29 Aralık 2015 Salı

Fırat’ın Batısı ve Cenevre Müzakereleri…

Cahit Mervan

Ana gövdesini YPG-YPJ’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri(QSD)nin beklenen hamlesi başladı.  QSD savaşçıları Türkiye cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve başbakan Ahmet Davutoğlu’nun  ‘bizim için kırmızı çizgidir’ dedikleri Fırat’ın batısına geçtiler. İlk önce Teşrin Barajı’nı aldılar. Onlarca köyü özgürleştirdiler. Şimdi ise Teşrin şehrini özgürleştirmek için çabalıyorlar.

QSD güçlerinin bu hamlesi stratejik öneme sahip. Planlandığı gibi hamle başarıya ulaşırsa- ki ulaşacağı görünüyor-IŞİD’ın Rakka-Musul can damarından sonra Rakka-Cerablus can damarı da kesilmiş olacak.  Artık ABD ve Rusya’nın ısrarla Türkiye’den ’güvenliği sağla’ dediği 98 kilometrelik sınırın temizlenmesi ve güvence altına alınması gündeme gelecek.

Yani fiili olarak QSD’nin başlattığı son hamlenin varacağı nokta; Cerablus’un IŞİD’ten temizlenmesi, IŞİD’in ve diğer radikal İslamcı örgütlerin egemen olduğu 98 kilometrelik Suriye-Türkiye sınırının güvenliğinin sağlanması olacak.

İkinci önemli nokta ise, ciddi manada kuşatma ve imha tehdidi altında olan Efrîn Kantonu’na Fırat’ın batısından açılacak olan koridorla ulaşılmış olacak.

QSD’NİN HAMLESİ SİYASİ SÜRECİ ETKİLEYECEK GÜÇTE

QSD‘nin başlattığı son hamle dünya medyası tarafında da ilgi ile izleniyor.  Özellikle Teşrin Barajı’nın alınması ve bölgenin IŞİD’ten temizlenmesi Kürtlerin ve müttefiklerinin başarısı olarak kaydediliyor.

Bu hamlenin aynı zamanda Suriye iç savaşına çözüm bulmak için uluslararası faaliyetlerin yoğunlaştığı bir döneme denk gelmesi de oldukça önemli.  18 Aralık’ta New York’ta bir araya gelen Suriye’nin Dostları Grubu kalıcı barış ve çözüm için bir yol haritası üzerin de anlaştılar. Aslında bu toplantı Viyana görüşmelerinin bir devamıydı.  Bu grubun öncülüğünü ise ABD ve Rusya yapmakta. Bu nedenle Suriye Dostluk Grubu’nun toplantısında benimsenen görüşler çok geçmeden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı.

25 Ocak 2016’da ise İsviçre’nin Cenevre kentinde müzakereler başlayacak. Doğrusu bu müzakerelerde masanın etrafında kimlerin yer alacağı ‘sır’ gibi saklanmakta. ABD ve Rusya’nın bu konuda anlaştıkları söyleniyor.

EN GÜÇLÜ PARTNER: DEMOKRATİK SURİYE MECLİSİ

Ancak kimlerin yer almayacağı üç aşağı beş yukarı biliniyor. Örneğin IŞİD, El nursa gibi örgütlerin yer alması mümkün görünmüyor. Suudi Arabistan’ın öncülüğünde, Türkiye ve Katar’ında desteklediği ‘’Sünni Muhalefet’’ ise oluşmuş değil. Oluşanında temsil etme sorunu var. Kaldı ki bu koalisyon içinde yer alan İslam Ordusu adlı örgütünün lider ve yönetici kadrolarının geçtiğimiz günlerde yapılan bir hava saldırısında öldürülmesi iyice bu ‘cepheyi’  zayıflattı.

Şuan ‘’Suriye muhalefetini’ en güçlü temsil edecek grubunun QSD’nin siyasi temsilcisi olan ve geçtiğimiz ay Rojava Kürdistanı’nın Derik kentinde kuruluşunu ilan eden Demokratik Suriye Meclisi olduğu kesin. Demokratik Suriye Meclisi bu manada soruna çözüm arayanlar için en güçlü partner durumunda. Ancak Kürtlerin içinde yer aldığı bu meclise en güçlü itirazda Suudi Arabistan, Türkiye, Katar gibi bölge devletlerinden gelmekte.  Bu güçler daha çok Sünni-Selefist güçlerin masada ağırlıklı olarak yer almasını istiyor. 

Başlayacak Cenevre müzakere masasında kimin yer alacağına ilişkin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran gibi devletlerin tutumu önemli olmakla birlikte, belirleyici değil. Hatta Türkiye bu konuda eli en zayıf olan taraf durumunda. Burada ABD ve Rusya’nın tavrı belirleyici olacak.

ABD İÇİN SINAV

QSD sahada ABD ve koalisyon güçleriyle ciddi manada işbirliğine sahip. ABD’nin QSD’ye silah ve mühimmat yardımı yaptığı, istihbarat paylaştığı, operasyonlarına hava desteği sunduğu biliniyor. Hatta ABD’li yetkililer Hol operasyonu ile birlikte, yani en az 450 kilometrelik alanın IŞİD’ten temizlenmesine yol açan askeri hamleden sonra QSD için ’rüştünü ispatlayan güç tanımı’ yapmalarını hatırlatmak gerekir.

Bütün bu ‘olumlu’ durumun Cenevre müzakere masasına yansıyıp-yansımayacağı ABD açısından da bir sınav niteliğinde. Başlayacak olan Cenevre müzakereleri bir anlamda ABD’nin Rojava’ya, YPG-YPJ güçlerine, dolayısıyla sahada ciddi başarı elde den QSD’ye bakışının da bir ölçüsü olacak. ABD’nin meseleye ne kadar taktiksel baktığı, ne kadar orta vadede kalıcı bir çözüm peşinde koştuğu anlaşılmış olacak.  

RUSYA, QSD’DEN RAHATSIZ DEĞİL

Rusya’nın da QSD’den ciddi rahatsızlık duyduğu ve ya hoşnut olmadığını gösteren en küçük bir emare dahi söz konusu değil. Aksine Rusya, seküler-demokratik bir gücün varlığını önemsemekte.  Bu gücün daha çok Şam rejimi ile birlikte hareket etmesi için çaba göstermekte. Bu da Rusya’nın Suriye politikası açısından anlaşılır bir durumdur.

Bu nedenle de Viyana ve daha sonraki New York toplantılarının öncü iki gücü ABD ve Rusya, QSD’nin siyasi temsilcisi Demokratik Suriye Meclisi’nin kurulacak müzakere masasında yer almalarından yana bir tavır içinde olacaklarını beklemek aşırı bir iyimserlik olmasa gerek. 

ABD VE RUSYA KÜRT ÇİZGİSİNE GELDİ

Aslında abartısız olarak şu söylenebilinir: ABD ve Rusya, başından beri Kürtlerin önerdiği ‘üçüncü yol’ çözüm formülüne gelmiş bulunmaktalar.  O da ne baskıcı bir Şam rejimi, nede tekçiliğe dayan Arap Sünni-selefist bir çözüm.  Bunun yerine Suriye’nin siyasi sınırlarının korunduğu, bütün etnik ve inanç gruplarının eşitliği temelinde, demokratik, federal bir Suriye’nin yapılandırılması.

Bu nedenle QSD’nin Fırat’ın batısına yönelik başlattığı son hamlenin kurulacak olan Cenevre müzakere masasına şimdiden etki yaptığını söylemek mümkün.  Müzakere masasının kurulmasına daha bir ay var.  Bu zamana kadar Cerablus’un IŞİD’ten alınması Türkiye’nin kırmız çizgilerini de anlamsız kılacak.  QSD’nin başarısı bu anlamda müzakerelerin önünü açacak. Türkiye’nin Kürt karşıtlığı esasında kurmak istediği blokajı da yıkmış olacak.

Dikkat edilirse Türkiye ve onun desteklediği ‘Suriye muhalefeti’ ve Şam yönetimi en çok Kürtlerin müzakere masasında yer almasına karşı çıkıyor.  Şam yönetimi görünen o ki yol açtığı o kadar yıkımdan ders çıkarmış değil. Hala eski Suriye’nin hayalini kuruyor.  Türkiye’de ortaya çıkan Rojava Kürdistanı gerçeğini kabullenmek istemiyor. O da tıpkı Şam rejimi gibi eskinin parametrelerin üzerinden hesap yapıyor. Olmayan ‘kırmız çizgileri’ varmış kabul ediyor.

Birbirleriyle düşmanlık içinde olan Ankara ve Şam rejimlerinin Kürtler ve onların hakları söz konusu olduğunda aynı anlayışta buluşmuş olmaları aslında tarihin bir cilvesi değil. Sömürgeciliğin bir tezahürüdür.

Elbette ki Kürtlerin, Demokratik Suriye Meclisi’nin ana bileşeni olarak ve kendi kimlikleriyle başlayacak olan Cenevre müzakerelerinde yer almaları gerekiyor.  Bunun için Kürtlerin Suriye’nin demokratik-seküler güçleriyle birlikte hareket etmesi, güç dengelerini gözeterek politikalarını belirlemeleri son derece önemlidir. Sahada karşılığı olmayan, istihbarat örgütlerinin birer uzantısı ve maaşlı adamları gibi hareket eden ‘Suriye Muhalefeti’ gibi öz itibariyle Sünni-selefist ve bölge gericiliğinin kılıcı olan güçlerle ilişki içinde olmamaları da doğru bir tutumdur. Bu güçlerin ipiyle kuyuya inmek Kürtler için kelimenin gerçek anlamında intihardan başka bir sonuca yol açmaz.  Bunu isteyen ve dayatan Kürtler var.

PDK YANLIŞ YOLDAN DÖNMELİ

Özellikle PDK’(KDP-Barzani)'nin Suudi Arabistan ve Türkiye eksenli Sünni cepheye Kürtleri ekletme çabası son derece tehlikelidir. Ortadoğu’da Kürtleri mezhep ateşinin içine atmaktır. Kürtlerin buradan çıkış yapması mümkün değildir. Rojavalı bazı gruplar ve şahsiyetler geçmişte bu hataya düştüler. Ancak bireye ve sahada karşılığı olmayan ‘’Kürt’’ temsiliyetinin bir işe yaramadığı görüldü.   
     
Bu nedenle yapılacak şey çok açıktır: dünya ile barışık, demokratik ve çoğulcu, federal bir Suriye isteyen güçlerle ortak hareket etmek, askeri alanda olduğu kadar, siyasi ve diplomatik alanda da kalıcı sonuçlar elde etmek için iç barışı ve birliği güçlendirmektir. Bu manada PDK eksenli ENSK adlı grubunun Rojava’yı istikrasızlaştırma politikası yol değildir. Bu yol çıkmaz bir yoldur. 

Bütün Kürtlere zarar vermektedir. Bu politika bizzat ENSK’yi de daha marjinal bir konuma itmektedir.  Bu grubun yapacağı en doğru şey bir an önce bu yanlış politikadan vazgeçmek, Suriye Demokratik Meclisi’nde yer almaktır.  PDK yönetimi de Rojava’yı dıştalayan, kriminalize eden tutumlardan vazgeçmeli, ortaya çıkan iradeye saygılı olmalıdır. 

Unutmamak gerekir ki tarih ne naz, ne kapris kaldırır. Ne de her zaman toplumların önüne özgürlüklerini elde etmek için fırsatlar sunar.

Kaynak: http://anfturkce.net/guncel/firat-in-batisi-ve-cenevre-muzakereleri-cahit-mervan

Hiç yorum yok: