9 Eylül 2012 Pazar

Kanunsuz Recep

AHMET KAHRAMAN

Aşağıdaki sözler Türk Başbakanı (diktatörü de diyebilirsiniz) RT Erdoğan'a aittir. Konuştuğu yer, parlamentodaki temsilcilerinin toplantısı konu ise Türk parlamentosundaki Kürt temsilciler…
"Yargıya, zaten gerekeni söyledik. Yargı da gerekeni yapıyor. Biz de parlamentoda gereği neyse, onu yapacağız."


Diktatörlük, orduyu, yargı, polis, medya ve ekonomik gücü tek emir altında toplamakla olur. TC dahil, tekmil dikta rejimlerinin işleyişi böyledir. Türk rejimi, 1950 sonrasında demokrasi yalanıyla perdelendi ama, kuruluşu üzere, demokrasi ikliminin kıyısına asla yanaşamadı. Dikta yasa ve kurallarıya tıngır mıngır yuvarlana geldi.


Fakat, diktatörlerin de bir utanması, yüzlerinde kızaran ardamarı vardı. Hitler ve Musolini bile göğsünü kabarta kabarta "yargıya zaten gerekeni söyledik" diyerek, yargıçları rejimin emir kulu, "infaz eri" göstermedi. Atatürk, gazeteciler Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Emin Yalman’ın ipten döndürülmesi, asılması istenenlerin ipi göğüslemesi örneğine rağmen, yeri ve zamanı geldiğinde "adaletimiz bağımsızdır, arkadaşlar" dedi.


Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Doğan Güreş "triumvira"sının Kürdistan’da orduyu, adliye, polis ve mafya çetelerini bir arada kullandığı günlerinde (1990’lar) Demirel, Kürdistan temsilcileri parlamentodan hapishaneye sürüklenirken, "yargıya gerekeni söyledik" dememiş, "yargı bağımsız" demişti. 


Hepsi utanma bir yana, en azından biri çıkar, "anayasayı yok saydın" diyerek hesap soracağından çekindi. Hiç biri, "Kanunsuz Recep" gibi "gerekeni söyledik" (emir verdik) diyerek, yargıyı rejimin hukuk memuru yapacak kadar kendinden geçmedi. Mevcut Anayasayı yok sayma suçudur, bu. Ama korkunun egemenliğinde hesap soran kim? Üstelik ilk anayasa suçu da değil.


Parlamento kararı olmadan, Suriye’ye savaş açması da Anayasa suçuydu. Bir katili (Sudan’ın El Beşeri) ağırlaması insanlık suçu…


"KCK operasyonu" adıyla Kürtlerin toplu tutuklanması da "yargıya gerekeni söyledik"in sonucuydu. Ama anlatılamıyor, kimileri hala "bağımsız yargı" diyebiliyordu.


Kürdistan’da evrensel yasaları çiğneyerek, savaş suçu bombalar kullandığı iddiaları karşılıksız kaldı. Roboskî’de, 34 masum insanın katli de…


Çünkü ordu, adliye, polis üçgeniyle korku rejimini kurmuş, medya ve ekonomik iktidarı emir altı etmiş, AKP’nin derin devleti korku imparatorluğunu kurmuştur.


AKP’ye oy veren Türk halkının büyük bir kesimi, zaten diktatörlükten hoşlanıyor. "Bize Atatürk gibi biri lazım" ya da mahalle kahvehanelerinde ortada yuvarlanan "üç, beş kişiyi asacaksın, bak nasıl düzelir her şey" sözleri, bu özlemin ifadesidir.


Geçmişteki "Milliyetçi Cephe" iktidarları da bu kafanın bileşkesidir. Bugünkü AKP, MHP toplamına, CHP’deki bir kesimi eklerseniz, dikta özlemcilerinin oranı yüzde 75’e çıkmaktadır.


 RT Erdoğan, halk gerçeğini bildiği özlemleri emzirip doyuruyor, "kanunsuz Recep" rolüne ivme verdikçe, oyları artıyor. Bu sayede, kafasının orta yerine yerleştirdiği Devlet Başkanlığı makam sevdası, biraz daha yakınlaşıyor.


Kürdistan meselesinde, "daha çok kan" yolunu seçip, "çok insan öldürdük" demesi de, diktatör sevenleri tatmin hamleleridir. Onları sevindirdikçe, başını döndürüp, güdülerini altına alan, aklını uçuran devlet başkanlığı sevdası ile güç kazanıyor. Onun için de demokrasi vız gelip, tırıs gitmekte, hukuku örten çul savrulup, ortaya çıkan dikta çıplaklığı ışıldamaktadır.


Nasıl olsa hesap soran, yoluna çıkan, engel koyan yok; gerçekleri itiraf zamanıdır. Artık her şey aleni…


RT Erdoğan, devlet başkanı olma hırsıyla, yokuş aşağı freni patlayıp dağılmış kamyon misali, önüne çıkanı devirerek, pimi çekilmiş bomba gibi patlayarak ortalığı toz bulutuna boğuyor. Güç elindeyken, gözü başka bir şeyi görmüyor. Duman bulutunun gerisindeki insan çığlıkları, kan nehirleri umrunda değil. Yeter ki, başkan olsun…


Basında muhalefet edip, insanlık vicdanını arayan Altan ailesini itibarsızlaştırmak için, Orhan Miroğlu adındaki eski bir itirafçıyı ortalığa salıyor. Ayrıldığı her kapıya pisleyen, derin devlete hizmetle Musa Anter'i koluna takıp, cellatlara götüren bir itirafçı…


Hukuk mu? Bu ortama yakışan hukuk çoktan guguk oldu. 1990’larda, "milliyetçi mafya" vardı. Hayatını kurtarmak isteyen insanları teknelere doldurup, denizde boğuyordu. Bugün "Türk-İslam mafyası" 61 kişiyi bir çırpıda denize döküyor. Polis, tecavüzcü polisleri kovalıyor, yargı hepsini salıveriyor.


Kürdistan dağları kan içinde, ama Erdoğan, yargıya emir vermiş. Yargı Parlamento'daki bir kaç Kürt temsilcinin dokunulmazlığını kaldırma isteminde bulunacak. O da gereğini yapıp, hepsini cezaevine gönderecek. Böylece Kürdistan sorunu, bir kere daha baba, ata usulüyle geriden halledilmiş olacak, onunsa devlet başkanlığı hayalleri güçlenecek..


Bunun yol olmadığını, öncekilerin de deneyip, hüsrana uğradığını anlayacak akıl mı? Kürdistan kapılarının bütünüyle kapanacağını anlayacak feraset nerede!..


Olanı devlet başkanlığı güdüsünün hırsı yedi, çoktan bitirdi. Bunlardan her şey beklenir.

Hiç yorum yok: