21 Ekim 2012 Pazar

Yeni Suriye Nasıl Şekillenecek?

Bugün Suriye’de ciddi bir siyasal kriz ve iç çatışma vardır. Suriye’deki kriz ve yaşanan çatışmalar Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle bağlantılıdır. Kuşkusuz iç etkenler esastır, ama Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerle bağlantılı ele alınmazsa doğru anlaşılamaz. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn’deki gelişmeler Ortadoğu’da büyük bir depremin yaşandığını göstermektedir. Tunus’ta, Mısır’da iktidarlar ağırlıklı olarak halk hareketleriyle yıkıldılar.

   Libya’daki rejim ise NATO’yla yıkıldı. Libya’da mevcut yönetimin Mısır ve Tunus’taki gibi yıkılamayacağı görüldüğünden doğrudan askeri müdahale yapıldı. Libya halk hareketiyle yıkıldı gibi bir değerlendirme yapılamaz.

Kuşkusuz Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn ve en son Suriye’de yaşananlar, Ortadoğu’da soğuk savaş ortamında iktidar olan 21. yüzyılda da hala ömrünü sürdürmek isteyen iktidarlara karşı halkın tepkisi sonucudur. Bu ülkelerde siyasal kriz ortaya çıkmış ve eski iktidarlar kısa sürede yıkılmıştır. Soğuk savaş döneminden kalan bu iktidarlar artık uluslararası sistemin ihtiyacını karşılayamadıklarından dış dengelere dayalı ayakta kalma imkanları ortadan kalkmış, bu nedenle zayıf düşmüşlerdi. Halk hareketleriyle kısa sürede yıkılmaları bu zayıflıklarının sonucudur. Bu yıkılışların kısa sürede gerçekleşmesinde dış güçlerin payı da büyüktür. Kuşkusuz halk hareketleri dış güçlerin etkisiyle ortaya çıkmamıştı. Ancak Mısır’da, Tunus’ta iktidarlar sarsılınca, özellikle Mısır’daki durum ABD’nin bölgeye müdahalesi açısından önemli bir fırsat doğurdu. ABD zaten uzun yıllardır işbirlikçi siyasal islama dayalı bir Ortadoğu düzeni kurmak istiyordu. Bunun dışında kurulacak hiçbir Ortadoğu düzeninde kendisinin ve işbirlikçilerinin hakim olamayacağını görmüşlerdi. Bu açıdan bu halk hareketleri ortaya çıkınca işbirlikçi siyasal islami güçlerin iktidara gelmesi için gereken desteği verdiler. Bu nedenle Mısır ve Tunus’taki rejimler kısa sürede devrildiler.

Suriye Arap milliyetçiliğinin
merkezi haline gelmişti

Mısır’da Mübarek rejiminin yıkılmasından kısa bir süre sonra Libya’ya müdahale edildi. Bu düzeyde çok boyutlu bir saldırı karşısında Kaddafi yönetiminin ayakta kalması mümkün değildi. Mısır ve Libya’daki iktidar değişikliğinden sonra bölgedeki sistemle çelişkisi olan ülkelerin toplumları da bu gelişmelerden cesaret alarak iktidarları değiştirme isteği içine girdiler. Libya’dan sonra ilk etkilenen ülke Suriye oldu. Suriye zaten sistemle belirli düzeyde çelişkileri olan bir ülkeydi. Muhalif güçler bundan da cesaret alarak Suriye’de harekete geçtiler. Kısa sürede dış destek de buldular. Özellikle Türkiye ortaya çıkan iç karışıklıktan kısa bir süre sonra Suriye’deki iktidara karşıt bir pozisyon aldı. Irak’a uluslararası güçlerin müdahale etmesi sırasında dışında kalmasının Güney Kürdistan federasyonunu ortaya çıkardığını düşünerek, Suriye’de yeni bir Kürt statüsünün oluşmasını engellemek istedi. Suriye’de ortaya çıkacak bir Kürt statüsünün kendisinin Kürt politikasını sarsacağını gördü. Öte yandan Libya’ya ABD ve Avrupa’nın tutum almasına ilk önce NATO’nun ne işi var diyerek karşı çıkıp, Libya’ya müdahale konusunda da arkadan geldiğinden Libya’nın yıkılmasından sonra özellikle Fransa Türkiye’nin Libya üzerindeki siyasi ve ekonomik etkinliğini sınırlayan bir tutum içinde oldu. Türkiye geçmişte Irak’ta, son süreçte Libya’da dış güçlerin yanında yer alma konusunda geç kalmasını kendisini dezavantajlı kıldığını düşünerek, erkenden Suriye iktidarına karşı en sert tutumu alan ülke oldu. 

Ancak Türkiye’nin erken tutum alması bir yanılgıyı ifade ediyordu. Suriye Libya’dan farklı bir ülkeydi. Uluslararası sistem Suriye’deki Esad iktidarının yıkılmasını istiyorlardı, ancak Suriye’nin toplumsal yapısı ve çevresindeki ülkelerin konumu nedeniyle işbirlikçi siyasal islamın başat olduğu bir Suriye’yi istemiyorlardı. Daha doğrusu ABD ve Fransa böyle bir Suriye’yi bölgedeki çıkarları açısından uygun görmüyordu. Özellikle İsrail ve Lübnan’ın varlığı, yine Suriye içindeki farklı etnik ve dinsel toplulukların bulunması Suriye açısından daha geniş bir yelpazede bir iktidar bloğunu kendi çıkarlarına görüyorlardı. Öte yandan Araplar da Türkiye ile sıkı ilişki içinde olan bir iktidardan yana değillerdi. Bu açıdan ABD ve Fransa Arap Birliği’yle işbirliği içinde geniş yelpazede toplumsal ve siyasal güçlerin etkin olduğu bir siyasal sistemi kendi çıkarlarına gördüler. Türkiye’nin sıkı ilişki içinde olduğu güçlerin hakim olduğu bir Suriye’nin ilerde tüm Araplar için sıkıntılar yaratacağını görmüşlerdir. Arapların da bir tarih bilinci vardır. Bir Osmanlı travması bulunmaktadır. 
Osmanlılar yüzyıllarca Araplar üzerinde egemenlik kurmuşlar, Arap aşiretleri ve toplumu üzerinde baskıcı bir imparatorluk olarak varlığını sürdürmüşlerdir. Arap egemenleri ve halkları biliyor ki Osmanlı’nın Arap coğrafyasına giriş kapısı Ridaniye Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Suriye olmuştur. Suriye’nin Osmanlı denetimine girmesiyle birlikte bütün Ortadoğu yüzyıllar boyu Osmanlı’nın egemenliği altında kalmıştır. Bu açıdan Türkiye’nin Suriye’ye ilgisinin insan hakları, hak-hukuk olmadığını, Suriye kapısını ele geçirerek bütün Arap dünyası üzerinde siyasi egemenlik kuracak bir duruma geleceğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle Türkiye’nin politikalarına kuşkuyla yaklaşmışlardır. Eğer Türkiye’nin desteklediği İhvan-ı Müslim bu süreçte istenen etkinliğe kavuşamamışsa, bunun nedeni, Arapların Türkiye politikalarına kuşkulu yaklaşmasıdır. Hatta çelme atmasıdır diyebiliriz. 

Suriye üzerinde mücadele tabii ki sadece Suriye’yi şekillendirme esasına dayanmıyor. Suriye üzerindeki mücadele tüm Ortadoğu’nun yeni siyasal düzeninin nasıl olacağını ortaya koyacaktır. Suriye’nin geçmişten beri böyle bir pozisyonu olduğu açıktır. Emevilerin kendilerini güçlendirdiği ve bütün Ortadoğu’ya yaydıkları alan Suriye’dir. Hatta Selahattin Eyubi’nin Haçlı Seferleri’ne karşı direnme sürecinde Ortadoğu’nun savunma mevzisi de bir nevi Suriye olmuştur. Yine 20. yüzyılda Ortadoğu siyasetinin şekillenmesinde Suriye’deki Baas rejiminin etkisi olmuştur. Suriye’deki Baas Arap milliyetçiliği bütün Ortadoğu’yu etkilemiştir. Başlangıçta Mısır’da köklü dönüşümlere damgasını vuran Cemal Abdulnasır önde gözükse de yakın zamana kadar Suriye bir nevi Arap milliyetçiliğinin en önemli merkezi olma konumunu sürdürmüştür. 

Tarihsel gerçekler de Suriye’de şekillenecek siyasi sistemin iç ve dış boyutlarının tüm Ortadoğu’yu etkileyecek karakterde olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ABD ve Avrupa Suriye’deki rejimin kendi kontrollerinde bir rejim olmasını istemekte, bunu önemli görmektedir. Genel olarak Ortadoğu’da işbirlikçi siyasal islama dayalı yeni bir Ortadoğu öngörmektedirler. Yeni Ortadoğu’yu böyle bir planlama dahilinde şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak işbirlikçi siyasal islama dayalı bu yeni Ortadoğu düzeninde Suriye’ye özgün bir yer vermektedirler. İsrail’le sınır olması, Lübnan’la sınır olması, yine sosyal bileşimi ABD ve Avrupa’yı bunları dikkate alan bir Suriye yaratmaya sevk etmiştir. Türkiye’de işbirlikçi siyasal islamı iktidarda tutmaktadırlar. Mevcut AKP iktidarını ve AKP iktidarının bir parçası olan Fethullah Gülen’i desteklemektedirler. Türkiye’ye Ortadoğu’ya sıçrama tahtası, taşeronluk rolü verilmiştir. Ancak Avrupa da, ABD de, Araplar da Türkiye etkisine girecek bir siyasal islamcı gücün Suriye’de başat siyasi güç olmasını istemiyorlar. Türkiye etkisindeki siyasal islamcı iktidarın gelecekte kendileri için sorun yaratacağını düşünmektedirler. ABD ve Avrupa yeni kuracakları Ortadoğu’daki işbirlikçi siyasal islama dayalı düzenleri de kontrol altında tutmak istemektedirler. İlerde kontrollerinden çıkacak bir siyasal islamcılığın kendileri için tehlikeli olacağını hesaplamaktadırlar. Suriye’deki bir siyasal islamcı iktidar Türkiye’yle sıkı bir ittifak içinde olursa, bunun Türkiye’deki Osmanlı eğilimlerini güçlendireceğini düşünmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye üzerinde etkili olduğu bir durumu ABD, Avrupa ve Arap Birliği kendileri için uygun görmemektedirler. Bu açıdan daha geniş yelpazede bir Suriye oluşturmayı, sadece Lübnan, İsrail ve çevresi açısından değil, Türkiye’yi de belirli düzeyde dengelemek açısından gerekli görmektedirler. Son 5-6 aydır ABD’nin, Avrupa’nın politikalarına bakıldığında Suriye açısından böyle bir projeksiyon olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Türkiye’nin Suriye politikası
çeşitli güçler tarafından
frenlendi

Dolayısıyla Suriye’deki siyasal sürecin nasıl gelişeceğine ABD’nin, Avrupa’nın bu yaklaşımı ve Arap dünyasının Türkiye’ye yönelik kuşkuları önemli etkide bulunacaktır. Şu anda Suriye’de ihvan-ı Müslim önemli bir muhalif güçtür. Suriye’de İhvan-ı Müslim yanında Selefiler denen, yine El-Kaide’ye bağlı olduğu söylenen gruplar da bulunmaktadır. Bunlar daha çok silahlı mücadele yapan güçlerdir. Belki Selefilerin, El-Kaide’ye bağlı grupların bir kısmı ve İhvan-ı Müslim üzerinde çeşitli Arap ülkelerinin etkisi bulunmaktadır. Ancak mevcut Arap ülkeleri yeni Suriye’nin kuruluşunda ABD ve Fransa’yla birlikte hareket ettiklerinden Selefilerin, El-Kaide’nin ya da İhvan-ı Müslim’in başat olacağı bir iktidar gücünü kontrollü desteklemektedirler. 

Görüldüğü gibi ABD ve Avrupa’nın yeni Suriye yaklaşımı Arapların politikasını etkilediği gibi iç siyasal çekişmeleri, çatışmaları da etkilemektedir. Eğer Esad rejimi ayakta kaldıysa, bunun nedeni hala ABD’nin, Avrupa’nın ve Arap Birliği’nin düşündüğü düzeyde bir iktidar bloğunun oluşturulamamasıdır. Bu konuda sorunlar bulunmasıdır. Yoksa Esad rejiminin kendi direnme gücüyle ayakta kaldığından söz edilemez. Kuşkusuz Esad iktidarının belirli bir direnme, kendini ayakta tutma potansiyeli vardır. Ama ABD ve Avrupa Libya’daki tutumunun yarısını Suriye’de sergileseydi Suriye’deki gelişmeler bugün farklı düzeyde olurdu. Esad rejiminin dayanması bu düzeyde söz konusu olmazdı. Esad rejimi Suriye üzerindeki bu çekişmeyi gördüğü için kendini ayakta tutma ve direnme kabiliyetini belirli düzeyde ortaya koymuştur. Kuşkusuz Suriye’nin direnmesinde Rusya’nın ve Çin’in desteğinin de etkisi vardır. Yine Irak’ın durumu Suriye’ye nefes aldırmaktadır. Bir yönüyle Suriye’nin tümden kuşatılmasını, boğulmasını engelleyen bir ülke pozisyonundadır. İran’ın Irak üzerinden Suriye’ye destek verdiği yönündeki değerlendirmeler abartılıdır. Suriye’nin Irak ve İran’a dayanarak Hizbullah’ın da içinde yer aldığı Akdeniz’e kadar bir hat oluşturacağı ve bu temelde de direnişini uzun süre sürdüreceğinin söylenmesi abartılı değerlendirmelerdir. 

İran da Suriye’deki rejimin değişeceğini görmektedir. Ancak gelecekte de belirli düzeyde hem Suriye’deki belirli çevreler ve Lübnan’daki Hizbullah’la ilişkisini sürdürmek açısından Suriye’ye belirli bir destek vermektedir. Ancak İran’ın politikasını, hesaplarını, planlamasını tümüyle Suriye’nin direneceği, ayakta kalacağı üzerine yaptığını düşünmemek gerekiyor. İran çok pragmatik bir ülkedir. Politik olarak belirli düzeyde Suriye’ye desteğini sürdürse de, asıl politikasını Suriye rejiminin değişimi üzerine kuracaktır. Bu nedenle daha çok Irak üzerine yükleneceği, kendi pozisyonunu Irak’ta güçlü tutmaya çalışacağı açıktır. Çünkü Irak hem İran’a sınırdır hem de kendisinin Irak’ta etkili olacağı çok güçlü bir Şii potansiyeli vardır. Buna dayanarak Irak’ta kalıcı siyasal etkisini olacağını düşünmektedir. Suriye’nin direnişinin biraz daha sürmesini istemektedir, ancak Suriye rejiminin eninde sonunda düşeceğini bildiğinden, esas olarak yeni oluşacak Suriye rejiminin kendisine çok fazla düşman olmayan bir rejim olmasını tercih edecektir. Özellikle Türkiye’nin etkisinde olmayacak bir Suriye’yi tercih edeceğini belirtmek gerekiyor. Bu açıdan paradoks da olsa ABD’nin, Fransa’nın ve Arap Birliği’nin düşündüğüne paralel olarak Suriye’de yeni oluşacak rejimin üzerinde Türkiye’nin etkisi olmasını istemiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de izlediği politikasının çeşitli güçler tarafından frenlendiği söylenebilir. 

Suriye’deki ateşkes sürecini de bu değerlendirmeler çerçevesinde ele almak gerekiyor. Annan Planı ABD, Fransa ve Arap Birliği’nin yeni Suriye’yi oluşturma açısından bir zaman kazanma süreci olarak görülmelidir. Buna etken olan nedenlerden birisi de ABD ve Fransa seçimleriydi. Bu nedenle Sarkozy seçimden önce bir hamle yapmaktan çekinmişti. Obama da seçim öncesi çok keskin bir hamle yapmayı uygun görmemiştir. Ancak Suriye’deki rejim değişikliğinin zamana yayılması ve Annan Planı’nın devreye sokulması esas olarak yeni iktidar bloklarını şekillendirmek içindir. Herhalde ABD, Fransa ve Arap Birliği yeni Suriye rejimini oluştururken, Rusya’yı da, Çin’i de belirli düzeyde ikna etme ve bu temelde Suriye’de iktidar değişikliği yapmayı düşünmektedirler. Çin ve Rusya ile ABD, Avrupa ve Arap Birliği arasında da bir pazarlık yapıldığından söz etmek mümkündür. Çünkü Çin de, Rusya da sonuna kadar ABD veya Avrupa’nın politikalarına karşı direnemeyeceğini, Suriye rejimini ayakta tutmalarının zor olduğunu görerek belirli bir uzlaşma içinde olacaklardır. Ateşkes sürecinin sonunda gelişecek yeni siyasal durum bu çerçevede olacaktır.

Annan planı
Suriye’ye çözüm olmayacak

Ateşkesin savaşan taraflar açısından bir sonuç vermeyeceği de açıktır. Esad rejimi ateşkesi çok zorlandığı için yapmıştır. Eğer uluslararası alanda zorlanmasaydı böyle bir ateşkesi kabul etmezdi. Böyle bir ateşkesin muhaliflere nefes aldıracağını herhalde hesaplamıştır. Nitekim muhalif güçler ateşkese Annan Planı başarılı olsun diye yaklaşmamışlardır, kendi konumlarını güçlendirmek için değerlendirmişlerdir. Dolayısıyla ateşkes baştan altyapısı olan, çözüm eğilimi olan bir projenin parçası olmadığı için sonuçsuz kalmıştır. Sonuçsuz kalacağı zaten baştan belliydi. İki taraf da öyle çok istekli olmamışlardı. Türkiye zaten bir an önce müdahale olmasını istediği için Annan Planı’nın başarısız olması için elinden gelen her şeyi yaptı. Tüm bunlar Annan Planı’nın iki tarafın uzlaşacağı bir çözüm için zemin olamayacağını gösteriyor. Ateşkesler, iki tarafın bir uzlaşma yapması için gerçekleşir; ama ne muhaliflerin ne devletin birbirleriyle uzlaşacak bir pozisyonu bulunmaktadır. Uzlaşacak pozisyonları bulunmayan tarafların olduğu bir yerde bir ateşkesin sonuç alması mümkün değildir. Ancak ilgili tarafların, güçlerin taktik savaşının bir parçası olur. Nitekim böyle olmaktadır. 

Türkiye’nin politikaları açıktır. Türkiye, Suriye’de kendine yakın bir rejim oluşturup hem Kürtlerin hak kazanmasını engellemek hem de Suriye kapısından siyasi ve ekonomik olarak Ortadoğu’ya ulaşmak istemektedir. Türkiye, Suriye’de önemli bir ekonomik sömürü alanı bulmuştu. Şimdi kriz bu ekonomik imkanları ortadan kaldırmıştır. Türkiye’nin askeri müdahalede ısrar etmesinin nedenlerinden biri de budur. Hem Batı Kürdistan’daki Kürtlerin bu süreçte örgütlenip güç olarak bir statü kazanmalarını engellemek istiyor hem de bu ekonomik kaybın önüne geçmek istiyor. Bu nedenle Türkiye, krizin şiddetlenmesi politikası izliyor. Eğer böyle olursa kendisine daha fazla ihtiyaç duyulacağını düşünmektedir. Türkiye, kendisine ihtiyaç duyulursa Suriye’de ekonomik ve siyasi olarak etkin olacağını hesaplamaktadır. Ancak Türkiye’nin düşündüğü gibi erkenden bir askeri müdahaleyle bir tampon bölge oluşturulması zor görünüyor. Hele Kürdistan’da bir tampon bölge oluşturması Türkiye’yi bir bataklık içine çeker. Bu nedenle Türkiye daha çok Hatay, Kilis, Antep sınırları üzerinden bazı koridorlar açmak istiyor. Zaten bunu şimdi fiili olarak kısmen yapmış bulunmaktadır. 

Suriye’deki siyasal rejimin nasıl sonuçlanacağı konusunda en büyük rolü Suriye içindeki dengeler oynayacaktır. Suriye’nin diğer ülkelerden farklı, çok kimlikli olduğu açıktır. Etnik ve dinsel topluluklar tam bir mozaik oluşturmaktadır. Kürtler vardır, Aleviler vardır, Ermeniler vardır, Süryaniler vardır, Dürziler vardır, İsmaililer vardır. Bunların nüfusu neredeyse Suriye’nin yarısı kadardır. Öte yandan kadınlar vardır, gençler vardır, farklı sol gruplar vardır. Tüm bunlar dikkate alındığında, Suriye’de işbirlikçi islamın başat olacağı bir iktidarın uzun süreli istikrar sağlaması mümkün değildir. İşbirlikçi siyasal eğilim başat olduğunda kendini hakim kılmak ister. Bu açıdan yeni şekillenecek Suriye’de iktidar bloklarının istikrar getirecek bir karakterde olması gerekir. Suriye’deki bütün bu etnik ve dinsel toplulukların demokratik siyasal haklarını ve kendi kendilerini yönetme hakkını tanıyacak ve bugüne kadar baskı altında tutulan islamcı kesimlerin de demokratik sistem içinde yer edinmesini sağlayacak bir politika Suriye’yi istikrara kavuşturabilir. Ne Kürtlerin, alevilerin dışlanması ne de siyasal islamcıların dışlanması Suriye’ye istikrar getirir. Öyle bir siyasal sistem kurulmalı ki, herhangi bir gücün başat olmadığı, hepsinin demokratik sistem içinde kendisini ifade edebildiği ve kendi haklarını kullanabildiği bir demokratik ortam olsun. Böylece tüm etnik, dinsel ve siyasal kimliklerin kendilerini örgütlediği ve özyönetimlerini kurdukları bir sistem gerçekleşir. Ancak böyle bir sistem gerçekten Suriye’de istikrarı sağlayabilir. Ortadoğu’daki farklı etnik, dinsel toplulukların mozaiği, özellikle de Suriye etrafında böyle bir mozaiğin bulunduğu dikkate alınırsa böyle bir Suriye siyasal sistemi hem içeride istikrar sağlar, hem de çevresinde istikrarın sağlanmasında önemli bir rol oynar. 

Bu açıdan Kürtlerin konumu gerçekten özel bir konumdur. Eğer Kürtlerin ulusal varlığı, kendi kendini yönetmesi yani demokratik özerkliği kabul edilirse bu, Suriye’de bütün toplulukların varlığının ve özerkliklerinin kabul edilmesi anlamına gelir. Zaten Türkiye’de, İran’da, Suriye’de, Irak’ta geçmişten beri demokratikleşmeye ve toplumların demokratik istemlerine karşılık verilmemesinin nedeni Kürt kaygısıdır. Demokratikleşirsek Kürtler faydalanır, Kürtler özerk yönetimine kavuşur düşüncesiyle Türkiye, Suriye, İran ve Irak geçmişten beri demokratikleşme adımlarından uzak durmuşlardır. Kürtleri egemenlik altında tutmak için antidemokratik, otoriter yapılarını korumuşlardır. Bu açıdan bu kaygı ortadan kalkar, Suriye’de Kürtlerin varlığı ve demokratik özerkliği kabul edilirse, o zaman Suriye’deki tüm farklı etnik ve dinsel toplulukların demokratik haklarının tanınmasının önü açılmış olur. Kürtlerin demokrasi mücadelesi sadece kendi ulusal demokratik haklarını kabul ettirmesi açısından değil, Suriye’nin demokratikleşmesi açısından da çok önemlidir. 

Bugün Suriye’de dinamik demokrasi gücü Kürtlerdir. Güçlü bir demokratik toplum gerçeğine ulaşmışlardır. Kürtler bu demokratik güçlerini, etkilerini demokratik özerklik temelinde bir sisteme kavuştururlarsa, Suriye toplumunun demokratikleşmesine büyük hizmet sunarlar. Kürtlerin demokratik özerkliğinin tanınması, bütün etnik ve dinsel toplulukların farklığının özgünlüğünün ve özerkliğinin tanınması anlamına gelecektir. Bu da Suriye’de demokratikleşmeyi, bölgede hiçbir ülkede olmadığı kadar geliştirecektir. Dolayısıyla Suriye’nin Ortadoğu’da demokratikleşme konusunda örnek olacak bir karaktere sahip olduğunu düşünüyoruz. Demokrasinin en önemli boyutlarından biri, farklılıkların bir arada yaşadığı bir rejim olmasıdır. Çok zengin etnik ve dinsel topluluk bileşimine sahip olan Suriye, bu farklılıkları kabul eden, farklılıklar temelinde demokratikleşen bir ülke haline gelirse, bu sadece Suriye’nin demokratikleşmesi anlamına gelmeyecek, örnek bir demokratik ülke olarak Ortadoğu’da demokratikleşmenin gelişmesine de güç verecektir. Biz Suriye’nin bu potansiyele sahip olacağını düşünüyoruz. 

Bunun için de Kürtlerin ulusal demokratik haklarının kabul edilmesi gerekmektedir. Bugün İhvan-ı Müslim’in de içinde olduğu Ulusal Konsey denen muhalif hareket, Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Kürtlerin doğal demokratik ulusal haklarını kabul etmemekte direniyor. Bu Suriye’nin demokratikleşmesi değil eski iktidar bloklarının saf dışı edilip yerine yeni iktidar bloklarının geçirilmesi gibi sadece iktidar değişikliğine dayanan bir muhalif yaklaşımı ifade etmektedir. Türk devletininki gibi ‘TRT 6’yı açtım, dil kurslarına izin verdim, dil ve kültür konularında yumuşamalar gerçekleştirdim ve Kürt sorununu büyük oranda çözdüm!’ yaklaşımıyla Kürt sorunu çözülemez. Güneybatı’daki Kürt halkının büyük çoğunluğu açıkça demokratik özerklik istemektedir. Bunu reddetmek mümkün değildir. Eğer reddediliyorsa bu, muhalefetin demokratik zihniyete sahip olmadığını kanıtlar. Zaten Suriye’de siyasal krizin aşılamamasının nedeni, muhalefetin demokratik karakterde olmamasıdır. Eğer demokratik karakterde olsaydı Suriye rejimi ayakta kalmazdı, dağılırdı, çökerdi. Mevcut Suriye rejimi kendini ayakta tutuyorsa, bu, muhaliflerin demokratik olmayan karakterinden ileri gelmektedir.

Kürtler Suriye’de
en dinamik demokratik güçtür

Mevcut muhalefet Kürtlerin taleplerine demokratik yaklaşmadığı gibi, Kürtlerin birliğini parçalamaya çalışmaktadır. Nasıl ki Türkiye Kürtler arasında ayrılık yaparak, Kürtleri zayıf düşürüp Kürtlerin hak kazanmadığı bir Suriye yaratmak istiyorsa muhalifler de böyle yaklaşıyor. Bu Suriye’yi demokratikleştirecek bir yaklaşım değildir. Buna karşılık Suriye’deki Kürtlerin demokratik örgütlenme düzeyi, demokratik toplum gerçeği, Suriye’deki bu antidemokratik, şovenist yaklaşımları aşacak ve kendi statüsünü kabul ettirecektir. Bu sadece Kürtlerin kendi ulusal varlığını kabul ettirme ve demokratik özerk yönetimlerini sağlama olmayacaktır; aynı zamanda Suriye’nin demokratikleşmesi olacaktır. Suriye’deki Kürtler Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefi, ideolojik ve politik yaklaşımlar içinde olduğundan, Suriye’deki halkların birliği pekişecektir. Kürtlerle başta Arapların olmak üzere Suriye’deki halkların birliğinin pekişmesi, bu birliğin demokratik temelde olması Suriye’yi güçlendirecektir. Kürt sorununun çözümü Suriye’yi değil, bütün Ortadoğu’yu güçlendiren bir karakterdedir.

 Suriye rejiminin karakteri Kürtlerin haklarının tanınması yahut tanınmamasıyla birlikte açığa çıkacaktır. Kürt sorununu çözmek istemeyen, Kürt sorununda bir çözüm politikası olmayan muhaliflerin Suriye’de yönetim adayı olmaları mümkün değildir. Suriye muhalefetinin zayıf kalmasının bir nedeni de Kürtlere gösterilen yaklaşımdır. Kürtlere karşı tutum, onların antidemokratik karakterini ortaya koyduğu için, demokrasi isteyen, Suriye’nin değişmesini isteyen güçlere güven vermemektedirler. Bu da onların Suriye’de yönetimi ele geçirecek, sahiplenecek bir güce ulaşamamalarına neden oluyor. Tüm bu gerçekler Kürtlerin pozisyonunun kilit noktada olduğunu gösteriyor. Çünkü Kürtler en dinamik, en örgütlü güçtürler. Belki yüzde 15-20 arası bir nüfusa sahipler, ama nüfuslarından birkaç katı bir mücadele dinamiğine, demokratikleşme dinamiğine sahiptirler. Özellikle Kürt toplumundaki kadının örgütlülük ve bilinç düzeyi, Kürt toplumunu demokratikleştirme karakteri Kürtleri çok etkili bir demokratik güç haline getirmiştir. Bu açıdan yeni Suriye rejiminin nasıl şekilleneceği konusunda Kürtlerin konumu Suriye’deki siyasal rejimin karakterini de belirleyecektir. Demokratikleşmeyen bir Suriye’de Kürtlerin tatmin edilmesi mümkün değildir. İster mevcut iktidar gücü olsun, ister onun yerine iktidarı almak isteyen güçler olsun herhangi bir iktidar gücünün artık Kürtleri ezerek, bastırarak varlığını ve özerk yönetimini inkar etmesi mümkün değildir. Bunu Suriye’deki iktidar da muhalif güçler de anlamışlardır. 

Kürtler, ancak kendi haklarının tanınmasının Suriye’yi demokratikleştireceğinin bilincinde olduğundan hiçbir tarafa angaje olmamışlardır. Kendi taleplerini kabul etmeyen hiçbir gücün Suriye’yi demokratikleştireceğine inanmadıklarından kendi bağımsız tutumlarını ve programlarını ortaya koymuşlardır. Kürtlerin programı aynı zamanda demokratik Suriye programıdır. Bu gerçekler dikkate alındığında Kürtlerin içinde yer aldığı geniş yelpazedeki demokratik bir ittifakın Suriye’nin geleceğinde belirleyici rol oynayacağı açıktır. Bu açıdan Ulusal Konsey değil, geniş yelpazede etnik ve dinsel toplulukların haklarını tanıyan demokratik bir hareket, demokratik bir blok Suriye’nin yeni yönetimine aday olabilir. Ulusal Konsey şimdi zorlanmaktadır. ABD ve Avrupa bu zorlanmayı gördüğü için Ulusal Konseyin daha geniş yelpazede bir siyasal iktidarı düşünmesi gerektiğini telkin etmektedir. Ulusal Konsey demokratik bir anlayışa kavuşursa o zaman Kürtler, aleviler, Ermeniler, hıristiyanlar, Dürziler, İsmaililer, emekçiler, kadınlar hepsinin de içinde yer aldığı bloka İhvan-ı Müslim de liberaller de katılırlar. Böylelikle çok geniş yelpazede demokratik Suriye sisteminin şekillenmesinde anlaşabilirler. Yeni Suriye’nin şekillenmesindeki yönetim gücünün omurgasını toplumun en az yüzde 50’sine tekabül eden farklı etnik ve dinsel toplulukların, kadınların, emekçilerin, geniş yelpazedeki farklılıkların olduğu toplumsal kesimler oluşturur. Kürtlerin yer aldığı, tensikin de içinde olacağı bir blok önümüzdeki dönemde Suriye’yi demokratikleştiren temel aktör olacaktır. Kuşkusuz tensik mevcut haliyle tek başına iktidar alternatifi olamaz. Geniş yelpazedeki demokratik ittifakı içine almayan hiçbir güç iktidara alternatif olamaz. Bu nedenle Türkiye gibi İhvan-ı Müslim’in ağırlıklı olduğu muhalif güce dayananlar değil, daha geniş yelpazede bir muhalif gücü oluşturanlar ve Suriye’de geniş yelpazede bir siyasi yönetim oluşturmak isteyenlerin politikaları başarılı olacaktır. 

Önceleri sesi çok fazla çıkan İhvan-ı Müslim ya da bugün silahlı eylem gücü olan Selefiler, El-Kaide gibi güçler ya da Hür Suriye ordusu gibi güçlerin merkezinde olduğu bir Suriye oluşmayacaktır. Kuşkusuz İhvan-ı Müslim gibi siyasal islamcılar da yeni Suriye’de yer alacaklardır, ama kendilerinin hakim olduğu bir Suriye gerçeği ortaya çıkmayacaktır. Sadece iç dengeler geniş yelpazedeki demokratik güçlerin kazanma şansını artırmıyor, aynı zamanda dış güçlerin düşündükleri Suriye politikaları, yine Suriye’nin etrafındaki ülkeler ve siyasal atmosfer böyle geniş yelpazedeki demokratik bir hareketin, geniş yelpazede bir demokratik Suriye sisteminin başarısına imkan veriyor. Böyle bir Suriye’yi öngören, bunu hedefleyen, programı bu olan güçlerin Suriye’nin geleceğini daha iyi okudukları ve bu nedenle izledikleri politikanın Suriye’nin şekillenmesinde etkili olacağını şimdiden söylemek yanlış olmayacaktır. 

Suriye’deki mevcut iktidarın yerine yeni bir Suriye yaratmak isteyenlerin Suriye’nin bu toplumsal yapısını, iç ve dış siyasal koşullarını dikkate alarak politika üretmeleri gerekmektedir. Bunları dikkate alarak politika üreten siyasal güçler, topluluklar Suriye’nin demokratikleşmesinde aktif rol oynayabilirler. Suriye’deki mevcut krizin, çözümsüzlüğün aşılarak demokratik Suriye’nin ortaya çıkmasında rol oynayabilirler. Bir daha belirtelim ki; bu Suriye Kürtlerin demokratik özerkliğini kazandığı, alevilerin, Dürzilerin, ismaililerin, Süryanilerin, Ermenilerin kendi demokratik ve siyasal haklarını kullandıkları, baskı altına alınmadıkları, bunların hepsinin haklarının anayasal güvenceye alındığı yeni bir Suriye olacaktır. 

Mevcut iktidar bloğu içinde etkin yer alan aleviler bundan sonra da Suriye siyasetindeki etkinliklerini koruyacaklardır. Ancak Suriye’yi yöneten başat güç olmayacaklardır. Demokratik Suriye’de herhangi bir siyasi güç olmayı kabul edeceklerdir. Nasıl ki İhvan-ı Müslim’in demokratik Suriye içinde kendisini herhangi bir güç olarak kabul etmesi gerekiyorsa, aleviler de böyle bir güç olarak Suriye sistemi içinde yer alabilirler. Hatta yönetim tecrübeleri ve inançlarının demokratik eğilime yatkın olması, geçmiş dönemlerde iktidar olmanın avantajlarıyla kazandıkları yetenek ve imkanlarını demokratik Suriye’de pozitif yönde kullanabilirler. Demokratik bir Suriye’de alevilerin etkin olması herhangi bir egemenliği, hakim olmayı değil Suriye’nin demokratikleşmesine ve gelişmesine hizmet eden bir durumu ifade ediyor. Aleviler demokratik sistem içinde kendi varlığını güvencede görürlerse, yeni Suriye sistemi içinde etkin pozitif rol oynayabilirler. İhvan-ı Müslim de siyasal islamcılar da hiçbir baskı görmeden kendi sosyal, kültürel yaşamlarını, ekonomik ve siyasal sistem içinde yer alma haklarını demokratik sistem içinde kullanacaklardır. Yine Ermeniler, Süryaniler, Dürziler Suriye’nin demokratik karakterinin derinleşmesi konusunda rollerini oynayacaklardır. Varlıkları Suriye’nin zenginliği, güzelliği ve demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesine hizmet edecektir. Bu çerçevede yeni Suriye’nin Ortadoğu’nun yeni, demokratik ve özgür yaşamında hiçbir ülkenin olmadığı kadar rolünü oynayacağını söylemek mümkündür. 

Kaynak: Serxwebun 

http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=105 

Hiç yorum yok: