10 Haziran 2013 Pazartesi

Akl-ı Selim mi Yavuz Selim mi?

Veysi Sarısözen

Başbakan Erdoğan’ın, Gezi Direnişini, Hükümeti “devirme” komplosu olarak ilan etmesiyle ve bu uydurulmuş “tehlikeye” karşı, alanlarda toplanan halka karşı, kendisine oy veren seçmenleri sokağa dökmesi ve kışkırtmasıyla birlikte, Türkiye’de demokrasi, barış ve çözüm süreci tehlikeye girmiş bulunuyor.

Dün peş peşe yaptığı konuşmalarla Başbakan, neredeyse kendisini protesto edenlere karşı savaş açtı. “Temsilcinizi seçin benimle konuşun” demesi ise, hiçbir ciddiyet taşımıyor. Karşısındakileri “çapulcu” diye tanımlayan ve “böyle devam ederseniz, anladığınız dilden konuşuruz” diyen bir Başbakan’ın “diyalog”dan söz etmesini hiç kimse ciddiye almaz. Gezi’deki gençlerin ve direnişçilerin böyle bir “tehdit”in gölgesi altında Başbakan’la görüşeceğini düşünmek, bu direnişin ruhundan hiçbir şey anlamamaktır.

Başbakan’ın son beş konuşması, o Kuzey Afrika’dayken Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Başbakan’a vekalet eden Bülent Arınç’ın “diyalog” çabalarını boşa çıkardı.

Şimdi Başbakan, Hükümet ve Meclis mekanizmalarını çalıştırarak krizi aşmak yerine, kendi seçmenlerini sokakta direnen halka karşı harekete geçirerek “aşmak” yoluna gidiyor. İşçi sınıfının tarihteki en büyük sokak isyanının yıldönümüyle alay eder gibi, 15 Haziran’da Ankara’da ve 16 Haziran’da İstanbul’da, sonra da diğer büyük illerde “evinde zor zaptedilenleri” sokağa davet ediyor.
Bu yöntem krizi büyük bir karışıklığa doğru tırmandırır. Hükümet bu krizi bu yöntemle aşamaz, derinleştirir ve bu krizin derinleşmesinden ise, sokakta direnenlerin bugünkü somut gücü hesaba katıldığında demokratik bir alternatif çıkmaz. Sonuçta, AKP daha da otoriterleşir ve örgütsüz 90 kuşağının direnişi geçici olarak da olsa ezilir. Sosyalist solun zayıf konumu hesaba katıldığında, meydan otoriterleşen AKP güçleriyle ulusalcı-Ergenekoncu güçlere kalır.

Böyle bir sonuç Türkiye’nin en temel meselesi olan Kürt sorununda barış ve çözüm sürecini havaya uçurur. Gerillanın çekilmesini fırsat bilen ordu güçleri ve artık azınlıkta kalsalar da hala PKK düşmanlığı yapan bir kısım korucular Kürdistan’da savaş mevzilerini güçlendirir. Böylece, ele geçen büyük barış fırsatı kaçırılmış olur,  yeni ve çok ağır bir savaş tehlikesi ülkenin üzerine çöker.

PKK Önderi Öcalan ve onun öncülüğünde KCK, Gezi Direnişi’ne büyük bir destek verdi. BDP halkın direnişinin yanında yer aldı. Böylece, direnişi ırkçı bir kanala akıtmak isteyenler geriletildi, 90 kuşağının direnişi “yapay öncülerin” tasallutundan kurtarılmış oldu. Şimdi özellikle Taksim alanında ve Gezi Parkında Türkiye’nin geleceğini işaret eden yepyeni bir deney yaşanıyor.

Hükümet bu yaşanan deneyi “ezmek” için harekete geçmiştir.

Başbakan kendisine karşı bir “tertip” yapıldığı, hükümeti devirecek bir komplonun tezgahlandığını iddia ediyor. Böyle bir iddaya inanan bir hükümetin, “hükümet darbesini” nasıl “önleyeceğini” tahmin etmek zor değildir. Hükümetin aklının bir köşesinde kitlesel tutuklamaların ve polis şiddetini arttırmanın yattığından şüphe bile etmemek gerekir.Başbakan dün defalarca "bedel ödersiniz, kaybedersiniz" dedi zaten.

Şimdi hem bu yeni deney, yani 90 kuşağının bu özgürlükçü ve komünal kültürel atılımı nasıl korunacak,  hem de Hükümetin “yapay bir darbe tehlikesi”ne karşı kendisine muhalif halk kitleleriyle, kendisini destekleyen halk kitlelerini karşı karşıya getirmesi ve sonuçta barış ve çözüm sürecinin  başarısızlığa uğraması nasıl önlenecek sorusunu sormak gerekli olmuştur.

90 kuşağının bir “hükümet darbesi” peşinde koştuğuna inanmak gülünçtür. Deneyimli Türkiye sosyalistlerinin ortada “hükümeti devirip, yerine demokratik bir hükümet kurma” koşulları olmadan bir maceraya atılacağına kimseyi inandıramazsınız. Çoktandır MİT’teki, ordudaki mevzilerini yitirmiş Ergenekoncu ve darbeci unsurların Gezi Parkı direnişinden bir “darbe”ye yürüyecek mecallerinin olmadığı ise çok açık.

Ama Başbakan’ın “çatışmacı” yöntemi ve darbecilerin “umutsuz darbe umutları”, bir hükümet darbesine neden olmasa bile, krizin her durumda anti-demokratik sonuçlar vermesine yol açabilir. Türkiye sonuçsuz bir kaosa yuvarlanabilir ve barış süreci büyük bir hayal kırıklığı ile ve yeni bir savaş tehlikesini büyüterek başarısızlığa uğrayabilir. Hükümet içindeki “şahinler”, fırsat bu fırsat diyerek, “İmralı mutabakatını” boşa çıkarabilir.

Gezi direnişini koruyacak, vatandaş savaşı kışkırtmalarını durduracak ve savaşın yeniden başlamasını önleyecek biricik güç, şu anda PKK, BDP ve HDK’dir.

Hükümetin krizi zorbalıkla aşma yeltenişini ve bu yeltenişten Ergenekoncuların ve AKP içindeki çözüm karşıtlarının yararlanma tehlikesini yalnızca bu güç önleyebilir.

Hiçbir ciddi güç, “krizi derinleştirelim, ne çıkarsa bahtımıza” anlayışıyla hareket edemez. Kürt özgürlük hareketi ve onun müttefikleri böyle bir “kumar” zaten oynamaz. Kumarı AKP’de Başbakan’ı iyice  yoldan çıkaran çevre ve direniş saflarında da Ergenekoncular büyük bir şevkle oynamaktalar.

Bu kumar masasını devirmek, müzakere masasının ise devrilmesini önlemek ve Türkiye’nin geleceğini kurtarmak, bir kere daha Kürt halkına ve onun örgütlü güçlerine, o güçlerin dostlarına bağlı.

Gerilla çekilişinin güvenliği, arkasında patlayan krizle her geçen gün adım adım azalıyor. Çekilişin başladığı günden beri ordunun yeni saldırı mevzileri inşa etmesi, doğrudan gerillayı hedef almasa da,  keşif uçuşlarıyla ve bombardımanları devam ettirmek suretiyle “operasyon aktivitesini” ısrarla sürdürmesi, hala yeni korucu kadrolarının açılması, CHP’nin ve MHP’nin, Ergenekoncu unsurların, “barış sürecine” karşı artan saldırgan tutumları, kriz koşullarında barış sürecinin büyük bir tehlike altına girdiğini gösteriyor.

Direnişçilerin haklı taleplerine “diyalog yoluyla” olumlu yanıt verilmez, Kriz demokratik yönde aşılmazsa, hiç kimse “İmralı’da varılan mutabakatın” sonuçlarından emin olamaz.

Gerillanın çekilmesi ve böylece barış ve çözüm sürecinin garantiye alınması, benim düşünceme göre, şimdi yaşanan krizin, zorbalıkla aşılmasını önlemek, direnişçilerin taleplerinin müzakere edilmesini sağlamak, Ergenekoncuların provokasyonlarını boşa çıkarmak dışında sağlanamaz.

Kürt özgürlük hareketi ve onun müttefikleri, direnişin saflarında güçlü bir şekilde yer aldıkları için, her türlü darbeci unsura karşı büyük bir teminattır. Bugünkü uluslararası koşullarda hiç kimse bu büyük teminatı yok etmeden bırakalım darbeyi, Gezi direnişine “darbeci” bir damga bile vuramaz. Buna karşılık, AKP içindeki barış ve çözüm yanlısı çevreler, Başbakan’ı neredeyse “iç savaşın komutanı” haline getirecek olanları önleyecek bir gücü ortaya koymaktan uzak görünüyorlar.

BDP’liler direnişin saflarında Türkün “bayrağına ve önderine saygıyla” yaklaşıyor ve Türklerin saflarında da artan ölçüde Kürdün “bayrağına ve önderine saygıyla” yaklaşanların arttığını memnuniyetle görüyor. Türk-Kürt gerginliği adım adım yumuşuyor. Buna karşılık AKP’nin yönetimi, sokaktaki muhalefetle kendi seçmenini tehlikeli şekilde düşmanlaştırıyor. Gezi direnişi Türk ve Kürt halkını birleştiriyor; Başbakan’ın konuşmaları ise halkı ayrıştırıyor.

Eğer varsa AKP içindeki “sağduyulu” çevreler, “çekilme sürecinin baltalanıp durmasına” yol açacak tehlikeli bir “tırmanışı” bir an önce önlemenin bir yolunu bulmalıdırlar. Türkiye’nin Batısı yangın yerine döndüğü zaman, Kürdistan’da barış umutları da yanar çünkü…

Tehlikeli gidişi önlemenin yolu, vatandaşı vatandaşla karşı karşıya getirmekten vazgeçmek, talep eden, saldırıya uğrayan, bu nedenle direnen, direnirken uğradığı haksız ve “orantısız”, yani yasa dışı polis şiddetine adım adım şiddetle yanıt vermek zorunda bırakılan muhalefetin taleplerini Meclis gündemine getirmek ve…Ve bir an önce, barış sürecini garanti altına alacak olan demokratik adımları Meclis’i tatil etmeyerek gündeme almaktır.

Bunun dışında demokratik ve akli bir yol yok.

Başbakan “sabrın da bir sonu var, anladığınız dilden konuşuruz” diye tehdit ederken, şu anda direnenlerin en büyük destekçisi olan Kürt halkının da bir “sabrı” olduğunu ve Başbakan’ın konuştuğu Türkçe’yi pek bilemeseler de, onun “anladığı dili bildiklerini” tarih boyunca kanıtladıklarını Başbakan da unutmamalı…

Kürt özgürlük hareketi ve sosyalistler, “iki kumarbazdan” birinin yanında olmadı bugüne kadar. Türk, Kürt ve diğer milletlerden, dinlerden, mezheplerden, cinsiyetlerden halkın yanında oldu. “İki kumarbaz”ın karşısındaki “üçüncü güç” Gezi direnişidir, halklardır ve bu halkların yanındaki Kürt özgürlük hareketi, onunla kader birliği eden sol güçlerdir.

AKP hükümet olduğunu yeniden hatırlamalı, sokağa sokakla değil, Parlamentoyla yanıt  vermek zorunda olduğunu görmeli…Kürt savaşından çıkaracağı dersle, sokağa polis şiddetiyle yanıt vermenin çıkar yol olmadığını düşünmeli…En küçük bir provokasyonla felakete yol açabilecek AKP mitingleri iptal edilmeli…

Böyle bir “akl-ı selim” hali ortaya çıktığı zaman, bugün direnenler “AKP’ye üye olmaz” ama, hükümetin atacağı bütün demokratik adımlara destek olur ve Türkiye, herkesin kendi yolunda şiddetsiz adımlarla yürüyebileceği, demokratik ve uygar bir ülke haline gelir…

Şimdi her şey AKP’de “Yavuz Selim”in mi, yoksa “akl-ı selim”in mi egemen olacağına bağlıdır.

Hiç yorum yok: