1 Ocak 2010 Cuma

ALMANYA DEGISIMI GORMEK ISTEMIYOR

Başını ABD’nin çektiği ve Avrupalı bazı devletlerinde içinde yer aldığı Kürt hareketini ezme ve tasfiye planının olduğu çok rahatlıkla görülebiliyor. Bunun uzun yıllardır denendiği ve başarılı olmadığı kan ve gözyaşından başka bir sonuca yol açmadığı da kanıtlanmıştır. Federal Almanya devleti, Almanya sınırları içinde yaşayan Kürt kurumlarına ve Kürt siyasetçilere yönelik baskılarını sistematik olarak devam ettiriyor. Kürt siyasetçi Muzaffer Ayata da Alman devletinin Kürtlere yönelik baskı politikaları sonucunuda tutuklanan Kürt siyasetçilerinden biri. 20 yılı aşkın bir süre PKK Davası nedeniyle Türkiye’de cezaevinde yattı. Tahliye olduktan sonra Avrupa’ya gelen Ayata, Almanya’da iltica talebinde bulundu. İltica talebinde net bir karar vemeyen Almanya Devleti Muzaffer Ayata’yı tutukladı. Ağustos 2006’dan beri tutuklu olan Ayata, 5. duruşmasında yaptığı savunmasında Kürtlerin yasal mücadelede yürüttüğü zorlukları anlattı. Ayata, Alman Ceza Yasası’nın 129. maddesine dayanarak yargılanıyor. Savcılık iddianamesinde Ayata’yı “KONGRA GEL yöneticisi ve Güney Almanya sorumlusu” olmakla suçlayarak, Ceza Yasası’nın 129. maddesine göre cezalandırılmasını istiyor. Ayata, Türkiye’de 20 yıla yakın cezaevinde kaldıktan sonra 4 yıl önce Almanya’ya gelerek iltica etmişti. Halen Almanya’nın Darmstadt Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt siyasetçi Muzaffer Ayata’nın yargılanması ise devam ediyor. Kürt siyasetçisi Muzaffer Ayata’nın Alman Mahkemelerine sunduğu savunmanın son bölümlerini özetleyerek okurlarımıza sunuyoruz. Yaklaşık 1yıldır tutuklu olan Ayata, savunmasında 1990’lı yıllardan serbest bırakıldığı 2000 yılına kadarki dönemi ve yurtdışına çıkış koşullarını anlattı. Ayata, Türkiye’de Kürtlerin yasal zeminde mücadele zorluklarını örneklerle ifade etti. Savunmasında, Avrupa’nın Kürt sorununu güvenlik sorunu kapsamında ele almasını eleştiren Ayata, bundan dolayı Kürtlerin mahkemelerde yargılanarak, kriminalize edildiğini vurguladı. Sorunun bu şekilde çözülmeyeceğini kaydeden Ayata, demokratik yöntemlerin esas alınmasından yana olduğunu söyledi. *** Sayın Yargıçlar, Tüm kalbimle, içtenliğimle, söylüyorum ki bu politik tutumlar, sorunun çözümüne hiç bir katkı sunmuyor. Kürt halkının adalete olan güvenine zedeliyor. Adalet duygusunun aşınmasından öte hiç bir yararı olmuyor. Ayrıca Türk devleti aldığı bu destekle savaşı ve baskıyı şiddetlendiriyor. Üstelik bir süre önce Sayın Öcalan´ ın Avukatları, onun zehirlendiğini kamuoyuna açıkladılar. Avrupa´ya getirilen saç telleri uzmanlara inceletilmiş ve ciddi bir zehirleme olduğu sonucunu ortaya çıkarmışlardı. Kürtlerin lideri dünyada hiç bir tutukluya uygulanmayan, bir adada tek başına, her şeyden izole edilmiş olağanüstü ağır şartlarda tutuluyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de zehirliyorlar. Tutuklamalar PKK yasağı için Savcılar dünyanın parasını harcatarak PKK´li dedikleri veya onların taraftarlarını izleyerek yığınla dosya belge toplamaya çalışıyorlar. Her yıl bir-iki kişiye ceza verilerek PKK yasağı sürdürülmeye, çalışılıyor. Bunun sorunun tarihselliği, toplumsallığı ve çözümüne hiçbir katkısı olmaz. Bu islerin içinde olan, binlerce yargılanmaya ve mahkumiyet kararına şahitlik etmiş biri olarak ısrarla, tekrarlayarak vurguluyorum. Tarihsel-toplumsal sorunlar, halkların davaları mahkeme salonlarında çözülmez, çözüm buradan geçmez. Hele böylesi tek yanlı ve haksızlık üzerine yürütülen yargılamaların, sorunu ağırlaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmez. Türkiye´ye bakılırsa, bu rahatlıkla anlaşılır. Sayın Savcılar birkaç kişinin ceza aldığı dosyaları ne diye mahkeme mahkeme dolaştırıyor? Türkiye´de bu dosyalardan TIR´lar dolusu var. Hem itham ve dil daha sert, hem de cezalar daha şiddetliydi. Bu TIR’lar dolusu dosya ve on binlerce insanin cezalara çarptırılması sorunu daha da ağırlaştırdı. Kürtlerin Türk adaletine olan inancını kırdı. Yasal-demokratik yollar kapatıldı. Siyasetin zengin çözüm yolu kapatılınca ortalık militarist güclerin elinde kaldı ve şiddet giderek yaygınlaştı, yıkım arttı. Ancak bu yöntemlerin ve politikaların artık çözüm üretmediğine, başka yollar aranması gerektiğine inananlarda çıkmaya başladı. Bu konuda bazı gazete kupürlerini heyetinize sunacağız. Bu değişimi savunanların kimlikleri ve geçmişleri çok önemli. Birisi 12 Eylül faşizminin Cuntabaşı general Kenan Evrendir. Bunlar Kürt dili yasaklamayı Anayasa hükmü haline getiren insanlar. 1984 te eylemler baslayınca Kürtlere 72 saat ömür biçen, yıllarca ülkeyi demir yumrukla yönetenlerdir. İste bu Kenan Evren bugün kamuoyuna şu açıklamayı yapıyor: ´Eskisi gibi katı milliyetçilikle, katı uygulamalarla olmuyor. Kürtlerle iyi ilişkide olmalıyız` diyor. İnsan ölülerin mezardan kalkıp yürümelerini, dinlemesini istiyor. 30 yıllık çatışmalar, devletin tüm zor ve bastırma yöntemlerini kullanıp çözüm getirmemesi karşısında, K. Evren artık böyle gitmez deme noktasına geldi. Söylediklerinde samimi olduğu da kesin, çünkü yaşı 80 ve politik bir beklentisi yok. Almanya değişimi görmüyor! Türkiye’de bu arayışlar ve değişim örnekleri görülüyorken, Almanyada tam tersi oluyor. Alman yöneticileri politik tutumlarını ABD ve Türkiye’nin savaş yanlısı güçlerinden yana belirliyorlar. Bu baskınları, yargılamaları ve açıklamaları başka türlü yorumlama imkanı yoktur. Bugün dünyada hiçbir devlet bir günde aynı politik ve kültürel amaçlarla bir günde 3-4 milyon insanı sokağa dökemez. Ama Kürtler bunu yapıyorlar. Bu yılki Newroz kutlamaları buna en iyi örnektir. Türk devletinin tüm engellemelerine ve tehditlerine, gerilimi tırmandırmasına rağmen, çarşamba, yani çalışma gününde bile 3 milyona yakin Kürt Türkiye’de meydanlardaydı. Ona yakın bir kitlede Suriye ve İran´da kutlamalara katildi. Milyonlarca Kürt, devletlerin asker ve polis kuşatması altında, tehdit altında, ‘Serok Apo´nun Sağlığı Sağlığımızdır’, ‘Barış Hemen Şimdi’ gibi sloganlar attı. Politik-ulusal kimlik içerikli taleplerini, iradelerini açıkça ortaya koydular. Bir ülkede halkın bilinçli ve aktif kesiminin ezici çoğunluğunca desteklenen bir lidere ve politik örgütlerine ’terörist’ damgası vurmak 200 yıldır denenmiş ve artık yolun sonuna gelinmiştir. Eğer sonuç alınsaydı, doğru yol olsaydı, bugüne kadar süren kanlı bir maceraya dönülmezdi. Türkiyede bu kadar tartışma ve gelişme varken, Almanya’da yaprak kıpırdamıyor. Alman yetkilileri “Sağır Sultan” gibi kafasını yastığa koymuş, duymuyor, yerinden kıpırdamıyor. 13 yıl önce alınmış bir kararın üstüne yatmanın adeta keyfini çıkarmaya çalışıyor. Sloganlar da yasak! Öyle bir durum ki hukuki açıdan da tam hilkat garibesi örneği önümüzde duruyor. Yorumlanması ve açıklanması mümkün görünmüyor. Türkiyede milyonlarca Kürt ´Biji Serok Apo` sloganı atıyor, Sayın Öcalan´in posterlerini Newrozlarda, yürüyüşlerde açıyor, Almanya´da ise Kürtlerin ´Biji Serok Apo` demesi vb yasak. Hem de bu yasak mahkeme kararlarına dayandırılıyor. Alman yetkilileri, mahkemeleri bir halkın kimi sevip sevmeyeceğine, lider kabul edip etmeyeceğine karar verme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. Bu siyaset, halkların varlığına ve iradelerine saygı ilkesine terstir. Bazı politikacıların, partilerin farklı görüşleri, tercihleri olabilir ama bunu baka halklara dayatamazlar. Halklara görüşlerini ve tercihlerini dikte ettiremez, iradelerine ipotek koyamazlar. Hele hukukçular ve mahkemeler bu konularda daha titiz olmak zorundadırlar. Belirttiğimiz kararın yanlışlığı bir tarafa, ancak güncel olarak asla kabul edilemez ve savunulamaz bir durumdadir. Kararın alındığı yıllarda Sayın Öcalan dışarıdaydı, örgütünün başındaydı. Örgütten vb. sorumlu tutuluyordu, bu açıdan suçlanıyor veya yasak kapsamına alınıyordu. Ama bugün böyle bir durum yok. Öcalan hapiste ve yaşamı tehlikede. Kürtlerin çabaları, feryatları, yaşamını güvenceye almaya bile yetmiyor. Kendisi hapiste ve hayati tehlikede, dünyadan izole edilmiş bir insan, Almanya’nın mahkemeleri veya yöneticileri hangi vicdan veya yasaya dayanarak hala onu olaylardan vb. sorumlu görüp yasaklamayı, cezalandırmayı sürdürebiliyor? Almanya öyle bir sessizliğe gömülmüş ki, kimse bu hukuk dışılıkları ne konuşuyor, ne tartışıyor. Kimse gündeme getirmiyor. Bu konularda kim sorumludur, kim bu durumları gözden geçirip karar verecek, o da ortada görünmüyor. Siz Sayın Yargıçların mahkeme heyetinin mutlaka bu duruma eğilmeniz ve netliğe kavuşturmanız gerekiyor. Kim yetkili, hangi kapıya başvurulması gerekir, en azından bunların netleştirilmesi gerekiyor. Eğer bu mahkemenin yetki kapsamındaysa, öncelikle ve acilen ele alip düzeltmesi ve bir karara ulaşması ertelenemez bir görevdir. İnsan haklarına aykırılık var Kendisini savunma imkanı olmayan, halkından ve örgütünden koparılmış, adım adım ölüme götürülen bir insanın Almanya´da hala yasaklı olmasını hiç bir hukukçu kabul edemez, bunu hukuk ve adaletle bağdaştıramaz. Almanya’nın Kürtlere karşı negatif tavrı, ve Türkiye ile tam bir uyum içinde olması bir zincirinin halkaları gibidir. Süreklilik ve bütünlük içermektedir. Bunu biraz daha somutlaştırmak gerekiyor. Türkiye’de DEP Milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırıldı, kimisi tutuklandı, 10 yıl ceza evinde yattı. içlerinde Avukat Zübeyir Aydar ve Dr. Remzi Kartal´in da olduğu bir grup da yurtdişina kaçmayı başardı ve Arupa´ya gelip iltica yaptılar. 1994’ten beri de Avrupada aktif olarak siyasi-diplomatik çalışma yürütüyorlar. Bu şahıslar Almanya’ya da serbestçe gelip gidiyor, görüşmeler vb yapıyorlardı. 2004 yılında Öcalan’ın önerisiyle KONGRA GEL örgütlenmesine gidildi. KONGRA GEL´in yasama organı olduğundan, bir meclis-parlamento işlevini gördüğünü belirtmiştik. KONGRA GEL in kuruluş kongresinde hukukçu olan Zübeyir Aydar ve Dr. Remzi Kartal da katildi. Genelbaşkanlık için Z. Aydar önerilenlerden birisidir. Yapılan seçimlerde Sayın Aydar Genel Baskanlığa, Sayın Kartal da Genel Baskan Yardımcılıklarından birisine seçiliyor. İlk defa bu kadar geniş kapsamlı bir değişim projesi uygulamaya sokuluyor ve PKK geleneğinden olmayan hukukçu, eski parlamenter birisi genel Başkan oluyor. Doğal olarak böyle bir girişimi Avrupa ülkelerinde de memnunluk yaratması ve daha demokratik bir yapılanmanın yaratılması için de teşvik edilmesi, cesaretlendirilmeleri gerekirdi. Ancak Almanya’nın tavrı hiç de öyle olmadı. Remzi Kartal iki yıl önce Nürnberg´e bir toplantıya giderken tutuklandı. Türkiye’nin iade talebi ve gerekçesiyle 40 gün hapiste tutuldu. Türkiye’ye iade etmek de pek sik olmayacağı için bırakıldı ama bir daha Almanya’ya girmeyeceksin, yoksa seni tekrar tutuklarız denildi. Z. Aydar´a da haber gönderildi; ´Almanya´ya gelme, gelirsen tutuklanırsın`. Demek ki Almanya da Türkiye gibi Kürt politikasının sivilleşmesini, demokratik reformlara uğramasını istememişti. Normal olarak bakılırsa, en azından değişimden rahatsız olmamak gerekiyordu. Ayrıca bu şahısların Almanya´da herhangi özel bir çalışmaları, yasaları ihlalleri söz konusu değildi. Alman toplumuna veya siyasal güçlerine herhangi bir zarar vermemişlerdi. Kimsenin işine karışmamışlardı. Aklı basında, eğitimli, kendi halinde insanlardı. Ve bu insanlar bugün Almanya dışında tüm Avrupa ülkelerine gidip gelebiliyor, aktivitelerde bulunabiliyorlar. Ama Almanya açıkça Türklerden yana tavır belirledi. Değişime ve Kürt sorunun çözümüne karşı durdu. Almanya ABD’ye ortak Bir süre önce uzun yıllarını Kürt özgürlük davasına adamış Sayın Sakine Cansız da Hamburg´da tutuklandı. Gazetelere yansıyan gerekçe Z. Aydar onlarınkiyle aynı: Türkiye’nin talebi üzerine tutuklanmıştır. S. Cansız’in şimdi tutuklanması tesadüf değildir. Son dönemde Türkiye’nin artan savaş hazırlıkları ve ABD´nin girişimlerinden ayrı ele alınamaz. Türkiye’nin talepleri yeni değildir. Avrupa’daki çok sayıda insan için interpole başvurusu var. S. Cansız neden gecen yıl veya altı ay önce değil de Şimdi, diye sormak gerekiyor. Ayrıca interpol aracılığıyla aranıyorsa, S. Cansız’ın oturumu, iltica ve resmi işlemleri Fransa’dadır. Fransa tutuklama ihtiyacı duymuyor ama Almanya bu görevi yerine getiriyor. Ortada bir planın, politikanın olduğu açıktır. Bu açık adaletsizlik Kürtleri yeni arayışlara götürecektir. PKK, KONGRA GEL ve varolan Kürt örgütleri sosyalizmi savundu, olmadı. Bağımsız Kürdistan fikrini savundu, olmadı. Batılı değer yargılarını içeren daha demokratik bir Türkiye, laik ve sınırları değiştirmeden birlikte yaşamayı esas alan strateji savundu, yine olmadı. Batılı devletler hep Türkiye’yi destekledi. On binlerce Kürt öldürüldü, bir ülke darmadağan edildi. Öyleyse bizde bu değerler dışında bir çıkış yapalım diyenler çıkacaktır. Şu anda da varlar, ve hem Türkiye’de hem de bölgedeki bazı ülkelerden, radikal İslami çevrelerden destek alıyorlar. “Biz artık bu karanlık ve kanlı sayfaları kapatmak, geleceğe bakmak istiyoruz. Ancak ne hikmetse hep geçmiş ayağımıza bir zincir gibi vurularak kanlı bir kuyuda boğulmak isteniyoruz.” Kürt siyasetçi Muzaffer Ayata, ‘KONGRA GEL yönetici ve Güney Almanya sorumlu’ olarak yargılandığı davada yaptığı savunmada, Kürtlerin geleceğe bakmak istediğini ama birçok gücün Kürt sorununu çıkarları için kurban ettiğini belirtti. Ayata savunmasında şu görüşlere yer verdi: ..... Mevcut Kürt hareketleri bastırılır ve tasfiye edilirse, bu boşluğu kesinlikle Kürt radikal İslami örgütleri dolduracaktır. Adaletsizliğin olduğu yerde buna itiraz da kaçınılmazdır. Kürt toplumu önemli oranda bilinçlenmiştir ve kimlik haklarından vazgeçmeyecektir. Toplum İslami bir kültüre ve inanışa sahiptir. İslami akımlar bu hazır temel üzerinde hızla yükseleceklerdir. Bölgedeki güçlerden destek alacakları da kesindir. Bu değerlendirme ütopik ve hayali bir düşüncenin yansıması değildir. Olabilecekleri çok net olarak kestirmek için kahin olmaya da gerek yok. Karşımıza bir Ortadoğu klasiği daha çıkacaktır. Eski Kürt isyanlarına öncülük edenlerin önemli bir kesimi yine dini çevrelerdi. Kürt hareketini ezen sonucuna katlanır Batılı ülkeler bu konuda ne ektiğini iyi görmelidirler. İnsan ektiğini biçer. Eğer Kürt Hareketi ezilir veya güçten düşürülürse, Batılı ülkelerin kendi elleriyle yarattıkları bir Kürt El-Kaidesi, bir Kürt Hizbullah’a sahip olacaklardır. O zamanda şiddetin ve kontrol edilemez terörün ne olduğunu göreceklerdir. Çünkü bu güçler Batı’nın dini inancına ve demokratik değerlerine karşıdır. Ve Türklerle Batı’yla daha sert ve şiddetli bir çatışmaya gireceklerdir. Bölgedeki bazı devletler de bunu iyi kullanacaktır. Kürtler Ortadoğu’nun en kadim , dünyanın en büyük devletsiz halkıdır, dedik. Bu halkın adı bile hala yasak. Bunu yapanlarla ittifak ve jenosidi desteklemek ABD’nin veya Avrupalı bazı güçlerin dönemsel çıkarlarına uygun düşebilir ama tüm insani ve etik değerlere de aykırıdır. 20. yy’in egemenleri, modern dünyanın çıkar kapışması tarihin en kanlı canavarlıkların, 10 milyonlarca insanın ölümüne ve birçok ülkenin yıkılmasına yol açtı. Ne İskender ne Sezar ne de Cengiz Han, geçmişin hiçbir fatihi, barbar gücü bu denli kıyıcı ve yıkıcı olamadı. Bugün ayrıca şık giyinen kravatlı, modern görünümlü egemenlerin eli altında tüm dünyamızı defalarca yok edecek atom bombası stokları bulunmaktadır. Kar ve egemenlik hırsı, dünyamızı yaşanmaz hale getirdi, iklim bozuldu. Tüm insanlık bu ‘fatihlerin` egemenlerin yarattığı bir felaketle karşı karşıyadır. .... PDS’in Kürt sorununun çözümünde hükumetin katkısını sorguladığı, soru önergesinde Alman Hükumeti adına verilen cevapta (19 Nisan 2007 – Milliyet): ‘PKK’nin, siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için, şiddet kullanmaktan vazgeçmesi’ belirtilmektedir. Ankara’nın da Güneydoğu’sundaki problemleri çözmek için, daha çok siyasi ve ekonomik çaba göstermesi gerektiği vurgulanmış. Bu açıklamayı iyi niyetli yorumlasak bile soruna ne kadar yüzeysel yaklaşıldığı ve bu tarihsel sorunun hafife alındığı görülüyor. Halbuki PKK geçmişte defalarca ateşkes ilan etti. Sayın Öcalan ve KONGRA GEL de yine 1 Ekim’den beri ateşkes çağrısını yaptı. Kürtler tek yanlı ateşkes ilan etti. Kürt-Türk ilişkilerinde şiddetin tümüyle devreden çıkarılması için silah bırakmaya hazır olduklarını, çözüm için adımlar atılması beklentisi kamuoyuna deklere ettiler. Kürtler de silah bırakma dahil, tüm barışçıl seçeneklere hazır olduklarını söylediler. Çözüm için atılması gereken adımları ortaya koydular. Ancak Türk Hükumeti hiçbir olumlu adım atmadı. Genelkurmay operasyonları arttırdı, milliyetçiliği kışkırttı, Kürtler üzerinden baskıyı arttırdı. Kürtler silah bıraksın, tamam. Buna hazırız. Ama bu silahlar kime teslim edeceğiz – Kürtlerin hangi hakları tanınacak? Ne tür güvenceler verilecek, bu konuda kimse birşey söylemiyor, inisiyatif geliştirip sorumluluk almıyor. Alman Hükumeti bir açıklama yapıp soruları geçiştireceğine AB nezdinde inisiyatif alabilir. Dönemsel AB Başkanı da Almanya’dadır. Ortaya bir çözüm planı koyabilir, ilgili çevrelere görüşmeleri başlatabilir. Bu tür girişimleri tümüyle destekleyip yanlarında olacak her türlü kolaylığı sağlayıp çözüm için tüm gücümüzü kullanacağız. Bu kanlı oyun bitmeli, tarihsel kördüğüm çözülmelidir. Avrupa’nın bir Kosova kadar bile değer verip ilgi göstermesi gerekmez mi? Sorumluluk insan olan herkestedir Sayın Yargıçlar, Toplumlar, insanlık sorunlarından kaçamaz. Çelişki, gelişim doğanın bir yasasıdır. İnsanlar da doğanın bir parçasıdır. İnsanların farklı topluluklar oluşturması, örgütlenip düşünce ve teknoloji geliştirmesidir. Bu insanları diğer canlılardan farklı kılmıştır. İnsanlık tarihsel gelişim macerasında ilkel alet ve düşüncelerden başlayıp dinler, tanrılar yarattı–felsefeyi ve ideolojiyi geliştirdi. Tüm bunların temelinde de daha güzel ve özgür bir yaşam amacı yatar. Her dönemin sorunlarını kendi özgürlüğü içinde çözmeye çalışmıştır. Bu tarihsel yürüyüşü, mücadelesi devam etmektedir. Bu perspektifle tarihe ve toplumsal sorunlara baktığımızda, dinler, ideolojiler, birer amaç değil araçtırlar. Esas olan insandır. Buna inanıyorum. Bu açıdan hiçbir ideolojinin, inancın insan üzerine çıkarılmaması ve insanın ona kurban edilmemesi gerekiyor. Tüm bu araçları daha özgür ve yetkili gelişmiş bir insan ve daha çoğulcu demokratik bir toplum barışçıl bir dünya yaratmamız için kullanmalıyız diyorum. Sınırlara, milliyetçiliğe, ayrımcılığa inanmıyor ve insanlık için gerekli görmüyorum. Bunların artık aşılması, geride bırakılması zorunlu. Bu olgular toplumları birleştirmiyor, bölüyor, çatıştırıyor, düşmanlıkları körüklüyor. Bu gezegen biz insanlar için yeterlidir. Hepimize yer vardır. Parsellemeye ve elde silah birbirimize karşı mevzilenmeye son vermeliyiz. Silahlar ve savaşlar yeryüzünden silinmelidir. Barışın, kardeşliğin ve özgürlüğü hepimizin elinde yükseltilmelidir. Belki fazla ifade edemedim ama insan ve özgürlük anlayışım böyledir. Milliyetçiliğe ve dini fanatizme, insan düşüncesine, özgür iradeye karşı olan tüm baskı sistemleri örgütlenmelere karşıyım. ‘Hiçbir halka düşmanlık beslemiyoruz’ Yıllarca Türk hapishanelerinde işkence gördüm. Anlatılmaz aşağılanmalara ve acılara maruz kaldım. Ama insana olan sevgi ve bağlılığım azalmadı. Asla Türk halkına karşı düşmanca duygular beslemedim. Kürtleri sevdiğim gibi Türkleri de sevdim. Çünkü yapılanlar siyasi iktidarların, egemenlerin yanlış politikalarının sonucuydu. Almanya’nın politikalarına biraz eleştirel yaklaştım. Yanlış gördüklerimi anlattım. Açık sözlü olmak hem uygarca bir tutumdur, hem de karşılıklı birbirini daha iyi anlamanın ve birbirlerine olan saygının gereğidir. Eleştirsem de bu politikalardan Alman halkını sorumlu olarak görmüyorum. Alman halkına karşı en ufak olumsuz bir duygu beslemiyorum. Bir kaç yıldır Almanya’da olmam Alman halkıyla daha yakın bağ kurmamı ve sıcak duygular beslememi sağladı. Arkadaşlığa büyük değer verdik, sadakat duygumuz da güçlüdür. Söyle veya böyle Alman halkının ekmeğini yedik, misafiri olduk. Bunu hep değerli bir anı ve zenginlik olarak kendimle taşıyacağım. Zor bir işe girdiğimizi biliyorum. Bu kadar zor olduğunu bilseydik belki bazılarımız bu mücadeleye girmezdik. Yaşlılarımızın söyledikleri yabana atılacak şeyler değilmiş. Kürtler tarihsel olarak kaybetmiş bir halk. Dünyaya parselleyen egemenler, günümüzün ilahlar, bu halka kolayından, gün yüzü göstermiyorlar. Dünyanın böyle başımıza yıkılacağını, ABD ve Avrupa’nın Türk ırkçılarını bunca yıl bu kadar finanse edeceklerini, koruyup palazlandıracaklarını beklemiyorduk. Meğer biz Türk egemenlerine karşı çıkmamış, yeryüzünün ilahlarına karşı gelmişiz. Onun için ilahların gazabına uğradık, aforoz edildik, lanetlendik, süründürüldük. Bu noktadan sonra mücadeleyi bırakmak da olmuyor. Bu hakkımızı da kaybettik. Çünkü yoksulluk ve çaresizlik içindeki Kürtler bize inandı. On binlerce çocuğunu kaybetti. Ezildi, sürüldü. Ve ilk defa sorunu dünyaya duyurmaya, bir çözüm noktasına getirdik. Böyle bırakmak Kürtlerin tüm umutlarını, hayallerini yerle bir eder. Emekleri, acıları, kanları boşa gider. Türk ırkçıları, kanlar üzerinde zafer kutlamaları yapar. Belirttiğim gibi yıllar önce olsaydı, belki tövbe deyip çekilirdik. ‘Kürtlerin varlığı, Türk varlığına kurban oluyorsa olsun’ derdik. Ama bu noktadan sonra olmaz. Kimsesiz ve insanca yasamaya susamış halkı orta yerde bırakamayız. Tüm dünyanın tanrıları gazaba da gelse, üstümüze cehennem ateşleri de yağdırsalar, Kürt halkının kurban edilmesine razı olmayacağız. Bir zafer pesinde de değiliz. Halkların iyiliğine ve kardeşliğine hizmet eden herhangi bir çözüm bizim için yeterlidir. Kazananın veya kaybedenin olmadığı, herkesin kazandığı barışçıl bir çözüm için tüm birikimimizi, enerjimizi ortaya koymaya da hazırız. Hukukun siyasallaştırılmasına karşı da gerekli duyarlılığı göstereceğinize inanıyorum. Bu konuda bu yıl ABD’de alınan bir karara değinmek istiyorum. Terör örgütleri listesine alınanların mal varlığına el konulması kararı da var. Buna karşı bazı Kürtler ABD’de mahkemeye başvuruyorlar. Mahkeme: ‘Siyasal iktidarı istediği gibi örgütleri terörist ilan edip mal varlığına el koyamaz. Önemli kıstasların olması gerekir’ deyip mal varlığına el koyma kararını iptal etmiştir. Avrupa’nın demokrasi ve hukuk geleneği daha eskidir. Birikimi daha fazladır. İktidarların elinde istedikleri gibi yönlendirdikleri bir yargı sistemin etmişini ve toplumu ayakta tutan adalete olan inancı zedeler. Avrupa’nın tarihsel birikimi ve ödenen bedeller bu konularda daha titiz davranılmasını gerektirir inancındayım. Sayın iddia makamı bunca kağıtlar arasına gömüleceğine, polisi ve istihbaratı harekete geçirip bir dava için yüz binlerce Euro masraf yaptıracağına, çok daha az bir maliyetle daha sağlıklı bilgilere ulaşabilirdi. Örneğin savcılığın da içinde olduğu Alman hukuku, politikacı ve sosyal bilimcilerden oluşan bir heyet hem Avrupa’daki hem de Türkiye’deki KONGRA GEL yetkilileriyle Kürt politikacı ve partileriyle görüşmeler yapabilir. Hatta Irak’a geçip gerilla temsilcileri dahil diğer yetkililerini dinleyebilir. Yerinde araştırıp kim ne istiyor, ne düşünüyor, neler yapılabilir konularında daha sağlıklı bilgilere ulaşabilir. Bir halkın geleceğini ilgilendiren sorunlarda bunları yapmak fazla bir fedakarlık değildir. Sayın Yargıçlar Genç yaşta çok deneyimsiz bu derya gibi büyük bir yükün altına girdik. Çok saftık, tamamen temiz ve insani duygular, kaygılarla yola çıktık. Hatalarımız da çok oldu. Karşılığı bize çok pahalıya ödetildi. Hala da ödetiliyor. Deneyimsiz olmamız, hata yapmamız bir halkın varlığını ve yaşama hakkının karşılığı olamaz. Ortada darmadağan edilmiş bir halk var. Hiçbir hakka sahip değildir. Orta Asya bozkırlarından gelenler, bu toprakların asıl sahibini, tarihin en eski kültürlerinden biri olan Kürt kültürünü, varlığını yokediyorlar. Buna seyirci kalınamaz. Biz 200 yıllık isyan ve çatışma, bastırma geleneğini, bu kısır döngüyü sonlandırmak istiyoruz. Adil, insani bir çözüm arıyoruz. İster ‘yediğimiz sopalar aklımızı başımıza getirdi’ deyin. İster ‘hayatin bize öğrettikleri’ deyin. Sonuç olarak şöyle veya böyle olgunlaştık, biraz akıllandık. Bu birikim heba olsun istemiyoruz. Acı çekenler, bedel ödeyenler barışın değerini daha fazla anlar. Şu anda Kürdistan’da ve Türkiye’de barıştan daha önemli ve daha değerli birşey yoktur. Eskiden Kürt isyancılarına ‘eşkıya-bölücü’ diyorlardı. Bu dil değişmedi. Şimdi de ‘terörist – bölücü’ diyorlar. İstediğimiz Avrupa halklarının da benimsediği demokratik, çoğulcu, hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumsal yaşamdır. İmkansızı istediğimizi kimse iddia edemez. Biz artık bu karanlık ve kanlı sayfaları kapatmak, geleceğe bakmak istiyoruz. Ancak ne hikmetse hep geçmiş ayağımıza bir zincir gibi vurulmak ve kanlı bir kuyuda boğulmak isteniyoruz. Kimse barış ve çözüm için sorumluluk almıyor. Bizim tek yanlı çabamız ve gücümüz de çözüme yetmiyor. Bu kanlı çıkmaz ne kadar daha sürmeli? Hepimizin, Kürt halkının dostları, demokrasi ve adalet savunucuları, Türk toplumunun vicdanını temsil edenler, hep birlikte, el ele bu tuzağı bozmaya çalışmalıyız, geçmişe takılmak yerine geleceğe bakmalıyız. Bu iddianameyi okuyunca 1983’te Diyarbakır Askeri Mahkemesi’nde, karar öncesi son söz hakkını kullanırken söylediklerimi hatırladım. Kısaca şöyle demiştim: ‘Biz bu kadar işkence görmek, bu kadar ağır ithamlarla suçlanmak için ne yaptık? Siz yaptıklarımızın değil, geleceğin de hesabını bizden soruyorsunuz. Size göre toprağa gömülmüş bir gerçeği kurcalama ve gün yüzüne çıkarma gibi affedilmez bir suç işlemişiz.”Evet, ileride olabileceklerden de bizi sorumlu gördüler ve yaptıklarımızla o kadar orantısız bize yöneldiler ki, bizi doğduğumuza pişman ettiler. Bu iddianamede de aynı anlayışı ve mantığı gördüm. Fark Diyarbakır’la araya 24 yıl girmiş olması ve Kürt hareketinin büyümesiydi. Onlar ileride olacaklar için de bizi suçluyordu, bu iddianamede geçmişte olanlar için bizi suçluyor. Biri geleceğin, birisi de geçmişin hesabını soruyor. Hesap sorun ama hiç mi bu hükümetlerin de hataları, günahları yok. Bu dünyanın tek günahkarı biz miyiz demekten insan kendinini alıkoyamıyor. Ve Almanya’da, demokratik bir ülkede suçlama temelinde 50 sayfalık iddianame hazırlanıyor ama çözüme, çıkışa dair tek bir cümle sarf edilmiyor. Sayın Yargıçlar, Umarım ki bu dava ve yargılanma bu kördüğüme, kısır döngüye bir nokta koyar. Çözüm ve farklı bir görüş ve tartışmanın önünü açar.

Hiç yorum yok: