11 Ocak 2010 Pazartesi

Kozmik odanın kapısında

Soğuk Savaş bitince Batı’nın Türkiye’ye olan ihtiyacı da sona erdi. Ülkeyi on yıllarca ‘ileri karakol’ , ordusunu ‘bekçi’, halkını da ’çöpçü’ olarak kullanan emperyalizmin işi bitince Türkiye’yi kaderine terk etti. Hal böyle olunca ilk olarak içerideki ‘meşruiyet’ krizi derinleşti. Batı çekildi ve görüldü ki Batı’dan apartılan ‘ulus-devlet’ modeli yürümemiş; Osmanlı bakiyesi çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü toplumu ‘Türk ve Sunni’ potasında eritme politikası iflas etmişti. Kürt direnişi yükselmiş, İslamcılar iktidarı ele geçirmiş, Aleviler atağa geçmiş, Türkiye ‘muassır medeniyet’ iddiasını yitirmiş,Türk halkı açlık sınırlarına kadar gerilemiş, ülke yüz milyarca doları bulan iç ve dış borçların altında ezilip tükenmişti. Emperyalizmin - çıkarları gereği- ite kaka 1990’lı yılların sonuna kadar getirebildiği Türk devletinin mevcut haliyle içerde ayakta kalması, dışarıda ise kendine yeni bir güvence bulması artık mümkün değildi. Ya değişecek; demokratikleşecek normal bir hukuk devletine dönüşecekti ya da kanlı bir ‘iç savaş’ sonrası tarih sahnesinden silinip gidecekti. Başka bir seçenek mümkün değildi. Bazı okurlara abartılı gelebilir ancak TC gerçek manada bir devlet değildi. Türk devleti kurulurken ‚ulus-devlet‘ modelini Batı‘dan almıştı ancak, Batı’daki ulus devletlerde olduğu gibi aşağıdan yukarıya doğru süzülüp gelen,nesnel ve öznel süreçlerin hazırladığı bir olgu olarak ortaya çıkmamıştı. Aksine ‘kurtuluş savaşına’ komuta eden ekibin “dayatması” sonucu yaratılmıştı. O dönem Anadolu topraklarında Türklerin sahip olduğu birikimle ‘ulus-devlet’ yaratılamazdı. Batı’da burjuva demokratik karakterli bir sistem için yeterli olan -iç birikim- Türklerde olmadığı için ‘ulus yaratma’ projesi tepeden inme yöntemlerle, dahası aşırı şiddetle hayata geçirilmeye çalışıldı. Osmanlı’dan geriye kalan çoklu topluma tepeden inme yöntemlerle müdahale eden kurucu elitin kuruluş felsefesi şiddete dayanmaktaydı. Yeni ulus devlet zoruyla yaratılacaktı. Farklı toplumsal kesimler; Anadolu’daki Kürt, Alevi, Yezidi, Ermeni, Rum, Asuri Süryani gibi kadim kimlikler her türlü yol ve yöntem kullanılarak ‘Türk ve Sunni’ yapılacaktı. Bu bir kuruluş politikasıydı. Buna uygun plan ve uygulamalar da çift kapılı demir parmaklıklı kozmik odalarda koruma altına alınmıştı. Kozmik odalarda ‚Türk ve Sunni‘ olmayan ‚iç düşmanların‘ nasıl yok edileceğine dair planlar vardı. İnkar ve imha politikaları kozmik oda kriterleri olarak halkların karşısındaydı. 1920’de kurulan ve emperyalizmin sayesinde 1990’’lara kadar taşınan aparat ‘devlet’ değil ‘özel savaş örgütü’ olduğu içindir ki eşit ve özgür olması gereken vatandaş ‘iç düşman’ sayılmış, kuruluşla birlikte ‘devlet-millet çatışması’ yaşanmaya başlamıştı. Türk devletini kuran elit, ‘ulus-devlet’ gibi ‘vatandaşlık’ kavramını da Batı’dan almış ancak amacından saptırmıştı. Zira Batı’da, ‘vatandaşlık’ özgürlük ve eşitlik kavramları temelinde üretilmiş bir sivil toplumun projesiydi ve ‘hukuksal’ çerçevede tanımlanmıştı. Ayrıca Batı’da devletle vatandaşı birbirine bağlayan ve herkesin ortak paydası olan güçlü bir ‘hukuki’ zemin vardı. Bu temelde vatandaşların ülke yönetimine katılımı için gerekli olan bütün araçlar yaratılmıştı. Türk devletinin kuruluşunda ise tam tersi bir durum yaşanmıştı. TC’nin kurucu eliti vatandaşlığı Türk olmakla eşdeğer tutmuş, herkesi ‘Türk’ olmaya mecbur bırakmış, bu amaçla ‘hukuk’u ortadan kaldırmıştı. ‘Türk ve Sunni’ olmayı kabul etmeyen her kimse ‘hukuki’ güvence altına olan ‘vatandaş’ değil, yok edilmesi gereken ‘iç düşman’ olarak algılanmıştı. 1920’den günümüze uzanan ‘devlet- millet çatışmasının’ altında bu anlayış yatmaktaydı. Vu bu anlayış emperyalizmin desteği sayesinde her defasında bu çatışmayı kazanmıştı. Emperyalizm işbirlikçisi Türk devletinin yenilmesine geçmişte razı olmadı. Onu 1990’lı yılların sonuna kadar da ite kaka taşıdı. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra yıllar ayrıldı. Türk devleti kullanıldıktan sonra ortada bırakıldı. Bu haliyle ayakta kalması ve kendine yeni bir güvence bulması mümkün görünmüyordu. Ya değişecek ya da silinip gidecekti. Türkiye on yılı aşkın bir süredir bunun sancısını çekiyor. Bir yanıyla değişmeye çalışıyor, diğer yanıyla değişime karşı direniyor. Ancak zaman da giderek daralıyor. Hayatın başlangıç noktasına; kozmik odanın kapısına taşıdığı Türkiye’nin bir karar vermesi gerekiyor. Kozmik odayı kapatması, oradaki suç dosyalarını bir bir açıklaması zorunlu hale gelmiş bulunuyor. Türkiye’nin başta yapmadığını şimdi yapması, Anadolu ve Kürdistan’ın kadim kimlikleriyle barışması, devlet olmayan devletini çağın değerleri ekseninde yeniden yapılandırması, ‘iç düşmanın’ yerini ‘eşit ve özgür vatandaşın’ alacağı hukuk devletine geçmesi gerekiyor...

Hiç yorum yok: