2 Haziran 2012 Cumartesi

Tekçiliğe Karşı Çok Dillilik…

"18 Mart Çanakkale Şehitleri için Diyarbakır Valiliği Kürtçe, Türkçe Bilbordlar yaptı. İnanın ki, astığı gün ben 'W'yi kullandığım için ceza aldım. İşte bir makyajın ötesinde bir ikiyüzlülük. Yani TRT6'da 'Bi Xer Xatin' demek serbest, ama KCK davasında Kürtçe konuşmak 'bilinmeyen bir dil' oluyor. Devletin, işte böyle bir ucube yaklaşım var."

Çok Dili Belediyecilik Projesi başta olmak üzere çok sayıda özgün çalışmasıyla tanınan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, 24 Aralık 2009 tarihinde siyasi soykırım operasyonları ('KCK operasyonu') çerçevesinde tutuklandı. Cezaevinde genetik kökenli kan pırtılaşması nedeni ile sağlık durumu kötüleşti. Cezaevindeyken vücudunda ödemler oluştu. Hayati tehlikeyle karşı karşıya gelmesinden dolayı hastaneye kaldırıldı. 55 gün hastanede kaldı. O süreçte doktorların raporu ve kamuoyun baskısıyla tahliye edildi. Türkiye'de hiçbir hastane Demirbaş'ın sağlık sorununa bir çözüm bulamadı. Bu nedenle Demirbaş'ın yurdışına çıkması gerekiyordu. Ancak bu defa da yurtdışına çıkış izni verilmedi.

Tedavinin yurtdışında mümkün olduğu yönünde üniversite hastanelerin verdikleri raporlar ile 8 defa başvurdu. Ancak bu başvurulara olumlu yanıt alamadı. Son olarak tedavisi için hem yurtdışı, hem de yurtta çeşitli kampanyalar düzenlendi. Geçtiğimiz günlerde Demirbaş'ın yurtdışı yasağı kalktı. Tedavi için Avrupa'ya çıkan Demirbaş, tüm tedavi imkanlarını araştırıyor. Son olarak doktor görüşmelerinde Almanya'da çıkan bir ilaç ile tedavi olması öneriliyor. Henüz tahliller sonuçlanmadığı için tam kesin karar verilemiyor. Doktorlar bu ilaçı denemesi gerektiğini ve birbuçuk iki ay sonra tekrar Almanya'ya gelip kontrol olmasına karar verildi.


Demirbaş'a sağlık sorunlarının yanı sıra yaptığı belediyecilik çalışmalarına ilişkin sorularımızı yönelttik.

Sayın Demirbaş, tutuklanmanızın ardından birçok tepki geldi. Bu tepkiler için ne söylemek istersiniz?


Hem Türkiye'de, hem kendi bölgemizde hem de çeşitli ülkelerde, yurtdışında tedavi görmem için Hükümet ve Adalet Bakanlığı nezdinde kampanyalar düzenlendi. Facebook ve Twitter gibi sosyal medyada bu konuda bir gündem yaratıldı. Sivil toplum örgütlerinin girişimleri oldu. Son olarak Almanya'da, Uluslararası İnsan Hakları Topluluğu (IGFM) adlı kuruluş bana destek verdi. Hatta bu konuda doktor randevularını onlar yaptı. Bana destek olup bu konuda başarı sağlayan herkese teşekkür ediyorum ama bir çağrımı da yenilemek istiyorum: "Şu an durumu benden daha kötü olup da cezaevide yaşayan onlarca hasta arkadaşmız var. Ben benzer çabaların onlar içinde yapılmasını önemsiyorum. Çünkü gerçekten Türkiye'deki cezaevi koşulları bir hastanın yaşamını sürdürebilmesi için uygun değil. Bu nedenle bu kampanyaların diğer cezaevindeki arkadaşlarımızın için devam etmesini istiyorum. Gerçekten çok ciddi durumlar ile karşı karşıya olan arkadaşlar vardır. Bunların sayısı 200'ü aşkındır. Tabii bu arada da bir kaç arkadaşımız vefat etti. Nurettin Soysal bunlardan biridir. Bu arkadaşları ben yakından tanıdım. Onların durumları gerçekten çok ciddi. Ben bu konuda kampanyanın sürdürülmesini bu yüzden çok önemsiyorum. İnsan yaşamından daha değerli hiçbir şey olamaz.
 
Mahkemelerin bu durum karşısında tahliye kararı vermemesini neye bağlıyorsunuz?


Tabii, 12 Eylül'ün bir anlayışı vardı 'Asmayalım da besleyelim mi'… Bugün bu anlayış farklı biçimlerde devam ettiriliyor. Nihayetinde bir tutsak da olsa, bir tutuklu da olsa o insan bir insandır. Böyle bakmak gerektiğine inanıyorum. İnsana değer eksenli bir yönetim merkezi Türkiye'de mevcut olsaydı bugün hiç bu sorunlar olmayacaktı. Sorunun temelinde insanı merkeze almamak var. Siz hasta bir tutsağı cezaevinde tuturak aslında onun ölümünü istiyorsunuz. Yani bu hem dinen, hem insani açıdan, hem vicdanen bir kere uygun olmayan bir şeydir. Maalesef, Türkiye sistemin genel anlayışı bu. Ama bu nedenle de Türk hükümetinin bu adımı atması için uluslararası kamoyunun harekete geçmesi çok önemlidir. Ciddi bir kamuoyu oluştursa devlet de değişmek zorunda kalacaktır. Dış dinamikler olmazsa için sırf iç dinamiklerle Türkiye kolay kolay değişmiyor.
 
O zaman Türkiye'deki değişim biraz da makyaj değiştirmek gibidir…


Biliyorsunuz, Türkiye'de her değişim özde bir değişim değil. Çünkü özde bir değişim olabilmesi için hukuki boyutunun olması lazım. Mesela Türkiye'nin bir TRT6'i var. Bakın bu aslında bir makyajdır. Yarın başka bir hükümet gelse çok rahat onu yok sayabilir. Dolayısıyla şöyle bir mantık var bu hükümetlerde: 'Demokrasi lazımsa onu da biz getiririz ve istediğimiz gibi getiririz'… Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz, Kürtlük adına bir şey yapılacaksa onu da biz yaparız vs… İşte bunlar özde bir değişimin olmadığının açık delilleridir. Tutuklu bulunan milletvekilleri için dört parti, bu konuda yeni bir düzenleme yapması için hazırlanan komisyona üye verdi. Ama Başbakan 'tartışmamız lazım' diyor. Peki eğer tartışacaksan temsilcini niye gönderdin? Bu 'Siz elimizde esirsiniz. Biz istersek sizi bırakır ya da bırakmayız' anlayışıdır. Bu ne dine ne de insanlığa yakışır. Hani tek din diyordun ya… Bu yaptığın Müslümanlığa aykırı bir şeydir. Bir insanın ölümü bir dünyanın ölümüdür.

Sayın Demirbaş, belediyecilik çalışmalarıyla da çok gündem oluyorsunuz. Bu konudaki sorularımızı soralım. Projeleriniz arasında en fazla ses getiren Çok Dilli Belediyeciliktir. Bunun dışında farklı projeleriniz de var. Bunlar hakkında neler söyleyeceksiniz?


Şimdi öncelikle biz şuna inanıyoruz: Demokratik ulus mantığı bir anlamı ile bütün halkların temsiliyetini ifade ediyor. Milliyetçi tarzı ifade etmeyen, ama bütün herkesin birarada var oluşunu ve varlığını kabul eden bir tarzdır. Çok Dilli Belediyecilik ile bu topraklarda yaşayan her kesimin kendini ifade etmesi gerekiyor. Biliyorsunuz, Türkiye'nin resmi bir anlayışı vardır, 'Tek dil, tek din, tek devlet, tek millet' mantığı. Biz bir kere tek millet mantığına karşıyız. Türkiye farklı halkların, kimliklerin, inançların ve dillerin olduğu bir ülke. Öyleyse bu gerçeklikten yola çıkarak devletin tekçi mantığına çoklu mantık ile biz cevap veriyoruz. Gerçek demokrasi budur. Bu nedenle biz bir Kürt olarak şunu da önemseyerek ifade etmek istiyoruz. Kendimiz için hangi hakları istiyorsak birlikte yaşadığımız diğer halklara da aynısını istiyoruz. Bunun için de Çok Dilli Belediyecilik diyoruz. Bugün bir Kürt, Ermeni için de Süryani için de, Arap için de Bir Çerkez için de kendisi içinde aynı şeyleri istiyor.

Kültürler Sokağı projesi


Bir başka boyut ise devletin tek din mantığına karşı bizim farklı inançların bir arada yaşayabileceği projedir. Bunun adı Kültürler Sokağı'dır. Aynı sokak üzerinde nasıl farklı diller bir arada yaşayorsa farklı dinlerinde bir arada yaşamısı gerektiğini düşünüyoruz. Bu toplumsal barışın olmazsa olmazıdır. Önemseyerek ifade ediyorum. Biz tek din mantığı değil, farklı inançların var olduğunu ve bir arada yaşaması gerektiğine inanıyoruz. Tabii ki bu söylediğimiz şeyler, resmi ideolojiye aykırı şeyler ama biz bunu yapmaya devam edeceğiz.

'Sere Şevê Çirokek…' projesi


Bir başka projemiz de 'Sere Şevê Çirokek - Her Mala Dibistane" projesidir. Bu projemizin en önemli amacı, aile içinde eşitliği ve sağlıklı iletişimi sağlamaktır. Anne baba ve çocukları dil öğrenmek için her gece bir saatlerini ayırmalarinı istiyoruz. Bunun için bir araya gelenler eşitler arasında bir iletişim kuruyor. Bir kere ailenin demokratikleşmesi söz konusudur. Biliyorsunuz biz Kürtlerde feodaliteden, sistemden ve erkek egemen anlayıştan kaynaklı hiyerarşik bir yapılanma var. Bizler bunu ortadan kaldırıyoruz. Anne, baba ve çocuklar eşit, üçü de dil bilmiyor ve bir araya geliyor. Biliyorsunuz, Kürtlerde aile içi demokrasi yok. Bunu önemiyoruz. İkincisi, dil öğrenmek için bir araya geliyorlar. Her gece bir saatlerini dil öğrenmeye ayırıyorlar. Üçüncüsü ve en önemlisi, daha önce neden bir araya gelmediklerini sormaya başlıyorlar. Bu da Özgür Yurttaş Bilincidir. Soru soran insan, özgürleşen insandır. Aile üyeleri birbirine "Niye biz daha önce bir araya gelmiyorduk" diye sormaya başlıyor.


İkinci bir boyutu da var. Biliyorsunuz, Türk devletine göre resmi dil Türkçedir ve Türkçenin dışında bir eğitim yoktur. Biz şimdi bu devletin bizim resmi dilin dışında kendi dilimiz ile eğitim yapmasını beklersek herhalde Kürtçe diye bir şey kalmayacaktır. Biz diyoruz ki, devlet kendi okullarında dilimizi yasaklamaya gücü yetebilir ama evlerimizde dilimizi yasaklamaya gücü yetemez. Evlerimiz bizim özgür alanlarımızdır. Öyleyse evlerimizi özgür okullara çevirerek, biz kendi dilimizi evlerimizde öğrenebiliriz diye bir proje başlattık. 9 yaşındaki çocuklarımız için Mamoste Medya Evi'nin bir odasını sınıfa dönüştürdük. Aynı zamanda Yüksekova'dan İstanbul'a kadar birçok yerde bu kitaplarımızı dağıtarak bu eğitim projemizi başlattık.

Kürtçe Kreş projesi


Diğer bir projemiz Kürtçe Kreş projemizdir. Biliyorsunuz, yeni eğitim sisteminde 4x4x4 ile okul eğitimi öncesinde asimilasyonu başlattı bu devlet. Devlet Kürt çocuklarını asimile etmeyi anaokullarından başlatıp, Kürtçeyi oralarda bitirmek istiyor. Çünkü çocuk evinde Kürtçeyi öğreniyordu. Okula 7 yaşında geldiğinde Türkçe ile karşılaşıyordu, ama yine de dilini öğreniyordu. Şimdi okul öncesi eğitim yaşını 3 veya 4 yaşına indirip çocukların beyinlerini dumura uğratıyorlar. Bizde bu kreşlerde, Kürtçe anadille eğitim projesini başlattık. Biliyorsunuz yerel yönetimlerin eğitimine izin verilmiyor. Biz Demokratik Özerklik gereği hem eğitimin yerellere devredilmesini istiyoruz, hem de eğitimin anadilde olmasını istiyoruz. İşte Kreş projesiyle her ikisini yapıyoruz. Belediye olarak Kürtçe, Ermenice, Süryanice dillerinden birini bileni işe alıyoruz. İkincisi, bu dili bilen personelle fazla ücret ödüyoruz. Yani tabii ki bir dil kotası bir parası var diyoruz. Mesela bir kişi toplu sözleşmemize göre bu dillerinden birini bilen personelimiz diğer personellerimizden 25 lira daha fazla alacak.


Bir başka projemiz kadına yönelik şiddet ile ilgilidir. 2005 yılında aldığımız bu karar, çok sayıda belediyemizde hatta Türkiye'nin birçok yerlerinde yaygınlaştı. Eşine şiddet uygulayan personelin maaşını kadına veriyoruz. Bu uygulama şu anda Türkiye'nin her yerinde uygulandı. Bir başka yaptığımız özgün proje de tandır ekmeğı projesi, mantar projesidir. Şu ana kadar 180'e yakın kadının istihdam sahibi yaptık. Ailede para kazanan kadının ailedeki statüsü de değişiyor. Kadının toplum içindeki yerini değiştiren toplumsal çalışmalar da yapıyoruz.

Özgür Toplum projesi


Kültür sanat çalışmaları da hızlı biçimde devam ediyor. Şu an mesela Domaniler ile ilgili çalışmalarımız vardır. Romanların bölgedeki ismi Dom'dur. Şunu iddia edebilirim ki, Türkiye'de onlarla en çok BDP'li belediyeler ilgileniyor. Onların da her kimliğin olduğu gibi özgün özelikleri, kültürel değerleri, sanatları vardır. Hatta belediye personel alırken ilk defa bir Ermeni, bir Süryani, bir Hıristiyan ve bir Domani işe aldık. Bu özellikle bizim geliştirdiğimiz bir projedir. Bu Türkiye'de bir ilktir. Bunun için Eşitlik ve İstihdam Müdürlüğü'nü kurduk. Türkiye yasalarına göre suçtur. Ama biz böyle bir karar aldık. Bu müdürlüğün başında da Diyarbakır'da tek yaşayan bir Rum ailenin mensubunu müdür olarak atadık. Bu da devlete göre bir suçtur, fakat eminiz ki gün gelecek bu yöntem Türkiye genelinde önemli bir örnek model olacak. 


Oysa bizim devlete önerdiğimiz model budur. İnsanlar kendi farklılıkları ile eşit olmalılar. Yani Özgür Yurttaş = Özgür Toplum. Böyle düşünmek gerekiyor.

Sanat atölyeleri...


Bütün bu çalışmaların yanında sanaltsal ve kültürel çalışmalar da var. Mesela geçen yıl Diyarbakır'da 'İşçi Filmleri Haftasını' düzenledik. Kürtçe sinema, Kürtçe tiyatro, çocukların yeteneklerini geliştirecek oyuncak atölyesi gibi. Tüm yaratıcılıklarını ortaya koyabilmeleri için böyle bir çalışma ortaya koyuyoruz. Elbette bunlar yetersizdir. Ama bunu yaparken popülizmden uzağız. Özellikle çok dilli çocuk koromuz şu anda çok dilli gençlik korosu oldu. Halka yönelik konserleri düzenliyoruz. Sanatın gelişebilmesi ve bilimsel temellere oturabilmesi için de çalışmalar yapıyoruz. Bunun içinde sanat atölyeleri kurmuşuz. Bunun için de tiyatro, film ve resim atölyelemiz vardır.

Peki bu projelere devletin tutumu nedir?


Devlet hem yasalara dayanarak hem de ekonomik olarak engelemeye çalışıyor. Hem sanatsal hem de halk çalışmalarında devlet bizi sınırlamak, engellemek istiyor. Bu bir gerçektir. Mesela kadın destek evlerini, Eğitim destek evlerini kapatmak istiyor. Çünkü eğitim destek evlerinde yoksul çocuklarını üniversiteye hazırlıyoruz. Sanat atölyelerimizin kapatılmasını istiyorlar, çünkü biz Kürtçe eğitim veriyoruz. Ermenice kursumuzun kapatılmasını istiyor, çünkü Ermenice dilinin varlığını biz geliştirmeye çalışıyoruz. Bunlar yasalarla yaptıkları engellemdir. İkinci olarak ekonomik kaynaklarımızı kısıyor. Bizi kriminalize veya terörize ederek halkın bizden uzaklaşmasını istiyor. Ama en önemli engel özelikle şunu ifade etmek istiyorum ki, müfettişleri üzerimize gönderiyor. Mesela bir yıl önce teftişten geçtik. Buraya gelmeden öncede genel teftiş kararı aldıklarını söylediler. En ufak bir harcamamızı yeniden didikleyerek, bir açık bulmaya çalışıyorlar. Örneğin bizim Belediye'de araştırma yaptılar hiçbir şey bulamadılar. Sonunda gelip bize şunu söylediler: "Sen devlete 35 lira zarar vermişsin!" Atatürk Havaalanı'ndan Taksim'e doğru bir taksiyle gitmiştim. Taksiye 45 TL vermiştim. Araştırmalarda hiçbir şey bulamadılar, sonunda sen devletin fazladan 35 lirasını harcadın. Eğer metro ile gitseydin 10 lira verirdin oysa taksiye 45 lira verdiğini için devletin 35 lirasını fazladan vermişsin. Bunu söyleyen müfettişe o anda çıkarıp 35 verdim. Ama bu trajediye bakın ki, havalanına gelen müfettiş bizi arayıp, bizden taksi istedi...

Ne tür davalarla karşılaşıyorsunuz?


Çok ilginç şeyleri ile karşılaşıyoruz. Ama bunlar bizi daha da kamçılıyor. Mesela 'Eğitim destek evlerinde niye Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi yoktur' veya bilmem 'İstiklal Marşı yok', 'Şu yok, bu yok'… Bunun gibi birçok bahaneler yaratıyor, işte bildiğiniz gibi davalar her gün açılıyor. Çok ilginçtir ki, bu Hükümet çok kötü bir şey yapıyor. O da kendine serbest bıraktığını halka yasaklıyor. 18 Mart Çanakkale Şehitleri için Diyarbakır Valiliği Kürtçe, Türkçe Bilbordlar yaptı. İnanın ki, astığı gün ben 'W'yi kullandığım için ceza aldım. Şimdi böyle bir çelişki olur mu? Valiye serbest, bir belediye başkanına yasaktır. İşte bir makyajın ötesinde bir ikiyüzlülük var. Yani TRT6'da 'Bi Xer Xatin' demek serbest, ama KCK davasında Kürtçe konuşmak 'bilinmeyen bir dil' oluyor.
Devletin, işte böyle bir ucube yaklaşım var. Artık buna mınafıklık mı dersiniz, ne derseniz deyin, bunu adı çifte standard. Başka hiçbir şey değildir. Bence bu davranışları ile aslında kendini küçümsüyor. Yani Kürt halkını küçümseyemez veya halkları küçümseyemez. Bir başkasını küçümseyen önce kendisini küçümser. Bunu insan hakları evrensel bildirgesi de söylüyor. İslam dini de, Hıristiyanlık da, Musevilik de bunu söylüyor, Êzîdîlik de bunu söylüyor. 'Kendin için ne istiyorsan başkası için de onu iste'. O nedenle tabiki Hükümetin bu yaklaşımını hiçbir yere sığdırmak mümkün değildir. Bütün bunlara rağmen biz umutluyuz. Bütün bunlar bizi kamçılıyor. Ben diyorumki iyi ki böyle yapıyorlar, biz daha çok çalışıyoruz. İnandına çalışıyoruz.

Peki halkın bunu tepkisi nasıl?


Herhalde seçimler bunu için bir ölçüdür. 2004 yılında yüzde 56 ile seçildim. 2007 yılında görevden atıldım. Ama gittik alternatif bir Belediye kurduk. Sur içinde bir tarihi evde yine Belediye Başkanlık görevine devam ettik. Halk resmi belediyeye gitmedi, bizim belediyemize geldi. Ve 2009 yılında yüzde 66 ile seçildik. Yani bu halk gerçekten artık bilinçlenmiş bir halktır. Bu halk bize inanmasaydı bizi sandığa gömerdi. Demek ki bütün eksikliğimize rağmen, bütün o Halkın belki birçok talebine henüz yanıt olamamıza rağmen bizi seçiyorlar.

Ne gibi eksiklikler bunlar?


Onların istihdam ve yoksulluğa karşı yeterince projeler oluşturamadık. Ekonomik alanları geliştirmede yeterli olamadık. Veya Sur içinin veya bulunduğu alanının yeşillendirilmesi için ekonomik bir yapıya kavuşturulması için yeterlince projeler yapamadık. Çünkü bunlar büyük bir mevla istiyordu. Ama şunu da söyleyeyim ki biz bunları da halk ile paylaştık. Mesela çocukların sorunlarına, kadınların ve gençlerin sorunlarına yeterince ilgilenemiyor olabiliriz. Ama şu konuda eminim ki buna rağmen halk yapma isteğimizi de görüyor. Bu temelde halk mücadelesine sahip çıktığı için, kimliğine sahip çıktığı için belediyelerimizi de destekliyor. Ekonomik sıkıntılarımızı halk ile paylaştığımız için halk bize katkıda bulunuyor. Mesela bir ay içinde 200 milyarlık emlak vergisi topladık. Yani halk sıkıntılarımızı gördü de emlak vergilerini kendisi ödedi.
 
Bir de 40'lar Meclisi projeniz var. Bu projeyi biraz açar mısınız?


40'lar Meclisi, temsil edilmeyenlerin temsiliyetini sağlamaktır. Biliyorsunuz Belediye Meclisleri politik meclislerdir. İkincisi toplumsal sorunları çözme geleneği akil insanları biraraya getirmektir. Bir başka boyutu da temsil edilmeyenlerin temsiliyetini sağlamaktır. Belediye Meclisinde iki parti vardır. BDP ve AKP. Oysa belediye meclisinde temsil edilmeyen insanlar da var. Aslında Belediye Meclisleri karar almak sürecinde yeterli bir demokartikleşmeyi sağladığı söyleyemez. Bizim bunun dışında mahalle meclislerini, kent meclislerini oluşturuyoruz. Kent veya mahalle meclislerinde de bazen temsil edilememe de olabiliyor. İşte bu 40'lar Meclisinde (Kırklar Meclisinde) biz farklı etnik köken, farklı düşünce ve farklı siyasi düsüncelerde olan insanları çağrılıdır. Biraz da mitolojik bir yanı vardır. Eskiden Diyarbakır'da kedi kılığında insanlar bir meydanda toplanıp, kentin önemli sorunlarını tartıştıktan sonra tekrar insana dönen bir mitolojik hikayesi vardır. Bundan yola çıkarak akil insanları biraraya getirip kentin önemli bir takım sorunlarını anlar ile paylaşıp birlikte çözümleri aramayı yaptık. Farklı renkleri biraraya getirdik. Aslında biz Türkiye demokrasisi için örnek temsil ettik. Şunu söyledik: "Siz bir şeyin yapımına katarsanız insanları, yıkımına katmamış olursunuz. Bugün Türkiye'de Kürtler temsil edilemiyor. Eğer devlet farklı halklardan, farklı inançlardan, farklı düşüncelerden insanların temsiliyeti sağlansa, demokratik katılım sağlansa, toplumsal barışı sağlamak mümkün olur. Biz Sur Belediyesi'nde Kırklar Meclisi'nin oluşturarak aslında Türkiye'ye önemli bir örnek model önerdik. Siz doğru temsiliyeti sağlayın, onların doğru katılımını sağlayın, sorun çözülecek.

KCK operasyonları belediye hizmetlerini nasıl etkiliyor?


Elbette belediye çalışanlarımızın tutuklu olmaları belediye ve kent çalışmalarını etkiliyor. Bunun en açık örneği Şırnak Belediyesi'nin 5 meclis üyesi kalmıştır. Fakat buna rağmen belediye hizmetleri, temizlik ve düzenleme hizmetleri eksik veya yetersiz de olsa devam ediyor. Diyarbakır'ı örnek verirsek, halkın bütün bu eksiklikleri görüp, kendisinin katkıda bulunma yönünde çabası vardır. Mesela temizlik hizmetler aksaması durumunda insanların kendileri -bir bakıyorsunuz ki- temizlik çalışmalarını kendileri yürütüyor.
Dilinize sahip çıkın

Son bir soru… Avrupa'da yaşayan Kürtlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?


En önemlisi kendi iç örgütlülüklerini geliştirmeliler. İkincisi kendi dillerine ve kültürlerine sahip çıkmalılar. Çünkü burada dejenere olmak yozlaşmak çok daha mümkün, asimile olmak daha da mümkün. Ama tam tersine bütün bunların tam tersi olanakları yaratmak da mümkün. Yani ikisi de mümkün. Ama insanlarımızın bu dejenerasyona karşı direnç geliştirmesi lazım. Bunu başı da dile, kültüre ve değerlere sahip çıkmaktır. Yoksa genç nüfusu kaybedeceğiz. Paramız kaybolsa para kazanma şansımız var. Sağlığımızı kaybetsek, sağlığımızı kazanma şansımız vardır. Evimizi, malımızı, mülkümüzü kaybetsek kazanma şansımız vardır. Fakat evlatlarımızı kaybedersek, dilimizi, kültürümüzü kaybedersek, yoz yaşamın içinde yer alırsak bütün bunları geriye kazanmak çok zordur, hatta imkansızdır. Bu nedenle kendi iç örgütlüklerine sahip çıkarak mutlaka dillerine ve kültürlerine sahip çıksınlar…


NİHAL BAYRAM/CEMAL TURAN

Hiç yorum yok: