış, egemenlerden yana tavır almamış demokratik komünal özüne sahiplenmiş oluyor. Bu yönüyle Aleviliği eski değerleriyle birlikte İslam’ın doğuşunda kendini hissetiren demokratik komünal özünü alarak bir inanç sistemi oluşturup bugüne kadar getiren bir inanç olarak tanımlamak gerekir. Dikkat edilirse İslam’ın tanımlanmasının temel boyutları olan şartlarını bazı istisnalar dışında benimsememiş ve ibadet ritüellerini almamıştır.



Bu çerçevede İslam’ın bir mezhebi ya da İslam içi bir inanç olarak görmek yanlıştır. Ancak insanlığın tarih ve kültür serüveninde olduğu gibi tüm inançlar sürekli kendini yeni değerlerle yenilerler. İnançlar ve kültürler birbirini besleyerek, birbirlerinden bir şeyler alarak kendilerini sürekli daha önceki inançlardan, kültürlerden daha farklı bir içeriğe ve biçime kavuşturmaktadırlar. Alevilik de ilk totem inançlardan, Zerdüştlükten, başka inanç ve kültürlerden etkilenerek şekillenmiş; İslam’la tanıştığında devlet dışı karakterine uygun olan adaletten, eşitlikten ve toplumsallıktan yana olan değerlerini de kendi değerleri olarak görmüş, inancının bir parçası yapmıştır. Bunu doğal olarak görmek ve anlamak gerekir. Çünkü Hz. Ali’de ifadesini bulan ve öne çıkan değerleri esas olarak da insanlığın var oluşundan o güne kadar yaşayan olumlu toplumsal değerlerin önemli bir kısmı olarak görmek gerekir.



İslam’ın çıkışında ve sonrasında karakteri gereği ikili özelliğe sahiptir. Bir yandan insanların umutlarını karşılamak; hak ve adalet arayışına cevap olmak isterken, diğer yandan iktidar ve devleti hedefleyen karakteriyle komünal demokratik değerlerle, hak ve adaletle çelişen bir özellik taşımaktadır. Devlet ve iktidara gözünü diken tüm dinler ve tarikatlar böyle bir ikili karakter taşımıştır. Alevilik ise devlet ve iktidar dışı bir toplum olduğu için sadece toplumsallığı, hak ve adaleti ve toplumsallığın doğal karakteri olan demokratikliği taşıyan bir inançtır.



Hz. Ali ve çocukları İslam’ın devlete ve iktidara bulaşmamış hak, adalet ve demokratik özünü ifade ediyor. Aleviler devlet dışı yaşayan bir toplum olarak bunları kendi değerlerine yakın ve kendi değerlerinin özdeşi ve parçası görüyor ve bunlarla kendini yeni bir tanımlamaya kavuşturuyor.

Bu açıdan İslam’ın demokratik komünal özü, eşitlikçi ve adaletçi karakteri esas olarak da Alevilikte yaşıyor. Ancak Alevilik demokratik İslam’dır demek de doğru bir ifade olmuyor. İslam demokratikleşerek Alevilik haline gelmiyor. İslam’ın devletçi ve egemenlikçi yanları atılarak ve dogmatizmden arındırılarak demokratikleşmesi mutlaka gerçekleşecektir. Demokratik İslam olarak tanımlanacak bu durumla Alevilik ayrı bir konudur.



Alevilik İslam içi bir mezhep olmadığı için demokratik İslam’dır denilmesi yanlış olur. Çünkü İslam’ın şartları da benimsediği temel değerleri de Alevilik kendinde temsil etmez. Bu yönüyle Aleviliğe İslam içidir demek İslam tanımını da yanlış yapmak olur. Bunu da Aleviliği asimile etmeden İslam’ın temel mezhepleri de kabul etmez. Bu nedenle geçmişte İslam’ın temel mezheplerinin Aleviliği İslam içi bir mezhep olarak görmemeleri yanlış değildi. Dün İslam dışı görenlerin şimdi İslam içi görmeleri Aleviliği asimile etmek için gösterilen politik ve samimi olmayan bir tutumdur.



Aleviliğin İslam’la uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur; Alevilikle Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve on iki imamlarla ilişkisinin İslam’la hiçbir açıklaması olamaz demek de doğru değildir. Aleviliğin İslam’ın bir mezhebi olmadığını söylemek gibi doğru bir yaklaşımı İslam’la hiçbir bağı olmadığını söylemek gibi bir uç noktaya götürmek yanlıştır.



Bu mantık İslam’a tamamıyla olumsuz bir yaklaşımın sonucudur. İslam’ın çıkışındaki toplumsallığını, hak, adalet yanını ve her toplumsallıkta var olan demokratik özünü inkar etmenin sonucudur. Bu sekter bir yaklaşımdır. Dinlerin ve inançların birbirine yaklaşımlarında bu tür karakter her zaman vardır. Bu nedenle tarihte çok sert din ve mezhep savaşları yaşanmıştır. Biz inançların, dinlerin bu katı ve dogmatik bakışından uzak bir bakış içinde olmalıyız. Bu yaklaşım, Aleviliğin komünal demokratik, eşitlikçi ve insancıl karakterine de denk düşer.



İslam’a önyargılı yaklaşmak, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i de anlamlandırmada sorunlar yaratır. Hz. Ali’de, Hz. Hüseyin’de ifadesini bulan değerler ,İslam’ın çıkışında var olan ve Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’de temsilini bulan insanlık değerleridir. İslamiyet de insanlığın eski inançlarından kopuk ele alınamaz. Eğer İslamiyet’in özünde bunlar olmasaydı daha sonra sözde de olsa bu değerleri taşımasaydı, toplumlar içinde bu kadar etkili olamazdı. Bunu da akılda tutmak gerekir. Kaldı ki iktidar ve devlet, sömürü ve baskı aracı olarak kullanılan bir İslam yanında, toplumların değerlerinde yaşayan kültürel bir İslam da vardır. Bunlar ayrı bir yazı konusu, ama bir olguya bütünlüklü bakmakta yarar olduğunu düşünüyoruz.



Ortadoğu dinler ve inançlar coğrafyasıdır. İnsanlığın ilk toplumsallaştığı coğrafya olması ona böyle bir özellik kazandırmıştır. Üç büyük tek tanrılı din de burada çıkmıştır. Toplumsallığın da ilk uygarlığın coğrafyası da Ortadoğu olunca bunlar anlaşılır konular olmaktadır.



Alevilik de insanın ilk toplumsallaştığı bu coğrafyada toplumsallıkla beraber oluşan komünal demokratik yaşamın devam etmesini sağlayan en temel inançlardandır. Bu nedenle Alevilik şahsında Ortadoğu’daki olumlu değerleri bulmak mümkündür. İslam’da Hz. Ali ve Hüseyin’de temsil olan demokratik komünal bir özün bulunması da anlaşılırdır.



Alevilik sürekli baskı altında kalan bir toplum olarak bu yaşam ve düşüncesini zenginleştirmeye imkan bulamamıştır. Bunun getirdiği kimi darlıklar, dünyanın diğer sorunlarıyla karşılaşma ve ilgilenmeme imkanlarının azlığının getirdiği kimi yetersizliklerden söz edilebilir. Ancak demokrasi ve toplumsallık giderek insanlığın her türlü hastalığını tedavi edecek özellik haline geldiğinden bunu dezavantaj değil, önemli bir avantaj da görmek lazım.



Devlete ve iktidara bulaşmamış olmak, bunlardan uzak durmak, Aleviliği Alevilik yapan temel esas değerlerdir. Aleviliği şimdi devletle buluşturmayı marifet sayanlar, Aleviliğe en büyük ihaneti yapanlar ve Aleviliğe, Aleviliğin değerlerine karşı savaş açanlardır.



İslam içi mi, İslam dışı mı tartışmalarının doğru bir tartışma düzlemine oturtulması ve bu konuda sapmalara uğramayan bir anlayış birliğinin ortaya çıkması önemlidir.



Ancak biz esas önemli konunun ve diğer tartışmalara esas anlamını verecek ve cevaplandıracak olanın ise devletle bütünleşmeli mi, devlet dışı demokratik komünal bir toplum olarak kalmalı mı sorusuna verilecek cevap olacağına inanıyoruz.



HÜSEYİN ALİ

Hiç yorum yok: