31 Ağustos 2012 Cuma

BDP Konvoyu HPG Gerillalarının Yol Kontrolüne Takıldı


Önce “ne bu muhabbet” diye şaşkınlıklarını dile getirdiler.

Sonra ağır ağır küfretmeye başladılar.


Bunun üzerine Savcı “dokunulmazlıklarının kaldırılması” arzusuyla, “arzuhalini” hazırladı.


Şemdinli savaşı, sonuçlarını tahmin edemeyeceğimiz siyasi bir krize gebe. AKP Hükümeti “görüntü” yüzünden kendi Meclisi’ni kundaklamaya hazırlanıyor. BDP’li vekillerin dokunulmazlığı ile oynamak Türkiye’de “silahı” “tek yol” yapar ve ülkeyi iç savaşa sürükler. O zaman “vekillerle gerillaların kucaklaşma” görüntülerinin yerini Türkle Kürdün “boğazlaşma görüntüleri” alır. Siz şimdiki “görüntülere” şükredin.


O halde şu “görüntüler” hakkında kısa birkaç söz söylemeliyiz. Herkes Kürkçü’ye bu “görüntülerin neyi görüntülediğini” sorup duruyor:


Eğer, “duble yolla dağın kesişme noktasında”, BDP konvoyunu TSK’ya bağlı, diyelim ki, Bolu Komando Tugayı’nın bir “timi” kesseydi. Askerler Ertuğrul Kürkçü’nün boynuna sarılarak, “şu anlamsız savaşa son verme yolunda yaptığınız hizmetlerden dolayı sizi kucaklıyoruz” deseydi. Sonra da onu yanaklarından öpseydi, bu durumda Kürkçü ne yapardı?


Askeri kucaklar, yanaklarından öperdi.


Ama işler böyle olmuyor. BDP konvoylarını karşılayan askerler BDP’li vekillere, yöneticilere ve kitleye ellerindeki silahları doğrultuyor. Zırhlılar namlularını onlara çeviriyor. En küçük bir hareketlenmede bu askerler galiz küfürlerle konvoya saldırıyor.


Bu durumda Kürkçü askere nasıl sarılsın, nasıl öpsün?


Gerillaya gelince… Gerilla BDP konvoyunun önünü kestiğinde askerin yaptığı gibi yapmıyor. Konvoyu selamlıyor. Vekillere “barış için yaptığınız çalışmalardan dolayı sizleri kutluyoruz, daha çok çalışın, daha az kan dökülsün” diyerek kucaklıyor. Onlar böyle dedikleri için, vekiller de, BDP’liler de, orada bulunan halkımız da onları kucaklıyor, yanaklarından öpüyor… Kürkçü de öyle yapıyor.
Başka ne yapsın?


Silahsız insanın “barış” demesi doğaldır. Ama silahlı bir insan “barış” diyorsa, onu iki yanağından öpmek farzdır, vaciptir, yerindedir, isabetlidir.


Özel paşa “yaşasın barış” dese Kürt milleti onu öper, bir de başına koyar…


Nereden biliyorum? Gerçek meydanda. Öcalan “barış” dediğinde, Karayılan “barış” dediğinde, Kürkçü “barış” dediğinde, Kışanak “barış” dediğinde, Demirtaş “barış” dediğinde bu Kürt milleti, silahlısı ve silahsızıyla, çocuğu ve ihtiyarı ile bağrına basıyor. Kucaklıyor. Yanaklarından öpüyor. Bu millet “Barış Annelerinin” milletidir çünkü.


Görüntülerin gösterdiği de bu değil mi?  Siz de bir denesenize. BDP konvoyunun yolunu, “mavi”, “yeşil”, “mor” her renkten berelilerle, son model tanklarla, obüs toplarıyla, kirpilerle kesip, onları “hoş geldiniz barışın savunucusu sevgili TBMM üyeleri, sizinle gurur duyuyoruz” desenize… 


Deneyin görün sizi nasıl öpecekler, kucaklayacaklar…

Ama hayır. Siz öyle yapmıyorsunuz. Yapmayınca da Kürkçü sizi öpmüyor. Öpmez. Neden öpsün. Siz onu öpüyor musunuz?


Ama gerilla öpüyor.


 Mesele bu…


Ve asıl konumuza gelelim. Medya matrak. Ortada “görüntü” olmasa, “olaylar neyi gösteriyor” diye görüntü arayan medya, ortalık görüntüden geçilmezken, “görüntü neyi görüntülüyor” diye saçmalıyor. Madem sordular biz anlatmayalım da, bunu bir Hükümet yanlısı yazar anlatsın. O yazarın adı Abdülkadır Selvi. AKP’li yazarlar içinde, tüm AKP’lilerin iç dünyasını samimiyetle yansıtan biricik yazar o. Bakın “görüntü”nün neyi “görüntülediği” hakkında neler diyor:


“Uludere tam bir kırılma noktası oldu. Psikolojik üstünlük örgütün eline geçti, Şemdinli olayından sonra ise mücadele farklı bir konsepte taşındı.


Örgütün stratejisini biliyoruz, sorun, bizim ne yaptığımız. Şu ana kadar, PKK’nın kalabalık gruplar halinde yapacağı saldırıya karşı özel eğitimli birliklerle önlem alındı.


Çok yanlış bir yöntem değil. En azından iyi eğitimli Özel Harekat Timleri ile yapılan savunma, örgüte ağır zayiatlar verdiriyor. Böylece saldırıları daha az kayıpla atlatıyoruz.


Ama bu nereye kadar devam edecek?


Örgütün bakana saldırıyı göze aldığı bir dönemde, her şey normalmiş gibi davranılması beni kaygılandırıyor. Süratle yeni bir konsepte geçmeliyiz. Ama bu yönde bir çaba gözükmüyor. Tam tersine Şemdinli’ye atandığı için istifa eden general utancını yaşıyoruz.


O zaman biz gariban çocuklarını Şemdinli’ye nasıl göndereceğiz?”


İşte böyle…AKP’deki ve ordudaki iç çöküntü sanılandan da derin. Onlar bir aya yaklaşan savaşın bilançosunu bizden çok daha iyi biliyorlar. Böyle bir savaşta “karşılıklı ölü sayılarını yarıştırarak” sonuç alınamayacağını da çok iyi biliyorlar. Otuz yıldır “biz beş bin, onlar kırk bin ölü verdi” denile denile gelinen yerde artık bu savaşı “sınırlayamadıklarını“ da görüyorlar. Yeni “konsepte geçmekten” o nedenle yana yakıla söz ediyorlar.


Selvi, “diplomat” değil. Diğerleri gibi “içte başka, dışta başka konuşanlardan” da değil. Bildiğini söylüyor. O şimdi “istifa eden” general “utancını” açığa vuruyor. Şöyle ya da böyle, bir general “savaşmak” istememiştir.


Ve ben eminim ki, BDP konvoyunun yolu, bir gün kazara, “Şemdinli’ye atandığı için istifa eden general”le kesişirse, BDP konvoyunda kim varsa o generali mutlaka öpecektir. 


Kısaca “görüntüler” işte bunu “göstermektedir.”


VEYSİ SARISÖZEN

Hiç yorum yok: