5 Haziran 2012 Salı

Türk Resmi Tarihi’nin İdeolojik Temelleri- 2.BÖLÜM

Trenlere bindirilerek Anadolu'ya dağıtılan sürgün Kürtler...


1925’te Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte nasıl bir Kur’an tercümesi ve tefsiri yapılacağını 7 maddelik bir direktifle Diyanet’e bildiren M. Kemal, “Müslümanlık”ın uygulanması için: “Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır!” tezini uygulamaya koydu.

TÜRK RESMİ TARİHİ’NİN ZEHİRLİ MİRASI (II)

1924 Anayasası’ndan sonraki slogan ve ilke “Türkiye Türklerindir” tarzındaki ırkçı veya “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter” biçimindeki aşağılayıcı ve tahrik edici belirlemeleri özne olarak almaktadır. Nitekim, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Kürtçe eğitimin önü kesilirken; 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan “Şark Islahat Planı” ile de Kürtçe konuşulması yasaklanıyor ve konuşanların cezalandırılması kararlaştırılıyordu…


1926 yılından başlayarak, İstanbul Belediye Konservatuvarı öncülüğünde halk arasında şarkı derlemelerine başlanır, bu işin sistemleştirilmesi için 1927’de İstanbul’da Türk Halk Bilgisi Derneği kurulur. 1937 yılından başlayarak, Ankara’daki Devlet Konservatuvarı da derleme çalışmalarına katılır.


1928 yılında 3 ay gibi kısa bir süre içinde insanlar, binlerce yıldanberi kullandıkları Arap kökenli Osmanlıca Alfabe’den koparılarak Latin Alfabesine yöneltiliyorlardı. Böylece, bir anda milyonlarca okuma- yazmasız insan oluştu.


Türk kültürü dışındaki kültürlerin asimilasyonu ve ipotek altına alınması temelinde tam bir “resmi kültür seferberliği”ne başlanmıştı. Bu nedenle, yapılacak ilk işlerden biri, yeni bir “Türk Resmi Tarihi” yazmaktı. Bunun için, öncelikle bir Türk Tarih Encümeni oluşturuluyordu. Bu kurulda, asker ve sivil Kemalist aydınlar yer alıyor ve çalışmalar M. Kemal’in gözetim ve denetiminde yürütülüyordu. (Bu konuda bkz. Ord. Prof. Enver Ziya Karal: Atatürk’ün Türk Tarihi Tezi, Atatürk ve Devrim içinde, TC Ziraat Bank. Kültür yay. TTK Basımevi, Ank. 1980, s. 95- 102)  M. Kemal’e göre; Osmanlı dönemindeki “Ümmet tarihi”, Tanzimat dönemindeki “Devlet tarihi” ve Tanzimat’la Meşrutiyet dönemindeki Batı kaynaklı “Birleşik tarih” anlayışları, “Kemalist tarih” anlayışına cevap vermiyordu ve yeni bir “Türk tarihi” yazılmalıydı…

‘Türk Tarihinin Ana Hatları’


Bu konuda yapılacak ilk iş, Türk tarihine yaklaşım ve öğretim biçimine ilişkin bir anahtar kitap hazırlamaktı. Tümüyle “Güneş Dil Teorisi” gibi ırkçı ve mesnetsiz iddialar üzerine kurulu bu klavuz- kitap, “Türk Tarihinin Ana Hatları” adıyla 1931’de yayımlanıyordu. Bu çerçevede yazılacak asıl Yeni Türk Tarihi konusunda görev bölümü yapılmış ve çalışmanın “İslam Tarihi ve Türkler’in İslamdaki Yeri” konulu bölümünün hazırlanması görevi, El- Ezher Medresesi mezunu Türkistanlı Zakir Kadiri (Oğan)’a verilmişti. Fakat hazırladığı bölüm Atatürk’ün büyük tepkisini çekmiş ve ağır eleştirilere uğramıştı. Atatürk’ün kaleme aldığı ve dönemin TTK Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu’na verilen bu 1931 tarihli elyazması eleştiri yazısı ortadan kaybolmuş ve ancak 2011 yılında ortaya çıkmıştı. (Bkz. Atilla Oral: Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, Demkar yay. İst. 2011)


Daha, 1925’te Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte nasıl bir Kur’an tercümesi ve tefsiri yapılacağını 7 maddelik bir direktifle Diyanet’e bildiren M. Kemal’in, kuşkusuz “Türk’ün milli dini” olarak gördüğü “Müslümanlık”ın uygulanması konusunda da düşünceleri vardı: “Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır!” (Bkz. Dücane Cündioğlu: Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, İst. 1998, s. 49-50)

Hz. Muhammed’i de Türk yaptılar


Hz. Muhammed’in, Cuma hutbelerini “hem dinin, hem Devlet’in başı” sıfatıyla okuduğunu belirtip, kendisini onunla özdeşleştirerek, camilerde okunacak hutbelere de elatıyordu. Bu konuda, kendisini iyi anlayan bir yardımcı da bulmuştu: Irkçı And’ın mimarı Dr. Reşit Galip. Gerisini, gazeteci- yazar İsmet Bozdağ’dan dinleyelim:


“Gazi Paşa, İslamiyeti, Devletin kanatları imiş gibi görmek ve kullanmak istiyordu. (…) Din, gelecek için potansiyel zenginlik; hal için dinamik bir enerji kaynağı idi. Atatürk, uzun yüzyıllar potansiyel değer olarak yaşatılmış bu gücü, dinamik bir enerjiye dönüştürerek toplumun gelişmesinde kullanmak istiyordu.


1932 yılında, konuyu, kendisi gibi düşünen birini bulmuştu: Dr. Reşit Galip. Devrime inanmıştı ve gözünü budaktan esirgemiyordu!


Dr. Galip’in kaleme aldığı projenin adı: “Müslümanlık, Türk’ün Milli Dini”dir. Dr. Galip, bir tez içeren projesinde: İslamın, Türk’ün milli dini esprisine uygun olduğunu söyleyerek, Hz. Muhammed’in Türk asıllı olduğunu ileri sürüyor. Gerekçeleri şöyle:


A- Hz. Muhammed, Arap değil, müstağrap’tır. Yani, dışardan Arabistan’a gelmiş bir aileden doğmuştur. Oysa Araplar, Sami ırka bağlıdırlar. Arabistan’ın kuzeyi Sami değildir.


B- Nasıl ki, Hz. İbrahim de Arap olmayıp Kuzeylidir ve oradan Arabistan’a gelip yerleşmiştir. Hz. Muhammed de Hz. İbrahim soyundan gelir.


Dr. Reşit Galip, bu noktada duramıyor ve Hz. İbrahim’in ve oğlu İsmail’in Türk kökenli olduklarını da ortaya attıktan sonra, Türkler’in Abbasi Devleti’ne hakim olduklarını ve hatta kendilerine (Emir-i Müminin) dendiğini yazıyor; buradan yola çıkarak İslam Medeniyeti’nin de Türk Medeniyeti olduğu noktasına ulaşıyor. Dr. Reşit Galip’in tezi, şu satırlarla bağlanıyor: 


“Müslüman dini, Türk milli bünyesine en uygun din’dir.” (Bkz. İsmet Bozdağ: İşte Atatürk’ün Türkiyesi, Truva yay. İst. 2009, s. 33-34) Bozdağ, Atatürk’le Dr. Reşit Galip’in, hutbeleri, duaları ve kitaplarıyla tüm ibadetin Türkçe yapılması konusunda da  mutabakata vardıklarını belirterek; bunun, Türk milletinin kendi dinine sahip olması ve Türk’ün milliyetçiliği için gerekli görüldüğünü ekliyor. Atatürk, bu konuda yürütülen bir tartışmayı şöyle noktalıyor: “Müslümanlık Türk’ün milli dinidir. 

Müslümanlığı, Türkler yaymışlar ve Türkler kendilerine göre, en geniş manası ile anlamışlar ve benimsemişlerdir. Ancak, softaların mütereddi (tutucu- geri) kafaları, Müslümanlığı, bir türlü Türk’ün Milli dini olarak görmemiştir. Müslümanlığa, - Türk milletinin önünde- lazım olan manayı vermek gerekir.”(Age,s. 35)

Kemalist kurumlaşmanın siyasi nedenleri


Mustafa Kemal, bir toplantı sırasında Türk Tarih Kurumu üyelerine şöyle diyor:


“Biz Balkanlar’ı niçin kaybettik, biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslav (Slav) araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil Kurumları’dır. Bizim içimizdeki insanların milli tarihlerini yazıp milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hududuna çekildik.” (Bkz. Utkan Kocatürk: Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri’nden aktarılarak, İ.Beşikçi: Denge Komkar, Sayı: 108/1998)


İşte, M. Kemal, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra böyle bir çabaya girerek, yeni Türk Alfabesi ile birlikte Türk dil ve kültürünü geliştirmek amacıyla derleme çalışmaları başlatıyor; Üniversitelerde Türk dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü geliştirecek bölümler açıyordu. Tabii, bunlar yapılırken diğer kimlikler yasaklanıyor, dil ve kültürlerine kelepçe vuruluyordu…


İsmail Beşikçi, Kemalist kültür politikasının ikinci ayağını şöyle açımlıyor: “Bu konuşmadan çıkarılacak ikinci sonuç şudur: Eğer herhangi bir ulusu boyunduruk altında tutmak istiyorsan; eğer herhangi bir ülkede sömürgeciliğin sürüp gitmesi, senin için çok önemliyse, o zaman, o ulusu Alfabesiz bırakacaksın. O ulusun dilinin, edebiyatının gelişmesini, tarihinin araştırılmasını yasaklayacaksın. O halkın ulusal bilince ulaşmasına engel olacaksın. Çünkü, ulusal bilince ulaştığı zaman kendi tarihini, kendi hayatını yaşamak isteyecek, senin boyunduruğunu tanımayacak, sana başkaldıracaktır.


İşte, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Kürt dilinin yasaklanmasını; Kürt dilinin, Kürt edebiyatının, Kürt tarihinin incelenmesinin engellenmesini bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Cumhuriyet’in başından beri bunun için her türlü yasak düşünülmüş ve uygulanmıştır. Kürt diline, edebiyatına ve tarihine ilişkin bir iz bırakmamak için her şey yapılmıştır. Yeni doğan çocuklara Kürtçe isimler verilememesi, Kürtçe köy ve mıntıka isimlerinin Türkçeleştirilmesi buradan kaynaklanmaktadır.” (Agy)


Beşikçi’nin, gerçekçi olarak ortaya koyduğu bu politik boyutu sergileyen birçok olgu vardır bugün elimizde. Sözgelimi, bu politikaların uygulanması için Vilayet İdaresi Kanunu’nun 31. maddesiyle Valiliklere de görev veriliyor ve 1930 yılında, ünlü ırkçılardan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından, “çok gizli ve kişiye özel” ibaresiyle  ünlü “Türkleştirme Genelgesi” gönderiliyordu…

‘Kemalist Devrimler(!) Kürtlere karşı yapıldı’


12 Maddeden oluşan Genelge’de; “Kemalist Devrim”in bütün ayaklarını bulmak mümkündür. Yerleşim birimleriyle tabii yer adlarının değiştirilmesinden tutun, başta Kürtçe olmak üzere Türkçe dışındaki dillerin yasaklanmasına; öncelikle küçük köylerin çevredeki Türk köylerine dağıtılmasına; mahalli dillerle yeni köylerin kurulmasının engellenmesine; Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye verilerek halkın Türkçe konuşmaya özendirilmesine; Türkçe bilmeyen köylü kadınların getirtilerek Türk evlerine yerleştirilmesine; insanların eski gelenek ve göreneklerinden uzaklaştırılmasına; tüm bunların yanında otantik giyim- kuşamla birlikte halk danslarının ve şarkılarının yasaklanmasına kadar herşey düşünülmüştür.


Bu nedenle, araştırmacı Lokman Polat’ın “Kemalist Devrimler (!) Kürtler’e Karşı yapıldı” belirlemesine katılmamak mümkün değil. Araştırmacı Polat, haklı olarak; “Kemalist Devrim Kanunları denilen şeyler, Kürt halkına karşı uygulanan yasaklamalardır ve anti- demokratiktir. Kılık- Kıyafet Devrimi denilmiş; bu esas olarak Kürt halkının milli kıyafetlerinin yasaklanmasıdır. (…) Alfabe Devrimi ile Arap Alfabesi kaldırılıp, Latin Alfabesi’ne geçilmiş ve bu uygulamayla Kürtler arasında Alfabe birliği ortadan kaldırılmıştır. (…) Dil Devrimi ile Kürt dilinin yasaklanması, Kürtler’in asimile edilmesi hedeflenmiştir. Kürt diline ve kültürüne hayat veren Medreseler, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılmış, Kürtler’in hayat damarları kesilip, Kürt dilinin ve kültürünün gelişimi dumura uğratılmıştır. (…) M. Kemal, hiç bir devrim yapmamıştır. O, Osmanlı devlet enkazını devralıp, TC’yi Osmanlı devleti temeli üzerinde inşa etmiştir. M. Kemal, diktatörlük kurarak; Kürtler’i, komünistleri ve İslamcıları katletmiştir. Halka karşı yasakçı kanunlar çıkarmıştır. Bu yasakçı yasaların devrimle hiç bir ilgisi yoktur.”(Nuroj,29/997)
 Resmi tarih ve 1960 dönemeci

1960 Darbesiyle başlayan süreç, Türk resmi tarih ve kültür politikasında yeni bir dönemeci simgelemektedir. Bu dönemde, geçmişte Kürtler’e dönük olarak hazırlanan gizli asimilasyon raporlarına benzer çalışmalar yürütüldüğü gibi, bu konuda yeni kurumlaşmalara da gidilir. 


Bu dönemde hazırlanan gizli raporlardan birini, 1925’ten itibaren M. Kemal tarafından Şark İlleri Asayiş Müşaviri olarak görevlendirilmiş olan Etno- Politika uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut hazırlar ki, bunu ilk kez Kürdoloji Belgeleri- I (Özge yay. Ank. 1994) adlı çalışmamızda yayımlamıştık. Bu tür gizli raporlardan birini de “Doğu Raporu” adıyla, 1961’de askerlerin Kürt sorununa çözüm üretmek üzere oluşturdukları “Doğu Grubu” hazırlamıştı. Ecevit’in Gizli Arşivi’nden çıkan bu raporu da, ölümünden sonra gazeteci Can Dündar ile Rıdvan Akar birlikte yayımladılar.


Raporda; eskiden olduğu gibi Kürtler’in “hicret” ettirilmesi yani sürülmesi; Irak ve İran Kürtleri ile ilişkilerinin kesilmesi; okullarda misyoner yetiştirilmesi; Doğu’ya Kürt kökenli memur gönderilmemesi; Radyo aracılığıyla Türk güfteleriyle mahalli havaların çalınması; bölgenin lisanına vakıf saz şairlerinin ve aşıkların Türkçe söylemeye özendirilmesi; ırk bakımından, Türk siyasi düzeninin kendi menfaatleri bakımından en elverişli, en emin ve en çok imkan sağlayan düzen olduğunu telkin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi… gibi hususlar yer almaktadır.



Kürtleri ‘Dağlı Türkler’çabası…

Tabii yalnızca bunlar da değil. Öncekilerin üstüne bina edilmiş olarak Kürt Tarihi de bu Raporda şu başlıklarla önemli yer tutar:


- Dünya entelektüel muhitine Türkiye’de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması;


- Bir üniversiteye bağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendini Kürt sananların menşelerinin Türk olduğunun isbat olunarak yayınlanması ve Doğu’nun Türk tarihinin yazılarak neşredilmesi…


- İslam Ansiklopedisi, Rus alim ve politikacısı Minorski’nin tarafgirane bir surette, kendini Kürt sananların menşeinin İrani olduğunu iddia eden yazısını alarak, kendilerini Kürt sananlar kısmında neşretmekle, Lozan’da delegelere kabul ettirilen, kendilerini Kürt sananların Dağlı Türkler olup, menşelerinin Turani olduğu tezi ile de tezada düşülmüştür. Doğulu münevverler arasında münakaşayı mucip olan ve ayrılık taraftarlarına tutamak veren bu hatanın, derhal tashih edilmesi…


- Kendilerini Kürt sananların, menşelerinin Turani kavimlere dayandığı hakkında, çeşitli yönlerden arayışlar yapılması ve neticelerinin türlü neşir vasıtalarıyla yayılması…(Bkz. Milliyet gaz. 22 Ocak 2008)


Görüldüğü gibi, 27 Mayıs Darbecilerinin hazırladıkları bu Raporda, tam bir propaganda seferberliği öngörülmektedir ve bu niyet, sonraki gelişmelerle de bütünüyle açığa çıkmıştır…


Nitekim, Cunta’nın görevlendirdiği ve daha sonra “Prof”luğa terfi ettirilen Karslı M. Fahrettin Kırzıoğlu, derhal kolları sıvayarak, tam da yukarda belirlenen esaslar çerçevesinde “Kürtlerin Kökü” adıyla bir kitapçık hazırlıyor ve bu kitapçık, kendisinin de kurucu üyesi olduğu Diyarbakır Tanıtma Derneği tarafından yayımlanıyordu (Ank. 1963).


Bu kitaptan sonra Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tarih öğretim görevlisi olarak görevlendirilen Kırzıoğlu, bu kez “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler”i kaleme alır (Ank. 1964). Kırzıoğlu, bu kitabı biraz daha genişleterek bu defa “Kürtler’in Türklüğü” adıyla yayımlar (Ank. 1968) ki, bu kitaplar MEB’nin kitap satış yerlerinde baş köşede satışa sunulmaktaydı. Kırzıoğlu’nun sonraki çalışmalarından birisi de şudur: “Dağıstan- Aras- Dicle- Altay ve Türkistan Türk Boylarından Kürtler” (TKAE yay. Ank. 1984) Bu çalışmalara eşlik edenlerden biri de, yine öğretim üyeliğine getirilen Uşaklı Tuncer Baykara’dır. O da, 1967’de yayımlanan “Atsız Armağanı”nda bir makaleye yer verir: “Doğu Anadolu= Türkmenia (Türkmen Ülkesi)”. Aynı kişinin adına, özellikle 12 Cuntası’ndan sonra daha sıkça rastlayacağız ki, bu dönemde yaptığı en kapsamlı çalışma, Kürt dilini “Doğu Anadolu Osmanlıcası“ olarak sunan, aynı isimli kitabıdır. Üstteki makale, 12 Eylül Cuntası döneminde bu kez H.K. Türközü tarafından “Türkmen Ülkesi= Doğu Anadolu” adıyla Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) yayınları arasında yayımlanacaktır (Ank. 1985).


“Kürtler’in Türklüğü”nü ispatlamakla görevlendirilen resmi kalemşörlerden biri de Aydın- Sökeli Prof. Dr. Mehmet Eröz’dür. Sosyolog olarak sonradan Üniversiteye intisab ettirilen bu şahsın da aşağı yukarı tüm çalışmaları bu çizgidedir. Eröz, “Doğu Anadolu’nun Türklüğü” (İst. 1975) ve “Doğu Anadolu Hakkında Sosyo- Kültürel Bir Araştırma” (Ank. ty.) konulu kitaplarıyla bu düzmece tezlere katkıda bulunurken; Alevilik- Bektaşilik konularına da elatarak, hizmetini devam ettirir…

Kürtler adına onlarca bilimdışı kitap yazıldı


Bunları daha da çoğaltmak mümkün, ancak sayıları belki 100’e varan bu tür bilimdışı, düzmece kitapların büyük bölümünün 1960, 1970 ve özellikle 1980 darbelerinden sonra yayımlandığını belirtelim. (Ayrıntılı bilgi için bkz. M. Bayrak: Türkiye’de Kürdoloji Çalışmaları, Kürdoloji Belgeleri-II içinde, Özge yay. Ank. 2004).


Zaten Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt aydınları susturulduğu için, Kürtler adına yazıp- çizenlerin tamamı asker ve sivil Kemalist bürokratlardır. Türk Ansiklopedisi, Meydan- Larousse Ansiklopedisi gibi ansiklopedilerin “Kürtler” maddelerinin MİT gibi Devlet kuruluşları tarafından yazıldığı biliniyor. Cumhuriyet dönemi boyunca, ilk kez objektif olarak Kürtler’e yer veren yayın ise, Darbecilerin raporunda eleştiri konusu edilen  uluslararası İslam Ansiklopedisi’dir. Yine yukarda ismi geçen Ord. Prof. Dr. KM. Fuat Köprülü’nün yönetiminde “tercüme, ta’dil, te’lif” yöntemiyle Türk literatürüne kazandırılan Ansiklopedi’nin, Minorski tarafından kaleme alınan “Kürtler”  maddesinin; yazı kurulunda yer alan Urfalı Eski Türk Edebiyatı Tarihçisi Doç. Dr. Abdülkadir Karahan’ın çabasıyla Ansiklopedi’ye alındığı ve bundan dolayı Karahan’ın, daha Demokrat Parti döneminde “Kürtçüler” listesine alındığı; 12 Eylül darbesinden sonra ise üniversiteden ilk uzaklaştırılan öğretim üyelerinden olduğu biliniyor.


1960’lı yılların sonlarından başlayarak Resimlerle Türk Tarihi Dergisi ve yayınları, 1980 Darbesinden sonra Türk Kültürü  dergisiyle TKAE Yayınları ve Diyarbakır Zazaları’ndan Hayri Başbuğ’un yönetiminde çıkan Zaza Kültürü Dergisi ve Yayınları, yine bu tarihten sonra yayına başlayan Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi ve Yayınları  ile sonradan satın alınan Boğaziçi Yayınları bu kategoriye giren uzun erimli yayın faaliyetleridir.

Kürt ve Kürdistan’ın yasağı ve sonuç


Dr. A. Salih, 1995 yılında Fransa’da “Kürtler, Kürdistan ve Kürtçe’nin Türk Bilimsel ve Siyasal Konuşmasında Gösterimi”  konusunda bir doktora çalışması yapmış. Çalışmasında özellikle “dil” ve “kimlik” konuları üzerinde yoğunlaşan Dr. Salih’ten yapacağımız şu alıntı, bazı hususların daha iyi kavranmasına yardımcı olur kanısındayız:


“Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin kullanılmasının yasaklanması, dilin inkar siyasetindeki önemini vurgulayan en önemli olaydır. M. Kemal’i bu yasaklamaya iten temel neden, dil ile dünya arasındaki sıkı ilişki ve en önemlisi, isimlerin dünyadaki nesnelerle olan bağlarıdır. (…) M. Kemal’in Kürt ve Kürdistan sözcüklerini yasaklamakla amaçladığı hedef, ne kadar akıl almazsa, o kadar da başdöndürücü ve dehşet vericidir. M. Kemal, Kürt ve Kürdistan kavramlarını yasaklamakla, aynı zamanda dilsel bir sorun ve tuzak yarattı. Nitekim, sözcüklerin yasaklanmasıyla ne Kürtler, ne de Kürdistan ortadan kaldırıldı. (…) Kemalizmden devralınan bu zehirli mirasın, Türk devlet yetkililerine nasıl içinden çıkılmaz bir sorun yarattığı ise ortadadır…” (Dr. A. Salih: Dil ve Toplumsal Olaylar: Dilin, Kürt Halkının Varlığını İnkar Siyasetindeki Yeri; Nuroj Gazetesi, Sayı:18/ 1996)


Sözlerimizi, ünlü bilge- şair Cigerxwîn’in tam da buna denk düşen bir dörtlüğüyle noktalamak istiyoruz:


“Sedan sal, hezaran zimanê me ye
Wekî me di bin deste dijmin de ye
Çi gernas û mer e di meydane ceng
Ne şur û mertal û ne top û tifeng...”


(Yüzlerce, binlerce yıl dilimiz, bizim gibi tutsak kaldı; ancak ne kadar yiğit ve kahraman ki, bugüne kadar kılıca, kalkana, topa ve tüfeğe yenilmedi…)


BİTTİ

MEHMET BAYRAK

Hiç yorum yok: