1 Ocak 2010 Cuma

Obama, Türkiye ve Kürt sorunu

ABD Başkanı Obama, ilk yurtdışı gezisini Türkiye'yle başlatıyor. Obama, 5-6 Nisan tarihlerinde Türkiye'de çeşitli temaslarda bulunacak. Bu önemli gelişme, her ne kadar Türkiye'nin diplomatik başarısı olarak ele alınsa da, ziyaretin arka planında bambaşka hesapların olduğu görülüyor. Bu hesaplar ise ABD'nin yeni dönemde Ortadoğu'da izleyeceği politikalara bakılarak değerlendirilebilir. Obama'nın Türkiye ziyaretini analiz etmeye çalışacağımız bu yazıda, Türkiye-ABD ilişkilerini ele almaya çalışacağız. ABD'nin Irak, İran, Kürt ve Afganistan gibi konularda Türkiye'den istekleri olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bütün bu konuları analiz ederken, ilk olarak Türkiye ve ABD ilişkilerine değinmekte fayda var. Özellikle de Kürt sorunu bağlamında bu ilişki önem kazanıyor. 2000'den sonra, ABD'nin değişen Ortadoğu politikası bağlamında Türkiye ilişkisinin de yeniden gözden geçirilmeye çalışıldığı görüldü. ABD'nin Afganistan ve Irak işgaliyle başlayan ve günümüzde süren politikaları, Türkiye'nin de belli bir yere konumlandırılmasını gerekli kıldığı belirtilebilir. Ancak Irak işgali sırasında Türkiye'nin ABD askerlerinin geçişine izin veren tezkereyi onaylamaması, Türkiye'de özellikle askeri yapı içinde etkin olan 'Avrasyacı blok'un başlattığı anti-ABD'cilik gibi gelişmelerin ilişkileri belli oranda sekteye uğrattığı da gözlendi. AKP'nin 2007'de tekrar hükümete gelmesiyle birlikte ise ilişkilerin belli bir rotaya girdiği belirtilebilir. Genel hatlarıyla bu şekilde özetlemeye çalıştığımız bu ilişkinin yeniden rayına oturması için, ABD'nin AKP hükümetine her alanda tam destek verdiği görüldü. Ergenekon operasyonu ve Kürt sorununda ABD'nin AKP'ye verdiği destek önemli gelişmeler olarak kaydedildi. Ergenekon operasyonu daha çok Türkiye'deki iç dengelerin ABD lehine düzenlenmesi bakımından lokal bir düzeyde kalırken, Kürt sorunu bağlamında gelişen ilişkiler ise daha bölgesel bir niteliğe sahip oldu. Türkiye'nin asıl olarak ABD'ye ihtiyaç duyduğu nokta da, Kürt sorunundaki gelişmeler oldu. Kürt sorununa 1990'lı yılların şiddet yöntemiyle yaklaşmayı tercih eden Türkiye, ilk olarak ABD'nin kapısını çaldı ve bu konuda 5 Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan görüşmesi bir dönüm noktasını oluşturdu. Bu görüşmede, Türkiye-ABD ilişkileri 'PKK'nin ortak düşman' ilan edilmesiyle birlikte yeni döneme girerken, aslında görünürde sadece 'PKK karşıtlığı' üzerinden gelişmiş gibi duran ilişki, daha kapsamlı Ortadoğu planlarını kapsıyordu. Türkiye-ABD-Irak, Türkiye-ABD-İran, Türkiye-Bölgsel Kürt Yönetimi, Türkiye-Afganistan-ABD ilişkilerinin bir bütün olarak Bush-Erdoğan görüşmesinde ele alınan konular olduğu anlaşıldı. ABD'nin Türkiye ile stratejik işbirliğinin, Kürt sorunu bağlamında ele alındığında bile, Bush-Erdoğan görüşmesiyle farklı bir aşamaya evrildiği görülüyor. Ancak Türkiye'nin en büyük sorununun Kürt sorunu olduğu gerçeği göz önüne getirildiğinde, Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra gelişen Ortadoğu çapındaki işbirliğinin bu zemin üzerinden şekillendiği de kabul edilmeli. Diplomatik kaynaklar, Bush-Erdoğan görüşmesinde çeşitli şartların kararlaştırıldığı görüşünde. Buna göre, ABD, Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu PKK'yle mücadelede Türkiye'yi destekleyecek. Nitekim askeri, diplomatik ve siyasi gelişmelerin tümü bu görüşmeden sonra ABD desteğiyle yütürüldü. Buna karşılık ABD'nin, Türkiye'nin hem Irak hem de İran politikasında yanında yer alması için çeşitli şartlar ileri sürdüğüne dikkat çekiliyor. Bu şartlardan birisinin Bölgesel Kürt yönetiminin tanınması şartı olduğu daha sonraki gelişmelerle netleşti. Türkiye PKK'ye karşı hareket etmek şartıyla iki yıldan beri Kürt yönetimine yönelik tavrını önemli oranda değiştirdi ve doğrudan ilişkiyi esas aldı. Kürt yönetiminin de önemsediği bu ilişki, son olarak Erbil'de PKK'ye karşı Komuta Merkezi'nin kurulması, Talabani'nin Türkiye ziyareti, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Irak ziyareti ve Kürt Yönetimi'ni en üst düzeyde tanıması gibi gelişmelerle sonuçlandı. Bütün bu verilerden hareketle Bölgesel Kürt yönetimi ile Türkiye arasında, PKK karşıtlığı üzerinden ve ABD'nin ön gördüğü şekilde stratejik bir işbirliği sürecinin başladığı belirtilebilir. Öte yandan Türkiye-İran ilişkileri öteden beri PKK karşıtlığı üzerinden vardı ve bu ilişki sürüyor. ABD'nin yeni dönemde İran'la geliştirmesi beklenen ilişkiler de Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Obama'nın İran'la geliştirmek istediği diyalog süreci, Bush döneminde bir bakıma 'Ya ABD ya İran' ikilemine giren Türkiye'yi rahatlatacağa benziyor. Türkiye'nin merkezi Irak hükümetiyle de belli bir stratejik ilişkisi bulunuyor. Anlaşılacağı üzere Türkiye'nin ABD, Irak merkezi hükümeti, Bölgesel Kürt yönetimi ve İran'la geliştirdiği ilişkilerin merkezinde Kürt sorunu bulunuyor. Türkiye'nin esasında PKK karşıtlığını odağına koyduğu bu ilişkinin Obama ile birlikte yeni bir sürece girdiği kaydediliyor. Bu açıdan Obama'nın Türkiye ziyareti Kürt sorununu doğrudan etkileyecek. Obama'nın Kürt sorununda nasıl bir politika izleyeceği ise, aşağı yukarı netleşmiş görünüyor. Obama'nın, Bush döneminde ilan edilen 'PKK ortak düşman' politikasını sürdüreceği, ancak askeri tasfiye planlarının yanı sıra siyasi tasfiye planlarının da etkin bir şekilde devreye konulmasını istediği anlaşılıyor. Bu açıdan Obama göreve gelir gelmez kendisine Henry Barkey tarafından sunulan 'Kürdistan Üzerinde Çatışmayı Önleme' başlıklı rapor önemli veriler içeriyor. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'yle işbirliğinin önemine özellikle işaret edilen raporda, 'PKK'nin tasfiyesi' için 5 aşamalı bir süreç öngörülüyor: '1- Ankara-Erbil ilişkilerinin geliştirilmesi; böylelikle olanaklı tüm yollarla PKK saflarından kaçışı hızlandıracak şekilde örgüt üzerindeki baskının artırılması. 2- Türkiye'nin PKK'lileri soruşturmaya uğrama kaygısı olmadan Türkiye'ye dönmelerini ya da Kuzey Irak'ta kalmalarını sağlayacak şekilde af çıkarması. 3- Erbil'in ve Washington'ın askeri yetkililerinin silah bırakan PKK'lilere geleceklerini garanti etmesi; Irak'taki ABD'li yetkililerin silah bırakma sürecini gözetecek bir mekanizma kurması ve PKK'lilerin silahlarını Türk subaylarının gözetiminde ve medya tarafından izlenecek şekilde ABD'li subaylara teslim etmesi. 4- Bu adımlar atıldığında Bölgesel Kürt Yönetimi'nin Kuzey Irak'ta kalan silahlı PKK'lilere artık izin vermeyeceğini ilan etmesi ve Xakurk, Zap, Kandil kamplarını kuşatarak hareketlerini ve ikmal sağlamalarını engellemesi. 5- PKK'nin büyük kısmı silahsızlandırıldığında örgütten geriye kalanlara karşı ABD'nin kendi hava kuvvetlerini kullanması.' Mevcut durumda aşağı yukarı bu tasarılar çerçevesinde gelişmelerin yaşandığı görülebilir. Türkiye, Obama'nın ziyaretinde PKK'ye karşı Bush'tan aldığı açık desteğin tekrar deklare edilmesini isteyecek. Bu hem psikolojik ve siyasi açıdan önemli bir sonuç doğuracak hem de tasfiye planları konusunda Türkiye'nin elini güçlendirecek. Ancak Obama'nın benimseyeceği politikanın, Türkiye'nin bir şekilde Kürt sorununu hal edip bölgesel çapta ABD politikalarıyla uyumlu hale gelmesi yönünde olacağı kaydediliyor. Bu durum, Kürt sorununun çözümü açısından konjonktürel bir ortama yaratabileceği gibi, esasında Türkiye'nin askeri tasfiye planlarının yanı sıra siyasi ve diplomatik tasfiye planlarına destek verileceği anlamını barındırıyor. Türkiye'nin Obama'nın ziyaretinde en çok üzerinde durması beklenen husus bu oluyor. Bu bağlamda önümüzdeki günlerde Erbil'de yapılması planlanan ve Türkiye'nin 'PKK'ye karşı bütün Kürt örgütlerini yanına almak hesabıyla' desteklediği Kürt Konferansı dikkat çekiyor. Siyasi tasfiye bağlamında bu konferans Türkiye'nin 'PKK'yi tecrit etme' hesabı için önemli olacak. ABD'nin de 2003/2004'ten beri gündeme getirdiği ve son olarak Barkey'in raporunda dile getirilen 'çözümünde' ısrar edeceğe benziyor. Bunun açıktan adı ise, 'PKK'ye silah bıraktırmak' ve tasfiye hesabı oluyor. Ancak, PKK'ye silah bıraktırma hesabı, Kürt Konferansı'nda PKK'yi tecrit eden bir sonucun çıkması planı, Kürt sorununu muhatapları olmadan hal etme girişimleri ve bütün bunlara paralel olarak sürdürülen askeri operasyonlar, 29 Mart seçimleriyle birlikte bir kez daha gözden geçirilmeyi bekliyor. DTP'nin Obama'yla görüşmesinde bu konuyu gündeme getirmesi ve Kürt sorununun muhataplarıyla çözülmesi mesajı vermesi bekleniyor. Obama'nın bu durumu ne kadar dikkate alıp alamayacağını kestirmek zor, ancak İran, Irak, Afganistan konularında Türkiye'yi yanına almak karşılığında PKK'ye karşı destek sözünü yineleyeceğini beklemek mümkün. Obama en çok Irak'la ilgili isteklerde bulunacak Obama'nın Türkiye ziyaretinde önemli bir konu başlığı da Irak'taki gelişmeler olacak. ABD'nin özellikle Türkiye'den en çok da Irak'la ilgili konularda taleplerde bulunacağı belirtiliyor. ABD, Irak'tan askerlerini çekme takvimini açıkladı. 2003'teki Irak işgalinde Türkiye cephesini kullanamayan ABD, bu kez askerlerin geri çekilmesi için Türkiye'den faydalanmak istiyor. Bu konudaki talepler gündeme gelmişti. Türkiye ABD'nin bu konudaki isteğini yerine getirmeye hevesli görünüyor. Öte yandan asker çekme meselesinden çok daha önemli olan Irak'ın statüsü konusu var. ABD, özellikle yeni dönemde bu konuda bütün tarafları uzlaştırabileceği bir Irak statüsünün peşinde. Bunun için Irak'taki Şii, Sünni ve Kürt Gruplar kadar Türkiye, İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin de hesaplanması gerekiyor. ABD'nin bundan sonra Irak'ta Şii, Kürt ve Sünnilerin güç dengelerine dayalı bir siyaset izleyeceği kaydediliyor. Bunun için de federatif yapının korunması kadar merkezi Irak hükümetinin otoritesinin güçlendirilmesi esas alınıyor. Bu ise merkezi hükümette ağırlığı bulunan Şiilerin dengelenmesi anlamına geliyor. Tam da bu esas politika, İran'la geliştirilmek istenen ilişkilerin ana nedenleri arasında yer aldığı kadar, Türkiye'nin de arzuladığı bir durum. Türkiye ve İran'a karşı ABD'nin bir tür tavizi olarak da değerlendirilen bu yaklaşım, en fazla Kürtleri etkiliyecek. Zira Kürtler öteden beri merkezi hükümete karşı daha bağımsız bir politika izlemeyi amaçlıyor. Ancak bu noktada, merkezi hükümetin Kerkük ve Musul, dolayısıyla da petrol gelirleri, gümrük gelirleri gibi konularda yerel Kürt yönetimiyle ihtilaflı olduğu biliniyor. Hewler ve Süleymaniye dışında kalan Diyala, Musul'un da dahil olduğu Ninova, Xaneqin gibi eyaletlerin Kürt bölgesine bağlanmaması, peşmerge gücünün Irak ordusuna tabi tutulmak istenmesi, Kerkük'ün statüsü konusunda öngörülen referandumun belirsizliği, petrol anlaşmalarının yapılamaması gibi hususlar, söz konusu ihtilafa işaret ediyor. İran bütün bu konularda Şiiler nezdinde, dolayısıyla merkezi hükümet üzerinden etkili olmaya çalışırken, Türkiye ise, söz konusu ihtilaflı meselelerde Kürtlerin kazançlı çıkmasından yana değil. Merkezi hükümete tabi bir Kürt yönetimi, Kürt sorunu bulunan Türkiye'yi ciddi anlamda zorlamayacağı için, Türkiye merkezi hükümetin politikalarını destekliyor. Kerkük'te izlediği siyaset bunun en bariz örneğini oluşturuyor. Merkezi Irak hükümeti ise, PKK'ye karşı yerel Kürt hükümetinden daha ileri derecede Türkiye'ye destek veriyor. Zira merkezi Irak hükümetinin Türkiye'den PKK karşılığında alacağı destek, yerel Kürt hükümetine karşı elini güçlendiriyor. ABD'nin özellikle 5 Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan görüşmesinden bu yana, daha belirgin bir şekilde Kerkük'ün Kürt bölgesine dahil edilmemesi politikasını benimsediği ve merkezi hükümetin politikalarını desteklediği görülüyor. Öte yandan Ocak 2009'un son haftasında yapılan yerel seçimlerde birinci çıkan Irak Başbakanı Nuri El Maliki, mayıs ayında yapılması beklenen Parlamento seçimlerinde de birinci çıkarsa, Irak'ta İran, Türkiye ve ABD'nin istediği hamleler daha da kolaylaşacak. Maliki'ye bölgede rol biçilmesi de ihtimal dahilinde bulunuyor. Bütün bu hususlardan hareketle merkezi hükümetin otoritesi ve Federe Kürt Bölgesi'nin statüsü konularında ABD, İran ve Türkiye'nin ortak bir noktada buluştukları görülüyor. ABD, askerlerin çekilmesi için Türkiye'den istediği destekten çok daha fazlasını bu cephenin sağlamlaştırılması için istiyor. Bu nedenle Obama'nın Türkiye ziyareti ayrıca önem kazanıyor. Kürt Bölgesi'yle ilişkiler ABD'nin Kürt sorununa sunduğu en geniş çerçeve mevcut haliyle Irak Federe Kürt Bölgesi'ndeki çerçeve olarak değerlendiriliyor. Irak'a müdahalesinde en büyük desteği gördüğü KDP ve YNK'nin muhatap alınması ABD'nin Kürt sorunu bulunan Türkiye'yle ilişkilerinin ana gündemlerinden birini oluşturuyor. ABD merkezi hükümetin otoritesinin güçlendirilmesi üzerinden Irak'lı Kürtleri sınırlandırarak Türkiye'nin arzularını dengelemeye çalıştığı görülürken, öte yandan PKK'ye karşılık olarak da Türkiye'nin yerel Kürt hükümetiyle ilişkiler geliştirmesini şart koştuğu kaydediliyor. ABD'nin Ortadoğu'da oluşturmak istediği Irak, Kürt yönetimi ve Türkiye müttefik cephesi açısından bu durum önemli bulunuyor. 5 Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra bu konuda birçok gelişme yaşanırken, son olarak Ankara, Bağdat ve Erbil ekseninde oluşturulan PKK karşıtı oluşum ve bundan hareketle gelişen ortak ilişkiler ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Bölgesel Kürt Yönetimi'ni en üst düzeyde tanıması da somut gelişmeler olarak değerlendiriliyor. PKK'ye karşı Erbil'de Komuta Merkezi'nin oluşturulması kararı ve Gül'ün Kürt yönetimini tanıması, ABD'nin isteği doğrultusunda Türkiye ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki ilişkinin geldiği düzeyi de gösteriyor. Bu arada Kürt yönetiminin Türkiye'yle çizilen ilişki çerçevesi, Kerkük, petrol paylaşımı ve otorite konularında ihtilafların yaşandığı merkezi hükümetle çizilen çerçeveyi de ortaya koyuyor. Türkiye ve ABD'nin uzlaştığı Kürt bölgesel otoritesinin çerçevesinin merkezi Irak yönetimince de kabul edilen çerçeve olduğu belirtiliyor. İran da merkezi hükümetin etkinliğinin güçlenmesi ve Kerkük gibi konularda Türkiye'yle ortak noktada hareket ediyor. Bu durum, özellikle Kerkük ve Musul meselesi, Diyala, Xaneqin gibi vilayetlerin statüsü, petrol gelirleri gibi konularda Kürt yönetiminin aleyhine olsa da, Kürt yönetimi, PKK'ye karşılık Türkiye ve İran ile mevcut durumda gelişen ilişkilerini önemsiyor. Bu tablo da yerel Kürt yönetimi ile merkezi Irak hükümeti, Türkiye, ABD ve İran'ın uzlaşma noktasını oluşturuyor. Obama'nın yeni dönemde Türkiye'den isteği de bu ilişkiyi kalıcı bir çerçeveye oturtması yönünde. Obama'nın Ortadoğu'da nasıl bir politika izleyeceği aşağı yukarı netleşmiş gibi görünüyor. Obama'nın Afganistan ve Pakistan konusunu öncelikli hale getirmesi, İran'a ılımlı mesajlar göndermesi, Irak'tan bir kısım askerini çekme kararı ve Irak'ta Kürt, Şii ve Sünni Gruplara yönelik yaklaşımının belirginleşmesi, Türkiye'yle geliştirilmek istenen ilişkinin ana hatlarıyla ortaya çıkması; yeni dönemin işaretleri olarak algılanıyor. ABD'nin Afganistan'daki yeni savaşçı gücü: Türk askeri İlk olarak Obama'nın esas alması beklenen parametrelere bakmakta fayda var. Obama'nın geniş Ortadoğu coğrafyasında ikili bir politika izlemesi bekleniyor. Bundan hareketle Afganistan ve Pakistan politikası ile Irak, İran ve Türkiye merkezli politikanın farklı açılardan ele alınacağı kaydediliyor. Obama, Bush gibi ilk olarak Afganistan'ı öncelikli hale getirdi ve burada yeni politikasını dizayn etmeye çalışıyor. Ancak Bush'tan farklı olarak Obama'nın 'çok sayıda cephede savaşı derinleştirerek sorunlarla başa çıkmak yerine ikili bir politikayı benimseyeceği' kaydediliyor. Bunun için Obama'nın Türkiye, İran ve Irak'ta 'çatışmasızlık' ve Clinton dönemi politikalarını anımsatan 'oyalama' sürecini esas alacağı, Afganistan ve Pakistan konusunda ise daha şahin bir siyasetle sorunları ele almayı benimseyeceği belirtiliyor. Bu yaklaşım, 'Afganistan'da sorunlarını hal etmeden Irak ve ardından İran gibi daha büyük sorunlara bulaşan, buralarda yaşadığı sıkıntılar nedeniyle radikal İslamcı direnişi daha da cesaretlendiren ve dolayısıyla hiçbir yerde başarılı sonuçlar alamayan Bush politikasının taktiksel olarak terk edilmesi' şeklinde yorumlanıyor. Obama, 'odaklanmış' bir siyasetin peşinde, dolayısıyla Afganistan ve Pakistan meselesine odaklanarak, ABD'yi Ortadoğu'daki çıkmazdan kurtamaya çalışacağı belirtiliyor. Afganistan ve Pakistan cephesindeki bazı gelişmeler, bu cephede şahin bir politikanın yürütüleceğini açıkça gösteriyor. Birkaç gelişmeyi sıralayacak olursak; 1- Afganistan'ın işgalinden sonra ABD tarafından başa getirilen Hamid Karzai, eskisi gibi ABD yönetiminden destek görmüyor. ABD'nin radikal İslamcı Taliban örgütüne karşı başarılı olamamanın faturasını Karzai'ye kestiği belirtiliyor. Karzai'den umduğunu bulamayan ABD'nin yeni dönemde Afganistan'da yeni bir yönetimle yoluna devam etmek istediği yönünde değerlendirmeler artıyor. 2- Bir yandan Taliban'ın daha ılımlı hale getirilmesine yönelik görüşmeler yapılırken, öte yandan askeri operasyonlarla ABD'nin Taliban'ın etkisini kırmayı hedefliyor. ABD, geçen dönemde NATO desteğine rağmen bu askeri alanda başarılı olamadı. Bunun için başta Karzai yönetiminin 'basiretsizliğini' gerekçe gösteren ABD, Pakistan'ın Taliban'a destek vermesi gibi daha birçok gerekçeyi de öne sürüyor. ABD'nin önümüzdeki dönemde, özellikle İngiltere üzerinden sürdürdüğü Taliban'la görüşmeler yoluyla 'örgütü ılımlılaştırma' politikasını da bir kenara atmadan, daha güçlü bir askeri saldırıyla Afganistan'a yüklenmesi bekleniyor. Obama, aynı zamanda 'ılımlılaştırma' politikasıyla Rusya, Çin, Hindistan, İran gibi güçlerden de Afganistan ve Pakistan konusunda destek bulmayı umuyor. Yeni yönetim konusunu Afganistan'da yürüteceği politikayla eş zamanlı ele alacağı gözlenen ABD'nin öncelikli olarak askeri etkisini arttırmaya çalıştığı gözleniyor. ABD'den yeni asker takviyesinin yapıldığı Afganistan'a, Irak'tan çekileceği belirtilen kuvvetlerin önemli bir bölümü de aktarılıyor. Öte yandan NATO gücünün attırılması en esas konuyu oluşturuyor. 3-4 Nisan'da yapılan NATO Zirvesi'nin öncelikli gündemleri arasında bu konu da yer aldı. NATO bünyesindeki ülkelerin daha aktif bir şekilde savaşa çekilmesi gündemde. Afganistan'a yönelik politikalar, aynı zamanda Pakistan için de geçerli. ABD, Afganistan'daki başarısızlığının sorumluları arasında Pakistan'ı ilk sıraya koyuyor. ABD'nin iddiası, Pakistan'ın dağlık sınır kısmında Taliban'ın konumlanmasına göz yumduğu, hatta askeri, lojistik ve politik destek sağladığı yönünde. Ayrıca Pakistan yönetiminin ABD'yle uyuşmayan politikaları da ABD'yi bölgede rahatsız ediyor. Özellikle de ABD'ye rağmen nükleer güç olma yönünde Pakistan'ın belirgin bir güç kazanmış olması, ABD'yi epeyce rahatsız ettiği görülüyor. Bütün bu etkenlerle birlikte değerlendirildiğinde ABD'nin Pakistan'ı Afganistan'la birlikte ele aldığı belirtilebilir. Nitekim Obama'nın başkan seçilmesiyle birlikte, her ne kadar Afganistan kadar görünür olmasa da, Pakistan'a yönelik askeri operasyonların arttığı kaydedilebilir. ABD'nin Afganistan ve Pakistan'da yeni dönemde otoritesini sağlamlaştırmaya çalışacağını, böylece hem söz konusu bölgedeki engelleri aşmayı hem de Rusya, Çin ve Hindistan gibi büyük küresel rakipleri karşısında stratejik bir alanda avantajlı duruma gelmeyi hedefleyeceğini belirtmek gerekiyor. Obama'nın Türkiye ziyaretinde, hiç kuşkusuz, Afganistan ve Pakistan konusu gündeme gelecek. Afganistan ve Pakistan liderlerinin Obama'nın Türkiye ziyaretinden bir hafta önce Türkiye'de Abdullah Gül'le görüşmeleri, Türkiye'nin söz konusu bölgeyle olan politik, ticari ilişkileri, Türkiye'nin NATO'nun önemli bir gücü olması, Türkiye'nin Kafkasya'da Rusya'ya karşı ABD'nin önemli bir müttefiki olması gibi etkenler, ABD'nin Türkiye'den talepleri olacağını gösteriyor. Hem Afganistan ve Pakistan'daki yönetimin yeniden düzenlenmesi hem de askeri güç konusunda ABD'nin talepleri bulunuyor. Türkiye açısından özellikle askeri güç öne çıkıyor. Türkiye, Afganistan'ın işgalinden sonra NATO gücü olarak bölgede görev üstlenmişti, ancak operasyonel açıdan sorumluluk almamıştı. Ancak ABD'nin NATO'nun operasyonel etkinliğini arttırmayı planladığı yeni dönemde Türkiye'ye ihtiyaç olacak. Bu açıdan Türkiye'ye son iki yılda başta PKK'ye karşı mücadelede olmak üzere birçok konuda verilen desteğin bu alanda da karşılıksız kalamayacağını görmek gerekiyor. Nitekim, NATO Zirvesi'nde, Afganistan cephesinden sorumlu NATO Genel Sekreterliği yardımcılığının Türkiye'ye verilmesi, önemli bir gelişme olarak kaydedildi. Bu gelişme, çok açık bir şekilde, Türkiye'nin daha önce Barış Gücü olarak Afganistan'da görev yapan ISAF Komutanlığı görevini üstlenmesine benzemeyecek, daha çok operasyonel bölgelerden sorumlu savaş komutanlığı görevini üstlenecek. Aynı zamanda, bu gelişme, Obama, Afganistan konusunda Türkiye'den isteyeceklerini, Türkiye'ye gelmeden NATO Zirvesi'nde hal ettiği anlamına geliyor. Obama'nın Afganistan ve Pakistan'da düşündüğü 'çatışmalı' siyasetin aksine İran, Irak ve Türkiye cephesinde 'çatışmasızlık' siyasetini hedefleyeceği görülüyor. Obama'nın son dönemlerde İran'a yönelik art arda verdiği ılımlı ve diyalogtan yana mesajlar, yer yer yapıldığı belirtilen görüşmeler, Irak'tan bir kısım askerin çekilmesi kararı, Irak hükümeti ve Türkiye'yle geliştirilen politikalar bu konuda önemli veriler sunuyor. Bu alanda da ikili bir yaklaşımdan söz etmek mümkün. Birincisi, Afganistan ve Pakistan'la çatışırken, diyalog yöntemleriyle İran'ı pasifize etmek; ikincisi ise, Bush döneminde geliştirilmek istenen ve belli oranda mesafe de katedilen Türkiye, Irak ve Federe Kürt Bölgesi ittifakını sağlamlaştırmak ve İran'ı da bu cepheyle buluşturmak. Obama, İran'la diyalog yöntemini esas alacağının işaretlerini veriyor. Son olarak 21 Mart Newroz vesilesiyle İran'a yönelik kuvvetlice verilen mesaj ve ardından birkaç kez diplomatlar düzeyinde iki ülke arasında yapılan görüşmeler, bu konuda önemli bir mesafenin katedildiğini gösteriyor. ABD'nin İran'a yönelik dört hesap içinde olduğu belirtilebilir. Birincisi; ABD, şimdiye kadar yürütülen savaş politikasıyla Ortadoğu'da saplandığı durumdan sonuç alamayacağını anladı ve bu nedenle de farklı bir siyasetle İran'ı 'tehdit' olmaktan çıkarma hesabını güdüyor. İkincisi; ABD Irak'ta yaşadığı zor durumdan kurtulmak için radikal muhalefetin başını çeken Şiilere karşı uzlaşma yöntemine ağırlık vererek ve dolayısıyla sorun yaşadığı Şiiler üzerinde etkisi büyük olan İran'ı devreye koyarak Şiileri dengelemeyi hesaplıyor. Üçüncüsü; sadece radikal Şiileri değil aynı zamanda bir yandan Lübnan, Filistin kampında kendisini zorlayan öte taraftan ise Müslüman dünyasında önemli bir destek bulan radikal İslamcı direnişi İran'la yakalamayı hedeflediği ilişkiler üzerinden dengelemeyi amaçlıyor. Obama'nın İran'la birlikte Müslüman dünyasına yönelik verdiği ılımlı mesajlar da bu şekilde yorumlanıyor. Dördüncüsü ise; geliştirilen ılımlı ilişkilerle 2009 yaz aylarında yapılması beklenen İran seçimlerine etkide bulunmayı, böylece ABD karşıtlığı üzerinden puan toplayan sertlik yanlısı Mahmud Ahmedinejad'ın etkisini kırmayı ve ılımlı İslamcı kanadı güçlendirmeyi hedefliyor. ABD'nin İran'la geliştirmek istediği ilişkiler açısından birçok somut adım da atıldı. Diplomatlar düzeyinde yürütülen ilişkilerin ve mesajların ötesine geçen ilk ciddi adım ise İran'ın 1979'daki İslam Devrimi'nin yıldönümünde PJAK'ın ve Halkın Mücahitleri'nin 'terör örgütü' ilan edilmesi oldu. Bu durum, ABD'nin Kürt sorununu bir kart olarak bölge ülkelerine karşı kullandığını gösterdiği gibi, Kürt sorununa yaklaşım, Türkiye, İran ve Irak cephesinde geliştirilmek istenen ilişkiler açısından da önemli bir uzlaşma noktasını oluşturuyor. PJAK'ın 'terör' listesine alınmasında Türkiye ve İran'ın büyük etkisi olduğu belirtilirken, iki ülkenin de Kürt sorununa yaklaşımlarının örtüştüğüne dikkat çekiliyor. Diplomatik kaynaklar, Türkiye'nin PJAK'ı 'PKK'nin uzantısı olarak gördüğü ve İran'daki Kürtlere yönelik mücadelesinin Türkiye'ye doğrudan etkileri olduğunu hesapladığı' için ABD nezdinde girişimlerde bulunduğunu kaydediyor. Nitekim ABD'li diplomat Stuart Levey, 'Türkiye'nin vatandaşlarını saldırılardan koruma çabalarına destek sunmak' amacıyla PJAK'ı 'terör örgütü' ilan ettiklerini açıklamıştı. Türkiye'nin bu karardaki etkisi aynı zamanda İran'la olan ilişkilerinden de kaynaklanıyor. Zira İran ve Türkiye, PKK ve PJAK'a karşı 2005'ten beri, ortak askeri operasyonlar dahil, birçok hususta anlaşmış bulunuyor. Bu noktadan hareketle İran'ın Türkiye nezdinde ABD'nin PJAK'ı 'terör örgütü' ilan etmesi için diplomatik girişimlerde bulunduğu Türk ve İranlı yetkililerin açıklamalarıyla da teyit edilmişti. Kürt sorunu üzerinden de olsa ABD, İran ve Türkiye'nin (hatta Irak Merkezi hükümeti ve Bölgesel Kürt Yönetimi de dahil) ortak bir uzlaşma noktasını yakaladığı görülüyor. Bütün bu verilerden hareketle ABD'nin İran'a yönelik 'çatışmasızlık' politikasında Türkiye'ye bir rol biçtiği görülüyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, PJAK kararı ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un Türkiye ziyaretinden hemen sonra, İran'a gitmesi ve ABD'nin mesajlarını iletmesi, önemli bir gelişme olarak kaydedilebilir. Obama'nın Türkiye ziyaretinde de Türkiye'nin İran'la uzlaşma noktaları üzerinden daha çok devreye girmesini isteyeceği beklenebilir. NATO diplomasisi ve 'özür' perdesi Türkiye, NATO Zirvesi'nde Danimarka Başbakanı Rasmussen'in Genel Sekreter seçilmesi karşılığında 'önemli tavizler' kopardığını ileri sürmüştü. Bu tavizler, özellikle 'Hz. Muhammed karikatürünün yayınlanması dolayısıyla özür dilenmesi' ve 'ROJ TV'nin kapatılması' konularında odaklandı. Türk medyası, Rasmussen'in karikatürlerden dolayı özür dileyeceğinin ve ROJ TV'nin kapatılacağının propagandasını yaptı ve Erdoğan'ı ikinci kez 'Davos fatihi' ilan etti. Ancak dün Medeniyetler İttifakı toplantısı dolayısıyla İstanbul'a gelen Rasmussen, 'özür dilemedi' ve daha önceki açıklamalarından pek farklı bir şey söylemedi. ROJ TV konusunda ise, Danimarkalı yetkililer, yasal sürecin işleyeceğini ve siyasetin hukuka müdahale edemeyeceğini belirtiyor. Bu gerçekten böyle olur mu, önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak NATO Sekreteri olduktan sonra Danimarka Başbakanlığı görevinden istifa eden Rasmussen'in Danimarka'nın iç işleyişine müdahale etme durumu büyük oranda bitti. Bu durumda Rasmussen'in ROJ TV'nin kapatılmasına doğrudan nasıl bir etkide bulunacağı ise merak konusu. ROJ TV konusunda Obama'nın etkisi olabilir mi? Olabilir. Ancak bu yeni bir şey olmayacak. ABD daha önce de Danimarka nezdinde doğrudan devreye girmiş ve ROJ TV'nin kapatılmasını istemişti. Ancak sonuç alınamamıştı. Bu iki noktadan bakıldığında bile Tayyip Erdoğan'ın NATO'da 'fatih' değil, 'mağlup' olduğu görülüyor. Ancak bu iki konunun propaganda edilmesinin arka planında farklı gerçeklerin olduğunu da hemen eklemek gerekiyor. 'Türkiye'nin kopardığı bir diğer taviz' olarak değerlendirilen NATO Genel Sekreterliği Yardımcılığı görevi, aslında gümbürtüye getirildi. ROJ TV ve karikatür meselesi öne çıkarılırken, bu asıl can alıcı nokta gözlerden uzak tutulmaya çalışıldı. Çünkü, Türkiye'ye verilen yardımcılık görevi, doğrudan Afganistan'dan sorumlu bir görev. Bu şu anlama geliyor: ABD, yeni dönemde Afganistan'da çatışmalı bir siyaset izleyecek ve bunun için NATO'nun askeri gücünden faydalanacak. Türkiye ise hem komuta görevini alarak hem de asker göndererek bu savaştaki yerini alacak. İşte ROJ TV ve karikatür kriziyle koparılan görültüyle gizlenen gerçek bu. Böylece kamuoyu tepkisi dizginlenmeye çalışıldı. BİTTİ NURİ FIRAT

Hiç yorum yok: