1 Ocak 2010 Cuma

Osmanlı'da Kürdistan ve Lazistan

Kara Murat, Malkoçoğlu ve Battal Gazi gibi ‘destansı’ filmlerle büyümüş bir ırkın çocukları, Aktütün baskınından sonra ister istemez bir çöküntü içine giriverdiler. Zira yalnızca bir okla beş kişiyi vuran, yediği on okla ölmeyen bu karakterler yerine, bir karakol baskını sonucu ölen onlarca insan gerçeği duruyordu önlerinde. Bu da büyük bir sarsıntı yaratmaya yetiyordu. Aynı durum, Rambo ve Superman filmleriyle büyümüş Amerikan toplumu için de geçerliydi. Bu ölümler yaşanırken, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın golf oynadığı ve oynamaya devam ettiği haberi Taraf Gazetesi’nin manşetinden verilince, tabiri caizse yer yerinden oynadı. Türkiye’de ilk kez bir kuvvet komutanının istifası istendi, hem de en sarsılmaz savunucuları tarafından. Bu ilginçti, çünkü bir ilkti. Fakir fukaranın çocuklarını anlamsız bir savaşta piyon olarak kullanıp, ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez.’ sloganını toplumun ağzında sakız gibi döndüren bu adamlardı çünkü… Meşhur Dağlıca baskını sonrasında Taraf’ı yalnız bırakan medya, Aktütün baskınının ardından bu merkeziyetçi tavrını inanılmaz derecede değiştirdi. 30 yıldır sorulmaya cesaret edilmeyen soruların ardı arkası kesilmedi. ‘Siyasi çözüm’ sesleri yükselmeye başladı, Hıncal Uluç, Ertuğrul Özkök gibi kalemler askeri yerden yere vuran yazılar yazdı. Ok yaydan çıkmıştı bir kere ve okun duracağı yer belli değildi. İnsanlar kandırılıyordu ve buna birilerinin ‘Dur!’ demesi gerekiyordu. Sorgu mekanizması inanılmaz bir hız kazanmış gibi görünüyor. Savaş tamtamlarını ellerinde tutanlar, oyuncaklarını kaybetme telaşı içine giriverdiler bir anda. Peki, bütün bunlar olurken asker ve siyasiler hangi havadaydı? Acı olan budur ki, bu iki kanat bildik teraneleri çalmaya devam ediyorlar. Kimi OHAL’den söz edip, ‘OHAA!!’ dememize sebep oluyor, kimi tampon bölgeden söz edip, gerçek anlamda bir tedaviye ihtiyacı olduğunu bizzat kendisi söylüyor. Tezkere meclisten jet hızıyla geçiyor, yeni ölümler bekleniyor… Tuhaf! Bu acı piyango bu sefer hangi yörenin ağıtlarını dillendirecek, şimdi oturmuş bunu bekliyoruz. Oysa bu toplum, sorunun ne olduğunu bilseydi şayet, uyutulmasaydı bilmem kaç yıldır, eminim ki bu kadar kan dökülmezdi. Etyen Mahçupyan’ın 10 Ekim tarihli yazısını okuduğumda, ‘Hep dillendirdiğim ve yazmak istediğim bir konuydu’ diyerek, ‘Acaba bu yazıyı Kürt sorunundan bihaber insanlar okusa ne düşünür?’ diye düşündüm. Bilgi toplumunda yaşıyoruz, bilginin maliyeti hiç olmadığı kadar düşük… Ama ne kadar bilgi sahibiyiz? Mahçupyan yazısında özetle şöyle diyordu: Türkler Anadolu’ya göç ettiklerinde yaklaşık 300–400 bin kişilik bir nüfusa sahiptiler. O zamanlar Anadolu’da 5–6 milyon gibi, farklı etnik kökene sahip insan nüfusu yaşamaktaydı. Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler farklı dinden olduklarından, onların ‘Müslümanlaştırılması’ gerekiyordu ve nitekim bu politika güdüldü. Kürtler ise Mezopotamya bölgesinde yaşayıp, İslamiyeti kabul etmiş bir halktı ve bunların Müslümanlaştırılmasına gerek yoktu. Onları ‘Türkleştirmek’ yeterli olurdu. Ve nihayetinde de bu politika güdülerek, bu sorunun 2008 Türkiyesi’nde en büyük sorun olarak yer edinmesi sağlanmış oldu. Dolayısıyla, Mahçupyan’ın da ifade ettiği üzere, var olan bir hakkı bir lütufmuş gibi sunmak (Türklerin, Kürtlere haklarını verelim tabiri), bu sorunun bugünlere gelmesinde en büyük etkendir. Olaya bu mantıkla bakıldığı sürece de, bu sorunun çözümü olmayacaktır. SKY TÜRK televizyonunda program editörünün kullandığı cümleler aynen şu: 1500’lü yıllardan 1925 yılına kadar Osmanlı’da ‘Kürdistan’ ve ‘Lazistan’ kelimeleri kullanılıyor, ancak 1925 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı bu kelimeleri yasaklıyor ve bu kelimeler bir daha müfredata girmiyor. Yavuz Sultan Selim, İran’ın Kürdistan üzerinde baskı kurmasını fırsat bilerek, Kürt Emirliklerinden almış olduğu vergileri arttırıyor. Sorun inkâr ederek çözülmez, kabul ederek çözülür… Bilgi toplumuyuz dedik ya, demek ki istendi mi her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Bu ülkenin generalleri değil miydi ‘Kürt yoktur üzerine eğitildik.’ diyen? ‘Hata yaptığını anlamak, için illa emekli mi olman gerekiyor?’ diye sormazlar mı adama..? Gaddar Kenan Evren’in bile yakın zamanda söylemiş oldukları, kangren olmuş bu sorunun insanlarda ne tür söylem değişikliğine yol açtığını göstermiyor mu? Sorun aslında golf oynamak değildir, kaykay da yapabilirsin, buz pistinde bale de… 17 asker de ölebilir, 75 asker de… Sorun gerçeği görmekte, daha doğrusu görememekte… Gerçeğin esaretine girdiğimiz an, çözümün kapısı aralanacaktır… Üçlü koalisyon çökmüştür. Medya, bu kirli savaştaki yerini değiştirmek üzeredir. Kısacası, kollektif militarizm ölmüştür! Mehmet Altan’ın yıllar önce söylemiş olduğu bir laf, benim nezdimde geçerliliğini hâlâ koruyor. Şöyle diyordu Altan: Bitlis’in bir ilçesiyle, İstanbul’un bir ilçesi arasında, 275 kat gelir farkı varsa, bu ülke zaten bölünmüştür. Can Dündar, ‘Kürt sorununu barışçıl yollarla çözecek kişi, kahraman olur.’ diyor. Yok mu kahraman olmak isteyen?

Hiç yorum yok: