19 Ocak 2013 Cumartesi

Tarih ve Türkçülük

Haluk Gerger

Üç devrimci, devrim yolunda toprağa düştüler, güneşin sofrasına çıktılar. Bir sarı çiçek, bir kırmızı gül, bir yeşil yaprak bugün güneşin sarı-kırmızı-yeşil ışığıyla ısıttılar toprağı. Artık mekanları Cennet Kürdistan’dır...

***


23 Temmuz 1908’de Osmanlı anayasasının ilanı, imparatorluğu oluşturan halklarda büyük umutlar yaratmıştı. Meşrutiyet’le birlikte, Ermeni örgütlerinden Hınçaklar “devrimci eylemlerden vazgeçeceklerini ve ülkenin ilerlemesi için gayret göstereceklerini” açıkladılar. Taşnak örgütüyse, programını “özerklik” talebiyle yeniden oluşturdu. 


Bu arada, Taşnakların İstanbul bürosu ile iktidara yürüyen İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında bir işbirliği anlaşması imzalandı. Taraflar anayasal hükümeti güçlendireceklerdi. “Kutsal Osmanlı Anavatanı”nın parçalanmasına karşıydılar. Ermenilerin ayrılıkçılığı despotizm döneminin söylentisiydi. Şimdi özgürlük vardı ve her halk özyönetime kavuşacaktı.


Bu arada, yerel özerklik düşüncesini destekleyen liberal Hürriyet ve İtilaf Partisi de kuruldu. Meclise Ermeni mebuslar girdi...
Asyatik Osmanlı despotizmi karşısında özgürlük umutları yükselmekteydi... Fransız Devrimi’nin ışığı Osmanlı’nın yüreğini ışıtmaktaydı... 


Dillerdeki slogan yüreklerdeki şarkıyı yansıtmaktaydı...
Hürriyet, Müsavat, Uhhuvet... Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik...
Çürüyen Osmanlı, 1911 Trablus, 1912-13 Balkan savaşlarıyla yeni bir bunalım içine düştü.


23 Ocak 1913 günü, başını Enver Paşa’nın çektiği Bab-ı Ali baskınıyla İttihat ve Terakki resmen iktidara geldi, devlet oldu...

 
Ne var ki, Ermeniler arasında “özyönetim-özerklik” ve öteki reformlar konusundaki kuşkular artmaya başlamıştı. İttihatçılarla Ermeniler arasındaki “balayı” kısa sürmüştü...


Ermeni tahlillerine göre, Osmanlı’daki reform hareketi bir toplumsal-sınıfsal temele değil de, aydınların ve subayların bir bölümünün düşüncelerine dayanmaktaydı. Gelişmiş bir burjuvazinin olmadığı Osmanlı’da, Batı Avrupa türü bir gelişme ortaya çıkmıyordu. İttihat ve Terakki’nin yeni düzeni, bir toplumsal muhalefet dinamiğiyle değil, savaş yenilgilerinin bunalımı içinde, bir askeri darbe biçiminde, çeteci bir mantıkla tepeden inme inşa edilmekteydi...


Şimdi, “Jön Türkler” eliyle, eskinin despotizminin yerine Türkçülük yerleşmekteydi... 


Türkler Anadolu’ya 1071’de gelmişler, hakimiyet kurmuşlar, oradan genişlemeye başlamışlardı...


Debdebeli günler başlamıştı...


Kılıç ve Din, bastırıyor ama bu arada irini ve kanı çoğaltarak biriktiriyordu...


Ardından gerileme, daralma, Anadolu’ya geri çekilme başlamıştı...


20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Anadolu’ya artık Türkçülük egemen olmaya başlayacaktı...


Nihayet Türkçülük, şoven, tedhişci, yayılmacı nitelikleriyle hükmünü icra etmeye başladı...


1915’teki “Tehcir” -Ermeni soykırımı- büyük umutlarla başlayan “reform” sürecinin kanlı sonunu ilan etti...


Sonunda, emperyalist boğazlaşmanın girdabında, Osmanlı da gümledi gitti...


Ardından başka “Jön Türkler,” bu sefer “Bozkurtlar”, yeni bir ulus-devlet inşasına, yeni bir toplum mühendisliğine giriştiler...
Bu “modernleşme” hareketi de, “Türkçülük” temelinde gelişti; onun ideolojisini, devlet yapılanmasını, toplumsal örgütenmesini oluşturdu...


Dolayısıyla da, Anadolu’ya gelmiş Türk’ün “krizi”ne çare olamadı, aksine onu sadece derinleştirdi, bugünlere getirdi...


Ol hikayet bundan ibaret...


Tarih mutlaka tekerrür edecek denemez elbette. Bugünkü sürece baştan böyle olumsuz ve karamsar yaklaşmayı savunmuyorum. Özellikle Kürtlerin, her şeye karşın, barış ve adil çözüm çabalarını sürdürmelerine büyük saygı duyuyorum.


Bütün demokratlar, barışseverler, ilericiler, Türkler-Kürtler herkes, iyi niyetle ama dikkatli davranmalı diyorum sadece...
Sorunların temelindeki Türkiye krizini incelemektir bugünün başta gelen görevi...


Bu sütunda bu görevi yerine getirmeye çalışacağız...

Hiç yorum yok: