1 Ocak 2010 Cuma

Kerkük, Kürtler ve Türkmenler


Türkiye'de Kerkük ve Irak Türkmenleri sorununun yeniden güncelleştirilmesinin temel nedeni, Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Bu temel soruna tarihin gerçek verileri ışığında bilimsel ve demokratik bir anlayışla yaklaşılmadığı müddetçe, Türkiye'de devlet tarafından kamuoyunun gündemine taşınan bu tür politik sorunların, gerginlik yaratıcı bir misyonun ötesinde işlevinin olamayacağı apaçıktır. Konuya, arzettiği önem nedeniyle, temel bazı tespitler yaparak girmek istiyorum. Tarihsel verilerle sabittir ki, Kürtler Ortadoğu'nun otokton (yerli) halklarındandır. 

Mezopotamyanın kadim halklarından olan Kürtlerin ataları ve anaları, en azından 14 bin yıldır, günümüzde yaşadıkları Kürdistan coğrafyasında kök salmışlardır. Sümerlerin Kürtleri 'Kurti' diye adlandırdıkları belgelenmiştir. 'Kurti' Sümer dilinde 'Dağlılar' demektir. 'Kur', Dağ; 'Tİ' eki aidiyeti ifade etmektedir. 'Kürt' adının etimolojik kökeninin de bu 'Kurti' adlandırmasından geldiği, genel bir kabul görmektedir. Sümerlerce 'Kurti' adlandırması, Grekler'ce Kurdienne (Kürt Memleketi)'ye dönüştürülmüş, çok sonraları da Büyük Selçuklu Sultanı Sancar, bölgeyi 'Kürdistan' olarak adlandırmıştır. Kürdistan'in isim babasının Türkler olmasına rağmen, halen bu kavramı coğrafik anlamda bile kullanmanın, Türkiye'de tepkilere yol açması tarihin bir ironisidir. Sümer kil tabletlerinde Horrit, Guti, Karduh ve Kassit gibi adların da, yine bu topluluklara verildiği hususunda, bilim insanları hemfikirdir. Zira etimolojik olarak analiz edildiğinde; Horrit'in Sümerce'de 'yüksek memleketliler' , Guti'lerin 'sığırlı halk topluluğu' ve Kassit'lerin Sümer kentlerine yerleşmiş aynı dağlı grupların yoksul emekçilerini ifade etmekte olduğu saptanmıştır. Aslında derinliğine bakıldığında; bugünkü Irak'ın etnik yapısından da anlaşılacağı gibi Irak tarihi, Kürtlerin öncülleri Aryen Horritlerle, Arapların atası Semitik Amoritlerin çeşitli ittifak ve çatışmalarıyla vücut bulmaktadır. Bugün de 25 milyonluk Irak nüfusunun %20'sini Kürdistan'daki Kürtler; %70-75'ini Araplar , %5-10'unu Türkmenler, Asuriler ve diğer etnik azınlıklar birlikte oluşturmaktadır. Tüm bu etnik topluluklar ise kendi içinde çeşitli din ve mezheplere bölünmüş durumdadır. Kürtler ekseriyetle İslamın Sünni mezhebine mensup iken, Şii ve Êzidî Kürtler de bulunmaktadır. Aynı şekilde Arapların, kendi içlerinde %75 gibi ezici bir çoğunluğu İslamın Şii mezhebinden olup, gerisi de Sünnidir. Şii ve Sünni mezhebine bölünmüşlük, Türkmenler arasında da mevcuttur. Ayrıca Asurilerin de Hıristiyan dinine mensup olduklarını biliyoruz. Bu nedenle, Irak özünde minyatür bir Ortadoğu; Kerkük ise minyatür bir Irak'tır. Irak Türkmenleri, Kürtler ve Araplar gibi Ortadoğu'nun otokton (yerli) halklarından değildir. Mazileri Kürtler ve Araplar misali Ortadoğu'nun 14 bin yıllık derinliklerine inmemektedir. Ancak yine de Irak'ta önemli sayılacak 1100-1200 yıllık geçmişlerinin olduğu da bir gerçektir. Türk boylarının şekillendiği alan ise Ortaasya'dır. Bugün bile çeşitli Türk etnik topluluklarının; Azeri, Türkmen, Kırgız, Özbek, Uygur vs. isimlerle adlandırıldıklarını ve lehçelerinin de oldukça farklılaştığını tespit edebiliyoruz. Yine Türk Oğuz soylularının M.S. 8. yüzyıldan itibaren İslam uygarlığından etkilenerek bir doğa dini olan Şamanizm'i terk ettiklerini ve Sünni İslamlığı seçtiklerini; geniş halk kesimlerinin ise Fars etkisiyle Şii mezhebini benimsediklerini biliyoruz. Başkenti Bağdat olan Abbasi Devleti içinde de, Oğuz Türkmenlerinin çok önemli askeri rollerinin olduğu bilinmektedir. Selçukluların, İslamın dışa karşı bir kılıcı olmalarından çok önce, İslamiyet içi sınıf mücadelelerinde , Sünniliğin Şiiliğe karşı kılıcı olma rolünü de oynadıklarını belirtmemiz gerekir. Bu dönemdeki Türk politikası, Kürtlerle uzlaşarak batıya, Rum diyarına yönelme ve Bizans topraklarını kendine yurt edinmedir. 

Türklerle Kürtlerin 900 yıl süren bu uzlaşı politikası, 19. yy'a kadar esasta geçerliliğini korumuştur. Kerkük, Kürtler ve Türkmenler (2) İran'daki Büyük Selçuklu Devleti'nin sultanı Alpaslan'la, başkenti bugünkü Diyarbakır'ın ilçesi Silvan olan Kürt Mervani Devleti'nin ittifakıyla; Bizans İmparatorluğu'na karşı kazanılan 1071 Malazgirt zaferi, Türklere Anadolu'nun ve Batı'ya yürüyüşün kapısını açtı. Bu tarihi ittifakla, Bizans'ın Anadolu topraklarındaki yenilgi süreci de başlamış oldu. Türkler önce 1080 yılında Konya merkezli Anadolu Selçuklu Devleti'ni, arkasından da 1299 yılında Osmanlı Devleti'ni kurup, 14. yüzyıl ve 15. yüzyıl boyunca Avrupa içlerine doğru ilerlemeye devam ettiler. Fakat bu dönemde Avrupa'da kapitalizmin gelişmesiyle Osmanlı Ordusu'nun güçlü bir dirençle karşı karşıya kalması ve İran Safevileri'nin nüfuz alanlarını Orta Anadolu'ya kadar genişletmesi nedeniyle, dikkatlerini tekrar Doğu'ya çevirmek durumunda kaldılar. Öncelikle Kürt beylikleriyle yeniden uzlaşmak zorundaydılar. Nitekim öyle de oldu. Yavuz Sultan Selim döneminde, Sünni Kürt feodalitesi ile sağlanan ittifak temelinde, Kafkasya'dan tüm Arabistan ve Cezayir'e kadar yolları açan 1514-Çaldıran ve 1517-Mercidabık savaşlarıyla, Ortadoğu'nun en güçlü imparatorluğuna dönüştüler. Irak'ın da fethiyle halifelik hırkasını Araplardan alarak, bundan sonraki tüm Osmanlı sultanlarının 'Müslümanların Önderi' unvanını da kazanmasını sağladılar. İşte bu yeni uzlaşı döneminde Kürt feodalitesi Osmanlı bünyesinde yerel hükümetler biçiminde babadan oğla geçen bir özerkliğe sahip oldu. Bağımsızlığa yakın bu otonom yönetim sistemi, 19. yy'ın başlarına kadar üç yüz yıl kadar devam etti. Ne yazık ki bu tarihi uzlaşı, Osmanlı Devleti'nin yerel otonomileri yok ederek katı bir merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelmesi, vergileri olağanüstü artırması ve 15 yıla kadar varan zorunlu askerlik sürelerini dayatması sonucu bozuldu. 

Bu politika,neredeyse 19. yy boyunca devam eden kanlı bir çatışmayı da tetikledi. İlk Kürt isyanı, 1806 yılında bugünkü Irak devleti sınırları içindeki Süleymaniye yöresinde Babanzade Beyliği tarafından başlatıldı. Bunu 1839 yılında merkezi Revanduz olan Soran Beyliği ayaklanması; yönetim merkezi Cizre'de bulunan Botan Beyi Bedirhani'lerin 1847 ve 1854 yıllarındaki silahlı başkaldırıları izledi. İsyanlar 1880 yılında Hakkari Merkezli Şeyh Ubeydullah önderliğindeki ayaklanmayla devam etti. Sonuç, 80 yıl boyunca Kürdistan'da kan, idam, sürgün ve Kürt beyliklerinin zor yoluyla dağıtılması oldu. Unutmamak gerekir ki bu dönem, aynı zamanda başta İngilizler olmak üzere Avrupa sömürgeciliğinin Ortadoğu'ya yöneldiği dönemdir. Emperyal güçler bu süreçte, 'tavşana kaç tazıya tut' ya da adına isterseniz 'böl, parçala, yönet'; isterseniz 'iti ite kırdırmak' politikası deyin, özü hep aynı olan bir senaryoyu gündemleştirdiler. Osmanlı iç barışı tamamen bozuldu. Tıpkı günümüzde olduğu gibi milliyetçilik, boğazlaşma ve parçalanma Ortadoğu'nun makus kaderi oldu. Bu çalkantı içinde İttihatçı Enver Paşa'nın Türk ırkçılığı ve Turancılığı merkeze koyan militarist ve yayılmacı politikalarıyla da, Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesini terk etti. Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Irak üzerindeki egemenliği dörtyüz yıl kadar sürdü. 1918 yılında İngilizler tarafından işgal edilmeden önce, Irak üç ayrı eyalet halindeydi .Kuzeyde ağırlıkla Kürtlerden oluşan Musul Eyaleti,ortada Sünni Arap ağırlıklı Bağdat Eyaleti ve Güney'de Şii Araplardan oluşan Basra Eyaleti. 

Günümüzde tartışmalara konu olan Kerkük ise Musul'a bağlı bir kaza idi. Yine önemle belirtmemiz gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu'nun daha kuruluş aşamalarından başlayarak Anadolu'daki tüm Türkmen beyliklerini tasfiye etme politikasından, Irak Türkmenleri de nasibini almıştı. Bu nedenle 400 yıl boyunca yerel Kürt ve Arap otoritelerinin egemenliği altında yaşadılar. Hatta Türkmenler Osmanlı yönetimince büyük kıyımlara uğratılıp, 'Etrak-ı be idrak' (Akılsız Türkler) olarak aşağılandılar. Konuyu değerlendirmeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok: