28 Eylül 2012 Cuma

Devrimci Halk Savaşı Ortadoğu’daki Gericiliğin En Büyük Kalesini De Yıkacaktır

Ortadoğu'daki süreç yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor. Savaşın siyasi boyutu daha da keskinleşecek. ABD siyasal İslam’ı kullanarak kendi etkinliğini Ortadoğu'da arttırmak istedi. AKP’yi de bu yönlü kullandı. AKP’yi bunun için iktidara getirmişti. Ancak gelinen aşamada Ortadoğu'da bir siyasi kaos durumu var. Ortadoğu'da siyasal İslam’a dayalı yeni bir düzen kurulmak istendi. Bu nitelikteki siyasi aktörlerle işbirliği içine girildi. Ancak Batı Suriye’de daha farklı bir iktidar bloku ve iktidar arayışı içinde. Diğer alanlarda siyasal İslamcılar desteklendi ve belirli yerlerde iktidara geldiler. Ancak Ortadoğu'da yaşanan sürecin kısa sürede durulacağı görülmüyor. Yeni iktidar bloklarının oluşarak kapitalist sistemin istediği düzeyde bir siyasal dengenin ve istikrarın ortaya çıkması kısa sürede zor görünüyor. Libya’da ABD elçiliğinin vurulması kontrol edemeyecekleri güçlerin gelişebileceğini gösteriyor. Bu, Suriye iç savaşında daha fazla ortaya çıktı. Esad’ın değişimini istiyorlar ama kontrolsüz güçlerin ortaya çıkması Batı’yı ürkütüyor. 

ABD kontrolünde Suriye’nin düşmesi, arkasından İran’ın düşmesi Şanghay beşlisi denen Asya’nın etkili güçlerinin tehdit altına girmesi anlamına gelir. Bu nedenle onlar da elden geldiği kadar ABD ve müttefiklerinin bölgede etkin olmasını engellemeye çalışıyorlar. İlişkide oldukları iktidarların yıkılmasını engelleyemeseler de kendilerine az zarar verecek ya da kendilerinin dışlanmadığı Ortadoğu dengelerinin yaratılmasını istiyorlar. ABD ve müttefikleri karşısında etkin çıkmaları ve onları sonuna kadar engellemeleri mümkün değil. Ancak yeni dengeler kurulurken tümden dışlanmadıkları bir Ortadoğu düzeni için mücadele veriyorlar. Kuşkusuz mücadele veren güçler sadece bunlar değil, Ortadoğu toplumlarının da özgür ve demokratik yaşama talepleri var. Eski statükoların yıkılması, yeni siyasal güçlerin ortaya çıkacağı ortam doğurdu. Belki bu siyasal aktörler mevcut durumda hakim olamazlar ama artık yeni aktörler çıkacaktır. Tüm bu gerçekler Ortadoğu'daki siyasal çekişmelerin yani dengelerin oturacağı döneme kadar süreceğini gösteriyor. Sancılı süreç bir süre daha yaşanacak. Kürt Özgürlük Hareketi'nin bölgedeki bu geçiş sürecinden yararlanarak kendisini etkin kılması imkanlarını yaratmaktadır. 

Bölge üzerinde kimi çelişkiler devam edecektir. Nasıl ki şimdi Suriye’deki  Esad rejiminin geç düşmesi faydamıza diyorsak aynı şey Ortadoğu genelinde de sistemin geç oturması bizim açımızdan değerlendirilebilecek bir durumdur. Bu ortamda özgürlükçü demokratik toplumcu güçlerin mücadelesi gelişebilir. Sistem güçleriyle belirli bir denge yaratabilir. En azından Kürdistan ve etrafındaki ülkelerde böyle bir durum yaşanabilir. Kürtlere dayalı olarak, özgürlük mücadelemizin yarattığı değerlere dayalı olarak sadece kuzeyde değil tüm Kürdistan parçalarında bu tür gelişmeler yaşanabilir. Birbirinden kopuk, soğuk savaş dönemindeki gibi değil de demokrasi güçlerinin kendini etkili kıldığı bir toplumcu sistemi mevcut ülkelerdeki sistem güçleri yanında bunu geliştirebilir.  Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Türkiye’de bir demokratikleşme olursa toplumcu karakteri olan kurumlaşmalar Türkiye'de de gelişir. Ortadoğu'da sistem içi mücadele ortamında özgürlükçü güçler de kendilerine yer bulabilirler. Özellikle Türkiye, Suriye ve İran’da bu yönlü gelişmelerin olması büyük olasıdır. Geçmişteki gibi farklı blokların etkisinde olan ve birbirinden kopuk yeni sistem arayışlarının gelişmesi zordur. 

Şu andaki şiddetli çatışmalar da esas olarak sistem içi mücadelenin yansımalarıdır. Üçüncü dünya savaşı dediğimiz sistem dışı güçlerle sistem arasındaki mücadele değildir. Sistem içinde yeni dengeler mücadelesi yürütülürken özgürlükçü demokratik toplumcu güçler de kapitalist modernist sistem güçlerinin yanında kendilerine etkin yer bulabilirler. Günümüzün özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi biraz da böyle gelişecek. Zaten bizim teorik yaklaşımlarımız da böyle. Devlet+demokrasi. Artık devlet yıkılmadan hiçbir şey olmaz gibi bir yaklaşımla hareket etmiyoruz. Sistem içi uluslararası ve bölgesel güçlerin çekişmelerinden yararlanabiliriz.

İran da sistemle uzlaşma arıyor. Sisteme açık karşı koyma durumu yoktur. Aslında sistem karşıtı bir güç değildir. Biz sistem karşıtıyız. Ama İran, benim de böyle bir farklılığım var diyerek sistem içinde kendine yer bulmak istiyor. Sistem içi farklılığıyla kabul edilmesini istiyor. Yıkılırsa yeni iktidar blokları oluşacak İran’da. Mevcut iktidar bloğuysa yeni iktidar blokları aramaya gerek yok, benimle uzlaş, diyor. Kabul edilirse Batı sistemiyle uzlaşmayı esas alıyor. ABD’ye açık karşı olan, onu kovma iddiasında olan siste karşıtı bir güç değildir. Hatta sistem yanında ilkeli uzlaşmalarla sistem karşıtı özgürlükçü demokratik bir toplumsal sistem kurma iddiasında değildir. İran’ın  bu karakterini iyi görmek gerekir.

Şu anda bölgedeki mücadele birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi sistem içi güçlerin mücadelesi gibidir. Üçüncü dünya savaşı dediğimiz şey tabii ki siyasal araç ve yöntemler açısından farklılıklar arz etmektedir. Cepheden çok açık birbirlerine karşı savaş yürütmüyorlar. Dolaylı ve yeni yöntemlerle bu savaş sürdürülüyor. Aslında Çin ve Rusya da sistem içinde kendilerine yer arıyorlar. ABD'ye “tamam, sen dünyada hakimsin ama bizi de boğamazsın, bizim de yerimiz olmalı” diyorlar. Mücadele böyle sürüyor. Bu gerçeklik tabii ki sistem içi güçlerin masa başında anlaşacakları, işte gelin biz kapitalist sistemin bir parçasıyız, dünyayı, sömürü alanlarını kuzu kuzu paylaşalım şeklinde olmuyor. Kapitalist modernist dünyada azami kar yasası işler. Bu kanun dışında bir kapitalizm düşünülemez. Bu kanun çekişmeyi, çatışmayı zorunlu kılan bir sistemdir. Bırakalım ülkeler arası ülke içinde bile tekellerin birbirine karşı nasıl mücadele verdikleri bilinmektedir. Dolayısıyla sistem içi güç mücadelesi devam edecek. Ancak küreselleşme ya da sermayenin serbest ve güvenli dolaşımı denen ve bütün kapitalist güçler açısından gerekli olan koşullar nedeniyle bu mücadele 19. ve 20.yüzyıldaki gibi olmayacaktır. 

Ortadoğu Rusya için her zaman önemlidir. Şimdi Avrasya Bloku dediğimiz Çin, Rusya, Hindistan’ın siyasi ve ekonomik etkinlik alanını düşündüğümüzde Ortadoğu'daki mücadele daha da önemli hale gelmiştir. Eğer Ortadoğu'da ABD ve müttefiklerinin baskın hakimiyetleri söz konusu olursa bu durum Çin ve Rusya’yı zorlayacak ve tehdit edecek durumlar ortaya çıkaracaktır. Geçmişte soğuk savaşın en önemli merkezlerinden biri Doğu Avrupa’ydı. Onun üzerinde bir anlaşmaya, uzlaşmaya vardılar. Eksiden sert süren o alandaki mücadeleyi yumuşattılar. Şimdi geçmişte doğu Avrupa ve Ortadoğu üzerinde yürüyen mücadele şimdi esas olarak Ortadoğu, Afganistan ve Pakistan’ın içinde yer aldığı Avrasya’nın göbeğinde sürüyor. Bu açıdan sistem güçlerinin bu mücadelesinden doğru ve esnek taktiklerle yararlanmak mümkündür. Kuşkusuz geçmişteki gibi bir bloka dayanıp diğer bloka karşı mücadele veren bir siyaset, strateji ve taktik tarz yürütülemez.

Gerçekten de içinden geçtiğimiz süreç on yıl yirmi yıl önceki gibi değil, hızlı gelişiyor ve herkes sürece yükleniyor. Ortadoğu söz konusu olduğunda Türkiye de yükleniyor. Türkiye kendi egemen sınıflarının ihtiyaçları ve çizgisine göre bölgede etkili olmak istiyor. Bir yönlüyle Osmanlı tarihini tekrarlamak istiyor. Her ne kadar AKP inkar etmeye çalışsa da politikası böyledir. Türk burjuvazisi de gelişti. Türkiye bu bakımdan Ortadoğu'ya yüklenecek. Bir yönüyle de Ortadoğu'da Türkiye eksenli bir güç mücadelesi de olacak. Türkiye İran’la, Türkiye Arap dünyası ile bir çekişmeye girecek. Türkiye bir hırsla, Ridaniye savaşını kazanıp nasıl Arabistan kapılarını açtıysa şimdi de Suriye sınırında yaptıklarıyla Arabistan kapısını zorlamaya çalışıyor. Bu devam edecek. Kendilerini bu politikaya yatırdılar. Böyle bir stratejileri var. Belki çok zorlanırlarsa çark edebilirler ama şu anda kendilerini buna yatırmış durumdalar. Bu da genelde bir gerilim yaratacağı gibi Ortadoğu'da da bir gerilim yaratacaktır. Arap dünyası Türk devletinin bu planlarına teslim olacak mı? Bu zor görünüyor. Arap dünyasını küçümsememek lazım. Arapların köklü kavmiyçetilikten güç alan milliyetçiliğini ve oluşmuş etkin kimliğini küçümsememek lazım. İslamiyet’i yaratmış bir toplumun tekrar Osmanlı dönemindeki gibi Türkiye'nin etkinliğini kabul etmesi kolay değil. Tarih bilincinin verdiği güçle de Araplarda bir uyanış var. Araplar yine İslam’a dayalı olarak kendilerini güç yapmak isteyecekler. Bu güç kaynağını Türklere bırakmayacaklar.  

Türkler İslam’ı hep bir kılıç gibi dışarı yayılmada kullandılar. Türkiye aslında şimdi de bunu yapmak istiyor. Belki Batı’yı zorlayamaz, ama Ortadoğu'da bu karakterini kullanmak istiyor. AKP’nin dine yaklaşımı böyledir. Araplar için İslam daha farklı bir olgudur. Kendi yarattıkları ideolojik araçtır. Yine bununla güç olmak istiyorlar. Türkiye ile aynı sistemin içindeler. Ama mevcut pozisyonlarının sorun yaratacağı açıktır. Türkiye demokratik ölçülerde örnek olma politikası ve stratejisini izlese tabii ki durum farklı olur. Kürt sorununu demokratik temelde çözmüş bir Türkiye kendisini çok güçlü kılar. Hem tarihsel toplumsal temeli, hem de son yüzyıl içindeki özgürlükçü demokratik toplumcu mücadeleler Kürtlerle birleşmiş Türkiye'yi etkin kılar. Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasının geleneğine dayansa öncü demokratik bir güç olabilir. Ama böyle bir yaklaşımı yok. Bu da Ortadoğu'da ciddi sorunlarla karşılaşacağını gösteriyor. Bizim mücadelemizin de bu ortamda gelişme imkanları vardır. 20.yüzyılda ulusal hareketler daha çok bir bloka dayanarak başarıya ulaşmak istiyordu. Şimdiki dünya ve bölge koşulları buna gerek olmadan da başarıya ulaşma imkanları veriyor. Kaldı ki şimdi Ortadoğu'nun hem genel politikalar açısından hem de Araplar, Türkler Farslar arasındaki çatışma açısından özgürlük güçlerinin konum elde etmesine imkan veren bir gerçekliği bulunmaktadır. 

Mücadele şu anda esas olarak Suriye’de sürüyor. Rojava devrimi PYD’nin ve bir bütün olarak Kürt siyasi hareketinin daha ciddiye alınmasını yarattı. Bir nevi Ortadoğu ve Suriye siyasetinin içine girdi. Orada mücadele gelişiyor. Fakat oradaki Kürt Özgürlük Hareketi'nin epey handikapları olacağı görülüyor. Özellikle KDP’nin yaklaşımları ve ilişkilerinin ciddi sorun yaratacağı görülüyor. YPG yerine kendi yetiştirdiği askeri güçleri hakim kılmak istemesi niyetini ortaya koyuyor. Yüksek konseyin içinde bazıları YPG’nin meşru savunma gücü gerçekliğini kabul etmek istemiyor. Anlaşılıyor ki KDP’ye ve dış güçlere bağlı bir askeri gücün olmasını ve bu temelde ileride bu durumu özgürlükçü demokratik toplumcu güçlere karşı kullanmayı hesaplıyorlar. Bu nedenle olacak ki, YPG komutanlığı yüksek konseyin YPG’yi Rojava’nın savunma gücü olarak tanıma çağrısı yaptı.  PYD de bir cumayı YPG’yi sahiplenme cuması yaptı. Anlaşılıyor ki YPG’yi sahiplenme cumasından yüksek konsey içindeki bazı güçler rahatsız olmuşlar.

KDP Rojava’daki ekonomik sorunları da kullanmak istiyor. Bu sadece KDP’nin planı değil. Bu plan içinde ABD ve Türkiye de vardır. Rojava’daki siyasi güçler ve oluşacak statü KDP’ye bağlı olursa biz bazı şeyleri kabul edebiliriz gibi bir yaklaşımı Türkiye dayatmış olabilir. KDP de Afrin, Kobani ve Serikani gibi yerleri feda ederek böyle bir öneriyi kabul etmiş olabilir. Çünkü zaten Kobani, Afrin, Serikani hattında KDP’nin hiç etkisi yok. Bunun için buraları feda ederek Derik, Qamışlo, Dırbesiye, Amudê gibi alanları kendi kontrolüne alma politikası izleyebilir. KDP'nin ilişkileri ve bu durum Rojava’daki süreci sıkıntıya sokacak gelişmeler ortaya çıkarabilir. KDP ile kavga etmeme ve yüksek konseyi esas alan bir politika izlense de KDP'nin kendini hakim kılma dayatması içinde olduğu anlaşılıyor. Yüksek konseyi esas alma yerine kendisini etkili kılmayı dayatıyor. Herhalde mücadelemiz karşısında sıkışan AKP'nin belirli tavizler vererek KDPyi kullanma politikası bu tür durumlar ortaya çıkarıyor. 


AKP şu anda esas olarak kendi iktidarını ayakta tutma politikası izliyor. Her politikasını, adımını ve ilişkisini buna göre düzenliyor. Çünkü AKP iktidarı Tansu Çiller, Demirel ya da Mesut Yılmaz iktidarı değil. AKP, ben kaybedersem her şeyi kaybederim diye düşünüyor. Önceki partiler sistemindeyse biri gidip diğeri geliyordu. Köklü sistem değişikliği olmuyordu. Burjuvazi, asker ve sivil bürokrasi bu tür partilerin hepsiyle çalışıyordu. Bu partilerinden bir diğerinin iktidara gelmesini kendisi için bir tehlike görmüyordu. Ancak AKP ve yandaşları için durum böyle değil. Bu nedenle kendisini ayakta tutmak için iç ve dış güçlerin hepsine bize karşı savaşta taviz veriyor. ABD'yle de, KDPyle de ya da başka güçlerle bu çerçevede uzlaşır ve taviz verir. AKP KDP ile ilişkilerinin kendisini iktidarda tutmada bir etken olacağını düşünüyor. Nitekim son yıllarda iktidarda kalmasında KDP'nin ve Güneyli siyasi güçlerin destek vermesinin payı çok önemlidir. Yaşadığı en temel sorun olan Kürt sorununda KDP ile ilişkileri sonucu rahatlatmaktadır. Kürt sorunu konusundaki sıkışıklığını böyle geçirmektedir. Bu açıdan KDP ile uzlaşma temelinde hareketimizi tasfiye etme politikası izlemesi büyük bir olasılıktır. AKP kendini ayakta tutmak için bir dönem daha İran’la ilişkilerini sürdürebilir. Bu bakımdan AKP KDP ilişkilerini yakından takip etmek gerekiyor. Rojava üzerinden KDP ile karşı karşıya gelme durumumuz olabilir. Barzani Türkiye'ye gidecekmiş, gidip geldikten sonra maraza çıkarma durumu olabilir. Buna Rojava’daki özgürlükçü, demokratik toplumcu güçlerin vereceği cevap kendini örgütlü ve etkili kılmak, boşluk bırakmamak, ekonomik ve sağlık alanında örgütlenmektir. Kuşkusuz Meşru Savunmanın güçlü tutulması da stratejik değerde önemlidir. Rojava toplumunu KDPnin parasının çekiciliğine bırakmamaktır. Bu açıdan oradaki gelişmeler önemlidir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kuzey Kürdistan ve bölgedeki mücadelesini de yakından etkileyecektir. 

Suriye’de durum nasıl olur, belirsizdir. ABD seçimi sonrası Esad rejiminin düşmesi yakınlaşır mı bu da netleşmiş değildir. ABD, İsrail ve Batının istediği bir biçimde iktidar bloğu kısa sürede oluşturulup hakim kılınabilir mibu belli değildir. Bu açıdan ABD ve Batılı güçlerin de Suriye’de sıkıntıları bulunmaktadır. Siyasi İslam’a dayalı bir iktidarı İsrail de Hıristiyanlar da istemezler. Özellikle Lübnan hem Hıristiyanların etkin varlığı hem de Şiilerin etkinliği nedeniyle Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın desteklediği güçlere karşı olacaktır. Dolayısıyla Lübnan şu anda Suriye muhalefeti içinde etkili olan siyasal İslamcılara karşıt bir konumdadır. Bir yönüyle de Suriye Lübnan’dan nefes alıyor. 

Suriye’de iç ve dış güçlerin kabul edeceği yeni iktidar bloğu oluşmamış durumdadır. Bu durumda Kürtler örgütlenirse Suriye içinde iyi bir denge olurlar. Hatta yeni iktidar bloğunun karakterini belirlerler. Kürtlerin özgürlükçü demokratik toplumcu karakteri yeni iktidar bloklarıyla uzlaşarak siyasal istikrarın sağlanacağı bir Suriye gerçeği ortaya çıkarılabilir. Türkiye'nin desteklediği Sünni İslam’a dayalı Suriye projesi yaşama geçme imkanı bulamaz. Kürtlerin tanınması demek Alevilerin, Dürzilerin ve diğer farklılıkların da tanınması demektir. Kürtlerin demokratik özerkliğin tanınması Suriye’de esnek bir siyasal yapılanma ortaya çıkarır. Özcesi Suriye’deki  kesimlerin siyasal İslamcılardan duydukları rahatsızlıktan yararlanabilir. Dış güçlerin de rahatsızlığı düşünülürse Kürt siyasi hareketinin ortaya koyacağı proje iç ve dış destek bulur. 

Şu anda Suriye’de ciddi bir kaos var. PYD’nin etkin olduğu Kürt demokratik hareketinin Rojava Kürdistan'daki etkinliğinden Türkiye büyük rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle Türkiye KDP ile bu durumu gidermek istiyor. Öte yandan ABD de aslında KDP ile Rojava’yı kontrol edip Suriye üzerindeki etkinliğini sürdürmek istiyor. Nasıl ki KDP Irak’a karşı bir koz olarak kullanılıyorsa Suriye’de de böyle yapmak istiyorlar. KDP üzerinden rojavayı da böyle yapmak isteyebilir. Kürt bölgesinde petrol yatakları da var. Önemli bir petrol bölgesidir. Bu açıdan ABD, Türkiye politikalarını iyi takip etmemiz gerekiyor. Suriye siyasetine tam hakim olunması gerekiyor. Eğer iyi takip edilir, dikkatli politika izlenirse çelişki ve boşluklardan yararlanarak özgürlükçü, demokratik toplumcu güçlerin Rojava, dolayısıyla Suriye’de etkin olması sağlanabilir. Suriye politikası söz konusu olduğunda İsrail ve Lübnan boyutunu göz ardı etmemek gerekir. Öte yandan Suriye tamamen Türk devletinin etkisinde olan, hatta neredeyse ajanı durumuna gelen Sünni İslam’ın eline geçerse Türkiye'nin pozisyonu çok güçlenecektir. Batılılar bile bu durumda zor tutar Türkiye'yi.  Böyle bir Türkiye kendi başlarına bile bela olabilir. kontrol ettikleri siyasal İslam ve AKP kontrolden çıkıp farklı bir yöne evrilebilir. Bu açıdan iç dinamikler, bölgesel ve uluslararası güçler açısından siyasal İslamcı güçlerin frenlenmesi gerekir. 

Bizim demokratik ulus zihniyeti açısından da tek bir kimliğe dayalı uluslaşma dayatmaları, tek kimliğe dayalı siyasals sistem hakimiyetleri olumsuz sonuçlar doğurur. Kürdistan'da tek bir kimliğe dayalı uluslaşma yaklaşımları çok tehlikelidir. Kürdistan'da Alevilik, Êzidilik, Süryanilik gibi farklı inançlar yanında, farklı etnik topluluklar da bulunmaktadır. Suriye’de işbirlikçi siyasal İslam’ın baskın gelmesi, Kürdistan, Türkiye ve tüm bölgedeki demokratik uluslaşma gerçeğine önemli bir darbe olur. Kürdistan'da da KDP’nin de yatkın olduğu tek bir inanca dayalı uluslaşma gerçeği dayatması ortaya çıkar. Tek tipçi bu zihniyet sadece inanç boyutunda değil, farklı kültürel topluluklar için de tehlike yaratır. Hatta farklı Kürt lehçelerini bile tehdit eden bir tek tipçi ulus-devletçi  bir uluslaşma dayatması görülür. Bu açıdan da bizim Suriye’de tüm farklılıkların demokrasi içinde özgünlüklerini ve özerkliklerini koruduğu bir demokratik sistemi savunmamız en doğrusudur. 

Sistem güçleri de tek tipçi eğilimleri Suriye ve çevresindeki çıkarları gereği kabul etmiyorsa ve kozmopolit (farklı yelpazede bir iktidar bloğu) bir yönetim istiyorsa biz bu durumu değerlendirebiliriz. Bu çerçevede Suriye genelinde uzlaşma yaratacak bir demokratik siyasal proje üzerinde durulabilir. Sistem güçlerinin bu yönlü eğilimleriyle uzlaşma içine girilebilir. Sünni İslamcı o katı ve tek tipçi eğilimleri kırıp çoğulcu bir Suriye sistemin kurulması açısından böyle bir uzlaşmanın olması bizim demokratik ulus projemizi de güçlendirir. Yok tersi olursa Sünniliğe dayalı güney eksenli olursa Kürt uluslaşması projesi bizim ideolojik doğrultumuzun esas pratikleşmelerinden olacak, demokratik uluslaşma süreci büyük zarar görür. Kaldı ki tek tipleşme her zaman gericiliğe zemin sunar. Tek tipleşme gericiliği yaratır. Tekleşme yaratmak için gericiliğe başvurmak zorunda kalır. Bu nedenle Suriye’deki farklı yelpazedeki iktidar bloku yaratma eğiliminde olan sistem güçleriyle uzlaşmak mümkündür.

Suriye’de Esad’ın iktidarda kalacağı bir senaryoya göre hareket etmek yanlıştır. Rusya bile böyle bir senaryoya göre hareket etmiyor. Alevi bürokrasisi ve burjuvazisi de kendine yaşam hakkı verecek farklı yelpazedeki bir iktidar seçeneğini kabul etmeye yatkındır. Dolayısıyla farklı yelpazedeki siyasal iktidar bloğu projesinin büyük avantajları bulunmaktadır. Bunu derken Suriye’deki siyasal İslamcılar dışlansın demiyoruz. Hakim ve baskın güç olmasının önüne geçmesinden söz ediyoruz. Bu çerçevede sistem içinde onlar da yer bulur. Uluslararası ve bölgesel güçlerin durumu, Suriye’nin demokratik yapısı buna yatkındır. Özgürlükçü demokratik toplumcu güçler böyle somut bir projeyle hareket edebilirler. Sadece bu yönlü ideolojik ve teorik yaklaşımlarını ortaya koymaları yetmez, bunu politik bir seçenek ve hamleye dönüştürmeleri gerekir. Bunun politikası içeride ve dışarıda aktif olarak yürütülebilir. Örneğin çok somut “biz Suriye’de tek kimlik ve inancın hakim olmadığı, farklı yelpazedeki güçlerin varlığına dayalı bir iktidar bloğuna dayalı siyasal sistemi esas alan  anayasal bir sistemi kabul etmeye hazırız” denilebilir. Bu yönlü bir siyasal sistem değişikliğine açık destek veririz denilerek alternatif bir siyasal proje ortaya konulmuş olur. Bu Türkiye'yi de boşa düşürür. Türkiye'nin KDP ile birlikte oynamak istediği oyunları etkisiz kılar. KDP’nin kötü kullanılmasının önüne de böyle geçilir. Özcesi böyle bir proje üreterek Suriye’de mücadele yürütmek daha etkili sonuçlar doğurur. Yoksa sadece çekişmelere dayalı politika özgürlükçü demokratik toplumcu güçleri zorlayabilir. Özgürlükçü demokratik toplumcu güçler bu yönlü yaklaşımlarını ve projelerini ortaya koyarlarsa dış güçlerin saldırılarını hafifletebilir ve karşı cepheyi daraltabilirler. Özcesi biraz daha politik ve uzun vadeli düşünmeye ihtiyaç vardır. Belki bu proje düşünüldüğü düzeyde sonuçlar ortaya çıkarmayabilir; ancak yaratacağı avantajlar ve olumlu sonuçları mutlaka olacaktır.

Suriye’deki durum netleşene kadar özgürlükçü demokratik toplumcu güçlerin İran’la bir gerilim yaşaması olumsuzlukları yaratabilir. Mevcut durumda özgürlükçü demokratik toplumcu güçler hem Türkiye hem Suriye’yle mücadele içindeyken İran’la sorunlar yaşanması zorlayıcı olabilir. Kuşkusuz İran’a çok güven olmaz. En son Mısır’da Türkiye-İran toplantısı oldu. Suudi Arabistan katılmadı. Her halde Suudi Arabistan İran’ı muhatap almak istemedi. Son zamanlarda Türkiye'nin İran’a yönelik mesajları yumuşamıştır. Türkiye en azından taktik yapıyor. Onlar da Suriye’deki   durum netleşene kadar İran’la çok sert bir çatışma içine girmek istemiyorlar. Kuşkusuz mevcut durumda aynı tarafta değiller. İran da Türkiye ile sertleşmek istemiyor. O da kendine göre politika yapıyor. Aslında İran da Türkiye gibi Suriye’de Kürt politikasının eskisi gibi sürmesinden yanadır. Şu anda Türkiye'nin izlediği Kürt politikası -TRT 6, seçmeli ders gibi- aslında İran’ın şimdiye kadar Kürtlere karşı izlediği politikanın bir başka versiyonudur. Türkiye aslında kendi içinde yürüttüğü yeni koşullardaki siyasal egemenlik ve kültürel soykırım politikasını Suriye’de de yürütmek istiyor. statü vermeden bu tür şeylerle Kürtleri egemenlik altında tutup zaman içinde yok etme stratejisini Suriye’nin de yürütmesini öneriyor. Bu durumu Türkiye'de olduğu gibi bakın Suriye’de de çok önemli şeyler oluyor diyerek Kürtlere ve uluslararası güçlere kabul ettirmek istiyor. Aslında bu politikada İran’la farklı düşünmüyorlar. Ancak İran Rojava’da bir statü ortaya çıkarsa bunun sadece Kuzey değil, kendisini de etkileyeceğini düşünüyor. Bu nedenle kaygı duyuyor. İran da hala milliyetçi yaklaşımla sorunu ele aldığından Kürdistan’ın her parçasındaki gelişmelerden kaygı duyuyor.

Kuşkusuz bizim projemiz hiçbir ülkeyi kaygılandırmayacak bir demokratikleşme projesidir. Halklar arası kavgayı değil,birliği ve birbirini tamamlamayı getirecek projedir. Bizim birlik içinde yaşama projemi var. Bunu doğru buluyoruz. Kesinlikle sınırları sorun yapmıyoruz. Doğru politika izleseler hareketimizin bu yaklaşımından yararlanarak Kürt sorununu rahatlıkla çözebilirler. Ama doğru politika üretmeyince onlar da korkuyor. Öte yandan Rojava Türkiye'nin uzantısı gibiyken, Doğu Kürdistan ise Güneyin uzantısı gibidir. Şino’dan aşağısı Kürtlerin yoğunluğunun hakim olduğu Kürdistan alanıdır. İran-Türkiye sınırında Kürtler bir şerit biçiminde varlarken Urmiye’in güneyi ve Şino’dan sonrası coğrafi ve demografik olarak Kürtlerin hakim olduğu bir alandır. Bu bakımdan İran’ın bunlar güneyle birleşirler gibi bir korkusu vardır. Bu açıdan Kürt politikasında çok hassastır. Güney Kürdistan'a yönelik çok özel politikalar yürütmektedir. Bir yönüyle İran da Kürt sorunu konusunda Türkiye gibi hassastır. Dolayısıyla İran’ın bu yönlü kaygılarının sonucu Türkiye ile ilişkilerinin iyi takip edilmesi gerekir. Farklı cephedeler ama Kürt sorunu olduğu zaman birbirlerini zımmi olarak gözetirler. Suriye de bile hala -Türkiye ile ilişkilerde- hem iktidar hem muhalif güçler açısından böyle bir gözetme durumu görülmektedir.  Ancak Türkiye tamamen kendini ABD'nin Ortadoğu ve Avrasya projesine yatırmış durumdadır. Suriye’den sonra İran’a karşı da ABD yanında benzer politika izleyecektir. Bugün Suriye’ye yaptığını yarın da İran’a yapacaktır. Bu nedenle de Türkiye’yle İran çelişkileri sürecektir. 
Kuzey Kürdistan'da önemli bir askeri ve siyasi hamle gelişti. Rojavadaki hamle ile denk gelmesi bu hamleyi daha da güçlendirmiş bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye'nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinin bozulduğu bir döneme denk gelmesi, hamlenin çevremizde yaşanan siyasal sürecin ruhuna uygun gelişmesini de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla çok uygun bir momentte hamlenin geliştiğini söylemek gerekir. Türkiye'nin Kürt sorununun demokratik çözümüne yanaşmadığı bugünkü ortamda bunu daha fazla geliştirebilir, değerlendirebiliriz. Bu hamlenin Kuzey Kürdistan başta olmak üzere her tarafta ciddi etkileri olduğu açıktır. Kuzey Kürdistan'da bazı hain işbirlikçiler dışında tüm Kürtlerin hareketimiz etrafında toplanma durumu var. AKP'nin de belirli düzeyde oy aldığı Muş, Ağrı, Bitlis gibi yerlerde dengeler tamamen hareketimiz lehine gelişmektedir. AKP sadece buralarda değil, diğer tüm alanlarda da zayıflamış bulunmaktadır. Hamlenin etkisi olumludur. Rojavaya da moral veriyor. Böyle bir hamle olmasaydı Rojava’da KDP ve diğer güçlerin etkisi daha fazla olabilirdi. Hamlemiz bu alanlarda da etkili siyaset yürütmemize zemin sunuyor. Zaten KDP de Güneyde eski gücünde değildir. Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesi bir yönüyle de buradan kaynaklanmaktadır. Böyle bir süreçte hamlemizin gelişme imkanları var olduğu gibi, Rojava’da özgürlükçü demokratik toplumcu güçlerin önlerine çıkacak engelleri daha rahat aşmasına fırsat sunuyor. Rojava halkının her türlü siyasal güce karşı direncini arttırıyor. 

Kuşkusuz genelde de Rojava’da da Kürt ittifakını savunmak gerekiyor. Bölge değişirken, Kürtlerin birlikte hareket etmeleri daha fazla kazanmaları anlamına gelmektedir. Ne var ki KDP'nin bencil, dar yaklaşımları bu büyük kazanma imkanlarını tehlikeye atıyor ve sabote ediyor. Bu değişim sürecine müdahale etmek birlik ile olur. Ama KDP bu tarihsel süreci ve fırsatları doğru okumayarak kendi bencil ve günlük çıkarları gereği Türkiye’yi tercih ediyor. Birlik üzerinde durmamız gerekiyor ama böyle bir durum da var. Kuzeydeki hamlemiz birlik ruhunu daha da geliştirdi. AKP’yi önemli oranda zayıflattı. AKP şu anda bir sırat köprüsü üzerinde yürüyor. Türkiye tam bir iç savaş durumunu yaşıyor. Kumar oynuyor, kaybetmemek için çırpınıyor. Onun için ABD ipine sarılıyor, KDP'ye sarılıyor. Milliyetçiliğe dayanarak kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Milliyetçiliğe sarılarak bizi etkisizleştirmek istiyor. Çünkü Kürt sorununu demokratik temelde çözerek demokratik Türkiye içinde siyasal varlığını sürdürme gibi bir zihniyeti ve politikası yok. Bütün ilişkilerini bize karşı yürüttüğü savaş üzerine kurdu. MHP ile ilişkileri savaş üzerine kuruludur. Önderliğe yaklaşımı savaş üzerine kurguludur. Bu nedenle savaşı sürdürmekte ısrarlıdır. Çünkü kaderini buna bağlamıştır. Ama hamlemiz AKP'yi zorlamıştır. 

Şu açığa çıkmıştır ki, AKP ile uzlaşarak sonuç almak mümkün değildir. AKP böyle bir politik karaktere sahip değildir. Önder Apo’nun vurguladığı gibi 12 Eylül’ün “liberal” versiyonu bir anayasa yaparak yeşil Türkçü faşist bir anayasa yapmak istiyor. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi demokratik çözüm için büyük çaba harcadı. Son günlerde ortaya çıkan belgelerin tümü doğrudur. Ancak AKP oyalamak ve kendini iktidarda tutmak için bu görüşmeleri ele aldığından bir sonuç çıkmadı. Kürt Özgürlük Hareketi Türk devletini ve toplumu çözüme hazırlarız ve böylece AKP'ye de çözümü dayatırız anlayışıyla bu görüşmelere yaklaşmış, ancak sonuç alamamıştır. Bu nedenle mücadeleyle sonuç alma zorunlu hale gelmiştir. Mücadeleyi yükseltip sorunu çözmemiz gerekiyor. Aslında AKP hala hiçbir sonucu olmayan, hiçbir siyasal projeye dayanmayan, sadece kazanmaya dayalı bir ateşkes arzuluyor. Bunun kabul edilemeyeceği açıktır. 

Kimi çevreleri ve Kürt işadamlarını devreye sokarak hiçbir siyasal değeri olmayan ateşkes yaptırmak istiyor. Hatta hiçbir siyasal karşılığı olmayan, sadece oyalamayı esas alan bir ateşkes ortamını BDP'ye bile kabul ettirmek istiyor.

Kürt sorununda Türkiye'deki siyasal güçlerin birbirinden farkı yoktur. Kendi aralarında bir iç savaş yürütürlerken Kürt sorununda benzer düşünüyorlar. CHP ile AKP aynı kafadadır. Hepsi faşist karakterlidir. Sadece kurulacak yeni Türkiye siyasal sisteminde kim hakim olacak savaşı veriyorlar. Eskiden beyazdı, şimdi yeşildir. Bir de beyaz ve yeşili kabul ettirme aracı haline gelmiş MHP’de temsilini bulan kara faşizm var. Ancak kendi aralarındaki mücadele de şiddetlidir. Aslında Ordu içindeki durum da farklı değildir. Belirli etkinlikleri var ama tam hakim olmamışlar. Şu anda orta kademe subaylar eski anlayışta, Kemalist’tirler. Generallerin cezalandırmalarından olumsuz etkilendikleri açıktır. Özcesi ordunun içine de kurt girmiştir. Her bakımdan kendi içlerinde sorunludurlar. Bunun da en az beş on yıl daha süreceğini görmek gerekiyor. AKP her ne kadar Has-Parti’nin kimi kadrolarını yanına alarak kendini güçlü tutmaya çalışsa da İslamcı tabanda da ayrım gelişecektir. AKP'nin politikalarına karşı bu kesimde de hem toplumsal hem siyasal duruşlar gelişecektir. Dolayısıyla Türkiye'nin siyasal durumu demokrasi güçlerinin etkili olmamsına fırsat vermektedir. Bu ortamda HDK’nin etkisini arttırmak gerekir. Alternatifsiz olmaz. Türkiye böyle dağılırken bir alternatifini de yaratmak gerekir. demokrasi hareketini geliştirmek gerekir. Mevcut boşluk ve imkanlara seyirci kalınamaz. Dolayısıyla sorumlu ve ciddi bir biçimde alternatifinin ortaya çıkarılması gerekir. Demokrasi güçleri son zamanlarda AKP'nin durumunu anladılar. Asker-sivil bürokrasinin siyasal İslam karşıtlığı üzerinden solu etkileme politikasının demokrasi ve sosyalizm güçleri açısından bir tuzak olduğunu iyi gördüler. Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketiyle birlikte hareket ederek demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek gerektiğini anladılar. Dolayısıyla bu durumun değerlendirilmesi gerekmektedir.

Devletin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı topyekun savaş yürüttüğü bu süreçte BDP'ye daha fazla yüklenileceği anlaşılmıştır. Bir kısım milletvekillerini zindana atarak BDP'yi zayıflatacaklardır. Bu baskı üzerinden BDP içindeki kimi kesimleri de pasifleştirmeyi hedefliyorlar.  Bu baskılarla serhıldanın gelişmesini engellemek istiyorlar. Görüldüğü gibi AKP'den bir şey  beklemek büyük gaflettir. Mücadelenin sadece dağ alanında değil, tüm alanlarda geliştirilmesi gerekir. kendi özgürlükçü sistemimizi kurarak bu mücadelenin altyapısını oluşturmak gerekir. Şu açıktır ki, serhıldanın gelişmemesinde tereddütlü ve hala AKP'den bir şey bekleyen orta sınıf ruh halinin etkisi bulunmaktadır. Halkın mücadelesinin radikalleşmesini engelleyen bir orta sınıf ruh hali söz konusudur. Yirminci yüzyılda orta sınıf radikaldi. Öyle ki, ulusal kurtuluş hareketlerinde orta sınıf radikal tutum içindeydi. Bu nedenle birçok yerde de birçok hareketlere öncülük yapıyorlardı. Sistem küçük burjuva ve orta sınıfı entegre etti. Sistem onlara yönelik sus payını arttırdı. Bunun için orta sınıftan radikal hareketler çıkmıyor. Dolayısıyla bu tür eğilimleri bahane etmeden, onlardan çok şey beklemeden mücadelenin yükseltilmesi gerekir. Önderlik esaret altında büyük bir direniş gösteriyor. Gerilla fedaice bir devrimci harekat yürütüyor. Rojava’da Kürt halkı büyük bir devrimci hamle içinde. Bölge önemli değişimleri ve dinamizm yaşıyor. Bu ortamda kararlı devrimci mücadele kesinlikle kazandıracaktır. 

Önderliğin durumu ciddidir. Neden uzun süredir görüştürmüyorlar? Bu konuyu daha fazla gündemleştirmek gerekiyor. Kuşkusuz mücadelenin bu düzeyde yükseltilmesinde önderliğe yönelik tehdit ve şantajın da payı büyüktür.  Önderlik zaten iki yıl kadar önce benim savunmalarımı okudular ondan sonra bana karşı tutumlarını sertleştirdiler diyerek AKP'nin gerçekliğini ortaya koyuyordu. Çünkü Önderlik son savunmalarında AKP'yi çok kapsamlı bir biçimde teşhir etmiştir. AKP'den bir beklentisi olmadığını ortaya koyduğu gibi, beklentide olanların da büyük bir yanılgı içinde olduğunu çarpıcı değerlendirmeleriyle gözler önüne sermiştir. AKP'nin Kürtler üzerinde yeni siyasal egemenlik ve kültürel soykırım temelinde Türkiye cumhuriyetini yeniden şekillendirmek istediğini ortaya koymuştur. AKP'nin politikaları karşısında “aradan çekiliyorum” diyerek tepkisini koymuştur. Dolayısıyla bizim de bu tutuma ve direnişe hakkıyla cevap vermemiz gerekir. Çünkü AKP mücadeleden başka bir yol bırakmamıştır. Zaten gelinen aşamada demokratik siyasete yaşam hakkı verilmediğini, milletvekillerinin bir örtü olarak kullanıldığını ortaya koyarak mücadeleyi daha da yükseltmemiz gerekmektedir. Kış geliyor diye yumuşamamak, tutumu net ortaya koyarak bahardaki mücadeleyi daha da geliştirmek gerekiyor. Bu kışın da mücadelenin dağda, ovada her yerde kesintisiz sürdürülmesi önemlidir. Mücadelede kararlılık sürerse halkın da mücadele içine daha etkili gireceği açıktır. Ne KCK tutuklamaları, ne de baskılar halkın serhıldanlarının geliştirilmesini engelleyecektir. Bu tür siyasal ortamlarda halkın devrimci harekatları durdurulamaz gelişir. Devrimler öyle çok örgütlü gelişmiyor. Devrim ortamı örgütü ve önderlerini ortaya çıkarıyor. Kaldı ki Kürdistan devriminin örgütü de önderleri de var. Bilindiği gibi Rusya devrimi olduğunda toplum örgütlü değildir. Şubat devriminde etkili olanlar Bolşevikler değildir. Hatta en zayıf olanlardır. Ama o devrim ortamında doğru politika izleyerek ve sorunlara çözüm gücü olarak devrimin öncüsü oluyorlar. Özcesi uygun bir momentin varlığında halkın yürüyüşü durdurulamaz.

Gerçekten şimdiye kadarki gerillanın direnişi kahramancadır. Önemli bir deney oldu. Belirli alanları kontrol edilebilir duruma geldi. Mevzilere çakılmadan, mevzi savaşı vermeden alan kontrol etme pratiği ve deneyi ortaya çıktı. Kuşkusuz belirli yerlerde yoğunlaşma olmaktadır. Ama bu klasik bir mevzi ve cephe savaşı değildir. Belirli alanlardaki yoğunluk temelinde yürütülen gerilla savaşıyla sağlanan bir alan hakimiyeti söz konusudur. Etkin gerillacılığın bunu başarma gücü olduğu ortaya çıkmıştır. Gerillanın bu direnişi Özgürlük Hareketi'nin etkisini ve itibarını arttırdığı gibi, Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşan ya da savaşmak isteyen güçleri de önemli düzeyde ürkütmüştür. Gerillanın bundan sonra daha da büyüyeceği, gelişeceği, önünün açılacağı, siyasal etkisinin artacağı, halkın mücadelesiyle bütünleşerek demokratik özerklik sisteminin kurulmasını güçlendireceği açıktır.

Şu anda Ortadoğu'da tüm klasik iktidar blokları yıkılıyor. Yıkılan sadece Saddam, Mübarek, Esed değildir. Türkiye'deki mevcut devlet sistemi ve iktidar bloku da benzer zihniye ve yapılanma içindedir. Türkiye’nin ikizleri yıkılıyor. Bunlar yıkılırken Türk devleti ayakta mı kalacak. Onlar da Türkiye gibi yirminci yüzyılın içinde kurulan devletlerdi. Türkiye'de soğuk savaş dengeleri üzerinde kuruldu. Topluma dayalı, etnik ve dinsel toplulukları da gözeten bir siyasal sistem değildir. Otoriter tekçi bir devlet olarak kuruldu. Bu tür devletler ayakta kalmadığına göre Türkiye de dağılacaktır. O da aynı kumaştandır. Sistem değişmemiştir. Erdoğan geldi ama anayasa aynıdır. Düşündüğü yeni anayasa da 12 Eylül anayasasının versiyonu olacaktır. Türkiye kendini ne kadar farklı gösterse de, kimi liberallerle ve işbirlikçi Kürtlerle yüzünü saklasa da gerçeği budur. 


Türkiye'de devlet de, siyaset de günümüzün siyasal ve toplumsal ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Türkiye'deki tüm kötülüklerin kaynağı bu karakterdeki sistemdir. Bu nedenle demokrasi güçlerinin ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin yürüteceği mücadele Türkiye rejiminin de sonunu getirecektir. 

Mustafa Karasu

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info

Hiç yorum yok: