2 Haziran 2012 Cumartesi

Kürtlerin ‘Rüyası’ ve Zoraki ‘Misafir’

Kürt insanının manevi değerlerine, “siz nekrofilisiniz” diye saldıran Başbakan, şimdi de, Diyarbakır’a “gidişini”, bir tür “İstanbul’un fethi” havasına büründürdü.

Kentin bütün giriş çıkışları tutuldu, Amed asker-polis işgalinde.


Bütün civar kentlerdeki AKP örgütleri, bütün Türk memurlar, Türk görevliler, AKP’nin “sokağa çıkamayan” işbirlikçileri depolarını bedava yakıtla doldurmuş, polis öncülüğünde Amed’e sefer hazırlığını tamamladı, bu yazıyı okuduğunuz sırada yola çıktı.


Ama hepsinin içinde bir “korku”. Çünkü onlar, aynı ülkenin bir kentine değil, “düşman” bildikleri güçlerin “Başkent” ilan ettiği bir şehre gittiklerini hissediyorlar; istenmedikleri bir yerin toprağına basacaklar. Evlerin sımsıkı kapalı pencerelerinin perde gerilerinde kadınların, çocukların, yaşlıların onları küçümseyen bakışlarla izlemekte olduklarını biliyorlar. Gençler çoktan evlerinden çıkmışlar. Bizim bilmediğimiz bir yerlerden, onlar da şehre üşüşen bu “yabancı” kalabalığa acıyarak bakıyorlar. 


Sokakları işgal edenler onları görmüyorlar, ama görmedikleri gözlerdeki bakışların karşısında eziliyorlar, kimisi utançla, kimisi hınçla, kimisi nefretle, kimisi pişmanlıkla başlarını yere eğiyor; binaların boş pencerelerine bakamıyorlar…Yolun sonuna geliniyor. Bu “sefer” Erdoğan’ın Başbakan olarak “son seferi”. Bu “seferden” sonra Başbakan Amed’e ya “askersiz, polissiz, keskin nişancısız, muhbirsiz, amigosuz”, yani usturuplu bir “misafir” gibi gelecek, ya da hiç gelemeyecek…

Bu büyük kent “sizin” değil. Onun sahipleri işte bu pencerelerin gerisinden size bakıyorlar… “Vah vah, diye mırıldanıyorlar, hem Amed Türk toprağı diyorsunuz, hem de ‘kendi toprağınızı’ işgal ediyorsunuz, insan ‘kendi toprağına’ böyle tankla, panzerle, zırhlıyla, polisle, askerle mi girermiş?” Hepsinin yüzlerinde acı bir istihza beliriyor.


Artık “kör bir öfke” bile uyandırmıyorsunuz. Kürdün gözünde sizin haliniz, acınacak bir haldir.  Bu kent şimdi evine kapanmış. Güzel bir rüya görüyor.


Rüyalarında, günün birinde “Demokratik Ulus” halinde Türklerle, Çerkeslerle, Lazlarla, Ermeni ve Rumlarla, İran’da Farslarla, Azerilerle, Irak’ta ve Suriye’de Araplar, Arapların sünnisi, şiisi ve Hırıstiyan’ı ile  birleşeceklerini hayal ediyorlar. Bu büyük “ulus olmayan ulusa” dayanan Demokratik Cumhuriyet’te kendilerini “kurucu ögelerden biri” olarak tasarlıyorlar. Ve Türklerle “çeşitlilik içinde eşitlik ve birlik” halinde “yan yana” ve “iç içe” yaşayacakları “Demokratik Özerk Kürdistan”da kendi dilleriyle, kimlikleriyle yaşamanın rüyasını görüyorlar.


Ve onların rüyasını gördükleri bu özgür kenti bir Türk kökenli Başbakanın ziyaret ettiğini, kentin Türk, Kürt, Arap, Süryani dillerinde “Hoş geldin kardeş Türklerin lideri Başbakan” pankartlarıyla ve “kırmızı, beyaz, ay yıldızlı” ve “kırmızı,sarı, yeşil” renkli bayraklarla donatıldığını, kadın, erkek, yaşlı, genç insanların çeşitli dillerde sloganlarla, şarkılar ve türkülerle sokakları doldurduğunu, Özerk Kürdistan Meclisi merdivenlerinden inen PKK önderi Öcalan’ın Başbakanı karşıladığını, iki liderin el sıkıştığını, medyaya gülerek poz verdiğini, Türk kökenli Başbakan’ın halka Kürtçe “Roj baş“ dediğini, Öcalan’ın da Türk delegasyonunu Türkçe selamladığını, her iki liderin “büyük savaşta” can veren Türk askerleri ve Kürt gerilları için yapılmış “kardeşlik” anıtına çiçek koyduğunu, hem saygı duruşunda bulunduğunu, hem de birlikte askerler ve gerillalar için “Fatiha” okuduğunu, yüzlerini huşuyla sıvazladığını hayal ediyorlar…


Kürt halkı böyle hayaller ve büyük rüyalar görürken, AKP başları, içlerinde tutamadıkları bir nefret ve öfkeyle, “düşman şehrini” zapteden barbarların ruh haliyle Amed surlarının kapılarına dayanıyor. Onlar polis zırhlıları eşliğinde Diyarbakır kapılarından içeriye girerken, emirlerindeki ordu, dağlarda kanlı operasyonlar, polis kitlesel tutuklamalar yapıyor. Bir kapıdan AKP kafilesi kente girerken, diğer kapıdan bir gerilla cenazesi kent mezarlığına yolcu ediliyor.


Sonra ne oluyor?  Kürt halkı büyük rüyasından vaz mı geçiyor?  Evlatlarını kaybetmiş anneler, babalar, kardeşler “nefret rüyaları” mı görüyor? Kanlı bir rövanş mı hayal ediyor?


Hayır!


Kürt halkının direnişinin büyüklüğü, “nefret etmeden”, “Türkler nekrofili”dir demeden, hiçbir Türkü linç etmeden bu eşitsiz, amansız, insafsız ve vicdansız savaşa otuz yıldır, kırkbin can vererek, “aman” demeden göğüs germesinde…Onun direnişi gösterişsizdir. Acısının göz yaşını kendi içine akıtmaktadır. Çığlığı yalnızca gözlerinden anlaşılmaktadır. Sessiz, ama kararlıdır. Geçmişte her isyandan sonra “aman” dileyen Kürt, artık “barış“ diyor, isyandan sonra “aman” değil, “çözüm” istiyor ve “savaş” diyenlere karşı boyun eğmiyor.


Ve bir gün onun rüyası gerçek olacak. 


Bu rüya öyle bir rüya ki, onun içinde herkese yer var… “İman etse” Başbakana bile… 


Ama şimdi “rüya” görme zamanı değil. Şimdi herkes “uyanık” ve bu uyumayan insanlar için Amed’de “Erdoğan’a yer yok”…


Kapılar, pencereler kapalı, bacalar dumansız, sokaklar ıssız.  Apê Musa yaşasaydı, Dicle sularına bakarak “Geldikleri gibi giderler…” diye mırıldanır mıydı acaba?


VEYSİ SARISÖZEN

Hiç yorum yok: