2 Haziran 2012 Cumartesi

Duran Kalkan: 1 Haziran Hamlesi Karşı Direniştir

Kürt Özgürlük Hareketinde yeni bir direnme hamlesi olarak tanımlanana 1 Haziran 2004 hamlesini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan “1 Haziran 2004 hamlesi AKP politikalarına karşı aynı zamanda onları destekleyen, onlarla birleşen ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesine karşı, bu müdahalenin PKK’ye yönelik boyutuna karşı direnişti” dedi.

Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü için PKK birçok defa tek taraflı ateşkes kararı aldı. Üçüncü tek taraflı ateşkes de 1 Eylül 1998’de ilan edildi. Ama geçen ateşkesler sürecinde olduğu gibi bu sefer de Türk devleti 2004’e kadar devam eden bu süreci heba etti. Türk devleti ve AKP hükümetinin imhacı politikalarındaki ısrarına karşı Kürt özgürlük hareketi tıkanan siyasetin önünü açmak için 1 Haziran 2004’te aktif savunma savaşına başladığını ilan etti. Böylece Kürt sorununda yeni bir aşama başladı.

Kürt Özgürlük Hareketi tarafından 1 Haziran hamlesi olarak ifade edilen hamleye gelinen süreci, hamle kararının nedenlerini, hamle ile yaşanan gelişmeleri, gerillanın eylemlerini, yaşanan çatışmaları ve günümüzde hamlenin Kürdistan ve bölgeye yansımalarını KCK yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’a sorduk.

Kürt özgürlük hareketi 1993’den 1998’e kadar üç defa ateşkes ilan etti. 1998 ateşkesi sürecinde de Kürt Halk Önderi üzerinde uluslar arası bir komplo gerçekleşti. Hareketinizin tüm ateşkes ve diyalog ısrarlarına rağmen Türk devleti imhacı politikasından vazgeçmedi. Bu süreçler gözetildiğinde 1 Haziran 2004’de aldığınız hamle kararına nasıl gelindi? Kısaca bize o süreci anlatabilir misiniz?

Hareketimizin Önder APO öncülüğünde 1993’ten itibaren yeni bir stratejik sürece girdiği biliniyor. Bu o zamana kadar yürütülen devrimci halk savaşının yarattığı birikimler temelinde Kürt sorununun barışçıl, siyasi, demokratik yöntemlerle çözülmesi süreciydi. Siyasi mücadele ve çözüm stratejisini hareketimiz 93 Mart’ında ilan ettiği ilk ateşkes ile başlatmıştı. Biliyoruz, bu süreci topyekun savaş temelinde, Nisan ayından itibaren sabote ettiler. O zamanın yönetimi; Demirel, Çiller, Güreş, Ağar yönetimi ki bu bir çete yönetimiydi, aynı zamanda bir darbe yönetimiydi, provoke etti, sabote etti. Dolayısıyla da ateşkes yerine topyekun savaş konsepti temelinde ezme, imha ve tasfiye dayatıldı. Buna karşı beş yıl boyunda hareketimiz kahramanca bir direniş gösterdi. Devrimci savaşın yarattığı demokratik değerler, birimi tasfiye etmeye dönük saldırılara karşı sonuna kadar direndi.

“PKK’NIN YENILEMEYECEĞI GERÇEĞI AÇIĞA ÇIKTI”

Sonuçta 1 Eylül 1998 ateşkes dönemine gelindi. Üçüncü tek taraflı ateşkesti bu. Bu döneme kadar bazı gerçekler kanıtlanmıştı. Yani topyekun savaş konsepti temelinde ne kadar saldırırsa saldırsın Türk devleti, ordusu, polisi her türlü kural dışı kirli savaşı, kontgerilla saldırılanı, faili meçhul denilen halk katliamlarını ne kadar uygularsa uygulasın PKK’nin yenilemeyeceği, gerillanın ezilemeyeceği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hareketimizin imha ve tasfiye edilmesinin imkansızlığı görülmüştü.

“ULUSLARARASI KOMPLO DAYATILDI”

Tabii biz de 93 ateşkesiyle birlikte silahlı zafer kazanma ihtimalini devre dışı bırakmıştık. Hareketin ateşkes ilan etmesi bu anlama geliyordu. Böylece 1 Eylül 98 ateşkesi aslında siyasi çözüm için önemli zemine dayanan bir ateşkesti. Fakat buna karşı da uluslar arası komplo dayatıldı. Aynı 93 Nisan-Mayıs’ından itibaren topyekun savaş konseptinin dayatılması gibi bu sefer de uluslar arası komplo dayatılarak Önder APO’nun imhası, tasfiyesi, etkisizleştirilmesine dayalı olarak PKK’yi tasfiye etmek, PKK tasfiyesine dayalı olarak da Kürt inkar ve imhasını başarıya götürmek istediler. Buna karşı da Önder APO direndi, hareketimiz direndi, halk direndi. Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla uluslar arası komploya karşı kahramanca bir fedai direnişi oldu. Sonuçta uluslar arası komplo istediği amaca ulaşamadı, boşa çıkartıldı.

“GERILLA SINIR DIŞINA TAŞINDI”


Böylece 2 Ağustos 1999’da Önder APO bu stratejik süreci derinleştirmek, yani Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümünü gerçekleştirmek için süresiz ateşkes ilan etti. Gerilla TC sınırları dışına taşındı. Dağdan ve Avrupa’dan barışçıl siyasi zeminini güçlendirmek için dağdan ve Avrupa’dan barış grupları gönderildi. Barışın teorik temelleri gelişti. Barışçıl tutum İmralı’da Önder APO öncülüğünde gelişen temel tutum oldu. Bu süreci yeni bir siyasi çözüm teorisi geliştirerek, paradigma değişimini gerçekleştirerek Önder APO İmralı’dan derinleştirdi. PKK’yi demokratik siyasi çözüm hareketi haline getirdi. Bunun teorisini yarattı, stratejisini geliştirdi, örgüt sistemini ortaya koydu. Böylece 99 yazından itibaren de 2004 yazına kadar beş senelik bir süreç gelişti. 1 Eylül 98’le başlatırsak altı sene. 2 Ağustos 99’la başlatırsak beş senelik bir süreç bu temelde geçti.

“SÜRECI HEBA ETTILER”

Demokratik siyasi çözüm gerçekleşsin diye bu kadar şans tanındı, fırsat tanındı. Fakat bütün bunlar dikkate alınmadı, değerlendirilmedi. Zaman zaman bazı yazarlar bu süreci doğru değerlendiremedik, gereğini yapamadık diye özeleştiri yapmaya çalışıyorlar ama o değerlendirmeler çok yüzeyseldir. Köklü bir eleştiri-özeleştiri gerektiriyor. Beş yıl- altı yıl Önder APO ve hareketimiz tek yanlı ateşkes temelinde Kürt sorununu demokratik ve barışçıl siyasi çözümünün önünü açmasına rağmen, TC devleti ve o dönemin hükümetleri ne yaptılar? Ecevit hükümeti Avrupa birliğine giriş temelinde bazı çabalar gösterse de 2002 Kasım’ından itibaren tek başına iktidara gelen AKP hükümeti bütün bu çabaları bir tarafa atarak aslında çok sinsi bir biçimde imha ve tasfiye sürecini daha derinden geliştirmeye çalıştı. Süreci heba etti. Barışçıl siyasi çözüm temelinde değerlendirmedi. Demokratik siyasi çözüm yönünde ciddi hiçbir adım atmadı. Söyledikleri hep lafta kaldı. Yenilikçilikten, demokratikleşmeden söz etti ama pratikte onu hiç yapmadı. Kürt sorunu dahil bir çok sorunu çözmekten bahsetti ama gerçek anlamda hiçbir çözüm adımı atmadı. Çözüm sürecine girmedi. Hep boşa çıkartıcı, oyalayıcı yaklaşım içinde oldu. Tersine bu tutumunu ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesiyle birleştirerek hareketimizi imha ve tasfiyede kullanmak istedi. Demokratik siyasi çözüme yaklaşmadığı gibi sinsi yöntemlerle bir de işbirliği yaparak yeni bir imha ve tasfiye konseptini devreye koymaya çalıştı. Hareketimize içten provakatif tasfiyeci eğilimler dayattı, bunları desteklemeye çalıştı. Dıştan ABD desteğiyle hareketimizi tecrit edip, ezmek, imha etmek, siyaseten yenilgiye uğratmak istedi. İyi değerlendirmedi, dürüst yaklaşmadı. Kürt sorununu kabul eden ve çözümleyen bir yaklaşım içinde olmadı. 2005 yazında Tayyip Erdoğan Ankara’da, Amed’de Kürt sorunundan ve çözümünden söz etti. Güzel sözlerdi o sözler. Fakat o sözlerin gereği doğrultusunda hiçbir adım atmadı. Devlet özeleştiri veriyor, özür diliyoruz dedi ama özrün gereği doğrultusunda hiçbir şey yapmadı. Tersine o zamana kadar var olan inkar ve imha sistemini daha inceltilmiş ve nazikçe yürütmeye çalıştı. Mehdi Eker’in deyimiyle, öldürme yerine cezaevine koymayı öngördü. Aradaki fark bu ama Kürdü inkar ve imhayı sürdürdü. İşte biz Kürdün adını söylüyoruz, evinizde Kürtçe konuşun dedi ama bundan öteye bir şey yapmadı.

“ERDOĞAN KÜRT KIMLIĞINI KABUL ETMIYOR”


Kürt halkının Kürt sorunu bu değildi. Tabii soykırım altında olma gerçeği var. Ağır faşist, sömürgeci terör altında olma gerçeği var. Özgürlük sorunu, demokratikleşme sorunu, örgütlenme, irade kazanma sorunu var. Bunların hiçbirisini kabul etmedi. Bu doğrultuda adım atmadı. Kürt halkının demokratik haklarını, halk olmaktan kaynaklı haklarını kabul etmedi. Aslında Kürt kimliğini kabul etmiyor. Halk kimliğini kabul etmiyor. Tayip Erdoğan hala kabul etmiyor. Kürt kökenli vatandaşlar diyor. Yani eskiden kökeni Kürt olan vatandaşlar var ama bu gün Türk olmuşlar. Bunlar bir halk değil, tek tek bireylerdir, bireysel haklar var. Dolayısıyla bireysel hak ve özgürlükler gelişirse her şey çözülür gibi Kürdün soykırımına hiçbir çare olmayacak tutumu geliştiriyor. Aslında dolayısıyla çözümleyici hiçbir adım geliştirmedi. Aslında AKP süreci boşa çıkardı. AKP’nin arkasındaki güçler boşa çıkardılar. Sonuç görüldü ki ortada oyun var, hile var, bölgeye müdahale var. Ateşkes ortamından yararlanarak PKK imha ve tasfiye edilmek isteniyor. Bu duruma da elbette ki hareketimiz ilelebet razı olamazdı. Bunun sürmesini göze alamazdı. Dolayısıyla 1 Haziran 2004 hamlesiyle AKP’nin bu tutumuna devrimci temelde bir müdahalede bulunuldu. Aslında yine barışçıl siyasi çözümün önünü açma müdahalesiydi bu. Yani öyle süreci şiddete yöneltme, savaşı temel mücadele haline getirme durumu değildi. Aslında AKP’nin çözümün önünü tıkatan duruşunu gidererek demokratik siyasi çözümün önünü açan bir demokratik eylemliliği gerillanın gücüne dayanarak geliştirme hareketiydi. Nitekim belli ölçüde bu hamle rol oynadı.

“1 HAZIRAN AKP POLITIKALARINA KARŞI BIR HAMLEDIR”

Bu kararı almanızda AKP hükümetinin asimilasyoncu ve soykırımcı politikalarının etkisi neydi?

Bu karar AKP’nin politikalarına karşı gelişti. AKP’nin çözümsüz, hileci, sinsi, özünde soykırımcı, imhacı olmasına rağmen dil ucuyla Kürt’ün kimliğini tanıyorum, Kürt vatandaşlarım diyerek Kürtleri kandırmaya dönük politikalarına karşı gelişti. AKP bu politikaları izledi. Bir aldatma politikası yürütüyor. Aslında asimilasyonu daha da derinleştirdi. Kültürel soykırımı bu temelde daha da geliştirdi. Ekonomik soykırımı, kültürel soykırımı özel savaşla birleştirerek çok etkili bir biçimde kullandı. Bu konuda bir Kürt’ün adını zaman zaman telaffuz ederek eski Kürdün adını bile inkar eden katı Ergenekonculuğun tersine, Kürdün adını söyleyerek Kürdün haklarını yok eden bir siyaset izledi. Asimilasyonu, soykırımı, özel savaşı bu anlamda çok derinleştirdi. Tabii ki 1 Haziran 2004 hamlesi AKP’nin bu politikalarına karşı gelişen hamle oldu.

“1 HAZIRAN AKTIF SAVUNMA HAMLESIDIR”

Bunu bir de dış müdahaleyle bileştirdi. ABD’nin Irak müdahalesiyle birleştirerek, ondan da güç alıp, tümüyle PKK direnişini, ona dayalı olarak Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini ezmeyi, tasfiye etmeyi hedefledi. Bunun için de çok yoğun bir saldırı yürüttü. Oldukça planlı hareket etti. Sinsi davrandı, saldırgan davrandı. Çok atlatıcıydı. Bu gerçeği görerek buna karşı bir duruş olarak 1 Haziran 2004 hamlesi gelişti. Aslında bu AKP’nin oyunlarını bozma, gerçek yüzünü açığa çıkartma, sinsi politikalarını boşa çıkartma, AKP’nin özel savaşı daha çok geliştirerek, kültürel soykırımı, asimilasyonu daha da geliştirme politikalarına karşı dur deme bunlara karşı Kürt sorununun barışçıl siyasi çözüm zeminini güçlendirmek üzere bir aktif savunma pozisyonuna geçmeyi ifade ediyordu. 1 Haziran 2004 hamlesi bir aktif savunma savaş hamlesiydi. Yani düşük yoğunluklu bir gerilla direnişiydi. Özünde savaşla zafer kazanmayı değil; savaşla tıkanan siyasetin önünü açması, savaşla AKP hilelerini, oyunlarını, özel savaşını boşa çıkartmayı öngören bir devrimci direnişti, demokratik direnişti. Bu temelde de önemli rol oynadı. AKP’nin maskesini düşürdü, gerçek yüzünü açığa çıkardı, özel savaşını başarısız kıldı, tersine Kürt halkının bilinçlenmesini, örgütlenmesini AKP’nin gerçek yüzünü görerek AKP’ye karşı Önder APO öncülüğündeki özgürlük hareketine daha çok katılıp birleşmesini sağladı. Büyük bir kitle hareketi gelişti. Kürt demokratik siyaseti 1 Haziran hamlesi temelinde çok daha büyüdü, gelişti, güçlendi ve Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini çok daha imkan dahilinde ve güçlü hale getirdi.

“HER TARAFTAN ATEŞKES ÇAĞRILARI GELDI”

1 Haziran kararını almanızla birlikte gerilla eylemlerinde de artışlar yaşanmaya başladı. Türk devletinin gerillanın artık savaşamayacağı söylemlerini de boşa çıkardınız. Türk devleti ve AKP hükümetinin Kürt legal siyaset ve kurumlarına yönelmesinin temel nedeni gerilla karşısında başarısız kalması diyebilir miyiz? Yani o söylenen sözde “açılım” politikasının maskesi düşürüldü denilebilir mi?

Evet, 1 Haziran hamlesi temelinde geliştirilen aktif savunma savaşı aslında farklı dönemlerden geçerek önemli başarılar elde etti. 2004-2005’te belli bir sonuç aldı. Tayyip Erdoğan’ı Ankara’da, Amed’de işte eski politikaların yanlış olduğunu söylemek zorunda bıraktı. Fakat genelkurmay müdahalesiyle geliştirilen topykun mücadeleye karşı 2006 yılında önemli bir direniş ortaya koydu. Önder APO siyasi irademdir, sloganı etrafında hem siyasi mücadele hem de silahlı direniş aktif savunma savaşı temelinde güçlü bir gelişim sağladı. 2006’nın baharını hatırlayalım. Halk dört ay boyunca en görkemli siyasi eylemliliği o zaman geliştirdi. İmralı sistemini ve 15 Şubat komplosunu kabul etmediğini Kürt halkı ortaya koydu. 15 Şubat’tan 1 Haziran’a kadar, Mayıs ayında şehitleri anma temelinde en görkemli kitle hareketini gerçekleştirdi. Ardından da gerilla devreye girdi ve Haziran-Temmuz-Ağustos’ta gerilla etkinliği AKP’nin feleğini şaşırtıp bütün bu oyunlarını bozunca bu sefer her taraftan ateşkes çağrıları geldi. 2006 Ağustos’un Amerika yönetimi resmen ad vererek hem de 15 Ağustos’ta PKK’yi ateşkes ilan etmeye çağırdı. DTP yönetimi çağırdı, Güney Kürdistan yönetimi çağırdı. Birçok aydın, yazar, sivil toplum örgütü çağrılarda bulundu. Avrupa Birliğinden çağrılar geldi. Bütün bunların sonucunda 1 Ekim 2006 ateşkesine gittik biz. Birçok çevre çağrı yaptı, söz verdi; ateşkes olursa barışçıl siyasi çözüm gerçekleşir diye. Hatta arabuluculuk olmak isteyenler oldu. Onlara şans tanımak için biz ateşkes ilan ettik.

“ERDOĞAN’LA BÜYÜKANIT PKK’YE KARŞI MÜCADELEDE ANLAŞTILAR”

Fakat aradan iki ay geçmeden bu çağrıları yapanlar unuttular. Arabulucu olanlar güçlerinin yetmeyeceğini, bir şey yapamayacaklarını belirttiler, ABD’de değişen politikalar ve esen savaş rüzgarı doğrultusunda 2007 başından itibaren yeniden Ortadoğu’ya dönük hamle gelişti. Bu da hareketimize dönük AKP’nin savaş hamlesi, saldırısı biçiminde oldu. 27 Nisan 2007 muhtırası biliniyor. Aslında önemli bir müdahaleydi ve bunun merkezinde hareketimize dönük saldırı vardı, nitekim Dolmabahçe görüşmesinde Tayyip Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt PKK’ye karşı ortak mücadelede anlaştılar. Hükümet orduya bıraktı, ordunun önünü açtı silahlı mücadele yürütmeye, Yaşar Büyükanıt yönetimindeki Genelkurmay da AKP’nin iktidarda kalmasının önünü açtı. Bunda uzlaştılar ve ortaya yeni bir saldırı çıktı. 5 Kasım 2007’de ABD yönetimiyle de anlaşarak yeniden topyekun bir saldırı içerisine girdiler.

“GERILLA DIRENIŞI SAVAŞ POLITIKALARINI BOŞA ÇIKARDI”

Biz bunlara Edi Bese Hamlesiyle direndik. Siyasi olarak direndik, ideolojik olarak direndik, askeri olarak direndik. Gabar’dan Oram’a kadar güçlü gerilla direnişleriyle bu durumu darbeledik. 2008 boyunca Zap direnişi bu saldırıları kırdı. Bêzele’ye kadar giden eylemlilik tümüyle AKP’nin ABD destekli savaş politikalarını boşa çıkardı. Yenilgiye uğrattı. Bunun en somut örneği 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde kendini gösterdi. AKP’nin savaş siyasetinin yenildiği, PKK’nin direniş siyasetinin kazandığını en açık bir biçimde 29 Mart 2009 yerel seçimleri kanıtladı. Demokratik siyaset büyük bir başarı kazandı, yerel yönetimler Kürt demokratik siyasetinin eline geçti. Bu da demokratik siyaseti güçlendirerek Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini çok güçlü, siyasi çözümü imkan dahiline gelir düzeye çekti. Bunun gerçekleşmesi için de 13 Nisan 2009’da hareketimiz yeniden tek yanlı eylemsizlik ilanında bulundu. Demokratik siyaset temelinde Kürt sorunu çözülsün istedi.

“AÇILIM KAVRAMI BIR OYUNDU”

İşte buna karşı 14 Nisan 2009’da Kürt demokratik siyasetini imha ve tasfiye etmeyi amaçlayan siyasi soykırım operasyonları geliştirildi. Bu operasyonlar üçüncü yılını doldurdu, dördüncü yılı içerisindedir. Aslında gerillanın düşük yoğunluklu direnişi temelinde AKP’nin savaş politikaları kırılarak Kürt halkının demokratik siyaset etrafında birleştirilip Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün zeminin güçlendirilmesinin, önünün güçlendirilmesine karşı bu zemini kurutmak üzere geliştirilen bir saldırı oldu. AKP aslında 14 Nisan 2009’da demokratik siyaseti tasfiye etmek, Kürt sorununun siyasi çözümünü yok etmek üzere bir saldırı başlatmasına rağmen, pratikte bunu yürütürken, kamuoyunu aldatmak üzere, başta Kürtleri, demokratik kamuoyunu, liberalleri, uluslar arası siyaseti de aldatmak için de bu açılım oyununu ortaya koydu. Açılım kavramı bir oyundu aslında. Kürt sorununu demokratik siyasi çözüm zeminin yok etmek amaçlı saldırıyı maskelemek, gizlemek için geliştirilen bir söz oyunu. Başka hiçbir şey yok, nitekim o temelde başka hiçbir şey geliştirilmedi. Kürt sorununun çözümü yönünde hiçbir adım atılmadı. Özel savaşın daha fazla derinleştirilmesinden başka. Kimse kendisini kandırmamalı. Dolayısıyla da böyle bir açılım politikası yok. Açılım denen şey AKP’nin gerilla ve halk direnişi karşısındaki yenilgisini maskeleme durumudur. Bu yenilgi ortamında demokratik siyaseti ezmek için geliştirdiği siyasi soykırımı operasyonlarını çok haksız, hukuksu konumunu gizleme, maskeleme girişimidir. Öyle ki Kürtler aldansın, demokratik kamuoyu aldansın, dış siyaset aldansın dolayısıyla AKP’nin siyasi hukuksuz saldırılarına karşı çıkmasınlar. AKP bu gayrı hukuki siyasi saldırılarını maskelesin. Açılım denen şey böyle bir maskeleme olayıdır. Tamamen bir aldatmadır, başka hiçbir şey yok. Zaten ona karşı gerilla ve halk direnişi de açılımın maskesini de iyicene düşürmüştür.

“1 HAZIRAN BÖLGE MÜDAHALESINE DIRENIŞTIR”

Bugünkü yaşanılan operasyon ve çatışmalara bakıldığında 1 Haziran kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Ortadoğu’ya müdahalenin yaşandığı bir süreçte Kürt halkı açısından direnişin önemi nedir?

Bu önemli bir konu. Güncelde de müdahale var. Ortadoğu’ya dış müdahale yirmi yıllık bir olay. Körfez savaşıyla başlayan bir süreç. Tabii ondan önce de var, yeni dünya düzeni temelinde ki planlı bir müdahale bu. Bu müdahale adım adım gelişiyor. İşte körfez savaşıyla 2001’de bir düzey kazandı. 2003’te yeni bir müdahale haline geldi. Körfez savaşıyla 1991’de yeni bir düzey kazandı. 11 Eylül 2001 Irak ve Afganistan saldırılarıyla yeni bir düzey kazandı. Önce Afganistan sonra Irak saldırısının ardından Ortadoğu ve Güney Asya’yı merkezinden yararak dış müdahalenin, emperyalist müdahalenin denetimini güçlendirdi. Bu temelde gelişen müdahale aslında sadece bir Irak’a ya da Afganistan’a değildi. Onun etrafında bütün bölgeye dönük bir müdahaleydi. Onun etkisi bütün siyasi güçler için Ortadoğu’da vardı. Suriye yönetimine dönük, diğer Arap devletlerine yönelik, İran’a yönelik ayrıca Türkiye’ye yönelikte özellikleri vardı. PKK’ye karşı da bir yanı vardı. İçten PKK’yi provokatif tasfiyeci girişimle bölüp parçalama siyaseti aslında 2003 Irak müdahalesinin yarattığı zeminde onun bir parçası olarak gelişti. 1 Haziran 2004 hamlesi aslında bu müdahaleye karşı bir direniştir. 1991 körfez savaşıyla geliştirilen müdahale karşısında PKK gerilla direnişini geliştirerek, yaratılan değerleri koruyarak karşı durdu.

11 Eylül 2001 müdahalesine, işte onun içten PKK’yi tasfiye etme girişimine karşı da 1 Haziran 2004 hamlesini geliştirerek karşı durduk. 1 Haziran 2004 hamlesi AKP politikalarına karşı aynı zamanda onları destekleyen, onlarla birleşen ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesine karşı, bu müdahalenin PKK’ye yönelik boyutuna karşı direnişti. PKK’yi dıştan kuşatıp, daraltarak terör örgütü deyip tecrit etme politikasına karşı. İçten provakatif, tasfiyeci dayatmalarla bölüp parçalayıp, zayıflatıp marjinalleştirme girişimine karşı Önderlik çizgisinde PKK’yi kopartarak ABD kuyruğuna takma politikalarına karşı bir müdahaleydi. 1 Haziran 2004 hamlesi bütün bu boyutları olan bir devrimci hamleydi. Bütün bu imha ve tasfiyeci saldırılara karşı bir müdahaleydi, devrimci direnişti. Bunlar rolünü oynadı. ABD müdahalelerinin PKK’ye dönük etkilerini kırdı. AKP’nin oyunlarını bozdu. İçteki tasfiyeci, provakatif etkileri boşa çıkardı. Devrimci direnişin gelişimi kitleleri, halkı PKK etrafında, Önder APO etrafında daha güçlü birleştirdi. Dolayısıyla bütün bu oyunlar boşa çıktı, kırıldı. Bu anlamda 1 Haziran hamlesi kazandı, başardı. 1 Haziran hamlesi elbette Kürt sorununun siyasi çözüm stratejisi içinde geliştirilen bir hamleydi. Tam başarısı Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirdiğinde oluşacaktı. Bu anlamda tam bir başarıya ulaşmadı. Ama AKP’nin oyunlarını bozdu, ABD’nin müdahalelerini kırdı. PKK’yi dıştan kuşatma ve içten provokatif tasfiyeci müdahalelerle parçalama girişimlerini boşa çıkardı. PKK’yi Kürtlerden tecrit ederek marjinal konuma düşürmesi siyasetini yenilgiye uğrattı. Tersine daha büyük bir kitle hareketi, daha geniş bir siyasi serhildan gücü ortaya çıkardı. Bunu en iyi 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde gördük. O seçimlere bir refarandum dendi. Kürdistan’da bir referandumdu, AKP ile DTP arasında sürdü. Bütün inkar ve imha güçleri ABD’de dahil AKP arkasında birleştiler. Demokratik güçler de DTP’yi desteklediler. Sonuçta DTP kazandı. Refarandumu kazanan DTP oldu, Kürt demokratik siyaseti oldu. Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm çizgisi Kürt halkı tarafından benimsendi, kabul edildi. Böylece 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırısı ardından Bush yönetiminin Ortadoğu’ya müdahalesi temelinde PKK’ye dönük geliştirilen saldırılar boşa çıkartılmış, yenilgiye uğratılmış oldu. 1 Haziran hamlesinin böyle bir sonucu vardır. Bunun sonucunda yeniden bir imha ve tasfiye konsepti, yeni bir müdahale gündeme geldi. 2000’li yılların başındaki müdahale boşa çıkınca şimdi 2009-2010’dan itibaren daha sinsi bir politikayla yeni bir müdahale oluştu. İşte açılım denen süreç aslında yeni bir müdahaleyi ifade ediyor. AKP eliyle sürdürülüyor, arkasında ABD vardır. Kürt sorununun siyasi çözümünü önleme, boşa çıkartma dolayısıyla Kürt siyasi güçlerini tasfiye etme müdahalesidir.

“1 HAZIRAN 2010 HAMLESI YENI BIR STRATEJIK HAMLEDIR”


Şimdi üç yıldır bu müdahaleye karşı direniliyor. Bu müdahalede AKP’nin oyunbaz, hilebaz yüzü açığa çıkınca demokratik siyasi çözüme yanaşmak yerine demokratik siyaseti tasfiye etmedeki kararı ve ısrarı netleşince işte buna karşı 1 Haziran 2010’dan itibaren hareketimiz yeni bir stratejik hamle sürecine girdi. 1 Haziran 2010 hamlesi yeni bir stratejik hamledir. ABD-AKP politikalarına karşı Kürt sorununun demokratik çözümünü geliştirme ve gerçekleştirme hamlesi. ABD’nin oyunlarını bozma hamlesidir, ABD’nin müdahalesini kırma hamlesidir.

Şimdi bu temelde kıyası bir mücadele var. Kürdistan’da kapsamlı bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadele Ortadoğu’dak Üçüncü Dünya Savaşıyla tamamen birleşmiş ve iç içe geçmiş bulunuyor. Günümüzde bölgeye müdahale üzerine müdahale yapılıyor. İşte 2011 Ocak’ından bu yana Mısır’dan, Tunus’tan başlayan Arap isyanı çerçevesinde dönem dönem hep dış müdahaleler gündeme geliyor. Libya’ya dış müdahale oldu, şimdi çatışmalar Suriye’de odaklandı. Suriye üzerinde bu dış müdahale yürütülmeye çalışılıyor. Arap direnişi, Kürt direnişi bu temelde gelişen bütün mücadeleler Suriye’de odaklanmış bulunuyor.

“KÜRTLER KÜRESEL SISTEMI HIÇBIR ZAMAN KABUL ETMEDILER”

Aslıdan bütün bunlar neyi ifade ediyor? Birinci dünya savaşında ortaya çıkartılan Ortadoğu statükosunun ret edilmesi anlamına geliyor. Bu statüko Kürdistan’ı inkar etti. Kürtleri yok sayarak yok etmeyi öngördü. Kürtler bu küresel kapitalist sistemi hiçbir zaman meşru görmediler, kabul etmediler, tanımadılar. Bu statükoya karşı 1925’ten bu yana direniyorlar. Şeyh Sait direnişi, Dersim direnişi, Ağrı direnişi diğer yandan Rojhilat’ta İsmail Ağa direnişi, Mahabat Direnişi daha sonra KDP adıyla günümüze kadar yürütülen direniş bu gün PJAK direnişi. Güney’de aşiret direnişinin Barzani önderliğinde KDP direnişi haline gelmesi günümüze kadar süren direniş ve günümüzde ulaşılan statü. Batı Kürdistan’da bütün bu direnişlere destek direnişleri geliştiren örgüt olması ve bütün bunların merkezinde 1970’lerin ortasından bu yana Kuzey Kürdistan’da gelişerek bütün Kürdistan’a yayılan PKK direnişi. Dikkat edilirse Kürtler bu statüyü kabul etmediler. Bunlara karşı isyan ettiler, direndiler. En son PKK direnişi temelinde bütün Kürt parçalarına yayılan bir ulusal direniş ortaya çıkardılar. Bu ulusal direniş bu statükoyu parçaladı, sınırları işlemez hale getirdi. Kürdü inkar ve imha siyasetini yerle bir etti. Artık kimse yok diyemiyor. Kürdü imha edeceğine inanamıyor. Kırdı bu politikaları. İşte günümüzde dünya savaşı biçiminde Ortadoğu’da yaşanan çatışmanın altında bu yatıyor.

Diğer yandan Araplar da bu politikayı sindirmediler içlerine. Tarih yaratmış halk olarak önce Baas milliyetçiliği biçiminde ya da Nasırcılık biçiminde karşı çıktılar. Fakat bunun iktidarcı bir şey olması, bir despotizm yaratması itirazları sonuca götürmedi. Bununla sonuç alamayınca şimdi 2011 Ocak’ından başlayan halk isyanlarıyla bu statükoyu Araplar da ret ediyorlar. İkinci sınıf vatandaş haline getirilmeyi, Arabistan’ın parçalanmasını, Arap toplumunun hakarete uğramasını, hakir görülmesini kabul etmiyorlar. Direniyorlar ve kendi özgürlüklerini, demokratik haklarını istiyorlar. Birliklerini yaratmaya çalışıyorlar.

“KÜRT-ARAP DIRENIŞI SISTEMI YERLE BIR ETTI”

Kürt direnişiyle Arap direnişi Ortadoğu’ya Birinci Dünya Savaşıyla dayatılan kapitalist modernite sistemini yerle bir etmiş, parçalamış bulunuyor. İşte buna karşı yeni bir emperyalist müdahale var, emperyalist dayatma var. Körfez savaşı bunun başlangıcıydı. 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırısı ardından Afganistan ve Irak müdahalesi bunun ikinci adımıydı. Şimdi 2011’den bu yana Obama yönetimi altında üçüncü bir aşama geliştirilmeye çalışılıyor. Yeni bir müdahalede bulunuluyor.

İçinde geçtiğimiz süreç aslında birinci dünya savaşı içindeki ve sonucundaki sürece benziyor. Ortadoğu yeniden yapılandırılmak isteniyor ve bunun da bu temelde gelişen savaş da Suriye’de odaklanmış bulunuyor. Suriye’deki statü bütün Ortadoğu’nun yeninde yapılanmasının ne olacağını belirleyecek. Dolayısıyla Suriye’deki mücadele Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşının sonucunu belirleyecek, kaderini belirleyecek. Bu savaşın nasıl sonuçlanacağını ve Ortadoğu’da nasıl bir yapılanma ortaya çıkaracağını ortaya koyacak. İşte günümüzde bu mücadele yaşanıyor.

“HALKLARLA IKTIDAR BLOKLARI ARASINDA MÜCADELE VAR”

Burada iki iktidar blok’u var. Bir;küresel hegemonya blok’u, iki; tarihin derinliklerinden gelen bölgesel iktidar güçleri. Bunlar arasındaki çatışmaymış gibi gösteriliyor bu savaş. Aslında her iki iktidar bloğuyla bu blokların bölüp parçaladığı, yok saydığı, yok etmek istediği Kürt direnişi ve ikinci sınıf saydığı Arap direnişi arasında bir mücadele var. Halklarla iktidar blokları arasında bir mücadele var. Birinci Dünya Savaşıyla yaratılan kapitalist hegemonyayla Ortadoğu haklarının özgürlük ve demokrasi arayışları arasında bir mücadele var. Temel mücadele bu, bölgede yaşanan savaşın özünde, esasında bu var. Ama bunu çarpıtmak, halkların direnişini ezmek üzere işte iki iktidar bloğu, küresel emperyalizmle, bölgesel despotizm birbiriyle çatışıyor. Halkları bu temelde bastırmaya çalışıyorlar. Çelişkiyi çarpıtmaya hakların direnişini bastırmaya, dolayısıyla yeni bir iktidar hegemonyası bölgede oluşturmaya çalışıyorlar. Yerel gericiliğin durumu da bu, bölgesel gericiliğin durumu da bu, küresel gericiliğin durumu da bu. Bu gerçeği iyi görmek lazım. Aslında öyle özünden iki iktidar bloku arasındaki çatışma bu süreci belirlemiyor. Bu maskeliyor, çarpıtıyor aslında. Halklarla iktidar bloku arasındaki çatışma süreci belirliyor. Bunu herkesin iyi görmesi lazım.

“SURIYE’YE MÜDAHALE BÖLGESEL BIR SAVAŞTIR”

Bu noktada müdahale bütün Ortadoğu halklarını ilgilendirdiği gibi Kürtleri de yakından ilgilendiriyor. Şimdi ciddi bir durum yaşıyoruz. İşte ilk bir müdahale yapılmak istendi Suriye’de boşa çıktı. Annan Planıyla aslında taraflar bir tür karşılıklı oyalama politikası izliyorlar. Herkes askeri olarak kendisini güçlendirmeye, hazırlıklarını arttırmaya, diplomasiyle ilişki ve ittifaklarını geliştirmeye, dolayısıyla yeni bir sonuç alıcı hamle yapmaya hazırlanıyor. Kim bu konuda kendini öncelikle geliştirirse belli ki o müdahalede bulunacak. Mevcut haliyle hiçbir güç bu gücü kendinden bulamadı. Onun için Annan planında bir tür uzlaşma oldu. Ama o planın başarıya ulaşacağına kimse de inanmıyor. O halde o plan da başarıya ulaşmayacaksa yeni çatışmaya gebe demektir. Suriye’de çatışmanın dış müdahaleyle gelişmesi demek bir bölgesel savaştır. Lübnan’dan İran’a kadar gelişecek bir savaş olacak. Mevcut Annan planının bozulması bölgeyi böyle bir savaşa taşıyabilir. Hem küresel güçler, hem bölgesel güçler hem de yerel güçler çözüm yaratamıyorlar. Karşılıksız birbirlerini etkisiz kılamıyorlar. Bu durumu aşmak için çatışma etkenleri geliştiriliyor. Herkes daha büyük savaş hazırlığı yaparak karşı tarafı zayıflatarak müdahale yapmak istiyor. Böylece yeni bir savaş tehlikesi var. Hem de Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında bölgesel bir savaş durumu var.

Tabii uzlaşmanın da durumu açık. Savaşamazlarsa güçler bir küresel uzlaşma sağlayacaklar. Ya savaşla ya da genel bir uzlaşmayla Suriye’deki sorun çözülecek, Suriye’deki çözüme göre de hem yeni Arap statüsü hem yeni Kürt statüsü, dolayısıyla Ortadoğu’nun yeni statüsü belirlenecek. Bunu iyi göreceğiz. Bu anlamda bir müdahale var. Hem bölge gericiğinin hem küresel emperyalizminin müdahalesi var. Halkların iradesini kırmak, hakların meşru haklarını yeniden baskı altına alarak Ortadoğu’yu yeni bir sömürgecilik sistemi altına alma, yeni bir hegemonya altına alma girişimi var. Bunu herkes görmeli, özellikle de Kürtler görmeli. Bir bölgesel savaş gelişirse bu Kürdistan’ı merkezden etkileyecek.

“KÜRDISTAN DEVRIMI ORTADOĞU DEVRIMIDIR”

Yine öyle olmaz da bir uzlaşma gelişirse orada Kürt statüsü belirlenecek. Kürtler ister savaş olsun ister uzlaşma, bunu nasıl karşılayacaklarını iyi belirlemeliler, buna göre iyi hazırlanmalılar. Mevcut durumdaki parçalı halleriyle bunu karşılayamazlar. Onun için doğru Kürt stratejisini çizecek, Kürtlerin ulusal iradesini, kararını ortaya çıkartacak, icra organını yaratacak bir konferans ve kongreye ihtiyaç vardır. Birlikte olmalarına ihtiyaç var. Hem birliğin yaratılması hem de bu temelde doğru siyasetin izlenmesi lazım. Bu konuda Birinci Dünya Savaşı sürecindeki ve sonrasındaki gibi dış güçlere yada bölgesel gericiliğe alet olmak çözüm değildir. 1914’ten 1924’e kadar çeşitli Kürt çevreleri bunu yaptılar. Şerif Paşalar dış güçlerin işbirlikçiliğini yaparken, Hasan Hayri ve benzerleri de bölgesel gericiliğin, Kemalizm’in işbirlikçiliğini yaptılar. Sonuç en oldu? İkisi de kaybetti. İkisini de yok ettiler. İşbirlikçilik ya da iradesizlik Kürt’e kaybettirdi. Şimdi Kürtler bir; iradesiz olmamalılar, aktif olmalılar. İki; parçalı olmamalılar, birlik olmalılar. Üç; işbirlikçi olmamalılar. Özgür iradeyi temsil eden, Kürdistan’ın özgürlüğünü, Kürt halkının özgürlüğünü, dolayısıyla Ortadoğu halklarının özgürlüğünü, kardeşliğini bu temelde demokratik birliğini öngören bir siyaset izlemeliler. Kürtler böyle bir siyaset izlerlerse Kürdistan özgürleşir. Kürt özgürlük devrimi zafer kazanır. Kürdistan’da devrimin zafer kazanması demek Ortadoğu devriminin zafer kazanması demektir. Böylece Ortadoğu demokratik devrimi zafer kazanır, Ortadoğu haklarının demokratik birliği ve kardeşliği gelişir. Dış müdahale ve bölgesel gericilik yenilir, Ortadoğu hakları ve onların demokratik siyasetleri kazanır. En azından Kürtler Ortadoğu’nun yeni yapılanmasında demokratik bir toplum olarak özgür, iradeli bir yer edinirler. Bu da bugün belirttiğim temelde siyaset izlemelerine bağlı. Herkes bu gerçeği iyi görmeli, akıllı olmalı, doğru siyaset nedir bilmeli. Doğru siyasette birleşmeli, iradeli bir biçimde doğru, demokratik siyaset yani Kürdü özgür ve demokratik kılan, komşularıyla, Ortadoğu haklarıyla demokratik birlik çerçevesinde kardeşleştiren bir siyaset izlemeli. Bu siyaset Kürde de kazandırır, Kürdü Ortadoğu halklarının kardeşi de yapar. Öncüsü haline getirir. Bunun dışındaki bir siyaset de ne Kürde kazandırır ne de Ortadoğu haklarına. Birinci Dünya Savaşı sürecinde kaybettirdi, şimdi de kaybettirir. Bu bakımdan doğru siyaset izlemeli, akıllı olmalı, dolayısıyla da Ortadoğu’nun kaderini çizecek bir öncülüğü Kürdistan devrimi temelinde yaratmayı bilmek lazım. Biz böyle bir siyaset izlemeye çalışıyoruz. Hareket olarak bunun derin bilincindeyiz. Bütün Kürt siyaset çevrelerini de bu bilince ulaşarak bu temelde doğru siyaset etrafında birleşip ortak hareket etmeye çağırıyoruz.


ANF

Hiç yorum yok: